Sistem bu onurlu devlet adamını 35 yıl susturamadı…

von Aytürk
A+A-
Reset

Tarih boyunca birçok medeniyet, imparatorluk ve devlet; siyasi entrikaların, ekonomik çalkantıların ve çıkar çatışmalarının gölgesinde yol aldı. Bu sancılı süreçlerde, görevini layıkıyla yerine getirmeye çalışan seçilmişler gibi atanmış kamu görevlileri ve devlet adamları da çoğu zaman siyasi hesaplaşmalar, bürokratik çekişmeler ve çıkar çatışmalarının arasında ezilip, sistemle ve siyasi baskılarla mücadele etmek zorunda kaldı. Merkezi otorite ile ters düşen ideolojik görüşleri ve iş ahlakındaki dürüstlükleri nedeniyle görevlerinden alınan, çeşitli gerekçelerle görev yerleri değiştirilen veya sürgüne gönderilen bu kişiler, dönemlerinin en çok zarar görenleri oldu. 

Devletin kurumları; kişilere ya da partilere göre değil, evrensel hukuk ilkeleri ve toplumsal fayda ekseninde işlemeliyken, bazı dönemlerde partizanca tutumlar ağır bastı. Kimileri kayrıldı, kimilerine ise adeta kök söktürüldü. Benzer sahneler, farklı aktörlerle ülkemizin siyasi tarihinde de tekrar tekrar yaşandı. 

MÜDÜR MEHMET EROĞLU, SİSTEMİN ÇARKLARI ARASINDA EZİLMEYE ÇALIŞILMIŞ

Kamu yararı, adalet ve liyakat ilkeleri doğrultusunda, dürüstlüğünden ödün vermeden yürüttüğü 35 yıllık görevi boyunca gerçek dışı ithamlarla baskı altına alınmaya, yetkileri kısıtlanarak işlevsizleştirilmeye ve sistemin acımasız çarkları arasında ezilmeye çalışılan sonucunda da mağduriyetler yaşayan bu atanmış kişilerden biri de II. Dünya Savaşı döneminde Kayseri’nin bir dağ köyünde doğan, bin bir zorluklarla arkeolog olan, yıllarca Milet, Side, Mardin gibi birçok müzede uzman ve müze müdürü olarak çalışan, Alacahöyük, Afrodisias, Bergama, Priene gibi pek çok kazıda denetmenlik yapan, daha sonraki dönemlerde de Aydın ve Erzurum Kültür Müdürlüğü görevlerinde bulunan devlet memuru, Bürokrat ve Arkeolog Mehmet Eroğlu’ydu. 

BİR ARKEOLOĞUN ANILARI’NDAN ÇOK DAHA FAZLASI

Doğrudan siyasetin içinde olmamasına rağmen merkezi otorite ile ters düşen ideolojik görüşleri nedeniyle hem yerel yöneticilerin hem de iktidarın baskısıyla karşılaşan, devrinin zorlu çalışma şartları altında dik ve onurlu duruşundan taviz vermeden yaşam mücadelesi veren hatta nitelendirildiği “komünist” damgasıyla etkisizleştirilip sürgüne dahi gönderilen tüm bu olumsuzlukların yanında takdire şayan çalışmalarıyla da birçok başarı ödülüyle mükafatlandırılan devlet memuru Eroğlu, 2003 yılında emekli olduktan yedi sene sonra kaleme aldığı “Bir Arkeoloğun Anıları” adlı kitabında kişisel yaşam öyküsünü, arkeolog olarak Türkiye’nin dört bir yanında verdiği mücadeleleri ve siyasetin gölgesinde yapmaya çalıştığı meslek yaşamını çarpıcı örneklerle oldukça sade ve etkileyici bir dille aktarmış. Yıllarını kamusal sorumluluğa adamış bir bürokrat olarak siyasi ve idari baskıların kurbanı olan Eroğlu’nun anıları, meslek hayatında verdiği mücadelelerin yanı sıra, Türkiye’de kültürel mirasın korunması adına verilen sessiz ama çok kıymetli bir savaşın da öyküsü olarak da karşımıza çıkıyor. Kitap, ülkemizde liyakat ilkesine bağlı kamu görevlilerinin karşı karşıya kaldığı sistematik sorunları birçok somut örneklerle anlatırken, siyasetin de hayatın her yerinde olduğunu gözler önüne seriyor.

