Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Müslümanların dini ve kültürel hassasiyetlerini dikkate alan yaşlı bakım hizmetlerinin geleceği Frankfurt’ta mukim Victor-Gollancz-Haus (VGH) yaşlı bakımevinde gerçekleştirilen çalıştayda ele alındı.
Sozialdienst Muslimischer Frauen – Müslüman Kadınlar Sosyal Hizmet Federasyonu – (SmF) tarafından Müslüman teşkilatların sosyal hizmet alanında taşıyıcı teşkilat oluşturmaları sürecini ele alan bir çalıştay düzenlendi.
Çalıştaya SmF Başkanı Ayten Kılıçarslan, Wohlfahrtstelle Malikitische Gemeinde Başkanı Omar Kuntich, Ahmediya cemaatine ait An-Nusrat Sosyal hizmet derneği temsilcisi Saadat Ahmed, Türkische Gemeinde Deutschland temsilcisi Hamidou Bouba, Frankfurter Verband bakım hizmetleri eski müdürü Ute Bychowski, Frankfurt Türk cami dernekleri çalışma birliği kooordinatörü ve VGH göçmenler sorumlusu Dr. Hüseyin Kurt, VGH müdürü Martin Crede ve VGH bakim hizmetleri sorumlusu Malika Ouali dernek temsilcileri ve misafirler iştirak ettiler.
Federal Aile, Yaşlılar, Kadınlar ve Gençlik Bakanlığı’nın desteklediği kültürel ve dini hassasiyetleri dikkate alan yaşlı bakımının kurumsallaşması amacıyla desteklediği proje, altı çatı örgütü tarafından yürütülüyor. Projede yer alan örgütler AABF, An-Nusrat, IKW, SmF, TGD ve WMGD bir yandan kendi projelerini uygularken, diğer yandan da SmF‘in koordinesinde bir araya gelerek ortak adımları belirliyor ve istişarede bulunuyorlar.
Bu bağlamda düzenlenen çalıştayın açılışı yapan SmF başkanı Ayten Kılıçarslan, 2006 yılında hayata geçirilen Alman İslam Konferansı‘nın (DIK) 3. Döneminde örgütlü Müslümanların sosyal hizmet alanında taşıyıcı teşkilatlar oluşturması (muslimische Wohlfahrt) hedefi üzerinde hükümet temsilcileri kuruluş temsilcileri olarak çalıştıklarını ve DIK toplantılarına davet edilen kuruluşların sosyal hizmet kurumsallaşması için planlar yaptıklarını ve projeye dahil olan kuruluşların bazılarının bir araya gelerek daha yoğun birlikte çalışmak üzere bazı adımlar attıklarını belirtti, Mevcut proje kapsamında gerçekleştirdikleri uzmanlar değerlendirme çalıştayı için VGH yaşlı bakımevini seçmelerinin bir tesadüf olmadığını, VGH Huzurevinin kurucusu Ute Bychowski ve uzun yıllardır yaşlı müslümanlara ve göçmenlere danışmanlık yapan Dr. Hüseyin Kurt’un ve diğer çalışanlarının yaptıkları özverili çalışmaların bu alanda kurumsallaşmak isteyen herkese örnek teşkil etmesini arzuladıklarını belirtti. Müslüman yaşlılara yönelik sosyal hizmetlerin önemli alanlarından biri olan ve az sayıda örneği bulunan müslümanlara özel konsepte sahip huzurevleri arasında en köklü ve en dikkat çeken VGH’ın uygulamasını yerinde görmek ve benzeri çalışmalar yapmak üzere çalıştaya katılan üye derneklerin değerli fikirler ve vizyonla bu çalıştaydan ayrılacaklarını umduklarını söyledi.
Çalıştaya iştirak eden dört kuruluşun temsilcilerinin yaptıkları selamlama konuşmalarının ardından Ute Bychowski son 20 yılda dini ve kültürel hassasyietleri dikkate alan yaşlı bakım hizmeti temelleri ve siyasi tesbitler başlığı altında bir sunum yaptı. Sunumunda 1995 yılında Almanya sosyal sistemine bakım hizmetlerinin, emeklilik, hastalık ve işsizlik sigortasının yanında dördüncü sosyal hizmet/güvenlik alanı olarak hayata geçirilmesinden günümüze kadar gelişim ve modernizasyon amacıyla çıkarılan yasalar hakkında özet bilgi verdi.
Çesitli bakım modelleri hakkında bilgi veren Bychowski, beş milyona yakın insanın dört milyondan fazlası, yakınları ya da „ambulante Hilfe“ adı verilen gezici bakım hizmeti servisleri tarafından hizmet görürken, bir milyona yakını bakım evlerinde ikamet eden insana dikat çekti. Bakım hizmeti görenler ile ilgili istatistiklikler göçmenlerin kökeni yada dini inançlarına göre tasnif edilmediği için, hangi millet ve dini inançtan ne kadar bakım ihtiyacı olan insan olduğunu sağlıklı tesbit etmek imkansız olduğu için ancak tahmini sayılardan yola çıkılıyor. Buna göre dört-beş yüzbin göçmen kökenli insanın bakım kademesi alıp bakım hizmeti gördüğü tahmin ediliyor. Bu rakamlara göre bakım hizmeti alan göçmenlerin büyük çoğunluğu kendi evinde bakılıyor ve böylece sosyal devleti büyük bir maddi yükten kurtarıyorlar.
Ülkenin demografik yapısı yaşlı bakımı konusunda bir takım yenilikleri ve tedbirleri zorunlu kılıyor. Çalışan ve sosyal sigorta kesintileri ile sosyal güvenlik sistemini ayakta tutan genç nesillerin her yıl azalması, insan ömrünün uzaması, savaş sonrası dünyaya gelen nesilde doğurganlık oranının yüksek olması gibi nedenler, başta bakım evleri olmak üzere, bakım sigortası kapsamındaki harcamaların ve sosyal sigorta sisteminin geleceğine dair endişerelerin giderek artmasına neden oluyor.
