Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Kein Gendern in staatlichen Behörden - Bayerns Innenminister Joachim Herrmann bekräftigt: Amtliche Rechtschreibregeln sind einzuhalten - Broschüre mit Tipps für sprachliche Gleichberechtigung

 

Angesichts der aktuelle Debatte um das 'Gendern' in der deutschen Sprache hat Bayerns Innenminister Joachim Herrmann bekräftigt: "Unsere staatlichen Behörden haben sich an die amtlichen Rechtschreibregeln zu halten. Das gibt die von der Staatsregierung erlassene 'Allgemeine Geschäftsordnung für die Behörden des Freistaates Bayern' verpflichtend vor." Laut Herrmann sind beispielsweise Gendersternchen und die Nutzung des großen Binnen-I in der Schriftsprache entsprechend den Empfehlungen des Rats für deutsche Rechtschreibung nicht zu nutzen. "Wir legen großen Wert auf eine korrekte und verständliche Sprache", betonte Herrmann. Das 'Gendern' verunstalte regelwidrig und völlig unnötig die deutsche Sprache. "Uns ist die sprachliche Gleichberechtigung von Frauen und Männern in der Alltagssprache von Behörden genauso wichtig wie in Rechts- und Verwaltungsvorschriften", machte der Innenminister deutlich. "Wer behauptet, dafür braucht es das 'Gendern', beherrscht offenbar die deutsche Sprache nicht."

Herrmann verweist auf die Broschüre 'Freundlich, korrekt und klar - Bürgernahe Sprache in der Verwaltung', die das bayerische Innenministerium schon im vergangenen Jahr als Hilfestellung an alle Ressorts der Bayerischen Staatsregierung, die Verwaltungsgerichtsbarkeit sowie an die staatlichen Verwaltungsbehörden im eigenen Geschäftsbereich versandt hat und die auch im Internet abrufbar ist. Die Broschüre erläutert anhand von konkreten Beispielen, dass Gender-Schrägstriche, Klammern, großes Binnen-I oder Sternchen vermieden werden sollen. "Für eine geschlechtergerechte Sprache bieten sich insbesondere neutrale Formulierungen wie 'Beschäftigte' statt 'MitarbeiterInnen' und Paarformeln wie 'Bürgerinnen und Bürger' statt "Bürger*innen' an", so der Innenminister.

 

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etmesinin ardından iki yıl sonra, 1950’de aldığı kararla 10 Aralık’ı Dünya İnsan Hakları Günü ilan etti. Dünya genelinde 10 Aralık, her yıl Dünya İnsan Hakları Günü olarak çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.
 
 
Temel insan haklarının küresel çapta korunmasında bir dönüm noktası olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünün 75. yılının kutlandığı bu yılki Dünya İnsan Hakları Günü’nün teması “Özgürlük, Eşitlik ve Herkes İçin Adalet”. 2023 teması çerçevesinde tüm dünyada çeşitli etkinlik ve kampanyalarla kutlanacak Dünya İnsan Hakları Günü’nde özellikle gençler arasında insan haklarının evrenselliği ve bölünmezliği konusundaki bilginin artırılması ve insanların hakları için mücadele etme ve sorumluluk alma konusunda güçlendirilmesi amaçlanmaktadır.
 
BM yaptığı açıklamada, 75 yıldır İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin temel amacının toplumlara eşitliği, temel özgürlükleri ve adaleti aşılamak olduğunun altını çizerek, Beyanname’nin tüm insanların haklarını koruduğunu, uluslararası, ulusal ve yerel yasa ve politikalar için küresel bir plan olduğunu ve 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi’nin temelini oluşturduğunu kaydetti. 
 
BM Genel Sekreteri António Guterres de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin gerilimlerin çözülmesine ve dünyamızın arzuladığı güvenlik ve istikrarın yaratılmasına yardımcı olabilecek ortak değerlere ve yaklaşımlara giden yolu gösterdiğine dikkat çekti.
 
