Batı ittifakı ve Türkiye'nin rolünü yeniden düşünmek

Makale ve Resim: AA Makale ve Resim: AA

 

Gerek savunma harcamaları gerekse jeopolitik önceliklerin farklılığı, 2030 Vizyon Belgesi'nin hazırlandığı bir süreçte parçalanmış bir NATO resmi ortaya çıkarmıştır.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 21 Şubat 2022 tarihinde yaptığı ulusa sesleniş konuşmasının ardından 24 Şubat 2022 itibarıyla Ukrayna saldırısını başlattı. Bu saldırılar uluslararası güvenlikte NATO ve Avrupa Birliği (AB) gibi başat aktörlerin hem birbirleriyle hem de Türkiye ile ilişkilerinin yeniden kurgulanacağı bir sürecin de başlangıcı oldu.

 

NATO: Parçalanmış aile fotoğrafı

Uluslararası güvenliğin kuşkusuz en temel aktörlerinden biri Soğuk Savaş dönemi ortaya çıkan NATO’dur. 1990’lardan sonra değişen uluslararası sistem ve güvenlik tehditleriyle beraber NATO önemli bir değişim ve dönüşüm sürecine girmiştir. Bu dönüşüm sürecinde kuruluşundan bugüne kadar benimsediği ve değiştirmediği en önemli prensiplerinden birisi kuşkusuz "güvenliğin bölünmezliği" ilkesidir. Bu ilke ile NATO’nun müttefik ülkeler arasında güvenlik konusundaki bağlayıcılık işlevi ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır.

Diğer bir deyişle, Kuzey Amerika ve Avrupa savunmasının bir tutulacağı; ortak çıkarların savunulmasında üye devletler arasındaki iş birliği ile Avro-Atlantik güvenliğinin ayrılamaz bir bütün olduğu vurgulanmıştır. Ancak, kağıt üstünde oldukça güçlü görünen bu ilkeye rağmen özellikle ABD’de Başkan Donald Trump döneminde Avrupa ile transatlantik arasındaki güvenlik öncelikleri ve bütçe gibi konularda, uzun yıllardır var olan ciddi görüş ayrılıkları çok daha fazla görünür hale gelmiştir. Örneğin Fransa, De Gaulle döneminden Sarkozy’e kadar NATO’nun askeri kanadını protesto etmiş; 2019 yılında Cumhurbaşkanı Emmanuel Macro’nun "NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti" sözleri ise büyük tartışmalara neden olmuştur. Dolayısıyla gerek savunma harcamaları gerekse jeopolitik önceliklerin farklılığı, 2030 Vizyon Belgesi’nin hazırlandığı bir süreçte parçalanmış bir NATO resmi ortaya çıkarmıştır.

 

Yön arayışındaki AB ve Stratejik Pusula

Geçtiğimiz on yıl içinde ekonomik, sosyal ve siyasi krizler sarmalında olan AB; uluslararası sistemdeki rolü itibarıyla daha içine kapanık, etkisiz bir aktör haline gelmiştir. Aynı zamanda; Transatlantik ile güvenlik konusundaki görüş ayrılıkları, AB içindeki otonomi tartışmalarını güçlendirmiştir. Uzun yıllardır devam eden kurumsallaşma ve operasyonel bir Avrupa ordusu kurulması çabaları ise 2020 itibarıyla Stratejik Pusula Belgesi çalışmalarına dönüşmüştür. Belgede yer alan en önemli başlıklar, AB’nin NATO ile ilişkileri nasıl tanımlayacağı, yeni tehdit unsurları ve yol haritasının detaylarıdır.

Özellikle belgenin ilk taslağında Rusya, 2014’deki Kırım’ın ilhakına rağmen; NATO’nun 2030 Vizyon Belgesi'ndeki yaklaşımın aksine AB ve Rusya’yı ortak çıkar ve kültür temelinde iş birliği yapılabilecek bir aktör olarak tanımlanmıştır. 24 Şubat’ta başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, Stratejik Pusula'nın yönünü de etkilemiştir. Rusya ile ilgili olumlu ifadelerin metinden çıkarıldığı Stratejik Pusula Belgesi'nin, 2022 mart ayında kabul edilen son halinde, 2030 yılına kadar "daha iddialı ve kararlı bir güvenlik sağlayıcısı" olmayı hedefleyen AB'nin güvenlik ve savunma politikasını güçlendirmeye yönelik bir plan ortaya konulmuştur. Pusula, AB'nin karşılaşacağı tehditleri, stratejik öncelikleri ve buna yönelik izleyeceği politik hedefleri belirleyen bir zaman çizelgesi içermesi nedeniyle oldukça önemlidir.

Pusulada belirlenen öncelikli eylemler: (1) krizlere hızlı refleks vermek, (2) tehditleri önceden tahmin etmek ve stratejik alanlara güvenli erişim sağlamak, (3) ikili ve çok taraflı ortaklıkları derinleştirmek, (4) savunma yeteneklerine ve yeni teknolojilere daha fazla ve daha iyi yatırım yapmak ve (5) bağımlılıkları azaltmaktır.