Çalıştayda katılımcıların katkısıyla „World-Café“ metodu uygulanarak ele alınan problemler, ihtiyaçlar ve fırsatlar, özellikle göçmen kökenli Müslüman yaşlıların sorunlarının karmaşıklığı ve buna rağmen imkan ve fırsatların da bir o kadar fazla olduğu sonucunu ortaya çıkardı.
Çalıştayın ikinci bölümünde Bychowski ve Dr. Kurt, VGH’da 20 yıldır verilmekte olan Müslümanların dini ve kültürel hassasiyetlerini dikkate alan yaşlı bakım hizmetinin tarihi gelişimi ve hizmetin içeriği hakkında bilgi verdiler. Dr. Hüseyin Kurt 2008 yılından bu yana göçmenler sorumlusu olarak görev yaptığı VGH’da ilk yıllarda en önemli görevinin, verilmekte ve geliştirilmekte olan Müslümanların dini ve kültürel hassasiyetlerini dikkate alan yaşlı bakım hizmetlerini Frankfurt ve çevresinde hedef kitleye, yani Müslüman topluma tanıtmak olduğu belirterek bu çalışmaları sırasında karşılaştıkları zorukları ve bu zorlukları nasıl aştıklarını anlattı. VGH’nın başarı olmasında en büyük etkenlerin, verilmekte olan hizmetin daha planlama safhasında Müslüman kuruluşlar ve cami dernekleri ile irtibata geçilip onların fikir ve desteğinin alınması, Müslüman kuruluş çevrelerinden eleman istihdam edilmesi ve bakım hizmeti gören Müslüman yaşlıların bakım evinin ayni bölümünde birbirine yakın olması ve böylece kendi aralarında, kendi inanç dil ve kültürleri içerisinde sosyalleşme imkan ve fırsati verilmesi tespitinde bulundu.
Katılımcılar Dr. Kurt ve M. Ouali rehberliğinde gruplar halinde VGH bakımevini gezerek huzurevi sakinlerine ve Müslümanlara özel verilen hizmetler hakkında bilgi verdiler.
Katılımcılar daha sonra grup çalışması yaparak, edindikleri bilgiler ve VGH’deki gözlemleri ve intibalarının mensubu oldukları kuruluşlar ve çevrelerindeki çalışmalarına nasıl ilham vereceği konusunda istişarede bulundular.
Çalıştayın değerlendirmesini yapan katılımcılar, VGH’nın hizmetlerinden etkilendiklerini ve bu hizmetlerin yapacakları yerel faaliyetlere ilham kaynağı olacağını belirttiler.
Uçuş ağını hızla genişleten AJet, Almanya'da 100 Türk acente temsilcisiyle bir araya geldi. Avrupa’da hayata geçirilmesi planlanan stratejiler ve yolcu sayısını artıracak adımlar görüşüldü.
Türkiye’nin hızla büyüyen hava yolu şirketi AJet’in, yöneticileri, Düsseldorf ve Münih kentlerinde Türk acente temsilcileriyle düzenlenen toplantılarla havayolu şirketinin, Almanya merkezli olmak üzere Avrupa’daki etkinliğini daha da artırması ve daha çok yolcuya ulaşması için atılacak adımları değerlendirdi.
Toplantılara AJet Genel Müdürü Kerem Sarp, AJet Genel Müdür Yardımcısı Şamil Karakaş, AJet Satış Başkanı Macid Boyar ile Düsseldorf Münih, Köln, Stuttgart ve Frankfurt’tan 100 Türk acentenin temsilcisi katıldı. Acentelerin önerileri ve AJet’in stratejik hedefleriyle ilgili karşılıklı görüş alışverişi yapıldı.
Almanya merkezli operasyonel planlamalarla Avrupa’daki yolcuların İstanbul’a taşınması, İstanbul aktarmalı uçuşlarla AJet’in destinasyonlarında hareketliliğin artırılması gibi konular masaya yatırıldı. Toplantıda AJet’in uluslararası uçuşlarda rekabetçi fiyatlar ve hizmet kalitesiyle hem iş hem de tatil amaçlı seyahat eden yolculara cazip seçenekler sunduğunun altı çizildi.
“İŞ BİRLİĞİ BİLET SATIŞIMIZI ARTIRACAK”
AJet Genel Müdürü Kerem Sarp, "Almanya, bizim önemli bir pazar. 4 milyona yakın Türk var. Avrupalı Türkleri, Türkiye’deki ailelerine ulaştırmada, ekonomik olması ve sefer sayısının fazlalığı nedeniyle AJet önemli bir aktör. Biz ayrıca Türk acenteler aracılığıyla Avrupa’daki yolcuları, İstanbul’a ulaştırmak ve İstanbul aktarmalı uçuşlarla farklı destinasyonlara ulaştırmayı istiyoruz” dedi.
Konuşmasında Almanya’daki Türk acentelerinin önemine dikkat çeken AJet Genel Müdürü Kerem Sarp şunları söyledi: Bilet satışlarımızı önemli ölçüde artırmayı hedefliyoruz. Almanya’daki acentelerle iş birliğimizi güçlendirerek, daha fazla yolcuya ulaşmayı amaçlıyoruz. Satış stratejileri, cazip fiyatlar, kampanyalar ve müşteri memnuniyeti odaklı çalışmalarla daha fazla yolcuya ulaşmayı planlıyoruz.
