Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Arkadaşım Dr. Latif Çelik, “Koca bir yılı korku dolu Covid-19 hikayeleri ile bitirdik be sayın vekilim” deyince acı acı güldüm. Hakikaten böyle oldu ve 2020 malesef hepimiz için kabus dolu bir zaman dilimi olarak belleklerimizde kalan bu yıl hemen herkesi hareketsiz hale getirdi. İnsanlığın baş belası hastalığın aşısı kullanılmaya başlasa da, toplumun önemli oranında bağışıklık sağlaması için sanırım gelecek yıl sonlarına kadar dikkatli olmamız gerekecek. Allah hiç kimseyi bu hastalık ile karşılaştırmasın, karşılaşanlara acil şifalar nasip etsin ve hepimize bu hastalıktan uzak günler nasip eylesin.
Sağlığımız tehlikeye girince anlıyoruz onun kıymetini. Ülkenin en önemli tıp otoritelerinin bile çare bulamadığı hastalığın önünü Türkiye asıllı iki doktorumuzun geliştirdiği aşı ile kesilmesi hepimize grur veriyor. Yıllardır göçmenleri sosyal sisteme yük olarak gören radikal çevrelere öyle bir cevap vermek nasip olduki, onlar bu konuda tek kelime bile konuşamadılar. Uğur Íahin’in Almanya’ya ve insanlığa katkısı milyarlar ile ölçülemeyecek kadar değerlidir. Aklı selim her siyasetçi bunu zaten görüyor ve gelecekte milliyetlerin, renklerin ve cinsiyetlerin değil bilginin önemli olacağını ortaya çıkarmaktadır.
Gelecek haftadan itibaren dedelerimiz ile başlayan Almanya yolculuğunun 60. yılını kutlamaya hazırlanıyoruz. Elbette bu ülkeye Anadolu’dan gelenlerin önemli katkısı oldu ama, bilgiyi küçük yaşlarda yakalayarak kendini yetiştirenler çok önemli başarılar yakaladılar. Ailelerin çocuklarının eğitimine özellikle dikkat etmesi şimdi daha önemli. Bu ülkedeki eğitim sisteminde çocuklarının geleceğini garanti altına almak isteyenlerin önü açıktır. Bizim insanımızın eğitime olan duyarlılığının daha da artması için elimizden gelen her türlü imkanı ortaya koymak istiyoruz. Bu alanda özellikle aileler çocuklarının öğretmenleri ile direk kontakt kurmalı, korona bana engel demeyerek telefon ile de olsun sürekli çocuklarının durumunu yakından takip etmelidir.
Yakın gelecekte Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri yine gündeme gelecek. Parti içindeki arkadaş-larıma, özellikle de partimizin AB içindeki temsilcilerine Türkiye’ nin önemini sürekli vurgulayarak üyelik perspektifinden uzaklaştırılma- sının Almanya için çok önemli bir kayıp olacağını vurguluyorum. Türkiye ve Almanya tarihi süreç içinde birbirinin çok önemli müttefiki, dostu ve partneridir. Almanya’da AB ülkelerinin hiç birinden biz Türkiye kökenliler kadar büyük bir grup bulunmamaktadır, Dolayısı ile federal veya eyalet bazında bana Türkiye ile ilgili sorular da gelmektedir. Benim partimden ya da diğer partilerden arkadaşlara sürekli şunu söylüyorum; “Türkiye Almanya için çok önemli bir ülkedir. Üyelik gerçekleştiğinde bunun faydası çok daha açık farkedilecektir. Türkiye konusundaki AB üyeliği tartış-maları her iki tarafta da iç politikalara malzeme edilmeden karar verilmelidir. Türkler bu bağlamda en çok Almanya’dan destekve anlayış beklemektedir“ şeklinde sohbetlerimiz olmaktadır.