 
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, “10 Aralık İnsan Hakları Günü” münasebetiyle yayımladıkları mesajında,
 
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişinin 72’nci yıl dönümünde, vatandaşlarımla beraber tüm insanlığın 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nü tebrik ediyorum.
 
72 yıl önce daha adil, daha özgür, daha insan odaklı bir dünya idealiyle kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, uluslararası topluma sorumluluklarını hatırlatan önemli bir belge olma özelliğini halen koruyor.
 
Yönetim sistemini “insanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesi üzerine inşa eden bir ülke olarak, hayata geçirdiğimiz reformlarla vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini kısıtlayan pek çok engeli ortadan kaldırdık.
 
Demokrasimizi güçlendirerek, hukukun işleyişini hızlandırarak, hak arama yollarını genişleterek ülkemizi hak ve özgürlükler alanında 18 yıl öncesine göre çok daha ileri bir noktaya taşıdık.
 
Milletimizin talep ve beklentileri doğrultusunda, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar çerçevesinde reform irademizi kararlılıkla sürdürüyoruz.
 
 
Günümüzde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne en büyük tehdidi, kültürel ırkçılık, yabancı karşıtlığı ve İslam düşmanlığı oluşturuyor.
 
Batı toplumlarında Kovid-19 salgınıyla beraber başta inanç ve ibadet hürriyeti olmak üzere beyanname ile güvence altına alınan vazgeçilemez hakların kullanımına yönelik engellerin arttığını görüyoruz.
 
Milyarlarca Müslümanın yaşam hakkından adil yargılanma hakkına kadar temel özgürlüklerinin ayaklar altına alındığı, ifade hürriyeti kisvesi altında mukaddes değerlerin aşağılandığı, nefret dilinin medya organları ve devlet başkanı seviyesinde teşvik edildiği vahim bir tabloyla karşı karşıyayız.
 
 
Üyesi olduğumuz tüm uluslararası platformlarda bu tehditleri dile getiriyor, ırk, din, dil ayrımı gözetilmeden İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin tam manasıyla uygulanması için mücadele veriyoruz.
 
Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Günü’nün bu yılki temasının “DAHA İYİ İYİLEŞ–İNSAN HAKLARINA SAHİP ÇIK” olarak belirlenmesini, bu bakımdan son derece isabetli buluyoruz.
 
Kovid-19 salgını sonrası yeniden şekillenecek dünyada tüm politikaların insan hakları ekseninde yapılandırılması ve yaşanan adaletsizlikleri giderecek etkin mekanizmaların geliştirilmesi gerekiyor.
 
Türkiye, tarihinden ve medeniyet değerlerinden aldığı ilhamla temel özgürlüklerin korunması için mücadele etmeye ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile bundan 72 yıl önce güvence altına alınan haklarına hala kavuşamamış milyonlarca insana umut ışığı olmaya devam edecektir.
 
 
Bu düşüncelerle, 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nü bir kez daha tebrik ediyor, gelecek günlerin tüm dünyaya sağlık, barış, refah ve huzur getirmesini diliyorum.
 
Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habip Oğlu, “ABTTF olarak tüm insanların Dünya İnsan Hakları Günü’nü içtenlikle kutluyoruz. BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünün 75. Yılında demokrasinin beşiği olmakla övünen, Avrupa Birliği’nin eski üyelerinden ülkemiz Yunanistan, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Batı Trakya Türklerinin varlığını, kimliğini inkar ediyor. Ülkemiz, aleyhindeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına rağmen derneklerimizin tüzel kişiliğini iade etmiyor, resmi kayıt taleplerini ısrarla reddediyor. Toplumumuzun haklarını tamamen barışçıl ve hukuka uygun olarak savunan temsilcilerimiz siyaset ve ana akım medyada hedef gösteriliyor. Özerk statüdeki ilkokullarımız kapatılıyor, ülkemizde anaokulu öğretimi zorunlu olmasına rağmen Batı Trakya’da çift dilli Türk azınlık anaokulu kurulmasına yönelik taleplerimizi yetkili makamlar sürekli görmezden geliiyor. Ülkemiz ve anavatanımız arasındaki ikili ilişkilerde son dönemde oluşan pozitif gündemin toplumumuzun sorunlarının çözümüne de yansımasını ümit ediyor, ülkemizden ikili ve uluslararası antlaşmalardan doğan haklarımıza saygı göstermesini istiyoruz. Azınlık hakları insan haklarıdır!” açıklamasında bulundu.