MEMLEKET SEVDALISI BİR YURTTAŞIN ZAMANLAR ÜSTÜ ÇAĞRISI GİBİ

İnsanların siyasi görüşleri ya da dünya bakışları nedeniyle kolayca ötekileştirildiğine, mekanizmanın susturmak, izole etmek, yıldırmak üzerine kurulduğuna, doğruyu savunmanın bedelinin, sürgün, görevden alma ya da itibarsızlaştırmayla sonuçlanabildiğine, liyakat sahibi dürüst ve idealist kişilerin rüzgara karşı yürümek zorunda kaldığına vurgu yapan eser, bu yürüyüşün hem bedelini hem de onurunu anlatıyor. Günümüzde kişiler ve etiketler değişse de sistemin işleyiş mantığı ne yazık ki yer yer aynı kaldığından “Bir Arkeoloğun Anıları” sadece bir arkeoloğun değil, memleket sevdalısı bir yurttaşın anlattığı geçmişle günümüze adeta uyarı metni niteliğinde yaptığı zamanlar üstü bir çağrı gibi. 

“SEN ŞU TARİHTE DOĞMUŞ OL” DİYEREK DOĞUM TARİHİ BELİRLENMİŞ

Yaşamın ve sistemin zorluklarıyla mücadele eden ve bu savaşı alnının akıyla kazanan emekli Bürokrat, Arkeolog ve Yazar Eroğlu, geçmişine dair izleri kaleme aldığı eserine, doğum gününe dair hüzünlü bir anıyla başlıyor. Kitabında, dedesinin öldüğü gün dünyaya geldiğini ve bu nedenle ailesinin doğumuna sevinemediğini anlatıyor. Geçimini çiftçilikle sağlayan kalabalık bir ailenin çocuğu olan Eroğlu, bir düzine kardeşten sağ kalan altı çocuktan biri. Adını, doğduğu gün vefat eden dedesi Molla Memed’ten almış. O dönemin şartlarında doğum tarihi hemen kayıtlara geçirilmediğinden, Eroğlu gerçek doğum gününü ve yılını hiçbir zaman öğrenememiş. İlkokuldan mezun olurken diplomaya doğum tarihinin yazılması gerektiğinde ise nüfus müdürlüğüne gitmiş. Oradaki görevli memur, Eroğlu’nun yüzüne bakarak “Sen şu tarihte doğmuş ol.” demiş. Memurun bu ifadesi nüfus kütüğüne işlenmiş ve böylece Eroğlu’nun resmi doğum tarihi belirlenmiş.

DÖNEMİNİN GENEL DURUMUNU VE YAŞAM ŞARTLARINI ANLATMIŞ

Yazar Eroğlu kitabında II. Dünya Savaşı döneminde geçirdiği çocukluk ve sonraki gençlik yıllarında Anadolu’nun durumu ile insanların yaşam şartlarını da anlatmış. Kayseri Kepiç Köyü’nün muhtarı olan babasıyla, köy güzeli annesinin ilk göz ağrısı olan Eroğlu, ilkokul beşinci sınıfa dek okula yalınayak gitmiş. İlkokulun son senesinde ise o yıl yeni çıkan içi keçe dışı lastik olan “gıslavet” ayakkabı alınmış. O dönemlerde birçok ev gibi kendi evlerinde de elektrik, televizyon ve telefon olmadığından akşamları tanıdık eş dostun teşrifleriyle tezekle yanan şöminenin olduğu sohbet odalarında toplanılır, günlük sorunlar, parti konuları, yokluklardan konuşulur, bazı gecelerde Hz. Ali ve Battal Gazi’nin savaşlarını anlatan kitaplar okunur, bunun üzerine yorumlar yapılır, anlatılan hikayeler hayranlıkla dinlenirmiş. İlkokulu idealist bir Cumhuriyet öğretmeninin eğitimi altında okurken son sınıfın sonlarına doğru Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle değişen paradigma sonucu öğretmenin sistem tarafından dışlanıp, hapse atılmasını, köylerinde “Topal Gazi” diye andıkları birinin para kazanmak için mevsimlik işçi olarak Konya’ya gitmesini sezon sonunda kazandığı parayla evine dönerken trende uyuyunca tüm parasını çaldırıp, utancından köyüne dönememesini parasız kalan eşinin yoklukla mücadelesinde üzüntüden ve perişanlıktan hasta olup ölmesini, çocuklarının ortada kalmasını anlatmış. 