AJET ALMANYA’DA 8 NOKTAYA UÇUYOR
AJet, Almanya’nın 8 kentindeki havalimanlarına haftada toplamda 70 karşılıklı sefer düzenliyor. İstanbul Sabiha Gökçen ve Ankara Esenboğa Havalimanı merkezli seferler, Almanya’nın Berlin kentindeki Brandenburg Havalimanı’na, Düsseldorf kentindeki Düsseldorf Rhein Ruhr Uluslararası Havalimanı’na, Frankfurt kentindeki Frankfurt Havalimanı’na, Hamburg kentindeki Fuhlsbüttel Havalimanı’na, Hannover kentindeki Hannover Havalimanı’na, Köln kentindeki Köln Bonn Havalimanı’na, Münih kentindeki Münih Franz Josef Strauss Uluslararası Havalimanı’na, Stuttgart’taki Stuttgart Havalimanı’na yapılıyor.
AJet Hakkında
Türk Hava Yolları iştiraki olan Türkiye’nin yeni hava yolu firması 31 Mart’ta AJet adı altında ilk uçuşunu gerçekleştirdi. AJet, Türkiye’de 41 noktaya, 31 ülkede ise 54 noktaya olmak üzere toplam 95 destinasyona uçuş operasyonları düzenliyor. Filosunu her geçen gün modernize eden AJet uygun fiyat ve konforlu seyahat imkanı sunarak dünya pazarında rekabet ediyor.
Türk-Alman müzik dünyasının geleceği, genç nesillerin müzik aletlerine aynı heyecan ve samimiyetle dokunmasıyla gelişiyor. Murat ile Jonas'ın Würzburg Belediye Sarayı'ndaki mini konseri, büyük dostlukların ortaya çıkmasına sebep oldu.
Adanalı Murat ile Hamburg’lu Jonas’ın birlikteliği, hem Türklerin programlarına kalite katıyor hem de Alman Jonas’ın Türk müziğinin tınılarını yüreğinde hissederek sanatını ortaya koymasına yol açıyor.
İkilinin bir araya gelme hikayesini anlatan Adanalı Murat Şan, şunları söyledi:
"Jonas’ın müziğe olan ilgisini ve bu alandaki çalışmalarını biliyordum. Arkadaşlığımız ilerledikçe ikimiz karşılıklı olarak çalmaya başladık. Enstrümanlarımız farklı olsa da kalbimizdeki tınıların aynı olduğunu gördük. Bu da bizi hem arkadaşlık hem de sanatsal anlamda ayrılmaz bir ikili olmaya doğru götürdü. Hem Türk hem de Alman müziğinden parçalar icra ediyoruz. Ama Jonas’ın ısrarla 'Türk müziği çalalım' demesi çok hoşuma gidiyor. Samimiyetimiz, dostluğumuzun büyümesine ve müzik sevgimizin kalbimize yerleşmesine yol açıyor."
Alman sanatçı Jonas Epperlein ise yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
"Türk müziği beni alıp başka bir aleme götürüyor. Ses, söz, nota ve müzik tınılarının yanı sıra Türk müziğindeki tiz sesli enstrümanlara hayranım. Bu bağlamda Murat ile tanıştıktan sonra etnomüzik alanında daha derin çalışmalar yapmaya başladım. Türk müziği benim için üzerinde daha çok durulması ve daha derinden ruhlara hitap edecek şekilde icra edilmesi gereken bir alandır. İleride Murat ile çok daha önemli projelerde iş birliği yaparak müzik dünyamızı zenginleştireceğimizi düşünüyorum."
Murat ve Jonas ikilisi, Türk-Alman diplomatik ilişkilerinin 100. yılı etkinlikleri kapsamında sahne aldıkları Würzburg Belediye Sarayı’ndaki programda geniş kitleler tarafından tanınma imkânı buldular.
Kısa adı ANF olan Avrupa Nizam-ı Alem Federasyonu Avrupa ülkelerinde 30 yıl önce kurulmuş bu gün kendi hizmet binalarına kavuşmuş Avrupa Türklüğüne külliye eserler içinde hizmet veriyorlar.
Bu güne kadar başta kurucu genel başkan gönüldaşım Zülfü Canbolat, eğitim camiamızın yakından tanıdığı Prof. Dr. Orhan Kavuncu, 1980 lerden beri tanıdığım Heilbronn Ülkü Ocağının gençlik kolları başkanlığını uzun yıllar yapan Recep Yıldırım, daha sonra bu kutsal hizmet görevini üstlenen halen devam eden Erol Yazıcıoğlu başkanların her birini yürekten kutluyorum. Kendilerine sağlık sıhhat diliyorum.
30 yıl dile kolay çeyrek asırı geride bırakıp yarım asıra doğru yol almış, hak ve hakikat yolunda insanlığa ve insanlarımıza hizmet götürmenin gayreti içindeler.
30.yılında tekrar genel başkanlığa seçilen Erol Yazıcıoğlu’nu teprik ettim. Ve kendisinden Avrupa Nizam-ı Alem Federasyonun kuruluşundan bu güne bir değerlendirmesini istedim.
Erol başkan üstlenmiş olduğu görevin sorumluluğu içinde anlatmaya başlıyor.
“Teşekkür ediyorum bana bu imkanı verdiğiniz için Doğan bey, Kısa adımız ANF olan Avrupa Niza-ı Alem Federasyonumuz, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan fikir ve olaylara yaklaşım biçimi aynı, burada yaşayan Türk insanına hizmet yöntemi itibariylede aynı doğrultuda hizmeti benimsemiş insanlarımızın kurduğu teşkilatlardan oluşan bir çatı teşkilattır.” Dedi ve değerlendirmesine şöyle devam etti; ANF bulunduğu ülkelerin hukuk kurallarını ihlal etmeden Türk vatandaşlarımızın kendi gelenek ve görenekleri ile inanç temellerini ayakta tutmaya ve gelecek nesillere de bu inanç ve kültürümüzü devam ettirebilme imkan ve zemini oluşturma gayretlerini üstlenmiş hukuki statüsü bulunan bir sivil toplum örgütüdür. Resmi kuruluşumuz 1994 yılı olsada 90’lı yıllardan beri fikri misyonunun alt yapısı oluşturmaktaydı.