 

Der zum 8. November dieses Jahres neu ernannte Integrationsbeauftragte der Bayerischen Staatsregierung Karl Straub, MdL, hat sich in den ersten 30 Tagen einen guten ersten Eindruck verschafft und dringenden Handlungsbedarf in mehreren Bereichen festgestellt: „Der Bereich Asyl, Integration und Migration ist momentan extrem aufgeheizt. In aktuellen Debatten werden Geflüchtete oft idealisiert oder verunglimpft – Graubereiche gibt es kaum. Bei all den Herausforderungen für die Gesellschaft darf die Menschlichkeit nicht auf der Strecke bleiben. Wir müssen illegale Migration begrenzen – aber immer human und mit Augenmaß handeln. Dafür braucht es vor allem Herz, aber auch Verstand“, fordert Straub. 

 

Der Beauftragte hat in den ersten Wochen seiner Amtszeit bereits viele wichtige Stakeholder kennengelernt, beispielsweise mit den Mitgliedern des Bayerischen Integrationsrats über Voraussetzungen für gelingende Integration diskutiert, sich mit dem Bayerischen Beauftragten gegen Antisemitismus über wachsende Judenfeindlichkeit ausgetauscht, sich ein Bild von den Bedingungen der Menschen in Ankereinrichtungen gemacht und den oberfränkischen Integrationspreis an verdiente ehrenamtlich organisierte Projekte verliehen. „Das war nur der Anfang“, so der Beauftragte weiter, „ich begreife dieses Themenfeld ganzheitlich, möchte auch zu unangenehmen Terminen, wo der Schuh drückt und die Menschen nicht mehr weiterwissen. Ich will dieses Amt mit Leib und Seele ausfüllen.“

 

Straub ist dieser Themenbereich nicht unbekannt. Er bearbeitete über zehn Jahre im Petitionsausschuss des Bayerischen Landtags Petitionen und Eingaben im Bereich Asyl, kennt daher Probleme, die jeweiligen staatlichen Strukturen und rechtliche Möglichkeiten. „Ich schöpfe in meinem Wirken aus jahrelanger Erfahrung. Meines Erachtens sollten wir die Möglichkeiten der Freiwilligen Rückkehr deutlich ausbauen, anstatt gebetsmühlenartig mehr Abschiebungen zu fordern, die zum aktuellen Zeitpunkt ohne rechtliche Änderungen und Rückübernahmeabkommen mit dem jeweiligen Herkunftsland nur leere Versprechen sind“, konstatiert der Beauftragte.

 

In seiner Arbeit unterstützt wird der Beauftragte durch seine Geschäftsstelle, die bspw. Öffentlichkeitsarbeit betreibt, Termine vorbereitet und Bürgeranfragen bearbeitet: „Ich möchte mich ganz herzlich bei meinem Team für die leidenschaftliche und kompetente Unterstützung in den ersten Tagen bedanken“, so der Beauftragte abschließend.

 

 

BERLİN (AA) - Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sebastian Fischer, ABD’nin işgal altındaki Batı Şeria’da yaşanan şiddet olaylarıyla bağlantısı olan kişilere vize yasağı getireceği açıklamasından memnuniyet duyduklarını söyledi.

 

Fischer, Berlin’de düzenlenen basın toplantısında ABD’nin Batı Şeria’da şiddet uygulayan Yahudi yerleşimcilere vize yasağı uygulayacağını duyurmasının ardından Almanya’nın Avrupa Birliği'nde (AB) benzer adımların atılması için çaba sarf edip etmeyeceğine ilişkin soruyu yanıtladı.