ZORLU HAYAT MÜCADELESİNDE EŞ DESTEĞİ

Anı kitabında askerlik yıllarında 27 Mayıs İhtilali yapıldığından da bahseden Eroğlu, askerden terhis edildiğinde eve dönecek sivil elbisesi olmadığından bir hemşehrisinin emanet verdiği kıyafetle köyüne dönebildiğine, akabinde bir fabrikada sınavla hamallığı kazanıp burada 98 lira aylıkla işe başlamasına, bu paranın 25 lirasıyla ev kiraladığına, bir taraftan çalışıp bir taraftan da tarihi Kayseri Lisesi’nin akşam okulunda okuduğuna, askerdeyken nöbet tuttuğu Radyo Evi’nin hemen bitişiğindeki fotoğraf çekildiği Mimar Sinan heykelinin yer aldığı Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni yıllar sonra yüksek puanla kazanıp Arkeoloji bölümü okuduğuna, üniversite yıllarında önce sosyal demokrat sonra da solcu olarak bazı eylemlere katıldığına, o dönemde kızların eş seçme, sevgili bulma gibi hakları olmadığına, sevseler dahi anne baba ne derse onun olduğuna, yokluklarla savaşmasına, eşi Serpil Hanım’ın karşılaştıkları her zorlukta kendisine güç ve mücadele azmi vermesine değinmiş. 

SİYASETİN KİRLİ YÜZÜNÜ, DEMOKRASİNİN KARA LEKESİ 1960 ve 1980 DARBELERİ’Nİ ANLATMIŞ

Bürokrat Yazar Eroğlu, köyde geçen çocukluğundan başlayarak, eğitim hayatındaki dönüm noktalarına, arkeoloji alanındaki profesyonel hayatına ve mesleğinde yaşadığı zorluklara dek uzanan kitabında ayrıca devlet memurlarının yaşadığı siyasi ve politik olaylardan, 35 yıllık devlet memurluğu boyunca uğradığı haksızlıklardan, tayinleri ve sürgünlerinden, ideolojik düşüncelerinden dolayı “komünist” olarak nitelendirilmesinden, dönemin siyasi gelişmelerinden, bu süreçte yaşananların tıpkı günümüzde olduğu gibi öğrenciler, sivil toplum örgütleri, partililer başta olmak üzere yaşanan gelişmelerden huzursuzluk duyan toplumun her kesiminin her gün mitingler ve protestolar yapıp hükümeti eleştirmesinden, iktidarın durmadan tutuklamalar ve baskılar yapmasından, Ankara ve İstanbul’da her gün olayların çıkmasından, süreçte askeri eğitim ve tatbikatların artmasından, protestoların dönemin Menderes Hükümeti’ni zor duruma düşürmesinden, dönemin Genelkurmay Başkanı Cemal Gürsel’in görevinden alınarak yerine başka birinin atanmasından, Başbakan Menderes’in “ben bu orduyu subaylarla da yönetirim” diyerek generalleri önemsememesinden, muhalefet lideri İsmet İnönü’nün treninin durdurulup kafasına taşlar atılmasından, ülkenin hızlı bir şekilde huzursuzluğa, kaosa ve keyfi yönetime doğru sürüklenmesinden, emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen demokrasinin kara lekeleri olan ve ülkenin başbakanı ile iki bakanının idam edilmesine kadar varan, milletin vicdanında da derin yaralar açan 27 Mayıs 1960 Darbesi ile insanlarımıza büyük ve ağır bedeller ödeten, kötü muamele ve insan hakları ihlalleriyle zulmün ve zalimliğin en örgütlü ve çağ dışı hali olan 12 Eylül 1980 Darbesi’nden, bu darbelerin gölgesi altında yaşanan tedirginliklerden, insanların ruh hali ve ülkede yaşanan siyasi çalkantılardan, darbelerin toplumda nasıl bir korku iklimi yarattığından, Kayseri’de çok sevilen çalışkan bir belediye başkanının ihtilalde tutuklanarak zamanında kendi yaptırdığı cezaevine atılmasından ve buradan çıktıktan kısa bir süre sonra vefat ettiğinden bahsetmiş.