Son olarak, Türkiye kökenli tüm insanlarımız siyaset ile ilgilenip, yerel bazda entegrasyona destek olabilecek şekilde siyasete girmelidirler. Unutmayın, siz konuşmaz iseniz sizin yerinize başkaları konuşur. Sizlerin verdiği oylar ile girdiğim eyalet parlamentosunda son derece yararlı çalışmalara imza atarak gelecekte göçmenleri ilgilendiren sosyal politikalarda önemli kararların alınmasını sağladım. Göçmen kökenlilerin sorunlarını gerek kendi gerekse diğer partilerdeki arkadaşları da ikna ederek çözüme kavuşmasını sağlamaya çalıştım. Siyasete giriş nedenim sessiz çoğunluğun sesi olmak ve geleceğe yönelik çabalarımda onların lehine sos-yal politikalar üretmektir. Ben de göçmen kökenli bir işçi ailesinin çocuğu olarak gelecekte seçmenlerime mutluluk, Nürnberg’lilere güler yüzlü siyaset ve Bavyera’ya samimi hizmet etmek amacı ile yola çıktım. Siyaset yaptığım süreçte de bu yolda devam ederek Arif Taşdelen samimiyetini her zaman göstereceğim.
Sevgili hemşerilerime herşeyin en güzelini dilerken iş ve özel hayatlarında sağlık ve mutluluk dolu bir yaşam diliyorum.
Çağın hastalığı elbette tehlikeli ama bunu yenmek üzere olduğumuzu da sevinerek belirtmek isterim. İkinci dalga filan diyerek birbirimizi korkutmamıza gerek yok. Bize dalga sayısı değil, hastalıktan ne kadar korunabildiğimiz önemli. Abartılı sayılar, ortaya çıkan durumlar ve geleceğe yönelik rakamsal veriler ile hiç bir şekilde bu hastalığın önü alınamadığı gibi hiç birimize faydasıda olmaz.
Son günlerde hastalığın önünün alınması için çok sayıda kurum ve kuruluş ta çalışmalarını yürütüyor. Geçtiğimiz hafta yeni tip koronavirüs nedeniyle son 24 saatte 487 kişinin hayatını kaybetmesiyle salgının başlangıcından bu yana en yüksek günlük ölüm sayısı kayıtlara geçti.
Bulaşıcı hastalıklar alanında çalışmalar yürüten Robert Koch Enstitüsünden yapılan açıklamaya göre, Almanya’da son 24 saatte 17 bin 270 kişiye daha Kovid-19 tanısı konuldu. Böylelikle ülkede toplam vaka sayısı 1 milyon 84 bin 743’e yükseldi.
Dikkatinizi çekiyormu Al-manlar bütün bunlara rağmen hala soğukkanlı. Açıklanan ölü sayısı sonrası, "salgının başından beri açıklanan en yüksek günlük sayı" oldu. Şimdiye kadar Kovid-19 kaynaklı en yüksek günlük ölüm sayısı 426 ile 27 Kasım'da kaydedilmişti. Ülkede Kovid-19’dan iyileşenlerin sayısı da 779 bin 500 olarak açıklandı.
Vakaların artış hızının düşürülmesi için devlet de yeni tedbirler alıyor. Bu tedbirlere insan ların büyük oranda uyduğu görülüyor. Yeni vakalardaki artış hızının düşürülmesi için kasım başından bu yana uygulanan kısıtlamalar belki de uzatılabilecek. Devletin aldığı kısıtlayıcı tedbirlere hiç bir şekilde yan gözle bakmamalı ve mümkün olduğunca uymalıyız. Özellikle bizim vatandaşlarımızın maske, hijyen ve mesafe kuralına kesinlikle uyacağına olan inancım tamdır.
Bir müddet sinema, opera ve konser salonlarına gitmesek, spor salonları, yüzme havuzları, eğlence alanları, masaj ve kozmetik salonlarını bir müddet yok saysak ne kaybederiz ki. Restorant, lokanta ve eğlence yerleri kapalı ancak paket servisi yapılabilecek.