Alman hükûmetinin her zaman yerleşimci şiddete ilişkin net bir tutum sergilediğini aktaran Fischer, "İşgal altındaki Filistin topraklarında yerleşim yerlerinin genişletilmesini açık bir şekilde reddediyoruz. Bu (yerleşim yerlerinin genişletilmesi), müzakere edilmiş ve adil iki devletli çözümle açıkça çelişiyor ve zaten gergin olan güvenlik durumunu daha da kötüleştiriyor." dedi.

 

Fischer aynı zamanda yerleşimcilerin Filistinlilere karşı uyguladıkları şiddeti de kınadıklarını yineleyerek şöyle konuştu:

"Bu, son dönemde o kadar korkutucu boyutlara ulaştı ki birçok aile korkudan evlerini terk etti ve çok sayıda ölüm olayı yaşandı. Bu hiçbir şekilde kabul edilemez. Biz Filistinlileri radikal yerleşimcilerin faaliyetlerinden korunması ve sorumlulardan hesap sorulması için İsrail’e sürekli çağrıda bulunuyoruz. Filistinli aileler atalarının oturduğu yerlerde ve topraklarında korkusuzca yaşayabilmeli. Bundan dolayı ABD'nin de bizim kadar net bir tutum sergilemesini ve ülkeye giriş kısıtlaması gibi somut önlemleri memnuniyetle karşılıyoruz."

Sözcü Fischer, bu konunun Avrupa düzeyinde ilerletilmesinin kendileri için önem taşıdığını dile getirerek "Bunu yapıyoruz ve pazartesi günü AB Dışişleri Bakanları Konseyinde bu tartışmaya aktif olarak katılacağız." açıklamasında bulundu.

 

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Batı Şeria'da barış, güvenlik ve istikrarı baltalayan kişileri hedef alan yeni bir vize kısıtlama politikası uygulanacağını bildirerek yaptırım uygulanan kişilerin birinci dereceden akrabalarının da kısıtlamalara tabi olabileceğini ifade etmişti.

 

BERLİN (AA) - Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, ülkesinde 2011'de zorunlu askerliğin kaldırılmasını "hata" olarak nitelendirdi.

Pistorius, Die Zeit gazetesine verdiği röportajda, ülkeyi ve (NATO) ittifakı savunma görevinin mümkün olan en iyi şekilde yerine getirebilmesi için Alman ordusunun yapısının nasıl değiştirilebileceğine dair planların 2024'ün mart sonuna kadar kendisine sunulması talimatını verdiğini söyledi.

 

"Zorunlu askerlik uygulaması geri gelebilir mi?" sorusu üzerine Pistorius, "Bunu (zorunlu askerliği) kaldırmak hataydı. Şimdi bunun yeniden uygulamaya konulması anayasal ve yapısal sorunlara yol açıyor ancak bu konudaki tartışmanın yeniden ivme kazanacağını düşünüyorum." dedi.

Pistorius, ekim sonunda yaptığı açıklamada, Almanya'nın savunma harcamalarını artırması ve silahlı kuvvetlerin modernize edilerek yeni güvenlik sorunlarıyla başa çıkabilecek hale getirilmesi gerektiğini belirterek "Avrupa'da bir savaş tehdidi olabileceği fikrine alışmalıyız ve bu da savaşa hazır olmamız gerektiği anlamına geliyor." ifadelerini kullanmıştı.

 

Almanya'nın yaklaşık 181 bin askeri bulunuyor. Bu sayının 2031'e kadar 203 bine çıkarılması hedefleniyor ancak bu sayının da ülke savunması için yeterli olmayacağı savunuluyor.

Zorunlu askerlik uygulaması, 2011'de dönemin Başbakanı Angela Merkel liderliğindeki Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ve Hür Demokrat Parti (FDP) koalisyon hükümeti tarafından kaldırılmıştı ancak Rusya-Ukrayna Savaşı'nın başlamasının ardından ülkede zorunlu askerliğin yeniden uygulamaya konulmasına ilişkin tartışmalar yoğunlaşmıştı.

