Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

BERLİN (AA) - Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, İsrail ve ABD'den, Gazze'de "gerçek barış perspektifine" girilmesi için azami çaba göstermelerini istedi.

Baerbock, sosyal medya platformu X'ten yaptığı açıklamada, "Gazze'deki sivil halkın da en kötüsünü yaşadığını" belirterek, "Gıda, ilaç ve yeniden inşa artık önemli şeylerdir. Bunun için de ateşkese ihtiyaç var. Uluslararası hukuk nettir: Gazze'den hiçbir sürgün edilme olmamalı." ifadesini kullandı.

Annalena Baerbock, ateşkesin pamuk ipliğine bağlı olduğunu ve Hamas'ın anlaşmayı riske ettiğini savunarak, "İsrail hükümeti ve ABD (ateşkesin) ikinci aşamasına ve gerçek bir barış perspektifine girmemiz için her şeyi yapmalı." değerlendirmesinde bulundu.

 

KÖLN (AA) - Almanya'nın Köln kentinde, görsellerin ve şehitlerin yazdığı dokunaklı mektupların yer aldığı "Çanakkale Şehit Mektupları" sergisinin açılışı yapıldı.

Türkiye'nin Köln Başkonsolosluğu'nda açılan ve Sakarya Üniversitesi Sanat Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rasim Soylu'nun imzasını taşıyan, küratörlüğünü fotoğraf sanatçısı Dr. Nevzat Yıldırım'ın üstlendiği serginin açılışına, sivil toplum kuruluşu ve dernek temsilcilerinin yanı sıra Türkiye'nin Köln Başkonsolosu Hüseyin Kantem Al katıldı.

Şanlı Türk tarihinin tüm şehitlerine ithaf edilen sergide, 1. Dünya Savaşı ve Çanakkale'de şehit olan askerlerin anneleri, eşleri, nişanlıları ve diğer aile bireylerine yazdıkları mektuplar ile çizilen görseller sergileniyor.

"Çanakkale Şehit Mektupları" sergisi, 14 Şubat Cuma gününe kadar ziyaret edebilecek.

 
 

 

BERLİN (AA) - Türkiye'nin yeni atanan Berlin Büyükelçisi Gökhan Turan, Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası'nın Berlin'deki ofisini (TD-IHK) ziyaret ederek, oda üyeleriyle bir araya geldi.

Büyükelçi Turan, TD-IHK ziyaretinde yaptığı konuşmada, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 55 milyar avro olduğunu ifade ederek, "Bu olağanüstü ticari başarı, bugün iki ülkenin de refahına ve ekonomik büyüklüğüne büyük katkı sunmaktadır." dedi.

1961 yılından bu yana Almanya'ya yerleşen Türklerin başarılarına dikkati çeken Turan, "Almanya'da yarattığı ekonomik canlılık ve kurdukları büyük sermayeli şirketlerin yanı sıra pek çok sektörde, kendine sağlam bir yer edinen gençlerimiz ve tecrübeli vatandaşlarımız gurur kaynağımızdır." diye konuştu.

Dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olan Almanya'nın iş dünyasında bu denli etkin olmayı başaran Türkleri gönülden kutladığını belirten Turan, "Bu denli kapsamlı bir ekonomik işbirliğinin daha da ileri taşınabilmesi için özel sektörün kendi içindeki birliği hayati öneme sahiptir. Şirketlerin ve iş insanlarının bir araya gelerek, ortak çalışmalar yürütmeleri; yeri geldiğinde istihdam, eğitim, yatırım gibi alanlarda ortak projeler ortaya koyması gereklidir. Bireylerin elde edemeyeceği başarılara ancak birlik olarak ulaşabiliriz." ifadesini kullandı.

 

Ziyarette, TD-IHK Yönetim Kurulu üyeleri Bahattin Kaya ve Süreyya İnal da odanın faaliyetleri hakkında Büyükelçi Turan'a bilgi verdi.

 

Jahr um Jahr zieht das Valentinspaar der Würzburger Gartenbaugruppe im Vorfeld des Valentinstags umher, um Freude zu verbreiten und den nahenden Frühling anzukündigen. So überbrachten „Valentine und Valentin“ in diesem Jahr der stellvertretenden Landrätin Christine Haupt-Kreutzer in Vertretung von Landrat Thomas Eberth ein farbenfrohes Blumen-Bouquet.

 

Seit 1962 pflegen Vertreterinnen und Vertreter der Würzburger Gärtnereibetriebe und Floristen die Tradition des Valentinspaares, erzählt „Valentine“ Petra Gammanick, Floristin aus Waldbüttelbrunn. Die bunten Frühlingsgrüße haben dabei in all den Jahren nicht nur Farbe in die Amtsstuben der Regierung von Unterfranken oder des Landratsamts gebracht, sondern auch die Bewohner von Senioreneinrichtungen oder die Schwestern des Kloster Oberzell erfreut.

 

„Valentine und Valentin“ geben Einblick in ihre Zunft

 

Natürlich habe die Gartenbaugruppe dies auch dafür genutzt, Einblicke in die repräsentierten Handwerksberufe zu gewähren. Gärtnereien und die Fachgeschäfte der Floristinnen und Floristen versorgen Haushalte und Gärten mit vielfältigen und qualitativ hochwertigen Pflanzen. Die ortsansässigen Familienbetriebe geben dabei insbesondere ihr Wissen um regionale Pflanzen und den nachhaltigen Umgang damit an ihre Kundschaft weiter.