Milli-İslami bir kimlik taşıyan ANF kendisini diğer sivil toplum örgütlerinden ayıran bir özelliğimiz de siyaset anlayışıdır. Bayrak ,Vatan ,Din gibi mukaddes değerler üzerine siyaset yapılmaması ve bu değerlerin tüm sosyal kesimlerce benimsenip sahip çıkılmasını savunan bir siyaset anlayışına sahip olan Avrupa Nizam-ı Alem Federasyonu (ANF ) Milliyetçilik, Atatürkçülük ve laiklik gibi konularda diğer siyasi ve sosyal guruplar üzerine tahakkümiyet kurup kendi tekelinde bulundurmak anlayışı ile siyaset yapmayıda gayri ciddi ve gayri mantıki bulmaktadır.
Avrupa’da başda Almanya olmak üzere Hollanda, Avusturya, İsviçre, Belçika, ve Fransa’da dernekleri bulunan Merkezi Almanya’nın Ludwigshaven şehrinde mülkiyeti satın alınan 1200 metrekarelik kullanım alanı bulunan başta Müslüman Türk insanına ve bütün insanlığa hizmet için açılmış bir sivil toplum örgütüyüz. Teşkilatımıza destek olan mensuplarımıza çok teşekkür ediyorum. Ebedi aleme göçen kardeşlerimize Allah C.C. Rahmetler diliyorum.”
Haber: Doğan Tufan
Saadet Avrupa Genel merkezinden yapılan basın açıklamamasında “TÜVTÜRK gibi uluslararası standartlarda çalışan bir sistemin yabancı plakalı araçlar için de kullanıma sunulması” istendi.
Basın açıklamasının devamında ise,
“Yabancı plakalı araçların Türkiye’de kullanımı, özellikle emekli vatandaşlarımız için önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Ancak bu araçların muayene süreçleri yalnızca kayıtlı oldukları ülkelerin mevzuatına göre düzenlenmekte ve Türkiye’de TUV muayenesi yapılamamaktadır. Bu durum, hem zaman kaybına hem de maddi külfetlere yol açarak araç sahiplerini zor durumda bırakmaktadır.
Bu sorunun çözümü için Türkiye ile diğer ülkeler arasında bir iş birliği protokolü oluşturulmalıdır. Bu protokol kapsamında, yabancı plakalı araçların Türkiye’de bulundukları süre boyunca TUV muayenelerinin Türkiye’de yapılabilmesi sağlanabilir. Türkiye’de yapılan bu muayenelerin, aracın kayıtlı olduğu ülkeye resmi yollarla raporlanması sağlanarak, sürecin her iki ülkenin mevzuatına uygun şekilde yürütülmesi mümkün olacaktır.
Türkiye’de araç muayene hizmetleri, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları tarafından sağlanmaktadır. TÜVTÜRK, Doğuş Grubu, TÜV SÜD ve Bridgepoint’in ortaklığında kurulmuş, uluslararası standartlarda hizmet veren bir konsorsiyumdur. Bu yapı, yabancı plakalı araçlar için de muayene hizmeti sunabilecek kapasiteye sahiptir. TÜVTÜRK bünyesinde yabancı plakalı araçlara yönelik özel bir hizmet alanı oluşturularak, bu araçların Türkiye’deki muayene işlemleri hızlı ve güvenilir bir şekilde yapılabilir.
Türkiye’de gerçekleştirilen TUV muayenelerinin geçerlilik süresi, aracın kayıtlı olduğu ülkenin mevzuatına göre belirlenebilir. Örneğin, araç kayıtlı olduğu ülkeye geri döndüğünde 1 aydan fazla kalırsa, tekrar yerel bir TUV muayenesi yapılması zorunlu hale getirilebilir.
Bu düzenlemenin hayata geçirilmesiyle araç sahipleri muayene işlemleri için ülkelerine dönmek zorunda kalmadan hem zamandan hem de maliyetten tasarruf edebilir. Ayrıca bu uygulama, uluslararası iş birliğini güçlendirecek ve Türkiye’deki araç muayene sistemini daha etkin hale getirecektir.
TÜVTÜRK gibi uluslararası standartlarda çalışan bir sistemin yabancı plakalı araçlar için de kullanıma sunulması, vatandaşlarımızın yaşadığı mevcut sorunları ortadan kaldıracak ve büyük bir kolaylık sağlayacaktır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.” denildi.
Mocca dergisi 7 Ekim 2023 ten beri Gazze’de devam eden saldırılara sessiz kalamazdı. Ölen ve öldürülen savunmasız insanların cığlıklarına duyarsız kalamazdı. Kalmadı da. Mocca dergisi, 41. sayısında yayınlanmak üzere Hürriyet Gazetesi Avrupa Koordinatörü Duayen Gazeteci Ahmet Külahçı ile bir röportaj yaptı. Röportaj aynen şöyledir.
Rüştü KAM: Ahmet Bey, Gazze'de neler oluyor. Bu saldırıların Almanya’ya yansıması nasıl olacaktır?
Ahmet KÜLAHÇI: Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’de giriştiği saldırlarla birlikte Almanya’da gözler ülkede yaşayan Müslümanlara çevrildi. Başkent Berlin’de Arap kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı Neukölln kesiminde 60-70 kişinin Hamas'ın saldırılarını “kutlaması”, birkaç kişinin sokaklarda “tatlı dağıtması” ve daha sonraki günlerde İsrail’in Gazze’ye bomba yağdırmasını protesto etmek için düzenlenen gösterilere katılanların sayısının artması üzerine, Almanya’da neredeyse tüm Müslümanlara “Hamas sempatizanı”, “Hamas yanlısı” gözüyle bakılmaya başlandı. 84 milyon nüfuslu Almanya’da 2.5 milyondan fazlası Türkiye kökenli olmak üzere 5.6 milyona yakın Müslüman neredeyse “Yahudi düşmanı” ilan edildi.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Arap kökenlilere Hamas’la aralarına mesafe koymaları çağrısında bulunurken, tüm Müslümanlara “şüpheli” gözüyle bakılmaması gerektiğini de özellikle vurguladı. Cumhurbaşkanı Steinmeier de, Şansölye Olaf Scholz da, Hamas saldırılarının Almanya sokaklarında “kutlanmasını” kınarken, “Almanya’da Yahudi düşmanlığına yer yok” görüşünü yinelediler.
