Avrupa'da haklı olmak yetmiyor

Yaşadığımız birçok Avrupa ülkesinde haklı olmanın yolu güçlü olmaktan geçmektedir. Eğer haklarınızın alınacağı devletler veya kurumlar karşısında gücünüz yoksa haklarınızı almakta binbir güçlükle karşılaşırsınız ve çoğu zaman da başarısız kalırsınız. Bu durum sadece zaman içerisinde ortaya çıkabilecek hukuki hak talepleriyle alakalı değildir, insanlara ait temel hak ve hürriyetler konusunda da böyledir. Mücadele edip elde edemediğiniz sürece haklarınız, raflardaki kitaplarda, siyasetçilerin nutuklarında, genel tabiri ile kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur.

Değişen dünyada her ne kadar temel hak ve hürriyetler konusunda bir hayli açılımdan söz edilse de gerçek hayatta yaşadıklarımız, devletlerin çeşitli bahanelerle insanlara ve belli topluluklara bırakınız yeni haklar vermeyi, ellerindeki kazanılmış hakların geri alınması için bile var güçleri ile çalıştıklarını göstermektedir. Bu hususta o ülkelerin demokrasi ile yönetilip yönetilmemelerinin ne yazık ki fazla ehemmiyeti kalmamıştır. Son yıllarda Almanya, Fransa, Avusturya, Hollanda ve başka ülkelerde görülen ve genellikle inanç ve düşünce hürriyeti bağlamında getirilen/getirilmek istenen kısıtlamalar giderek büyüyen insan hakları ihlallerine dönüşmektedir. Zamana ve zemine göre, dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan hadiseler bahane edilerek yabancılar, Müslümanlar ve bilhassa Türkler üzerinde bir baskı iklimi oluşturulmaktadır.

Almanya örneğinden hareket edersek, her ay yabancılara karşı eylemlerin sayısı 1000 civarında seyrederken, hükümetler ve devletin güvenlik organları bunlarla mücadele etmek yerine açıkça yabancılarla mücadele gayretindedirler. Hakkında yıllardır hukuki herhangi bir süreç yaşanmamış yabancılara ait kuruluşlar, aşırı odakların veya aşırı odakların daimi temsilcilerinin yaygaraları ile delilsiz, ispatsız sırf geleceğe yönelik niyet okumaları ile baskı altına alınmaktadır. Bununla, şimdiye kadar yaşadıkları ülkeye sadakatle bağlı kalmış, hizmet etmiş, katkıda bulunmuş kişi ve zümrelere karşı hiç de adil olmayan, vefa ve hakkaniyet duygusundan yoksun davranışlar sergilenmektedir. Kabul edilemeyecek bu durumu, bilhassa geleceğini bu ülkede gören genç nesiller anlamakta zorlanmaktadırlar. Benzer durumlar, Almanya dışında birçok ülkede yabancılar ve özellikle Türkler için sıradanlaşmaktadır.

Geçmişte çokça görüldüğü gibi, bu hallerde insanlar ya ölçüsüz reaksiyon gösterirler veya hayalci kurtuluş reçetelerinin peşine düşerler. Gerçekçi olmayan çabaların bir fayda sağlamadığı ise tecrübe ile bilinmektedir. İhtiyacımız olan şey, yaşadığımız ülke şartlarına göre kalıcı çözümlerin neler olabileceği hususunda kafa yormak ve elde edilen neticelere göre kısa, orta ve uzun vadeli planlar dahilinde gayret göstermektir. Bunun ancak donanımlı olduğu kadar idealist, azimkâr, fedâkar kişilerin çalışmalarıyla gerçekleşebileceği açıktır. Aslında gerek Almanya’da gerekse diğer Avrupa ülkelerinde böyle kadrolar vardır, ancak âtıl vaziyettedirler. İçinde bulunduğumuz ve gelecekte bizi daha çok rahatsız edecek şartlardan dolayı, Avrupa’daki Türk Toplumu bu konulara daha fazla eğilmek ve aktif olmak mecburiyetindedir.

Alman Anayasa’sının girişinde yazılı olan ‘insan onurunun dokunulmazlığı’ ilkesi ile haklı olarak övünen Almanya’nın ve benzer Avrupa ülkelerinin; ikili anlaşmalarla ülkelerine gelmiş, imarına, inşasına, kalkınmasına omuz vermiş ve geleceğini buraya göre endekslemiş insanlara karşı bu ilkeyi kolaylıkla unutması kabul edilebilir bir davranış değildir. Kültürel, sosyal ve dini alanlarda yapılmak istenen müdahaleler, birlikte yaşama arzularını körelten ve toplum barışını tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Birçok Avrupa Birliği (AB) ülkesinde birbirine paralel şekilde uygulama alanına konmak istenen davranışlar, dünyamızı saran salgın sebebiyle toplumlararası münasebetlerin daha hassas ele alınmasının gerektiği bir dönemde, siyasi veya hukuki kriterler kadar insani ve vicdani kriterleri de zorlamaktadır.

İçine girdiğimiz bu fasit daireden çıkılması ve huzurlu bir geleceğin inşası için belki de bizden fazla gayret etmesi gerekenler, yaşadığımız ülkelerin yöneticileri ve sorumluluk sahipleridir. Bu çevrelerin öncelikle ‘hak güçlünündür’ prensibini terk etmeleri, haklının hakkını bahanelerin ardına sığınmadan verme noktasına gelmeleri gerekmektedir. Ancak bu bir anlayış meselesidir ve Avrupa söz konusu bu müspet çizgiye gelmemek için elinden gelen direnci göstermektedir.

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

https://www.latifcelik.de