 

Die Entwicklung im Berufsstand der Gärtner und Floristen sei aber nicht unbedingt Grund zur Freude: Noch zu Beginn des 20. Jahrhunderts sei Würzburg eine Hochburg der Zunft mit rund 200 Gärtnereibetrieben alleine im Stadtgebiet Würzburg gewesen, weiß Petra Gammanick. Inzwischen repräsentiere die Gartenbaugruppe Würzburg gerade noch sieben Betriebe mit Standorten verstreut im Großraum Würzburg. Immer strengere gesetzliche Kontrollen und die zunehmende Konkurrenz durch große Baumarktketten würden den Gärtnereien das Geschäft erschweren. Die Handwerksbetriebe hätten zudem Probleme, junge Menschen für eine Unternehmensnachfolge zu begeistern, erklärt Gärtnermeister Wilhelm Rippel aus Uettingen alias „Valentin“.

 

Die Leidenschaft des Valentinspaares für ihren Beruf ist allerdings ungebrochen. „Mit unserem Frühlingsgruß wollen wir Freude verbreiten und Lust auf den nahenden Frühling machen“, erklärt Wilhelm Rippel. „Und wenn sich die Gesichter beim Anblick unserer Blumen aufhellen, dann sind wir auch ein wenig stolz, dass wir die Tradition unserer Zunft aufrechterhalten.“ „Blumen machen das Leben bunt und schön“, teilt auch Christine Haupt-Kreutzer die Freude an der Blumenpracht. Die stellvertretende Landrätin wirbt daher dafür, die wenigen verbliebenen regionalen Gärtnereien zu unterstützen und sich oder den Angehörigen mit schönen Pflanzen häufiger eine Freude zu bereiten – gerne auch jenseits des Valentinstags.

 

Die Gartenbaugruppe Würzburg

 

Die Gartenbaugruppe Würzburg ist eine Gemeinschaft von Gartenbaubetrieben im Großraum Würzburg. Seit der Gründung im Jahr 1806 vertritt sie die Interessen der Gartenbau-Fachbetriebe gegenüber der Politik, Berufs-Verbänden und Behörden. Über Generationen hinweg setzen sich die Mitglieder für den Ausbau.

 

 

YTB’nin kamp ateşi gençler için yanıyor…
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın iş birliğiyle gerçekleştirilen “Yurtdışı Türkler Gençlik Kampları” başvuruları başladı. Dünyanın dört bir yanından gençlerin katılımına açık olan kamplara son başvuru tarihi 16 Mart 2025.
 
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) yurt dışında yaşayan gençlerin ana vatanlarıyla bağlarını korumaları ve geliştirmeleri amacıyla her yıl çeşitli çalışmalara imza atıyor. Bu çalışmalar kapsamında hazırlanan Evliya Çelebi Hareketlilik Programları ise birçok modülden oluşuyor. Bu modüllerden bir tanesi de Yurtdışı Türkler Gençlik Kampları.
YTB ve Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından düzenlenen bu kamplar, yurt dışında yaşayan Türk gençlerini ana vatanlarıyla buluştururken, tarih ve kültürlerini de yerinde öğrenmelerini sağlıyor.
Gençlik kamplarında tarih, kültür, spor ve doğa temalı etkinlikler başta olmak üzere birçok aktivite yer alıyor. Bu etkinlikler sayesinde birbirleriyle iletişimini geliştiren gençler unutulmaz bir tatil imkânı da elde ediyor. Her yıl dört gözle beklenen kampların 2025 programı da belli oldu.
 
2025 yılı için Yurtdışı Türkler Gençlik Kampları, 12-17 Nisan 2025 (erkekler) ile 19-24 Nisan 2025 (kızlar) tarihlerinde Gençlik ve Spor Bakanlığı'na bağlı Antalya Alaaddin Keykubat Gençlik Kampı’nda tertip edilecek. Programa son başvuru tarihi 16 Mart 2025 olarak belirlendi.
Yurtdışı Türkler Gençlik Kamplarına katılım ücretsiz olup yurt dışından gelecek katılımcıların Türkiye’ye gidiş-dönüş ulaşım giderleri de ülkelere göre belirlenen miktarlarca YTB tarafından desteklenecek.
Programa ilişkin ayrıntılı bilgi “genclik.ytb.gov.tr” adresinde yer alırken adaylar soru ve görüşler için ise “Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!” adresi üzerinden temasa geçebilir.
Bizim kuşağın severek okuduğu Türk tefekkür dünyasının mümtaz şahsiyetlerinden, milli düşüncemizin önemli köprülerinden, bir neslin yoğrulmasında büyük emeği olan eğitimci yazarlarımızdan “Şeyhülmuharririn” ünvanlı Türk Edebiyatı Vakfı’nın kurucu başkanı Ahmet Kabaklı yazılarıyla gönüllerimize girmiş rularımızı kültür birikimiyle doyuran hocamız Kabaklı yazı yazdığı gazete Tercümanda, bende  muhabir olarak çalıştım. Yazdığı yazıları ilk okuyanlardan oldum. Aynı künyede isimlerimiz yayınlandı. 
 