PARTİZANLIK YAPAN VALİ, MÜDÜRÜ ‘SENİ YERE SERERİM, EVRAKLARINI İMZALAMAM” DİYE TEHDİT EDER 

Kitabın ilerleyen sayfalarında Eroğlu’nun ihtilal döneminde resmen emekli edilmesini ve sonrasında arkadaşıyla açtığı Bakkal Murtaza’yı çalıştırırken hükümet değişince tekrar göreve getirilmesini, siyasetçi gibi hareket eden bir vali ile mücadelesini, evine gelen ölüm tehditi içeren telefonları valiye aktardığında duruma hemen müdahale etmesi gereken valinin tam aksine partizanca davranıp düşmanca bir tavırla ‘Eroğlu’nu hem dönemin maliye bakanının hem de kendisinin istemediğini’ söylemesini, “ben burada vali olduğum sürece sana görev yaptırmam, hiçbir evrakını imzalamam bunu böyle bil” demesi üzerine karşı çıkan Eroğlu’na “sen benim eski boksör olduğumu biliyor musun, vurunca şuraya sererim” diyerek tehdit etmesini, ülke insanının özellikle vali ve bakanların ideolojik şartlanmalardan nasıl etkilendiğini, politik çıkar uğruna yapılan manevraları, çalışma arkadaşlarınca ihanete uğramalarını, yaptığı iyiliklere karşı kişilerin çıkarlarına uğruna ahde vefasızlıklarını, siyasetin perde arkasını, ayağını kaydırmaya çalışan üst yöneticilerine ve çalışma arkadaşlarına karşı verdiği çetin mücadeleleri, başarma hırsını, memleket sevgisini, işlevsizleştirmeye çalışan siyasilerle ve bürokrasiyle uğraşmakla geçen 35 yıllık devlet memurluğu süresinde en iyi ve huzurlu günlerini son görev yeri olan Erzurum Kültür Müdürlüğü döneminde geçirmesini, dürüst ve namuslu olmanın, ülkesini sevmenin sisteme karşı duruşun adeta suç olduğunu okuyoruz.

