Print this page

İnsanlık tarihinde müziğin ortaya çıkışı

İnsanlık tarihinde müziğin ortaya çıkışı İnsanlık tarihinde müziğin ortaya çıkışı
Müziğin ortaya çıkış teorilerine baktığımızda, günümüz temel armoni bilgisinin kuş seslerinde de mevcut olduğunun fark edilmesiyle birlikte insanların kuş seslerini dinleyerek onları taklit ettiği yolundaki düşünceler, bir çok müzik bilimcinin ilgisini çekmiş tir. Diğer bir görüşe göre ise, insanın zevk ya da acıları, duygusal ve duygusal durumları, onda kasılmalara yol açmış, bu kasılmalar da insan sesiyle söylenen müziği doğurmuştur. Daha sonraki dönemlerde ise insanın düşünsel gelişimi sonucu ortaya çıkan dil yetisi, konuşma ve müzik olarak insan ifadesinin ikiye bölünmesine yol açmıştır.
 
Konuşma yoluyla düşünceler, müzik yoluyla da duygular ifade edilmektedir. Bugün hâlen müziğin içerisinde sözel öğelerin, konuşmanın içerisinde de müzikâl öğelerin bulunması, bu ayrım öncesinden bir kalıntıdır. Tüm müzik türlerini kökenli vokal müzik olarak gören bu görüş yanında, neolitik dönemde âlet yapımı esnasında çıkan ritmik seslerin, rezonans etkisi oluşturarak bir çeşit trans hâline yol açmış olması da muhtemeldir. Yapılan araştırmalarda, yazı öncesi kültürlerde, müziğin sosyal yaşam, din psikoloji ve tıp gibi yaşamın farklı alanlarından ayrı olarak incelenemeyeceği tespit edilmiştir. Müzik, yalnızca konserlerde gidilip dinlenilen, ya da mağazalardan satın alınan seslerden ibaret değil; organik, fonksiyonel ve yaşamsal bir olgudur.
 
Yazı öncesi toplumlarda ise söz, müzik ve eylem içiçedir. Bu bağlamda genel kanı, insanlık tarihinde müziğin, dansın, sözlü edebî sanatların, dolayısıyla görsel sanatların da birbirlerinden ayrılmasının çok geç dönemde olduğu yönündedir. Başlangıçta birlikte ele alınan bu sanatların pratiği de birbirinden ayrılmamıştır.
 
Gerçekten de geniş bir coğrafyada görülen Şamanlar, ritme dayalı müziklerini kozmolojik bir anlatı içerisinde transa girerek sağaltımda ve çeşitli problemleri çözmekte kullanırlar. Asıl konumuz olan “göklerin müziği“ ifadesine, bugün ilkel sayılan bazı kabilelerde de rastlamamız tesadüf olmasa gerek. Acaba, onlar arasında da birileri Pisagor gibi göklerin müziğini duyup ölümsüzlüğe mi erişmiştir? Antropolojinin kurucularından sayılan Levi Strauss, mitlerle ilgili araştırmaları sonucu, farklı kültürlere ait insanları ilkel ve gelişmiş şeklinde ayırmak yerine, yazısız ve yazılı insanlar olarak ayırmanın daha isabetli olduğunu belirtir. Yazının, insan bilinci üzerindeki etkilerini konu edinen araştırmacı ve teorisyen Walter Ong, üretimin sözlü kültürün temel bir öğesi olduğundan bahseder. Gerçekten de sese dayalı iletişimde söz söylemek, başlı başına bir eylemdir. Sözlü kültürde, kelimelerin anlamını arayıp bulacağınız bir kaynak yoktur. “Ses, ancak varlığını getirirken işitilir” İbranice dabar deyimi hem kelime anlamına, hem de olay anlamına gelmesi uçar çevrede olağandır.
 
Ong, üretimin sözlü kültürdeki önemini şu probleme işaret eder: sözlü kültürde yaşayan birisi, diyelim oldukça güç bir sorunu irdelemeye başladıktan sonra, o sorun kadar güç, karmaşık ve birkaç yüz kelimeden oluşan bir sonuca vardı. Güç bela inceleyip sözelleştirdiğini ileride anımsamak için, nasıl aklında tutabilir?
 
Ong’un Birincil sözlü kültür olarak adlandırdığı yazı öncesi kültürün hafıza problemi, ifade kalıplarına olduğu kadar düşüncelerin içeriğine de etki etmiştir. Kutsal sayılan bir çok metnin üretmek ve müzikâl yanının olması, bol tekrar içermesi, içinde bugün abartı görülen canlandırmaların olması, hepsinin yazı öncesi kültüre ait bireylerin hafıza probleminin üstesinden gelmek için taşıdıkları öğelerdir.
 
Bu yaklaşımın izleri, oldukça yakın bir dönemde silinmeye başlamıştır. Yedinci yüzyılın sonlarından önce insanın bir şeyi içinden okuması mümkün değildir. Yazılı olan herhangi bir şey ister balmumu tabletleri, ister papirüs ya da parşömene yazılı olsun, kesintiye uğramayan bir harfler dizisinden oluşuyordu. Bir satırdan anlam çıkarmanın, yani devamlı sesli sözcükleri dönüştürmenin yolu, her satırı yavaş yavaş yüksek sesle okumak ve bu sözleri sözcük dönem ayrı birimlere ayırabilmek umudunu taşımakta. Bir yazıya girecek olan cümleler cursus adı verilen klasik bir ritm bir yazmana dikte edilirdi. Aynı ritim daha sonra belli bir zerafet ve hızla yazılan Cursive (elle yazısı) stilinin doğmasına yol açtı.
 
Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

https://www.latifcelik.de