Rüştü KAM: Sayın Külahçı, İçişleri Bakanı Nancy; “Biz insanlara saldıranların, insanların özgürlüklerini gaspedenlerin düşünce ve ifade özgürlüğü kalkanının ardına sığınmalarına kesinlikle izin vermeyiz, vermeyeceğiz de” dedi. Bu çıkışı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahmet KÜLAHÇI: Almanya SPD’li Federal İçişleri ve Yurt Bakanı Nancy Faeser, Hamas’ın 7 Ekim’de giriştiği saldırıları “Soykırımdan bu yana Yahudilere girişilen en büyük katliam” olarak niteledi. Hamas’ın saldırılarının Almanya’nın bazı kentlerinde kutlanmasını şiddetle kınarken, Yahudi düşmanlığına karşı kararlı bir biçimde mücadele vermeyi sürdüreceklerini söyledi. Son dönemlerde Almanya'da Yahudi kökenli insanların çocuklarını yuvalara ve okullara göndermekten korktuklarını belirtirken;
“Biz devlet olarak, hükümet olarak böyle bir şeye izin veremeyiz, vermeyiz de. Biz bu ülkede yaşayan herkesin, Yahudi kökenli insanlarımızın da güvenliğinden sorumluyuz. Biz insanlara saldıranların, insanların özgürlüklerini gaspedenlerin düşünce ve ifade özgürlüğü kalkanının ardına sığınmalarına kesinlikle izin vermeyiz, vermeyeceğiz de” dedi. Almanya’nın çeşitli kesimlerinde düzenlenen gösterilerde geçerli yasalara aykırı davranışta bulunanların ve suç işleyenlerin hak ettikleri cezalara çarptırılmaları gerektiğini de söyledi. Aynı zamanda, Yahudi düşmanı Hamas ile Samidoun’un faaliyetlerini Almanya’da yasakladıklarını hatırlatırken, “Yahudileri korumak Almanya’da hepimizin görevidir. Toplumun görevidir bu. Biz kin ve nefret kusanlardan daha güçlüyüz. Sesimiz onlarınkinden daha yüksek” açıklamasında da bulundu.
Rüştü KAM: Alman politikacılarından, Almanya'da yaşayan Müslümanlara ortak bir çağrı geldi. Hamas’la aranıza mesafe koyun çağrısı. Bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahmet KÜLAHÇI: Evet. Hamas’ın saldırılarının ardından Almanya’da her kesimden politikacılar, ülkede yaşayan Müslümanlara, İslam dernek ve cemiyetleri ile çatı kuruluşları temsilcilerine Hamas’la aralarına mesafe koyma, terörü kınama çağrısında bulundular.
Almanya’daki Müslümanlar yıllardır bu ülkede barış içinde yaşamaktadırlar. Toplumun her kesiminde olduğu gibi onlar arasından da zaman zaman, “kara koyunlar” çıksa da, bu insanlar özgürlükçü demokratik hukuk devletinin ilkelerine saygılı bir biçimde yaşamaktadırlar. Üstalik bu ülkedeki Müslümanlar, Hamas’ın da, İsrail’in de giriştikleri terörü de, çoluk çocuk, kadın, sivil demeden suçsuz günahsız insanları öldürmelerini de kınamaktadırlar.
Rüştü KAM: Antisemitist olanlara vatandaşlık verilmesin çağrısı var. Hatta çifta vatandaş olanlardan vatandaşlığı geri alınsın deniyor.
Ahmet KÜLAHÇI: Almanya'da Yahudi düşmanlığı tartışmalarına paralel olarak Yahudi düşmanlarına ve Yahudi düşmanı eğilimli yabancılara Alman vatandaşlığı verilmemesi de gündeme yerleşti.
Koalisyon hükümetini oluşturan Sosyal Demokrat Parti (SPD) de, Yeşiller de, Hür Demokrat Parti (FDP) de, ana muhalefet Hristiyan Demokrat/Hristiyan Sosyal Birlik Partileri de (CDU/CSU), sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) de, Sol Parti de bu yöndeki önerilere tam destek verdi.
SPD Eş Başkanları Lars Klingbeil ile Saskia Esken de, CDU lideri Friedrich Merz de, CSU Federal Meclis Grup Başkanı Alexander Dobrindt de, FDP’li Federal Meclis Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki de, Yeşiller Genel Sekreteri Bijan Djir-Sarai de, Yahudi düşmanlarına Alman vatandaşlığı verilmemesini ve bu yönde suç işleyenlerin sınır dışı edilmelerini istediler. Baştan beri Yahudi düşmanı bir tutum sergileyen sağ popülist AfD’liler bile. Hatta çifte vatandaş statüsündeki göçmen kökenlilerin Alman pasaportlarına el konulmasını isteyen Alman politikacılar bile oldu.
FDP’li Federal Adalet Bakanı Marco Buschmann, “Biz şu sıralar Almanya’da İkamet İzni ve Alman Vatandaşlık Yasası’nda reform yapıyoruz. Sınır dışı etmeyi kolaylaştırıyoruz. Yahudi düşmanlarına Alman vatandaşlığı verilmemesi için gereken önlemleri alıyoruz” açıklamasında bulundu. Bekleyip göreceğiz.
Rüştü KAM: Demokrasinin beşiği bildiğimiz Almanya'da, yabancılara gösteri yasağı da getirildi. Bu yasaklama ne kadar hukukidir?