 

BERLİN (AA) - Fransız otomobil üreticisi Renault, gelecek yıllarda üretim maliyetlerini önemli ölçüde azaltmayı ve Bursa’daki fabrikasında dört yeni model üretmeyi planlandığını duyurdu.

Şirketten yapılan açıklamada, araç başına üretim maliyetlerini düşürmenin planladığı belirtildi.

 

Açıklamada, “Renault Grubu 2027'ye kadar araç başına üretim maliyetlerini içten yanmalı araçlarda yüzde 30, elektrikli araçlarda ise yarı yarıya azaltmayı hedefliyor” ifadesi kullanıldı.

Yeni planın Renault'u daha esnek, daha verimli ve daha rekabetçi hale getireceğine dikkat çekilen açıklamada, yeni modellerin geliştirme süresinin de üç yıldan iki yıla indirileceği aktarıldı.

 

Renault Grubu tesislerinde 8 yeni Renault aracın üretileceğinin hatırlatıldığı açıklamada, "Renault’un Türkiye'deki Bursa tesisinde 2027'ye kadar dört yeni modelin üretiminin planlandığı” belirtildi.

BERLİN (AA) - Almanya'nın Bavyera eyaletinde geçen hafta etkili olan kar yağışı nedeniyle havalimanında kalan yaklaşık 13 bin valizin sahiplerine teslim edilmeyi beklediği bildirildi.

Havalimanından yapılan açıklamada, olumsuz hava koşulları nedeniyle yüzlerce uçuşun iptal olduğu ve yaklaşık 13 bin valizin havalimanında kaldığı ifade edildi.

Valizlerin sahiplerine teslimi için tasnif edildiği aktarıldı.

 

Hava trafiğinin hafta sonuna kadar normale dönmesinin beklenmediği ve bu nedenle de valiz sayısının artabileceği belirtildi.

Münih'te geçen hafta yoğun kar yağışı ve buzlanma sebebiyle Münih Havalimanı iki gün kapalı kalmıştı.

 

BERLİN (AA) - Almanya'da yapılan bir ankette hükümetten memnun olmayanların oranının yüzde 82 olduğu bildirildi.

ARD televizyonunun 4-6 Aralık'ta yaptırdığı, 1300 kişinin katıldığı ankete göre, iktidarın çalışmalarından memnun olanların oranı yüzde 17, memnun olmayanların oranı ise yüzde 82 olarak belirlendi.

Anket sonucuna göre, koalisyon ortaklarından Sosyal Demokrat Partinin (SPD) oy oranı geçen aya göre yüzde 16'dan yüzde 14'e düştü. Yeşiller Partisi oylarını bir puan artırarak yüzde 14'ten yüzde 15'e çıkarırken, Hür Demokrat Parti'nin (FDP) oyları değişiklik göstermedi ve yüzde 4'te kaldı.

 

Muhalefette bulunan Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) yüzde 32 oy oranıyla, en çok oyu alabilecek parti olarak ön plana çıktı.

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) ise bir puanlık düşüşle yüzde 21'e gerilerken, en güçlü ikinci siyasi parti konumunu sürdürdü.

 

- Şansölye Scholz'e destekte gerileme

Öte yandan Şansölye Olaf Scholz'un çalışmalarından memnun olanların oranı sadece yüzde 20 olarak tespit edildi.

Bu oran, ARD'nin 1997'den bu yana yaptırdığı anketlerde, bir başbakan için elde edilen en düşük oran oldu.

 

Hükümete iklim kriziyle yeterince mücadele etmediği, göç politikası ve yaşanan bütçe krizini yönetemediği eleştirisi yapılıyor.

Ankete katılanların Başbakan Scholz'un özellikle krizlerle mücadelede yetersiz kaldığı ve iletişim sıkıntısı olduğunu vurguladıkları belirtildi.

 

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz, ülkesindeki Yahudilerle dayanışma gösterilmesini istedi.