Tercüman Türkiye’de olduğu gibi Avrupada da okul gibi hizmet etti. 1980 li yıllarda Almanya ve Avrupa’nın şehirlerinde işçi kurultayları düzenlendi. “Nerede bir Türk varsa Tercüman orada” sloganıyla  büyük bir boşluğu doldurdu.
Gazetemiz Tercüman’ın ikinci sayfasında Gün Işığı başlıklı köşe yazılarıyla milli kültür ve tarihi edebi yazılarıyla okuyucularının ufkunu açıyordu. Tercüman gazetesi 1991 yılı itibariyle baskısına son vermesiyle aynı yıl Türkiye gazetesinde Gün Işığı köşe yazısı günümüzü ışıtmaya ukumuzu aydınlatmaya açmaya devam etti. Musa Serdar Çelebi başkanımın kurucusu olduğu benimde yönetimde bulunduğum Avrupa Türk İslam Kültür Dernekleri Birliğinin davetlisi olarak  Almanya geldi. Cami ve kültür derneklerimizde konferanslar verdi. Yakinende tanımış sohbetini dinleyenlerden oldum. Ahmet Kabaklı büyüğümüz 8 Şubat 2001 yılında İstanbul’da vefat etti.
Şeyhül Muharririn”  gazeteci-yazar Ahmet KABAKLI’ hocamızın vefatının yıl dönümünde rahmetle, minnetle yâd ediyorum. Aziz ruhu şâd olsun.
 
HAYATI VE ESERLERİ:
 
Ahmet Kabaklı; 1924 yılında Harput'ta doğdu. 1931 yılında Elazığ Numune mektebine girdi,ilk ve orta öğrenimini tamamladı. Elazığ Lisesi'nden 1944 yılında mezun oldu ve Edebiyat Fakültesine kayıt yaptırdı. 20 Kasım 1946 tarihinde "Yunus Emre mi Yalan Söylüyor, Gölpınarlı mı? " başlıklı yazısının Son Saat Gazetesinde yayınlanması ile yazı hayatı başladı. "Hareket" Dergisinde "Ayın Hercümerci" başlığı ile yazılar yazmaya devam etti. 1948 yılında İstanbul Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünü bitirdi ve Diyarbakır'da öğretmenlik hayatına başladı, 2 yıl öğretmenlik yaptı ve aynı zamanda "Karacadağ" dergisini yönetti.
 
Askerliğini yapmak üzere görevinden ayrılıp Manisa'ya gitti; askerlik görevini tamamladıktan sonra 1951 yılında Aydın Ticaret Lisesi'nde yeni öğretmenlik görevine başladı. Aynı lisede öğretmenlik yapan arkadaşı Meşkure Hanım ile 1952 yılında evlendi. 1955 yılında Ankara Hukuk Fakültesine kayıt oldu.
 
1956 yılında Tercüman Gazetesi'nin düzenlediği fıkra yarışmasında "Üniversitede Münazaralar" yazısı birinci seçildi. Eğitim stajını yapmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir yıllığına Paris'e gönderildi. Yazılarına "Uzaktan uzağa", "Paris'ten Paris notları", "Paris Mektupları" başlıkları altında Paris'ten devam etti.
 
1958 yılında Türkiye'ye dönünce İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsüne öğretmen olarak atandı. İstanbul Hukuk Fakültesindeki eğitimini 1959 yılında tamamlayıp 1961 yılında İstanbul Barosu Avukatlarına katılarak kısa bir süre avukatlık yaptı.
 
1961 yılında Tercüman Gazetesinde "Gün Işığında" adlı köşesinde yazmaya başladı. Çapa Eğitim Ensitüsünde 1969 yılına kadar öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda öğretim görevlisi olarak çalışmaya devam etti. 1974 yılında emekli oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda edebiyat dersleri verdi.
 
1978 yılında Meşkure Kabaklı, Rıfat İzzet Çokum, Sevinç Çokum, İskender Öksüz, Cahit Dodanlı, Emine Işınsu Öksüz, Tahir Kutsi Makal, Süha Burçkin, İrfan Atagün, Halis Akaydın, İsmail Gerçeksöz ile beraber Türk Edebiyatı Vakfı'nı kurdu ve ölünceye dek başkanlığını yaptı.
 
"Gün Işığında" köşesine 1991 yılından itibaren Türkiye Gazetesi'nde devam etti.
 
1995 yılından itibaren Türk Dil Kurumu asil üyeliğini görevini de sürdürdü.
 
14 Aralık 1996 tarihinde Aydınlar Ocağı ve 55 gönüllü kuruluşun desteği ile düzenlenen törende, Atatürk Kültür Merkezi'nde kendisine "Şeyhülmuharririn" unvanı verildi.
 
17 Kasım 2000 tarihinde geçirdiği kalp rahatsızlığı sonucu hastanede tedavi görmeye başladı, 23 Aralık 2000 tarihinde hayat arkadaşı Meşkure Kabaklı'nın vefatinden 47 gün sonra 8 Şubat 2001 tarihinde vefat etti.
 
Ahmet Kabaklı'nın Eserleri
 
Ansiklopedi:
 
Türk Edebiyatı (5 cilt, 1991)
 
Fikrî Eserleri:
 
Müslüman Türkiye (1970);Mâbet ve Millet (1970);Kültür Emperyalizmi (1970);Bürokrasi ve Biz (1976, fikir dalında Türkiye Millî Kültür Vakfı armağanı);Bizim Alkibiyades (siyasî hicivler, 1977);Temellerin Duruşması (1989; fikir dalında Türkiye Yazarlar Birliği ödülü).
 