Bu dönemde üniversiteler uzaktan eğitim veriyor, okullar ve kreşler açık ancak yüksek sayıda Kovid-19 vakası olan bölgelerde, yerel yetkililer ek tedbirler alabilecek.
Şu an sadece en fazla iki hanenin bir araya gelmesine izin veriliyor ancak biliyoruz ki bunlar geçecek. Bu toplantılarda biraraya gelenlerin sayısı 5’i geçmeyecek. 14 yaş altı çocuklar ise şimdilik sınırlandırma kapsamında değil.
Unutmayalım, devletin hayata geçirip uygulamaya koyduğu tüm kısıtlamaların hepsi bizim içindir. Hepimiz birbirimize bu kısıt-lama ve yeni uygulamalara riayet etmekten kaçınmayalım. Çünkü bugün uymadığımız yeni normlar hem kısıtlamaların sürmesine, hem de toplumsal kısıtlamala rın daha da artmasına sebep olabilir. Şu an işi düşünmeyin, herşey bir şekilde olur ve gelecekte de kayıp maddiyatlarımızın hepsini telafi ederiz. Nasıl mı? Íimdiye kadar nasıl çalışıp işleri yoluna koyduysak aynen öyle yapar ve bir şekilde hallederiz. Ama satın alamayacağımız tek şey sağlıktır. Mesajımı Kanun-i Sultan Süleyman’ın bir vecizesi ile bitirmek isterim; Olmaya cihanda bir nefes sıhhat gibidir…
Almanya’nın savaş sonrası durumunu malesef günümüz gençliği fazla bilmiyor. Her ne kadar okullarda okutulup, milyonlarca arşiv belgesine konu olsa da, zaman geçtikçe unutuluyor ve kaybolup gidiyor. Oysa o kritik yılların muhasebe sonunçlarını bilmeyenler bu ülkenin başından neler geçtiğinin farkındayım desinler.
Benim annem ve babam o dönemin gençleri idiler. Başımıza taş yağarcasına devam eden 10 yıllık bir dönemin bize bıraktıkları sadece kan ve göz yaşıdır diye-yim ki siz hemen anlayın neyi ima ettiğimi. Annem anlatırdı uçak seslerinden çok korktuğunu. Bir ses, bir gürültü bile benim ailemin belleklerinde korku olarak yer etmişti. Böylesine korku dolu bir dönemi yaşayan nesillerin hayatta kalmaları bir mucize olsa da bir büyük travmadan geçen insanlar olarak kesinlikle korkuyu bir ömür boyu yanlarında taşımışlardır.
Ya savaş yıllarının çocukları, onlar nasıl bir yaşam sürerek nereye kadar mutlu oldular diye düşünüyorum hep. Eminim ki oyunları taşların arasında, hayalleri ise yıkılan duvarların altında kalmıştır. Çocukların ölmesine kesinlikle çocuklar değil, büyükler karar vermiştir hep diye yaşadım yıllarca. Çünkü çocuk savaş istemez, belki sadece oyuncağına sıkıca sahip olur ve kimse ile paylaşmak istemez. Ama ikna ederseniz onu bile getirip sizin elinize verir gülümse-yerek. Çocuklara hep toplumun geleceği deriz, ama onların ileride şekillenecek hayaline biz karar ve-ririz. Kavgalara çocukların değil, büyüklerin sebep olduğundan bahsetmeyiz nedense. Oysa çocukla rın dünyası ne kadar duru ve ne kadar saftır.
Ama büyükler sözde bir milletin geleceğine katkı sağlamak için her türlü problemi onlar yapar, yaptırır ve millete her türlü belayı yaşatır. Çok bilmiştir onlar, herkesin çocuğunun geleceğinin nasıl şekilleneceğine onlar karar verir kapalı kapılar ardında.