Scholz, Hanuka Bayramı nedeniyle Berlin'de düzenlenen etkinlikte yaptığı konuşmada, "Yahudi komşularımıza, dostlarımıza ve meslektaşlarımıza şefkat ve dayanışma göstermek bugünlerde özellikle önemlidir" dedi.

 

İsrail-Hamas çatışmasının ardından Almanya'daki Yahudi cemaatini ve onlara ait meskenleri koruduklarına işaret eden Scholz, "Burada verilen tepkilerden sonra bunun gerekli olması hem üzücü hem de korkutucudur. Yahudi yurttaşlarımızın dinlerini, kültürlerini, günlük yaşamlarını açıkça yaşamaktan, toplumumuzdaki tüm insanların ayrım gözetmeksizin sahip olduğu temel bir hak olan görünür olma hakkını kullanmaktan korkmalarını kabul etmiyoruz." diye konuştu.

 

Scholz, Almanya'da polis ve yargının her türlü antisemitizm ve Yahudi düşmanlığına karşı işlem yaptığını sözlerine ekledi.

CENEVRE (AA) - Uluslararası kuruluşlar, Gazze'nin 2,3 milyonluk nüfusunun yeterli gıda ile temiz suya ulaşamadığını ve yetersiz beslenme sorunuyla karşı karşıya olduğunu bildirdi.

Birleşmiş Milletler (BM) kurumları, Türk Kızılayın da aralarında bulunduğu uluslararası kuruluşlar, Gazze'deki insani duruma ilişkin ortak yazılı açıklama yaptı.

 

Açıklamada, "Gazze'deki insani durum felaket boyutunda ve bu tanık olduğumuz en kötü olaylardan biri. Çatışmalar devam ederse durum daha kötüye gidecek. Sivil nüfus çaresiz ve büyük çoğunluğu insani yardım ile korunmaya ihtiyaç duyuyor." ifadeleri yer aldı.

Gazze'de 1,8 milyondan fazla kişinin (nüfusun yaklaşık yüzde 80'i) yerinden edildiği belirtilen açıklamada, bunların çoğunun BM Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansının (UNRWA) kamplarının çok kalabalık ve buralardaki hijyen şartlarının son derece düşük olduğu kaydedildi.

 

Açıklamada, "Gazze'nin 2,3 milyonluk nüfusunun tamamı yeterli gıda ile temiz suya ulaşamıyor ve yetersiz beslenme sorunuyla karşı karşıya. Sağlık tesisleri, su ve sanitasyon dahil Gazze'deki sivil altyapıya verilen hasarın boyutu göz önüne alındığında salgın riski çok yüksek." denildi.

Çatışmaların "sona ermesi" çağrısına yer verilen açıklamada, insani yardımın ölçeği ve kapsamının büyük oranda genişletilmesi ile sürdürülebilir olması gerektiği vurgulandı.

 

- "Gazze'ye tıbbi malzeme ve ekipmanların dağıtımının hızlandırılması gerekiyor"

Açıklamada, "Kerem Şalom geçiş noktasının açılması dahil Gazze'ye ek erişim noktaları aracılığıyla yardım ölçeğinin artırılması, onay ve denetim süreçlerinin kolaylaştırılması gerekiyor. Refah Kapısı böyle bir kapasiteyi barındıracak şekilde inşa edilmediğinden buna ihtiyaç var." ifadeleri kullanıldı.

Gazze Şeridi'nde güvenli, engelsiz ve koşulsuz temiz su, gıda ve barınmanın sağlanmasına öncelik verilmeye devam edilmesinin önemine vurgu yapılan açıklamada, başta çocuklar olmak üzere kritik durumdaki yaralıların sağlık taramasının yapılması ve Gazze dışındaki tıbbi tesislere nakledilmesinin hızlandırılmasına ihtiyaç duyulduğu kaydedildi.

Açıklamada, Gazze'ye tıbbi malzeme ve ekipmanların dağıtımının hızlandırılması gerektiği belirtilerek, yakıt tedarikinin de sağlanmasının büyük öneme sahip olduğuna işaret edildi.