Deneme-Eleştiri:
 
Şiir İncelemeleri (1992).
 
Monografi:
 
Mehmet Âkif (1971);Yunus Emre (1971);Mevlânâ (1972. Selçuk Üniversitesi ve Konya Turizm Derneği ödülü);Sultanü'ş-Şuara Necip Fazıl (1995).
 
Roman, Hikâye, Senaryo:
 
Ejderha Taşı (yazarın çocukluk hâtıralarına dayalı hikâyeler, 1978);Ecurufya (mizahî roman, 1980);Şair-i Cihan Nedim (senaryo, 1996).
 
Röportaj:
 
Sohbetler I (Mevlânâ, Yûnus Emre, Fuzûlî, Erzurumlu İbrâhim Hakkı ile, 1987);Sohbetler II (Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Necip Fazıl ile, 1987). İlk defa Tercüman'da yayımlandığı 1983 yılında edebî röportaj dalında Türkiye Yazarlar Birliği'nin ödülüne lâyık görülmüştür.
 
Tercüme:
 
Pikwik'in Maceraları (Charles Dickens'tan, 1962).
 
Metin Neşri:
 
Şehir Mektupları (Ahmed Râsim'den, I, 1971);Muhayyelât-ı Aziz Efendi (sadeleştirilmiş metin, 1973).
 
M. NİHAT MALKOÇ, Kaleminden 
AHMET KABAKLI HOCAYA MERSİYE
 
 …Ahmet Kabaklı’ya rahmet ve minnetle…
 
Medeniyet beşiği, Göllübağ’ın gülüydün 
Hakikati haykıran İslâm’ın bülbülüydün
 
Kalem efendisiydin, medeniyet âşığı
Kalpleri aydınlattı irfanının ışığı
 
Hakikat davasında konuşturdun kalemi
İlim deryalarında gezdin cümle âlemi
 
Elif gibi yaşadın; ömür nehrinde aktın
Sonsuzluğa göçerken onca eser bıraktın
 
Engin fikirlerinden kendimize pay aldık
Ruhumuzu besledik, “Gün Işığında” kaldık
 
Edebiyatımızı didik didik edendin
Mütebessim bir yüzle Yaradan’a gidendin
 
Cehalet savaşında yılmaz alperendin sen!...
Hakikat bahçesinden gonca gül derendin sen!...
 
En güzel pusulandı yüreğindeki iman
Onurlu duruşuna şahittir kadim zaman
 
İri ve diri durdun, vav gibi bükülmedin
Cehalete direndin, pes edip çekilmedin
 
Sözün kulağa küpe, çıkmıyoruz sözünden
Kutlu bir iz bıraktın, yürüyoruz izinden
 
Son nefesine kadar susmadın, konuştun sen!...
Gönül göklerimizde kanat çırpan kuştun sen!...
 
Şeyhülmuharririndin, kalemlerin hasıydın
Gözlerden akan yaştın, yüreklerin yasıydın
 
Kara kış ortasında dalından düştü yaprak 
Sonsuzluk yolcusunu bağrına bastı toprak
 
Ömrünün zevalinde Hakk’a doğru yol aldın
Terk-i dünya eyledin, bizi dertlere saldın
 
Giden şanlı akıncı bir daha dönmeyecek…
Basiret nazarının ışığı sönmeyecek…
 
Fotoğraf: Aktüel Dergisi Arşivi
 
 

Die Union Internationaler Demokraten (UID) unterstreicht die Dringlichkeit einer gerechten und nachhaltigen Lösung für die Palästina-Frage. Im Zentrum des Konflikts steht die gewaltsame Vertreibung des palästinensischen Volkes aus seinem historischen Land und die anhaltende Verletzung seiner Grundrechte.

Die geplanten Zwangsumsiedlungen von Palästinensern aus dem Gazastreifen sind nicht nur eine Missachtung der Menschenwürde, sondern auch ein klarer Verstoß gegen das Völkerrecht. Das unveräußerliche Recht des palästinensischen Volkes, in Sicherheit und Frieden in seinem Heimatland zu leben, muss durch die internationale Gemeinschaft geschützt werden.

Bereits am 29. November 1947 verabschiedete die Generalversammlung der Vereinten Nationen (UN) die Resolution 181, die die Gründung zweier unabhängiger Staaten – eines jüdischen und eines arabischen – auf palästinensischem Gebiet vorsah. Diese Resolution wurde jedoch nie umgesetzt. Stattdessen führte die israelische Unabhängigkeitserklärung im Jahr 1948 zur gewaltsamen Vertreibung Hunderttausender Palästinenser – ein Ereignis, das als Nakba („Große Katastrophe“) in die Geschichte einging und die Basis für den andauernden Konflikt in der Region legte.

Auch die UN-Sicherheitsratsresolution 242 vom 22. November 1967, die nach dem Sechs-Tage-Krieg den Rückzug Israels aus den besetzten Gebieten sowie eine friedliche Lösung des Konflikts forderte, wurde bis heute nicht umgesetzt. Israel setzt den Bau illegaler Siedlungen fort, während die Rechte der palästinensischen Bevölkerung weiterhin massiv verletzt werden.