İkinci Dünya Savaşı’nı öyle yaşadı Almanya. Yıkım, yokluk ve binbir bela ile celelleşirken hayatını kaybeden askerlerin sayısı biliniyor ama ya çocuklar, onların sayısı hiç belli değil. Bir öğretmenimiz bu konuda bir cümle sarfetmişti ve hiç aklımdan gitmedi; Kayıp çocukların sayısı ağlayan anneler kadardır.
Savaşa katılmayan milletlerin çocukları belki aç kalıp fakirlik yaşadı ama masumca bir mutluluk vardı yüzlerinde. Almanya’ya gelen ilk Türk işçilerinin çocuklarında bunu görebiliyordum ama anlaşamıyorduk bir türlü. Arkadaşım Tuncer ile sadece gözgöze gelirdik ve bakışırdık. Soylu Ailesi ile ilk tanışmamızı bir sonraki yazımda sizinle paylaşacağım.
Yeni tip koronavirüs (Kovid) pandemisinin ikinci dalgası yaşanırken, haziran ayına kıyaslandığında, daha az sayıdaki Alman şirketinin ekonomik varlığı şimdi daha güçlü. Nisan ayından beri devam eden pandemi karşısında Alman şirketlerinin daha dayanıklı olduğu, geçen ilkbahardaki panik durumunun şimdi ortada olmadığı ve geleceğe yönelik daha soğukkanlı olduklarını görüyoruz. Burada şirketlere devletin desteği ve karar alma mekanizmasındakilerin az da olsa tecrübelerinin etkili olduğu farkediliyor.
Almanya'nın önemli ekonomi ve düşünce kuruluşlarından Ekonomi Araştırma Enstitüsü’nün (Ifo), Alman iş dünyası kasım ayı anketine göre, ülkede şirketlerin yüzde 15’i Kovid-19 salgınının neden olduğu kriz dolayısıyla ekonomik varlıkları tehdit altında. Bu durum Nisan ayı ortasında çok daha fazla idi. Kriz durumuna Alman ekonomisinin ve do-layısı ile şirketlerin uyum sagladığını görüyoruz.
Alman ekonomi araştırma Enstitüsü Ifo'nun haziran ayındaki anketinde Kovid-19'un neden olduğu sağlık ve ekonomik kriz nedeniyle mevcudiyetlerini tehdit altında gören şirketlerin oranı yüzde 21 olarak duyurulmuştu. İmalat sektöründe söz konusu oran yüzde 17’den 11’e düşerken, tekstil sektöründe bu oran yüzde 20’de kaldı.
Varlıklarını tehdit altında gören şirketlerin oranı bilgi teknolojileri sektöründe yüzde 5, perakende sektöründe yüzde 14 ve inşaat sektöründe yüzde 4 oldu.
Bir ülkede ekonominin sıhhatli olup olmadığına bakmak için şirketlerin performansı, geleceğe yönelik öngörüleri ve ortaya koydukları ekonomik cesaret önemlidir. Anketler Merkezi Müdürü Klaus Wohlrabe, konuya ilişkin değerlendirmesinde, bu oranın (yüzde 15) yüzde 21 olduğu Haziran 2020'ye göre bir ilerleme olduğunu ifade ederek, "Yine de seyahat acentelerinin ve tur operatörlerinin yüzde 86'sı, otellerin yüzde 76'sı ve restoranların yüzde 62'si şu anda ekonomik varlıklarını tehdit altında hissediyor" ifadesini kullandı.
Kısacası Alman şirketleri geleceğe yönelik daha iyi hayaller kurmaya ve ekonominin şekillenmesini zihinlerinde daha detaylı canlandırmaya başladılar. Özellikle aşılamanın başlayacak olması toplumsal morali yükseltirken, bunun şirket yönetimlerine yansıması da kuvvetle muhtemeldir. Aşıların sahibinin bir Türk Aile olması ise, bizimkilerin göçün 60. Yılında Almanya’ya katkısı olarak ortaya çıktı. Kimbilir, Almanya belki de Türkler ile uçuşa geçecek.