YABANCI ARKEOLOGLAR TARAFINDAN SOYULAN TARİHİ ESERLERİMİZ 

Yazar Eroğlu ayrıca ülkemizdeki ören yerlerini kazmakla görevli yabancı kazı heyeti başkanlarının devletin her türlü yasalarını göz ardı ederek başına buyruk nasıl hareket ettikleri başta olmak üzere, kültür hazinelerimiz olan antik eserlerin yurt dışına kaçırılarak, medeniyetler beşiği Anadolu’muzun yabancı arkeologlar tarafından nasıl sessizce soyulduğunu, insanlarımızın bir kısmının üç kuruş para kazanmak uğruna bu soygunlara yardımcı olmasını, yasanın boşluğundan yararlanarak kaçakçılık yapanları, Alacahöyük’ten Side’ye, Priene’den Bergama’ya, Afrodisias’tan Milet’e kadar uzanan kazı alanlarında yaşadıklarını, görev süresince yaptığı denetim ve çalışmalarıyla müze ve ören yerlerini hiç olmadığı kadar düzene sokmasını, 5 Yugoslav turistin tuttukları minibüsle müzeye gelip, Side Müzesi önündeki sütun başını yükleyip götürmelerini, korkup müdahale etmeyen bekçinin sonrasında Müze Müdürü Eroğlu’na haber verip, beraber köyde bu kişileri bulup, jandarmaya teslim etmelerini, çalınan büstü de tekrar müzeye kazandırmasını, Aydın Millet Müzesi’nde, göreve başladığında yaptığı incelemede envanter defterinde müzede 5 bin eser görüldüğü halde toplamda sadece 150 civarı eserin olmasını, aynı şekilde Asurlular, Babilliler başta olmak üzere birçok medeniyetin beşiği olan Mezopotamya Ovası’nın başlangıç yeri olmasına rağmen Mardin Müzesi’nde de çok az eserin sergilenmesini, buralarda dönen dolapları ve kaçak yapılaşmayla mücadelesini anlatmış.

DEVLETİN KENDİ ELİYLE KORUMASI GEREKEN TARİHİ ALANLARI RANT UĞRUNA GÖRMEZDEN GELİNMİŞ

Side’deki kaçak yapılaşmayla mücadele ederken, bu yapıların arkasındaki siyasi ve bürokratik bağlantılarla uğraşmak zorunda kalışını uzunca anlatan Eroğlu, devletin kendi eliyle koruması gereken tarihi alanları bir yandan rant uğruna göz göre göre tahrip edilmesine göz yummasını, Side Antik Kent alanının içine yapılan kaçak otellere, restoranlara, betonarme yapılara karşı tek başına mücadele etmesini, orasının binlerce yıllık bir yerleşim ve arkeolojik alan olduğu halde “turizm” bahanesiyle yapılaşmaya açılıp kültürel mirasın talan edilmesini, uyarmasına, raporlar hazırlamasına, yasal yollara başvurmasına karşın, karşısına çok büyük güç olan bürokrasi, siyaset ve çıkar grupları rant üçlüsünün çıkmasını, bürokrasinin ve siyasi iradenin öne çıkarak arkası güçlü kişileri ve şirketleri koruyarak ‘kaçak yapılara göz yumup, görmezden gelmesini’ kendisinin de kültür hazinelerimizi korumaya ve bu durumlara karşı dik durmaya çalıştıkça hem yerel yöneticilerin hem de merkezi otoritenin baskısıyla karşılaşmasını, mücadele ettiği için dışlanmasını, soruşturmaya uğramasını, doğruyu savunmanın bedelini de sürgün, görevden alma, işlevsizleştirme ya da itibarsızlaştırılmaya çalışılarak ödemesini, tüm bu süreçlerde yalnız kalmışlık hissini, iki yüzlülüğün en çirkin yanlarını ve karşılaştığı bu çirkinliklere karşı verdiği mücadele başta olmak üzere arkeoloji gibi dışarıdan “siyasetten uzak” görünen bir alanın bile, dönemin politik havasından ne kadar etkilendiğini somut örneklerle aktarmış. 