Ahmet KÜLAHÇI: İşte bu mantığı anlamak mümkün değildir. Hele hele yıllarca Federal Adalet Bakanı olarak görev yapmış birinin böyle bir yaklaşım sergilemesini kabullenmek kesinlikle mümkün değildir.
Nitekim, Yeşiller’li KRV Adalet Bakanı Benjamin Limbach ise Leutheusser-Schnarrenberger’in bu yöndeki önerisine karşı çıktı. Limbach, Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Yasası’na göre vatandaşlıklarına bakılmaksızın isteyen herkesin barışçıl gösteri yapma, toplanma ve bir araya gelme hakkına sahip olduğunu vurguladı.
FDP’li Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Anti Semitizm Sorumlusu Sabine Leutheusser-Schnarrenberger, yabancılar için toplanma özgürlüğünün kısıtlanmasını bile gündeme getirdi. Almanya'nın eski Başbakanları Helmut Kohl ve Angela Merkel kabinesinde Federal Adalet Bakanı olarak görev yapan Leutheusser-Schnarrenberger;
“Herhangi bir gösteri düzenlenmek istendiğinde başvuru yapanların vatandaşlıklarına da bakılmalı. Çünkü gösteri düzenleme, bir araya gelerek toplanmak sadece Almanlara özgü temel bir haktır” dedi.
Alman Anayasası’nın 8. maddesinde “Bütün Almanlar bildirimde bulunmadan, ya da izin almadan barışçıl ve silahsız olarak toplanma hakkına sahiptir” denildiğine işaret eden Leutheusser-Schnarrenberger, yabancılar için gösteri özgürlüğünde bu maddenin gözardı edilmemesi gerektiğini söyledi. Eski Adalet Bakanı, bu söylemiyle dolaylı da olsa yabancıların gösteri düzenleme özgürlüklerinin kısıtlanmasını önerdi.
Resmi verilere göre 7 Ekim’den bu yana Almanya'nın çeşitli kesimlerinde 536 “Filistin’le dayanışma” ve 587 “İsrail’le dayanışma” gösterisi düzenlendi. Almanya genelinde “İsrail karşıtı tutum sergileneceği, halklar arasında kin ve nefretin körükleneceği şüphesiyle” 103 “Filistinle dayanışma” gösterisine izin verilmedi. Bu gösteriler sırasında polise direnç gösterme, halkı kışkırtma, kin ve nefret yayma gibi 3 bin 346 suç işlendiği belirlendi.
Gösteriler sırasında “Nehirden denize kadar, Filistin özgür olacak!” (From the river to the sea, Palestine will be free!), “Yahudilere ölüm” gibi sloganlar atılması ve pankartlar taşınması yasaklandı. Yasağa riayet etmeyen birçok gösterici hakkında suç duyurusunda bulunuldu.
Rüştü KAM: Medyanın tutumunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Ahmet KÜLAHÇI: Evet, Almanya Naziler tarafından girişilen ve 6 milyondan fazla Yahudi kökenli insanının yaşamını yitirdiği soykırım (Holokost) nedeniyle İsrail’e “borçludur”. Alman politikacıların İsrail'in saldırılarını açık bir şekilde eleştirmelerini, daha doğrusu “eleştirememelerini” bir yerde anlayışla karşılamak gerekir. Ancak “tarafsız, bağımsız, özgür basının” yaklaşımını da, tutumunu da anlamak mümkün değildir.
Alman medyası da tıpkı Alman politikacılar gibi 7 Ekim’den bu yana yaşananlarla ilgili olarak “tek yanlı” bir tutum sergilediler. Yalnız ARD ve ZDF gibi devlet televizyonları değil, özel televizyon kanalları, radyolar, gazeteler ve dergiler, Hamas’ın saldırılarda aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu bin 200’e yakın kişiyi öldürdüğüne, 230’un üzerinde kişiyi rehin aldığına yer verirken, İsrail’in giriştiği operasyonlarda 4 bin 500’den fazlası çocuk olmak üzere 12 binin üzerinde Filistinli’nin öldürülmesini adeta görmezden, duymazdan geldiler. Başka ülkeler söz konusu olduğunda haklı olarak her türlü eleştirel yorumda bulunan Alman medyası, Alman politikacıların, yıllardır burada yaşayan ve çoktan “buralı” olan göçmen kökenlilere yaklaşımlarıyla ilgili olarak, Alman Anayasasının demokrasi, hukuk devleti, özgürlük, eşitlik gibi temel ilkelerini ayaklar altına almalarına sessiz kaldı.
Rüştü KAM: INSA(Institut für neue Soziale Antworten) tarafından yapılan son kamuoyu yoklamasına göre Almanya'da İslam düşmanlığının arttığı söyleniyor.
Ahmet KÜLAHÇI: Evet, Hamas’ın saldırılarının ardından Almanya’da İslam düşmanlığı artış gösterdi. INSA tarafından yapılan son kamuoyu yoklamasında, Almanların yüzde 71’inin İslam ülkelerinden gelenlerin Almanya için büyük bir güvenlik riski oluşturdukları görüşünü paylaştığı saptandı. Ankete katılanların yüzde 20’si bu görüşe karşı çıkarken, yüzde 9’u görüş belirtmedi. Almanya’da köklü partilere destek verenlerin çok büyük bir bölümü, Müslümanların tehdit ve tehlike olduğu görüşünü paylaşırken, yalnız Yeşiller’lilerin yarıdan fazlasının böyle düşünmediği de kaydedildi.
INSA’nın kamuoyu yoklamasında Almanların yüzde 58’inin Almanya’da yaşayan Müslümanlar arasında İsrail’e karşı terörü destekleyenlerin bulunduğu görüşünü paylaştığı, yüzde 18’inin ise buna karşı çıktığı da saptandı.
Öte yandan Almanların yüzde 63’ünün Hamas’ın giriştiği saldırıları kutlayanların cezalandırılmasından yana olduğu, yüzde 17’sinin buna karşı çıktığı ve yüzde 20’sinin de görüş belirtmediği de belirlendi.