Almanya’da ekonominin çok daraldığı, hatta bazı sektörlerde giderek sıkıntı yaratmaya başladığını yakından takip ediyoruz. Ancak bunların nedeni olduğunu ve sıkıntıların giderilip pandemi şartlarının minimize olduğu dönemlerde Avrupa, hatta dünya genelinde Almanya’nın uçuşa geçeceğini de çok iyi biliyoruz. Bütün bunlara rağmen AB genelinde insanların sosyo-ekonomik şartların da en etkili olan ve en alttakileri yalnız bırakmayan ülkenin de Almanya olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz.
Covid-19 salgını döneminde ülkede bazı hammadde tedarikinde sıkıntılar yaşandığını ve bu açıdan Alman Ekonomi ve Enerji Bakanı Peter Altmaier’in eleştirildiğinin farkındayız ama sayın bakanın karşısındaki sorunun da öyle basit bir konu olmadığını çok iyi biliyoruz. Bu bakımdan Alman hükümeti bu yıl için gayrisafi milli hasılada (GSYH) yüzde 3’lük önceki büyüme tahminini kayda değer bir oranda artıracağını bildirdi.
Ekonomi ve Enerji bakanı Altmaier, Berlin’deki basın toplan tısında, 27 Nisan’da Alman ekonomisine ilişkin bu yıl için büyü me tahminlerinde güncelleme yapacaklarını belirtti. Alman hükümetinin sonbaharda paylaştığı 2021 yılı tahminlerindeki %3’lük büyüme tahminini kayda değer bir miktarda artıracaklarını belirten Altmaier, “Bu yıl sadece ekonomide daralmayı durdurmakla kalmayacağız, aynı zamanda bunu tersine çevirebilir ve gelecek yıl eski gücümüzü yeniden kazanabiliriz” diyerek iyimserlik örneği sergiledi. dedi.
Aşılama kampanyası nın önemine dikkat çeken bakan Altmaier, aşılama kampanyası ile ekonomide toparlanmanın ikinci çeyrekten itibaren hızlanacağını da belirterek geleceğe bu açıdan da iyimser bakılması gerektiğini işaret etti. Kovid-19 döneminde ülkelerin birçoğunda değişik sektörlerin kapanmasına rağmen, Almanya’da hastalıktan korunma çabaları dışında ciddi bir daralma ya da büyük problem yaşanmadı. Almanya’nın baş-bakan ve bakanlarının aynı zamanda AB’den de sorumlu pozisyondaymış gibi olduğunu düşündüğümüzde, işlerin öyle hiç te sandığımız gibi kolay olmadığını kolayca farkedebiliriz.
Almanya'nın önde gelen 5 düşünce kuruluşu, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınında kısıtlamaların beklentilerden uzun sürdüğü gerekçesiyle bu yıla ilişkin büyüme tahminlerini yüzde 4,7'den 3,7'ye düşürse de aşılamanın hızlanması bakanı haklı çıkaracaktır.
Ancak savaşlar, halk ayaklanmaları ve toplumsal kargaşa ve afetler sonrası ortaya çıkan insani hareketliliklerde yüzbinlerce insan Avrupalı ülkelerinin kapısına dayanmıştır.
Dolayısı ile biri planlayarak, isteyerek ve alt yapısı oluşturu lan düzenli bir göç, diğeri ise aniden kapıları zorlayan, etkisi, ölçüsü ve çerçevesi belirsiz bir düzensiz insani hareketliliğin ortaya çıkmasının sonucudur.