Die UID fordert ein sofortiges Ende dieser völkerrechtswidrigen Politik und die uneingeschränkte Wahrung der legitimen Rechte des palästinensischen Volkes. Ein dauerhafter Frieden kann nur durch konkrete Maßnahmen zur Sicherung der Zukunft der palästinensischen Bevölkerung erreicht werden.

 

Yunan ve Rumları anlamak, ne yapmak istediklerini, ne düşündüklerini ve neyi hedeflediklerini kestirebilmek için onları iyice tanımak gerekiyor.

 

Bilenler bilir ama bilmeyenlere anlatalım; Yunanlar ve Rumlar, arkalarına güçlü bir devlet veya devletleri aldıklarından emin oldukları vakit, kendilerini dünyanın en güçlü milleti zannederler. Üstesinden gelemeyecekleri ve de çözemeyecekleri hiçbir sorun olmadığına, ordularının karşısında hiç kimsenin duramayacağını inanırlar. Hem de ciddi ciddi…

 

Zannederler ki rakip gördükleri bir devlete kazık attıkları vakit, gerginlik yarattıkları zaman, savaşa hazırlanıyorken bu güçlü devlet veya devletler, kendileri uğruna rakip gördükleri devlet ile savaşa girecek ve kendilerine arka çıkacak!

 

Bu güçlü devletin/devletlerin, Yunan veya Rumların çıkarları uğruna evlatlarını feda etmeyeceklerini, kendileri uğruna savaşmak için büyük maliyetleri göze almayacaklarını akıllarına getirmek istemezler ve bu olasılığa asla inanmazlar.

 

İlginç millettirler vesselam! Kendilerini medeniyeti yaratan ve temelini oluşturan “tüm ırkların üstünde, seçkin bir ırk” zannederler. Onlardan daha iyisinin olmadığına inanırlar ve geri kalan herkesin Yunan ve Rumların uğruna kendilerini ateşe atmaktan çekinmeyeceklerini zannederler.

 

Yunanistan’ın 1 Ocak 1981 tarihinde AB’ye kabul edildikten sonra, periferik ülkelerin AB’ye katılımı sürecinde AB’ye adeta şantaj yaparak, “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de bu genişleme süreci içinde AB’ye alınmaz ise 3. genişleme sürecini tümü ile veto ederim” baskısı ile Kıbrıs Rumlarının 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye kabul edilmesini sağlamasının tek nedeni, arkalarına AB’yi alarak Türkiye’yi Adalar Denizinden, Doğu Akdeniz’den ve Kıbrıs’tan atmak/dışlamaktı.

 

Başlangıçta bu strateji birazcık işe yarıyor gibi gözükse de, sonraki yıllardaki yaşananlar ve gelişmeler “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” atasözünü doğru çıkardı ve AB, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin arkasında durmaktan vazgeçti.

 

Şimdilerde ise Kıbrıs Rumları bütün ümitlerini ABD’ye bağladılar. ABD ile Stratejik İşbirliği anlaşması imzalayıp, adeta Güney Kıbrıs’ı ABD’ye ve İsrail’e teslim ettiler. Zannediyorlar ki, Türkiye ile dalaşırlarsa, ABD ve İsrail arkalarında duracak, Amerika’nın ve İsrail’in evlatları, kendileri uğruna Türkiye ile savaşa girecek ve hayatlarını kaybetmeyi göze alacaklar!

 

Öte yandan, Kıbrıs Rum Yönetimi, uzun yıllardır Kıbrıs adasının güneyini Girit’e oradan da Yunanistan üzerinden de AB’nin enterkonnekte sistemine bağlayacak bir su altı elektrik kablosu bağlantısını (Great Sea Interconnector/GSI) hayata geçirmek için çırpınıyor. Kıbrıs Rum Yönetimin ABD’ye Güney Kıbrıs’ı teslim etmesinin nedenleri içinde, öncelikle Kıbrıs adasından, sonra da Doğu Akdeniz’den Türkiye’yi atmak yer alırken, Güney Kıbrıs ile Girit’i su altından elektrik kablosu ile bağlamak da yer alıyor.

 

Onlar öyle düşünüyor düşünmesine ancak AB bu projeye 2 milyar Avro yatıracağını deklare etse de bir müddet sonra da vazgeçtiğini söyledi. Ardından ABD de bu projenin rantabl olmadığını, ABD’li şirketlerin de bu projede yer almayacaklarını resmen açıkladı.

 

AB’nin ve ABD’nin bu projeden desteğini çekmesinin tek bir nedeni var. O da Türkiye ile Libya arasında “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakat Muhtırası”nın 5 Aralık 2019 tarihinde ve “Güvenlik ve Askeri Iş birliği Mutabakat Muhtırası”nın da 21 Aralık 2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesi. 30 Eylül 2020 tarihinde de Birleşmiş Milletlerin resmen Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz sınırı anlaşmasını tescil etmesi.

 

Bu Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasının ilanın ve BM tarafından tescil edilmesinin, halk dilindeki açıklaması çok açık ve net. Koordinatları ve sınırları belirtilmiş ve BM tarafından onaylanmış Türkiye ile Libya’yı birleştiren kıta sahanlığı içinden yani denizin tabanı üzerinden Türkiye’nin izni olmadan elektrik kablosu, su borusu, internet omurga kablosu, doğalgaz veya petrol borusu ve de benzeri hiçbir cisim geçemez…     

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

Türkiye olmadan asla!