Bu veriler Almanya’da İslam düşmanlığının arttığını göstermektedir. Nitekim Federal İçişleri ve Yurt Bakanı Nancy Faeser da “Almanya’da İslam düşmanlığı var” demektedir. 19 Şubat 2020’de Almanya'nın Hanau kentinde ırkçı bir Alman’nın aralarında Türkiye kökenlilerin de bulunduğu göçmen kökenli 9 kişiyi öldürmesini şiddetle kınayan dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Irkçılık zehirdir” açıklamasında bulunmuştu. Evet, “Irkçılık zehirdir. Ama Müslüman ve İslam düşmanlığı da zehirdir”. Bu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Rüştü KAM: Tabii Almanya'da Müslüman deyince ilk akla gelen Türkiye kökenliler ile Arap kökenliler oluyor. Son gelişmeler üzerine Türkiye ve Arap kökenlilerin, Almanya’ya uyum sağlamak istemedikleri yönündeki iddialar yine gündeme geldi.
Ahmet KÜLAHÇI: Bu tamamen “uyduruk” bir yaklaşımdır. Nitekim Almanya’nın eski Başbakanları Helmut Kohl ve Angela Merkel’in genel başkanlıklarını da yaptıkları CDU güdümlü Konrad Adenauer Vakfı adına 2000'li yılların başlarında yapılan bir araştırma da, zaten bunun böyle olduğunu yıllar önce ortaya koydu. Bu araştırmada, Almanya'da yaşayan Türklerin yüzde 45’inin, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının da yüzde 55’inin Almanya’yı “vatanları’’ olarak gördükleri yer aldı. Hatta Irak ve Libya gibi bir İslam ülkesinin saldırması halinde, Türklerin yüzde 45’inin, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının da yüzde 50’sinin Almanya’yı savunmaya hazır oldukları da. Alman toplumsal düzeni savunmaya hazır Doğu Almanların oranının yüzde 42’de, Batı Almanların oranının yüzde 72’de kaldığını da. Aynı araştırmaya göre, Almanya'da yaşayan Türkler ve Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının yüzde 90’ı “Adil bir toplumda yaşıyoruz” derken, bu oran “saf kan” Almanlarda yüzde 50’yi zar zor buluyor. Demokrasiye bakışta da öyle. Almanya’da yaşayan Türklerin yüzde 76’sı, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının da yüzde 84'ü demokrasiye tam destek verirken ve “Demokrasiden memnunuz” derken, bu oran Almanlarda yüzde 72’de kalıyor. Türklerin yüzde 88’i, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının yüzde 87’si “Demokrasi en iyi toplumsal ve politik sistemdir” derken, bu oran Almanlarda yüzde 80'i bile bulmuyor.
Rüştü KAM: Sayın Külahçı, Son olarak neler söyleyeceksiniz?
Ahmet KÜLAHÇI: Yukarıdaki veriler, Türklerin ve Türkiye kökenlilerin severek, isteyerek, huzurlu bir biçimde, barış içinde Almanya’da yaşadıklarını ve yaşamaya da devam edeceklerini gösteriyor.
Her ne kadar bu insanların yüzde 65’i ayrımcılık yaşadıklarını söyleseler de, “Bu Türkler uyum sağlamaz”, “Bu Türkler uyum sağlamak istemiyor” diyenlere söylenecek tek şey var.
Daha nasıl sağlanacak bu uyum?
Bei diesem Festakt waren die Oberbürgermeister André Knapp aus Suhl und Christian Schuchardt aus Würzburg über weite Strecken nur gebannte Zuhörer bei einem außergewöhnlichen Zeitzeugenbericht. Insbesondere über die Tage, in denen die Freundschaft zwischen Suhl und Würzburg - in der BRD und der DDR offensichtlich aus ganz unterschiedlichen Motiven heraus - begründet wurde, erfuhr der vollbesetzte Ratssaal aus einer Quelle, die ursprünglich alles andere als für die Öffentlichkeit bestimmt war.
Der langjährige Leiter des Regionalstudios Mainfranken des Bayerischen Rundfunks Eberhard Schellenberger berichtete nicht nur aus seiner eigenen Erinnerung heraus, sondern er konnte sich auch auf „seine“ 400 Seiten starke Stasi-Akte stützen. Von 1984 bis zum Mauerfall hatte der Überwachungsapparat der DDR den Journalisten genau im Blick und unterstellte dem Mann mit dem Decknamen „Antenne“ mit den „imperialistischen Geheimkräften“ zu kooperieren. „Ich habe keine persönlichen Nachteile erlebt, ich sehe mich nicht als Opfer der Stasi, ich will mit der Auswertung meiner Akte vielmehr ein perfides System der Unfreiheit offenlegen“, erläuterte Schellenberger die Motivation, warum er seinen Ruhestand mit einem Buchprojekt startete und seit Erscheinen von „Deckname Antenne“ 2022 mehr als 70 Vorträge in Schulen, Rathäusern oder Bildungseinrichtungen auf beiden Seiten der ehemaligen deutsch-deutschen Grenze absolviert hat.
Aus heutiger Sicht mutet vieles skurril an, was sich rund um Schellenbergers Besuche in der DDR abspielte. Von der geröntgten Ananas bei einer Grenzkontrolle bis hin zu offensichtlichen Überwachungsmaßnahmen, die womöglich auch einschüchtern sollten: „Wir waren in Suhl immer im gleichen Hotel, immer im dritten Stock untergebracht. Es gab Verfolgungsszenen, die an schlechte Agenten-Filme erinnerten“, schmunzelte Schellenberger und schob aber schnell die ernsten Konsequenzen hinterher, die beispielsweise Interviewpartnern in der DDR drohten, wenn ihnen doch mal im lockeren Gespräch etwas Systemkritik rausgerutscht war.