MİLLET YARARINA OLAN VE DOĞRU GÖRDÜĞÜ HER KONUDA BEDELİ NE OLURSA OLSUN SONUNA DEK DİRENMİŞ

Millet yararına olan ve doğru gördüğü her konuda bedeli ne olursa olsun kimseye boyun eğmeden sonuna dek direnen, kamusal sorumluluk çerçevesinde kurallara göre hareket edip işini dürüstçe yapan namuslu ve saygın bir şahsiyet olan arkeolog yazar Eroğlu, anı roman veya otobiyografik uzun öykü niteliğindeki kitabını “Geçmişin zulmünü, ihanetini ve baskılarını başka dostların çekmemesi dileğiyle” diyerek okuyucuya sunmuş. Devrinin sosyo-ekonomik ve kültürel kesitlerini içeren 18 bölüm başlığıyla yazdığı 443 sayfalık eserinde geçmişini ilginç anekdotlarla zamanda yolculuğa çıkararak okuyucularına açık kalple aktarmış. Yalnızca bir arkeoloğun değil, aynı zamanda memleketini, tarihini, kültürünü seven, dürüst ve idealist bir insanın hayat hikayesini de içeren eser, Aydın Valiliği ve Aydın Gazeteciler Cemiyeti tarafından 2010 yılının ‘En İyi Yayınlanmış Kitap Ödülü’nü almış. 

DÜNDEN BUGÜNE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Bir Arkeoloğun Anıları sadece geçmişin bir belgesi değil, aslında günümüze de ayna tutan bir eser. Döneminde müze müdürü ve kültür müdürü görevlerinde bulunan arkeolog/memur yazar Eroğlu’nun anlattığı siyasi olaylar ve atmosferin hemen hemen her ülke ve hükümet döneminde yaşandığı bir gerçek. Farklı dönemler, farklı görevler ama aynı temel mesele; doğru olanı yapmaya çalışanların sistemle mücadelesi hep olmuş. Ancak sistemin refleksleri “bastırmak, itibarsızlaştırmak, engellemek” neredeyse hiç değişmemiş. Eroğlu, görev yaptığı her yerde bir taraftan işini hakkıyla yapmaya çalışırken bir taraftan da bürokratik engellerle karşılaşıp, siyasi baskıyla mücadele etmiş. Özellikle Side Müze Müdürlüğü döneminde, korumaya çalıştığı kültürel varlıklar çıkar gruplarının işine gelmediği için üstü kapalı biçimde dışlanıp, hakkında soruşturmalar açılmış, sürgün edilmiş. Yaşadıklarını “sessiz direniş” ile sürdürmüş. Gerçek adalet bazen geç gelir ama mutlaka gelir. Çünkü bu topraklarda halkın vicdanı, en büyük mahkemedir.

TARİHİN GÖLGESİNDE, GERÇEĞİN IŞIĞINDA, ONURLU BİR HAYAT

Refik Saydam’ın başbakanlığını yaptığı II. Dünya Savaşı yıllarındaki 10. Hükümet’ten, Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığındaki 59. Hükümete kadar geçen uzun süreçte, tam 49 hükümete tanıklık eden Eroğlu, bürokrasinin duvarları arasında doğruluktan sapmadan yürümüş; kimi zaman siyasi baskılarla, kimi zaman sistemin hoyratlığıyla sınanmış ama hiçbir zaman boyun eğmemiş ve tırnaklarıyla kazıyarak edindiği mesleğinden kültürümüze de sahip çıkarak onuruyla ve alnının akıyla emekli olmuş. Yaşadığı haksızlıkları, tanıklık ettiği dönemin ruhunu ve insan hikayelerini, korkusuzca, açık yüreklilikle kaleme aldığı “Bir Arkeoloğun Anıları” yapıtında hem kendi hayat yolculuğunu hem de ülkemizin yakın tarihini anlatmış. İyi ki de anlatmış ve bizleri geçmişin çarpıcı izleriyle buluşturmuş.

Sayın Eroğlu, tüm engellemelere rağmen kamu yararı, adalet ve liyakat ilkelerinden asla sapmadan sadece makam için değil, memleket sevgisiyle yürüttüğünüz görevinizde, sergilediğiniz dik duruşunuz ve kararlı mücadelenizle bu ülkenin geçmişine, bugününe ve yarınına anlamlı izler bıraktınız; gelecek nesillere ilham kaynağı oldunuz. Kıymetli anlatımlarınız için içten teşekkürlerimizi sunuyor; size ve zorlu süreçlerde en büyük destekçiniz olan değerli eşinize sağlık ve huzur dolu uzun bir ömür diliyoruz.

Fulya OMAÇ / İZMİR

DİĞER HABERLER