Avrupa’ya Düzenli Göç
İmalat, endüstri ve teknolojinin merkezi konumundaki Avrupa asırlardır dünyanın bir çok ülkesindeki insanların hayalleri konumundadır. Yabancı işçi çalıştırma konusundaki tecrübeli batı ülkeleri yakın Balkan ve Akdeniz Havzası ülkelerinden sürekli işgücü talep ederek onların yaptığı üretimleri dışarıya satmıştır. Batı Avrupa ülkeleri özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında savaşın hasarlarını ve duran üretim bantlarını kendi insan gücü ile beceremeyince dışarıdan göçmenleri ülkelerine davet etmişlerdir. Sanayisi gelişmiş batılı ülkelerin işgücü talepleri işgücü alan ile veren ülke arasında düzenli bir göç yolculuğu oluşturmuştur. Zamanla ortaya çıkan bürokratik ve yasal boşluklar ülkeler arasında görüşmeler yolu ile giderilince düzenli göçten her iki taraf da memnun kalıp göçmenlerin ortaya çıkardığı sinerjiden faydalanmışlardır. Düzenli göç çerçevesinde gelen göçmen işçileri sosyo-kültürel anlamda geldikleri ülkeye bir plan dahilinde uyum sağlamışlar, siyaset, sanat, politika, spor ve ekonomi de yükselmişler ve uyumsuzluk sorunu yaşamamışlardır. Devletler arası göç anlaşmaları ile gelen insanlara göçmen denilmiştir.
Düzensiz Göç Hareketleri
Soğuk savaş sonrası tek kutuplu hale gelen dünyada zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurum daha da derinleşmiştir. Demokrasi deneyimleri olmayan ve dış müdahalelere açık ülkelerde ortaya çıkan daha daha iyi hayat standardı arayışları fakir ülkelerin insanlarının Avrupa’ya yönelmelerine sebeb olmuştur. Fakir ülkelerde çöken idari sistemler sonrası ortaya çıkan kargaşa kısa süre sonra iç savaşa evrilince insanların sığınacak ülke arayışına yönelmişlerdir. Ortaya çıkan insani hareketliliğin kısa Avrupa sınırlarını zorlayarak devam etmesi, kısa zamanda insani drama dönüşmesi sonrası önce geçiş yolundaki Avrupa ülkelerini, sonrasında ise varış güzergahı olarak hedeflenen batı ülkeleri nin halklarında ve yönetimlerinde endişeler baş göstermiştir. Göçün boyutunu, ortaya çıkacak sorunları ve olası insani dramları hesaplayamayan ileri batı ülkeleri düzensiz insani hareketliliğin hızını kesebilmek için AB ülkeleri içinde ve yakınında göçleri en azından kamplara yerleştirerek durdurmayı şimdilik başarabilmişlerdir. Avrupa ülkelerine insani gerekçeler ile sığınmak isteyip sınırları zorlayarak girmeyi başaran/ başaramayan insanlara Sığınmacı olarak adlandırılmışlardır.
Bu alanda ne yapilabilir?
Hiç bir ülke sosyal sistemine daha fazla yük gelerek toplumsal iç barışın zorlanmasını ve göçler ile demografik yapısının değişmesini istemez. Avrupa bağlamında bakıldığında aynı kriterler topluluğun geneli için de geçerlidir. Önümüzde iki önemli kriter arasında düzenli ve düzensiz göçlerin karşılaştırmasını yaptığımızda birinde ciddi anlamda kazanımlar, diğerinde ise kaybın boyutunun hesaplanması imkansız bir konumdadır. Düzensiz göçlere belli alanlarda kısmen düzene sokulması, yeni kriterler getirilmesi, sorunun kaynagina inilmesi, ve yeni yasal yönlendirmeler getirilmesi ile Avrupa ciddi anlamda kazanımlar yaşayabileceği gibi göç güzergahındaki sığınmacılar için de öncelikle insani bir çözüm olacaktır. İllegal güçü zamanla düzenli ve kalıcı halegetirmek isteyen Avrupa ülkelerinin bir defa kriz bölgelerine silah satmayı durudurması gerekmektedir. Özellikle yasal ülke yönetimleri dışındaki gruplara iletilen silahlar ile insanların öldürüleceği kesindir. Buradan hareketle korku nun getirdigi olumsuz şartların göç dalgalarını Avrupa’ya yöneleceği de bir başka gerçektir. Bu alanda Avrupa sorundan çözüme yönlendirebileceği düzensiz göçten oldukça pratik faydalar sağlayacaktır. Avrupa’nın ilk ilk akla gelen kazanımlarını kısaca sıraladığımızda;
Düzensiz göçten ders çıkarma görevi öncelikle Avrupa’ya aittir, biz sadece düzensiz göç için Brüksel beylerine tavsiyelerimizi sıraladık.