Februar 09, 2025

Yunan ve Rumları anlamak, ne yapmak istediklerini, ne düşündüklerini ve neyi hedeflediklerini kestirebilmek için onları iyice tanımak gerekiyor.

 

Bilenler bilir ama bilmeyenlere anlatalım; Yunanlar ve Rumlar, arkalarına güçlü bir devlet veya devletleri aldıklarından emin oldukları vakit, kendilerini dünyanın en güçlü milleti zannederler. Üstesinden gelemeyecekleri ve de çözemeyecekleri hiçbir sorun olmadığına, ordularının karşısında hiç kimsenin duramayacağını inanırlar. Hem de ciddi ciddi…

 

Zannederler ki rakip gördükleri bir devlete kazık attıkları vakit, gerginlik yarattıkları zaman, savaşa hazırlanıyorken bu güçlü devlet veya devletler, kendileri uğruna rakip gördükleri devlet ile savaşa girecek ve kendilerine arka çıkacak!

 

Bu güçlü devletin/devletlerin, Yunan veya Rumların çıkarları uğruna evlatlarını feda etmeyeceklerini, kendileri uğruna savaşmak için büyük maliyetleri göze almayacaklarını akıllarına getirmek istemezler ve bu olasılığa asla inanmazlar.

 

İlginç millettirler vesselam! Kendilerini medeniyeti yaratan ve temelini oluşturan “tüm ırkların üstünde, seçkin bir ırk” zannederler. Onlardan daha iyisinin olmadığına inanırlar ve geri kalan herkesin Yunan ve Rumların uğruna kendilerini ateşe atmaktan çekinmeyeceklerini zannederler.

 

Yunanistan’ın 1 Ocak 1981 tarihinde AB’ye kabul edildikten sonra, periferik ülkelerin AB’ye katılımı sürecinde AB’ye adeta şantaj yaparak, “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de bu genişleme süreci içinde AB’ye alınmaz ise 3. genişleme sürecini tümü ile veto ederim” baskısı ile Kıbrıs Rumlarının 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye kabul edilmesini sağlamasının tek nedeni, arkalarına AB’yi alarak Türkiye’yi Adalar Denizinden, Doğu Akdeniz’den ve Kıbrıs’tan atmak/dışlamaktı.

 

Başlangıçta bu strateji birazcık işe yarıyor gibi gözükse de, sonraki yıllardaki yaşananlar ve gelişmeler “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” atasözünü doğru çıkardı ve AB, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin arkasında durmaktan vazgeçti.

 

Şimdilerde ise Kıbrıs Rumları bütün ümitlerini ABD’ye bağladılar. ABD ile Stratejik İşbirliği anlaşması imzalayıp, adeta Güney Kıbrıs’ı ABD’ye ve İsrail’e teslim ettiler. Zannediyorlar ki, Türkiye ile dalaşırlarsa, ABD ve İsrail arkalarında duracak, Amerika’nın ve İsrail’in evlatları, kendileri uğruna Türkiye ile savaşa girecek ve hayatlarını kaybetmeyi göze alacaklar!

 

Öte yandan, Kıbrıs Rum Yönetimi, uzun yıllardır Kıbrıs adasının güneyini Girit’e oradan da Yunanistan üzerinden de AB’nin enterkonnekte sistemine bağlayacak bir su altı elektrik kablosu bağlantısını (Great Sea Interconnector/GSI) hayata geçirmek için çırpınıyor. Kıbrıs Rum Yönetimin ABD’ye Güney Kıbrıs’ı teslim etmesinin nedenleri içinde, öncelikle Kıbrıs adasından, sonra da Doğu Akdeniz’den Türkiye’yi atmak yer alırken, Güney Kıbrıs ile Girit’i su altından elektrik kablosu ile bağlamak da yer alıyor.

 

Onlar öyle düşünüyor düşünmesine ancak AB bu projeye 2 milyar Avro yatıracağını deklare etse de bir müddet sonra da vazgeçtiğini söyledi. Ardından ABD de bu projenin rantabl olmadığını, ABD’li şirketlerin de bu projede yer almayacaklarını resmen açıkladı.

 

AB’nin ve ABD’nin bu projeden desteğini çekmesinin tek bir nedeni var. O da Türkiye ile Libya arasında “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakat Muhtırası”nın 5 Aralık 2019 tarihinde ve “Güvenlik ve Askeri Iş birliği Mutabakat Muhtırası”nın da 21 Aralık 2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesi. 30 Eylül 2020 tarihinde de Birleşmiş Milletlerin resmen Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz sınırı anlaşmasını tescil etmesi.

