İyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan kutlu ses

Türklerde müzik, Türk tarihi kadar eskiye gitmektedir. Bir çok tarihçi ve müzikolog, en az 6.000 yıldan günümüze kadar devam eden bir Türk musikî tarihinden bahsetmektedir. Türklerde müzik yalnızca zevk, neşe, aşk, hüzün ve eğlenceyle sınırlı değildir: devlet ve millet birliğini oluşturan, savaş sırasında orduya o şevk ve duyguyu veren, onun yürüyüş ve hareketini düzenleyen de yine ses ve ritimdir. 

Çalgılarımızdan bir örnek verecek olursak, günümüze dek Türk dünyasına hâlen eşlik etmekte olan en yaşlı ata çalgılarımızdan biri olan Kopuz, bunlar arasında akıllarımıza ilk gelenidir. Peki; Türk milletinin nal izi bıraktığı geniş coğrafyalarda asırlarca yankılanan bu kutlu ses, yüzyıllar içinde ne çaldı, ne anlattı insanlara? Ya da, bu ses, sadece bir çalgımıydı?

Kopuz, muhakkak yalnızca bir calgı değildir: bu çalgıyla elde edilen ses ve âhenk ilk olarak ruhsal ve diğer hastalıkların tedavisinde kullanılması özelliğiyle, kısacası iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan kutlu ses diye de bilinmektedir. Kopuz, tarihsel yolculuğu boyunca Orta Asya’nın uzayıp giden ovaları ve derin bozkır ve vadilerinde Türkler için velîlik, bir ululuk sembolü de olmuştur her zaman. Hatta bir çoğumuz da biliriz ki, at üstünde ve belinde pusatıyla birlikte, omzunda çalgısıyla savaşa adeta bir düğün ve bayram havasında giden belki de tek milletizdir.

Peki; Kopuzun ya da diğer ata çalgılarımızın dünya müziğine katkısı olmuşmudur? Eğer öyleyse, bunlar nedir? Bu sorunun cevabı hem müzik bilimi açısından, hem de tarihsel bakımdan, kesin bir evet ile cevaplanmalıdır. Hatta diyebiliriz ki; dünya müziği adına da Kopuz’un dünya çapında ciddi bir etkileşiminden söz etmek durumundayız: ancak, ne yazık ki, bir çok farklı diğer konuda da olduğu gibi, gerçekten bizim, bizden ve biz olanı dışarıdan ya da başkalarından duyup öğrenince benimsiyoruz veya öğreniyoruz. Böylesi gerçeklerden, tarih-kimlik-bilinç üçgeninde bu denli büyük bir öneme haîz bir gerçeklikten bîhaber yaşayan herhâlde başka bir millet te yoktur yerküre üzerinde. Kaldı ki, batılıların da Türk musîkisini ısrarla Arap ve Acemlere mal etme çabalarını da gayet yakinen biliyoruz. Íayet, burada konu objektiflik ise, bir Arap düşünür ve tarihçi olmasına rağmen İbn-i Haldun Mukaddime’nin ve musikiye değindiği kısmında Araplarda İslam’dan önce kaydadeğer bir musikînin bulunmadığıdır. Varın tarih ve döneme göre bir kıyaslamayı siz yapın.

Yukarıda bahsettiğim katkıya gelirsek; bunun adı pentatonizmdir. Siz değerli ilgili ve okuyucuları bilgilendirmek adına kısaca anlatacak olursak; bildiğiniz üzere müzikte 7 farklı ses vardır, pentatonizmde ise 5. İsmini de zaten Antik Yunanca beş anlamına gelen penta kelimesinden alır. Günümüzde bu sistemi nerelerde duyabiliriz dersek: bu aralıklara, geniş Asya’da hemen hemen bütün ülkelerde olduğu gibi Anadolunun bazı illerinde (örn. Íanlıurfa, Erzurum, Konya, Safranbolu, Eskişehir) rastlarız. Ancak Asya ve Avrupa ile sınırlı olmayıp pentatonik düzen, Amerika’daki caz ve blues müziğinde de sıklıkla kullanılan bir ses aralığıdır. Pentatonik bir müzikâl kulağımıza geldiğinde  beyinlerimizde bir doğu ve uzak doğu imajı uyandırır.

Bir imparatorluk enkâzından dirilen Cumhuriyetimizin henüz genç çağlarında Atatürk’ün isteği ile Türk müziği ile dünya müziğini harmanlamak ve teorik bilgilerle yurda dönmeleri için Avrupa’ya yolladığı Türk Beşlerivardır. Müziğimizde müstesnâ bir yer edinen bu seçkin 5 musikîşinas genç kişiden birisi merhum Ahmet Adnan Saygun’dur. Saygun yurda döndükten sonra Atamız kendisinden Türk musîkisi hakkında bir araştırma yapmasını ister. Bu büyük üstad Ata’ya daha sonra sunduğu  raporda şu tespitlerine yer verir: ”Türklük camiasına dahil mütekâmil insanların, duyuşlarını ifade için bugün dahi pentatonik sisteme müracaat etmeleri o sistemin musikîde Türklüğün damgası olduğu neticesine bizi vardırmaz mı?“ Saygun’un  pentatonizmle ilgili neticelendirdiği iki ana fikir şudur: 

  1. Pentatonizm, Türk’ün öz malı ve musikîsinin ana esasıdır.
  2. Pentatonizmin bulunduğu yerlerde ya Türklerin bir kolu vardır veya medeniyetleri oralara kadar uzanmıştır.

Evet; şüphesiz bu da biz Türklerin müzik dünyasındaki haklı övünç kaynaklarından biridir. Bunun içindir ki, aynı kutlu yolu takip etme ülküsünde olan biz Türk müzik ve kültür elçileri açısından bu musikî emektârı merhum Saygun’un ruhunu ve tînini burada rahmetle anmak bir vazîfedir.

Pek saygıdeğer okurlar; bu ilk yazımda sizlere, dünya kültür sahnesindeki mühür ve izlerimizden olan bir konuyu bir nebze aktarmaya çalıştım. Hiçbir kuruma ya da bir gruba yaslanmadan, sadece ve sadece kendi emel, azim ve gayreti ile hizmet vermek isteyen bir müzik eğitmeni olarak da naçizâne fikrim, dileğim, arzum şudur ki; sanatımıza ve kültürümüze gerçek anlamda sahip çıkalım. Zirâ, tarihimizi başkaları yazdıkça, filmlerimizi başkaları çektikçe, ve türkülerimizi başkalarından duyup öğrendikçe, öz değerlerimizi kaybetmemiz içten bile olmayacaktır. Kaldı ki, biz konuşmazsak, başkaları bizim adımıza konuşur; biz söylemezsek, başkaları söyler ve en nihayetinde, Ortaasya’dan Anadolu havzasına kadar geniş bir coğrafyaya hüküm sürmüş bir milletin kültürel zenginliği tarihin küflü sayfalarında kendine yer bulmak için didinen, birkaç oryantalistin egzotik-folklorik bir izdüşümü hâline gelir. Yine öz düşüncemdir ki; özümüz ile özümüzmüş arasında ince bir çizgi olduğu kanaatindeyim her zaman. Bu çizginin müzmüş kısmına indirgenecek ve hapsedilecek olursak yine başkalarının dayattığı yapay ve sahte bir kültürcük edinilecektir. Íu anda tam da buna maruz kalmıyor değiliz maalesef. İşte sırf bu yüzdendir ki; özümüzü bilmemiz, ve bizi bizim de bilmemiz katî ve elzemdir.

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

https://www.latifcelik.de