Fakir ülkelerden zengin batı ülkelerine tarihsel süreçte sürekli göçler gündeme gelmiştir. Sanayi devrimi sonrası giderek zenginleşen batı ile hemen yakınındaki fakir ülkeler arası bir göçmen transferi sürekli gündemde olmuştur. Avrupalı ülkelerin daveti ile başlayan göç sürecinde düzenli bir şekilde devam eden göçlerden taraflar memnun kalmıştır.
Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler birçok ülke ile karşılaştırıldığında göreceli olarak çok değişik alanları kapsamaktadır. İki ülke arasında öncelikle müttefiklik bağlamının çok daha ötesinde ve çıkar ortaklığı nedeni ile karşılıklı bağımlılığa kadar uzanan bir çizgiyi işaret eder. Bu nedenle iki ülke ekonomi, kültürel, siyasal ve uluslararası ilişkiler alanlarında birlikte yol yürümeye mecbur olduklarının da açıkça farkındadırlar.
Almanya’nın, özellikle doğu siyaseti içerisinde açıkça dile getirilmese de, Türkiye önemli bir yer tutar. Her iki ülkenin ihracaat ve ithalatında çok önemli yer tutarak gelecekte de yukarıya doğru evrileceği kesindir. Almanya’nın Türkiye yatırımlarında önemli bir yer tutan yenilenebilir enerji işbirliği sadece iki ülke için değil, önümüzdeki dönemin tercih edilen stratejik bir işbirliği platformu haline gelecektir. Türkiye - Almanya arasında gelecekteki iş birliği alanlarını belirleyerek mevcut bilgi ve literatür dağarcığına yeni bir düşünce analizi hediye etmek amacı ile bu yazıyı kaleme alıyorum.
Almanya, tarihsel bağlamda Osmanlı’nın son dönemleri ve son yüzyılda 1960 sonrasında Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı ve yatırımcılarından biri olmuştur. Almanya’ya çalışma amaçlı olarak giden Türk göçüne kadar uzanan bağlardan da farkettiğimiz gibi iki ülkenin karşılıklı yatırımlarında Almanya’da yaşayan Türk işadamlarının da önemli etkisi vardır. İki ülke arasındaki ilişki klasik al - ver ticaretinin çok ötesinde karşılıklı firmalar kurarak, stratejik yatırımlarda binlerce işçiyi çalıştıran devasa şirketler boyutuna kadar gitmektedir. Türkiye’de şu an aktif haldeki 7.500’den fazla Alman şirketi ile birlikte, Almanya’nın kurumsal yatırımları, Türkiye’nin ekonomik kalkınması ve uzun vadede refahı için hayati önemde ve giderek artan yatırımlar görülmektedir. DEİK Türkiye Almanya İş Konseyi Başkanı Steven Young, “İki ülke arasındaki ticaret hacmi bu yıl 40 milyar dolara çıktı. Hedef ise 50 milyar dolar” dedi.