 

Bu Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasının ilanın ve BM tarafından tescil edilmesinin, halk dilindeki açıklaması çok açık ve net. Koordinatları ve sınırları belirtilmiş ve BM tarafından onaylanmış Türkiye ile Libya’yı birleştiren kıta sahanlığı içinden yani denizin tabanı üzerinden Türkiye’nin izni olmadan elektrik kablosu, su borusu, internet omurga kablosu, doğalgaz veya petrol borusu ve de benzeri hiçbir cisim geçemez…     

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

İçerdiği yüksek vitaminler, mineraller ve antioksidan ile son yıllarda alternatif tıp ve doğal sağlık alanında popülerlik kazanan Ege ve Akdeniz Bölgesi'nin şifalı otlarından Tilkişen, doyum olmaz lezzetiyle sofralara sağlık, tat ve güzellik katmaya başladı. Şubat ve Mayıs ayları arasında çıkan ve yoğun aromasıyla birlikte sağlıklı yaşam tarzını benimseyenler için mükemmel bir yemek seçeneği sunan şifa kaynağı bitki, bu dönem boyunca sofraların en çok aranılan lezzetlerinden de biri.

Yabani Kuşkonmaz olarak da bilinen Tilkişen, İzmir ve Muğla’da aynı adla anılsa da Urla yöresinde Tilkicen ve Tilkicik de deniliyor. Aydın’da kedirgen, tilki kuyruğu, keldirgen, Söke’de tilkimen, Ayvalık’ta izbinya, Akseki’de kırgın otu, Kuzey Kıbrıs’ta da ayrelli olarak adlandırılıyor. Farklı yörelerde ise acı ot, saparna, eniç, sarmaşık, çöpüşken, kalemşe, antibiyotik ot diye anılıyor. Yunanistan’da ise Άγρια σπαράγγια (agria sparangia - yabani kuşkonmaz) deniyor. Ege bölgesinin acımtırak tadı ve aromatik kokusuyla sevilen lezzetlerinden olan tilkişenin yumurtalı kavurması, böreği, gözlemesi, katmeri, makarnası, risottosu, salatası, omleti, turşusu ve çorbası yapılıyor.

 

VİTAMİN, MİNERAL VE ANTİOKSİDAN KAYNAĞI

İzmir’in tarihi ve turistik şirin ilçesi Urla’nın yerlisi ve köklü ailelerinden olan Şenay İnceoğlu, okurlarımız için yabani kuşkonmaz yani tilkicen hakkında bilgiler vererek, tilkişenli börek tarifini paylaştı. İnceoğlu, Urla yöresinde birçok ot gibi, tilkişenin de mevsimi geldiğinde sıkça tüketildiğini, çocukluğundan bu yana pazarlardan almak yerine çoğunlukla doğadan toplayarak tükettiğini söyledi. Tilkişenin kırlardan, tepe ve bayırlara, ormanlık ve sulak alanlardan deniz kenarlarına kadar hemen hemen her yerde bulunabildiğine dikkat çeken İnceoğlu, “Yaprak yerine dikenleri olan yeşil renkli çalısının dibinde, merkezi bir gövde olmaksızın, sürgünleri doğrudan topraktan tek tek çıkan bir bitki. Kahverengi, mor ve yeşilin çeşitli tonlarına dek değişiklik gösteren renklerde olabiliyor. İnce veya kalın bir gövdeyle veya bir gövdede birden çok küçük filizlerle boy veren tilkişeni, bahar aylarında pazarlarda bolca görmek mümkün.Ayrıca binlerce kişiyi ağırlayan Alaçatı Ot Festivali, Urla Enginar Festivali ve Bodrum Acı Ot Festivali gibi etkinliklerde de hem çiğ bitki haliyle hem de çeşitli şekillerde pişirilmiş olarak kurulan stantlarda ziyaretçilerle buluşturuluyor. Genç sürgünleri tüketilen, düşük kalorili, lifli, besleyici, lezzetli ve şifalı bir bitki olmasının yanı sıra A, C, K vitaminleri ile demir, potasyum, manganez ve folat gibi minerallerle önemli besin maddeleri içeriyor.” diye konuştu.

 

ALTERNATİF TIPTA KULLANILIYOR

Urla bölgesinde yetişen hemen hemen her otu tanıdığını ve bu otları mevsimi geldiğinde bitene dek hem faydaları hem de lezzetlerini sevdiği için bolca tükettiğini aktaran Şenay İnceoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

“Eski çağlara dayanan tarihiyle oldukça köklü bir geçmişi olan tilkişen, tıpkı kuşkonmaz gibi Antik Mısır ve Yunan uygarlıklarında kullanılmış. Antik Yunanlıların en sevdiği yemeklerden biriymiş ve sürgünleri düğünlerde gelinleri süslemek için belki de doğurganlığın simgesi olarak kullanılırmış. Eski Yunan mitolojisinde pek çok resimde yer almış. Romalılar lezzetli ve besleyici olduğu için değerli bulmuş ve tüketmiş. Orta Çağ'da ise özellikle tıbbi amaçlarla kullanılmış. Asya ve Doğu Akdeniz’de faydaları dolayısıyla "sağlık bitkisi" diye adlandırılıp, geleneksel tıpta kullanılmış. Günümüzde de alternatif tıp ve doğal sağlık alanında ilgi görüp, kullanılıyor. Ayrıca lezzetiyle birçok sofrada yer alıyor.”