Der in Zeil am Main, nur 25 Kilometer von der Grenze zu Thüringen entfernt, geborene Schellenberger nahm mit auf eine emotionale Reise, die mehrfach am Grenzübergang Eußenhausen-Meiningen Station machte. Hier erlebte Schellenberger alles: von stundenlanger Schikane durch Grenzbeamte bis zu einem ausgelassenen Wiedervereinigungsfest mit über 10.000 Menschen im Freudentaumel.
„Wir dürfen nicht vergessen, welches Glück wir 1989 mit der friedlichen Revolution und der Wiedervereinigung hatten“, mahnte Oberbürgermeister Knapp: „Und das Wort Glücksfall lässt uns natürlich gleichzeitig den großen Mut vergessen, der vor 1989 für jede Form des Protests notwendig war.“ Am Ende seines Vortrags erinnerte Schellenberger daran, dass sich auch 1989 an der deutsch-deutschen Grenze die Panzer angriffsbereit gegenüberstanden, dass es auch in den Bundeswehr-Kasernen Befehle und Pläne für verschiedenste Kriegsszenarien gab. Angesichts von 1000 Tagen Krieg in der Ukraine pflichtete Oberbürgermeister Christian Schuchardt bei: „Es braucht Demut und Dankbarkeit, dafür dass es vor 35 Jahren anders kam. Dieser Abend soll inspirieren, für Freiheit und gegen ein Erstarken autoritärer Kräfte einzutreten.“
Jede dritte Frau in Deutschland ist von sexueller und/oder körperlicher Gewalt betroffen. Zwei von drei Frauen erleben sexuelle Belästigung. Um auf das Thema Gewalt an Frauen und regionale Hilfsmöglichkeiten aufmerksam zu machen, wird in diesem Jahr bereits zum zweiten Mal in Würzburger Bäckereien ein deutliches Zeichen gegen jede Form von Gewalt gesetzt: Ab sofort wird das verkaufte Backwerk in Tüten mit der Aufschrift „Gewalt kommt nicht in die Tüte!“ verpackt.
„Eine wichtige und äußerst niederschwellige Aktion, die Betroffenen unauffällig Hilfemöglichkeiten unterbreitet“, dankt Oberbürgermeister Christian Schuchardt den Würzburger Bäckereien, die mit der Ausgabe dieser Tüten häusliche Gewalt thematisieren und zu einem gewaltfreien Miteinander aufrufen. Auf der Rückseite der Tüte sind die bundesweite Hilfetelefonnummer, eine Statistik über Zahlen Betroffener, die Aussage „Jeder Mensch hat ein Recht auf ein Leben ohne Gewalt“ in 14 Sprachen und die regionalen Unterstützungsangebote aufgedruckt.
Die Aktion in Würzburg wird auch dieses Mal organisiert von der Gleichstellungsstelle der Stadt Würzburg, dem katholischen Deutschen Frauenbund (KDFB), dem Frauenhaus der AWO, Wildwasser Würzburg e.V., dem Frauenhaus des SkF und der Arbeitsgemeinschaft Würzburger Frauen und Frauenorganisationen (AWF).
Häusliche und sexualisierte Gewalt kommt in allen Nationen, Bevölkerungsschichten und Altersgruppen vor. Frauen sind besonders häufig betroffen.
- 25% aller Frauen erleben körperliche und/oder sexuelle Gewalt in ihrer Partnerschaft.
- 24 % der Frauen werden Opfer von Stalking.
- 42% der Frauen erleben Formen von psychischer Gewalt.
Die Tütenaktion ist zugleich ein Aufruf, Belästigung nicht zu dulden, sich und Betroffenen Hilfe zu holen und Unterstützung anzubieten: „Setzen Sie ein Zeichen, dass Gewalt in unserer Gesellschaft keinen Platz hat“, fordert Monika Kraft, die Gleichstellungsbeauftragte der Stadt Würzburg auf.
Kontakt:
Gleichstellungsstelle der Stadt Würzburg, Marktplatz 9, 97070 Würzburg, Tel.: 0931/37 – 3568; Instagram: gleichstellung_wue; Mail: Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!
Beratungsangebote für Frauen in Würzburg:
Frauennotruf bei Wildwasser Würzburg e.V., Tel. 0931/‘13287
Frauenhaus der Arbeiterwohlfahrt, Bezirksverband Unterfranken e.V., Tel. 0931/619810
Frauenhaus im SkF, Sozialdienst katholischer Frauen e.V. Würzburg, Tel. 0931/4500777
Bundesweites Hilfetelefon Gewalt gegen Frauen, Tel. 116 016
Information und Unterstützung durch die Polizei:
Beauftragte der Polizei für Kriminalitätsopfer, Polizeipräsidium Unterfranken, Tel. 0931 4571074
in akuter Notsituation: Polizeinotruf 110
BU: v.li: Elke Siebenlist (Bäckerei Hanselmann), Corinna Kuhn (Vollkornbäckerei Köhlers), Elke Schrapp (Katholischer Deutscher Frauenbund), Elisabeth Kirchner (Wildwasser Würzburg e.V.), Christian Englert (Bäckerei Brandstetter), Oberbürgermeister Christian Schuchardt, Monika Kraft (Gleichstellungsbeauftragte), Theresa Jörg (SkF Frauenhaus), Daniela Autering (Gleichstellungsstelle Stadt Würzburg), Freya Altenhöner (Arbeitsgemeinschaft Würzburger Frauen und Frauenorganisationen), Theresa Hauff (AWO Frauenhaus), Bianca Fischer (Das Brothaus).
Auf dem Foto fehlen: Sebastian Düll (Die Brotbäckerei Düll), Steffen Rösner (Rösners Backstube), Guido Keupp (Kantine der Stadt Würzburg) und Burkhard Schiffer (Bäckerei Schiffer).
Foto: Claudia Lother