Yeni Alman hükümeti göreve başlayıp taşlar yerine oturduğunda ilişkiler çok daha olumlu boyutlarda gelişip kendi içinden yeni potansiyelleri ortaya çıkaracaktır. Almanya’ da seçimler sonuçlandı. Önümüzdeki yılları sosyal - yeşil - liberal bir hükümet yönetecektir. İlk 3 ayda bazı söylem değişiklikleri olsa da, ilerleyen dönemde her iki tarafta karşı samimiyetten şüphe etmemeye başlayınca mevcut imkanlar üzerinden ilişkilere nasıl katkı sağlayabiliriz moduna gireceklerdir. Almanya’nın eski başbakanı Angela Merkel’in veda ziyaretlerinden birinin Türkiye’ye gerçekleşmiş olması iki ülke arasında karkşılıklı verilen değerdir. G20 zirvesinde Erdoğan ile gürüşen Merkel’in yeni başbakan Scholz’u da yanında getirmesi hem ilginç bir Alman siyasi geleneği, hem de Türkiye’ye verilen bir önemdir. İki ülke siyasetinin sert söylemde bulunmadıkları dönemlerde Türk-Alman ticari ilişkileri normalinden fazla bir iyileşme göstermiştir. Ankara ile Berlin arasındaki ilişkiler işadamlarının yolunu açsın yeter. Gelişen ilişkilerin yakın gelecekte üçüncü ülkelere kadar ulaşacak bir sinerjisi olduğuna inanıyorum. İki ülke arasındaki 40 milyar doları aşan ilişkilerin gelecek yıl psikolojik sınır 50 milyar doları aşacağına inanıyorum.
Geçtiğimiz ay Adana’da biraraya gelen Türk-Alman işadamları ve kurumsal yetkililer birlikte çalışmanın bir kazankazan durumu olduğunu anlattılar. Türkiye’de görev yapan Alman Büyükelçi konuşmasında, “Türkiye, Almanya için önemli bir partner olarak, düşük maliyetli ve kaliteli ürünler üreterek ülke dışına satabileceğini belirtmek isterim. Türkiye, Almanya için en önemli ithalat ve ihracat pazarlarından biridir” dedi.
Avrupa’nın motoru konumunda olan Almanya ile ilişkileri aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa’ya uzanan kolu ve Türkiye üretim mamülleri için de referans konumundaki bir ülkedir. 2019 yılından bu yana Türk-Alman ticari ilişkilerinde kısmi bir duraklama olmuşsa da, bunun küresel olumsuzluk olarak bilinen Covid-19’a bağlayan uzmanlar iki ülke ilişkilerinde ciddi bir artış yaşanabileceğine dikkat çekmektedirler.
Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkileri ciddi anlamda analiz edebilmek için siyasetçilerin tercihlerinden bağımsız olarak değerlendirilmelidir. Özellikle iki ülke arasındaki tarihi ve kültürel bağlar, iki ülkenin ortak bir ekonomik geleceğinin teminatı konumundadır. Ayrıca Almanya ve Türkiye arasındaki artma eğilimindeki ekonomik gelecek, tarihi ve kültürel bağların ötesinde,ülkelerin stratejik hedeflerinin birbiriyle uyumunu da işaret etmektedir.
Türkiye ve Almanya arasındaki ticari potansiyel sadece klasik ticaret alanları ile sınırlı değil, Almanya’nın hayata geçirdiği yeşil yatırım politikaları önümüzdeki dönemde rahatlıkla artabilecek bir yatırım ve işbirliği hacmi doğrultusunda ilerlemektedir.Tarif etmeye çalıştığımız ticaret ve yatırım potansiyelinin gerçekleşbilmesi için hem Türkiye-Almanya arasındaki, hem de AB-Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin daha düzgün hale gelmesi gereklidir. Önümüzdeki dönemde tarafların yumuşak söylemler ile karşı tarafa daha yakın görünmeye özen göstereceklerine inanıyorum. Siyasetin yumuşak dili, ekonomiyi olumlu etkiler.