 

TİLKİŞEN OTUNUN MUCİZEVİ FAYDALARI

Tilkişeni büyüklerinin sağlık deposu, okuduğu kaynaklarda Alternatif Tıp Uzmanları ile Ziraat Mühendislerinin ise zengin besin değerleri ve pekçok faydasıyla birçok derde deva sunan bir bitki olarak nitelediklerini ifade eden İnceoğlu, büyüklerinden duyduğu ve okuduğu kaynaklardan edindiği bilgilere göre şifa kaynağı bu bitkinin faydaları hakkında şu bilgileri verdi:

“İdrar söktürücü özelliğiyle, böbrek sağlığını destekliyor, ödemin, toksinler, zararlı bakteri ve mikropların vücuttan atılmasına yardımcı oluyor. İdrar yolu iltihabında, böbrek taşlarının düşürülmesinde de etkili. Düşük kalorisiyle ise zayıflamaya yardımcı. Bağırsak tembelliğine, mide rahatsızlıklarına (bulantı-kusma), kanı temizlemeye, kan şekerini düşürmeye, kalp ve damar hastalıklarına, kalp yetmezliğine, afrodizyak etkisiyle cinsel gücü artırmaya ve kas ağrılarına olumlu etki yapıyor. İçerdiği bir dizi vitamin ve minerallerle bağışıklık sistemini destekliyor. Suyu kaynatılıp içildiğinde üşütmeye, dikenli çalı kısmı kaynatılıp suyunda banyo yapıldığında da alerjiye iyi geliyor. Lapası ise haricen şişliklere kullanılıyor.”

Yüzden fazla ot çeşidi hakkında bilgi sahibi olan Şenay İnceoğlu sözlerini şöyle noktaladı:

“Sunduğu birçok farklı faydasıyla beraber insan sağlığını koruma noktasında önemli bir potansiyel oluşturan Tilkişenin bu sağlık yararlarından faydalanmak için, toplarken veya satın alırken taze ve sağlıklı olanlarının seçilmesi, uygun şekillerde pişirilip, uygun miktarda tüketilmesi önemli. Tilkişenin şimdi tam mevsimi. Nisan ayı sonuna kadar ister doğadan toplayın, ister pazardan veya manavdan satın alın. Ancak yumurtalı kavurması başta olmak üzere böreği, risottosu, makarnası ve gözlemesini mutlaka pişirip, deneyin.”

Şifa ve lezzet kaynağı Yabani Kuşkonmaz’dan yapılan Tilkişen Böreği:

Malzemeler:

5 demet tilkişen, 3 yemek kaşığı yoğurt, yarım çay bardağı zeytinyağı, 250 gr. tulum peyniri, 200 gr. tulum loru, 1 adet yumurta, 5 adet yufka, 3 adet orta boy soğan, arzuya göre tuz, çörek otu ve susam.

 

Yapılışı:

Tilkişenler derin bir kabın içinde bol suyla yıkanır. Daha sonra uç kısmında başlayarak yaklaşık 2 cm. boyunda kart kısımlarına gelene dek elle koparılır. Taze kısımlarda koparırken çıt diye ses duyulur, koparmakta zorlanıldığında ise tilkişenin kart kısmına gelinmiştir bu kısımdan itibaren geri kalan kısım atılır. Soğanlar yemeklik tarzda doğranılandan biraz daha irice doğranır. Geniş bir tavada zeytinyağı hafifçe kızdırılır. Ardından önce soğanlar sonrasında da tilkişenler ilave edilir ve tavanın kapağı kapatılır. Hepsi birlikte hafif ateşte suyunu bırakıp tekrar çekene dek kavrulur. Tilkişenler yumuşamaya yakın tuz atılır ve tam yumuşama olunca da ocağın altı kapatılarak soğuması için bir kabın içine alınır. Pişirirken çok fazla karıştırılmamalıdır. Pişme süresi yaklaşık 20 dakikadır.

 

İç Harcının Hazırlanışı:

Yumurta bir kasede iyice çırpılır. Ardından yoğurt eklenerek çırpmaya devam edilir. Daha sonra üzerine zeytinyağı eklenerek çırpma işlemi tamamlanır ve böreğin sosu hazır hale getirilir. Tulum peyniri de ayrı bir tabağın içine rendenin iri kısmıyla rendelenir.

 

Böreğin Hazırlanışı:

Yufkalardan birisi masanın üzerine serilir ve dört eşit üçgen parça olacak şekilde kesilir. (kesilen yufkanın tüm parçaları gül böreği şekli verilip tepsiye yerleştirildikten sonra diğer yufkalara teker teker aynı işlem uygulanır). Oluşturulan üçgen parçaların üzerlerine bir fırça yardımıyla bolca sos sürülür. Ardından yufkanın geniş kısmına kenarlardan yaklaşık iki parmak mesafe kalacak şekilde boydan boya tilkişenli harç konulur. Peynirli yapılacaksa rendelenmiş olan tulum peyniri veya tulum loru tilkişenli harcın üzerine ilave edilir. Daha sonra yufka harç yerleştirilen geniş kısmından dar uç kısma kadar rulo şeklinde sarılıp, bir kenarından döndürerek gül şekli verilir. Fırın tepsisi yağlanır (veya yağlı kağıt serilir) ve üzerine şekillendirilmiş börekler yerleştirilir. Tüm börekler tepsiye yerleştirildiğinde kalan karışım böreklerinin üzerine kuru yer kalmayacak şekilde sürülür. Arzuya göre üzerlerine çörek otu veya susam serpilip, Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlanmış fırında altı üstü kızarana kadar yaklaşık 35-40 dk. pişirilir. Börekler fırından çıkınca 10 dk. kadar dinlendirildikten sonra servis edilir. Afiyet Olsun…