 

Ukrayna-Rusya Savaşı: Batı’ya can suyu mu, yeni bir sınama mı?

24 Şubat’tan itibaren akıllardaki en önemli sorulardan birisi de hiç şüphesiz Rusya-Ukrayna Savaşı'nın Batı ittifakı için yıllar sonra birleştirici bir unsur olup olmadığıdır. Bu sorunun cevabını iki farklı boyutta irdelemek gerekir. İlk olarak; kısa vade de Rusya-Ukrayna Savaşı Batı ittifakına adeta can suyu olmuştur. Sadece NATO müttefikleri değil, Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı Rusya’ya karşı siyasi ve ekonomik yaptırımlar konusunda ortak politikalar benimsemiştir.

İkinci boyutta ise; orta ve uzun vadede bu birlikteliğin çok da sürdürülebilir olmayacağıdır. Devam eden çatışma ortamı askeri yardımların maliyetlerini artırmakla beraber AB’nin derinleşen bir mülteci kriziyle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Ayrıca, dünyanın en büyük ikinci enerji sağlayıcısı Rusya’ya yönelik uygulanan yaptırımların, ABD’den çok, AB ülkelerini olumsuz yönde etkileyeceği açıktır.

Bu iki boyutta bakıldığında Batı ittifakına şimdilik can suyu olan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yakın gelecekte enerji, ekonomi, göç ve güvenlik konularında şimdiden ayak sesleri duyulan yeni ve çok boyutlu sınamalara neden olacağı söylenebilir. Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin alternatif enerji arayışlarına yönelmeye başladığı değerlendirildiğinde; tüm alternatiflerin ilk aşamada büyük bir maliyete neden olacağını öngörmek gerekir.

Avrupa içinde enerji düzleminde ortaya çıkan bir başka durum Rusya’nın "dost olmayan" ülkelerin Rusya’ya olan borçlarını Ruble ile ödemesi kararı olmuştur. Bazı Avrupa ülkeleri bu karara tepki gösterirken bazılarının ödeme hazırlığı yapması ilk günlerdeki "Birlik ruhunu sarsar mı?" sorusunu akla getirmektedir.

Son olarak, 30 Mart 2022 itibarıyla -tahmini rakamlara göre- 4 milyon Ukraynalı mülteci, komşu ülkelere sığınmıştır. AB, Suriye krizinde gördüğümüzün aksine, ilk günden itibaren kapılarını açmış olsa da gerek uzun vadedeki altyapı sorunları gerekse mülteci konusundaki yük paylaşımı Brüksel ve komşu başkentlerin ortak sınaması olacaktır.

 

Vazgeçilmez müttefik olarak "Türkiye" gerçeği

Rusya-Ukrayna Savaşı küresel jeopolitik mücadeleleri yeni bir boyuta taşırken; uzun zamandır Batı ittifakında haksız ve iki yüzlü politikalara maruz kalan Türkiye ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel dostluk, yoğun etkileşim, girişimcilik ve esneklik gibi boyutları içeren lider diplomasisindeki müthiş deneyimi ve başarısı, süreçteki barışçıl ve dengeli rolü ile dünyanın gözünün Ankara’ya çevrilmesini sağlamıştır.

Savaşın ilk gününden itibaren Türkiye’nin iki ülkeyle geliştirdiği çok yönlü ve derin ilişkiler temelinde taraflara itidal çağrısında bulunması, Rusya'ya yönelik yaptırımlara dahil olmaması, insani koridorların açılması konusunda izlediği politikalar ile müzakerelerin bir kısmına ev sahipliği yapması, başta Batı olmak üzere herkes için güvenlik ve savunma alanında vazgeçilemez ve çok önemli bir müttefik olduğunu yeniden hatırlatmıştır.

Bu süreçte Türkiye’yi de önemli sınamalar ve fırsatlar beklemektedir. Rusya’ya yönelik çok boyutlu yaptırımların özellikle enerji, turizm ve ticaret bağlamında Türkiye’yi de etkileyebileceği düşünülebilir. Sınamalara rağmen Türkiye’nin diplomasinin merkezi olarak güçlenen rolü hem AB hem de ABD ile ilişkilerde yeni bir dönemi başlatmıştır. Özellikle AB ve NATO bağlamında Türkiye’nin güvenlik mimarisinin vazgeçilemez bir aktörü olduğu yeniden anlaşılmıştır. Türkiye, girişimci ve insani dış politikasını lider diplomasisiyle birleştirerek başta Rusya-Ukrayna Savaşı olmak üzere bölgesel ve küresel sınamalara çözüm sunabilecek kilit ülke olarak, yeni bir manevra ve etki alanı oluşturmuştur.

***

[Dr. Şuay Nilhan Açıkalın, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısıdır]

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

https://www.latifcelik.de