Müzik ruhun gıdasıdır. Peki, ya yanlış besleniyorsak?

Müziğin duyguları, hissiyatı, kelimeleri ve hatta düşünceleri sesle anlatma sanatı olduğunu söyleyebiliriz. Yalnız müziğin tanımını bunlarla sınırlamamız mümkün değildir. Dünyayı, yaşamı ve hayatı düşündüğümüzde, doğadaki tüm canlıların belirli ritimler hâlinde yaşadığını ve var olduğunu bilirsek, sanırım müziğin ne denli önemli olup vazgeçilmez olduğuna da kanaat getirmiş oluruz.

Müzik, bazen yalnızlığımızı paylaştığımız, bazen büyük kalabalıklarla birlikte eğlendiğimiz, bazen de hatıralarımıza, özlemimize, hasretimize ve duygularımıza eşlik eden bir tercümandır çoğu zaman. Doğumun ardından neşe ile kutlanan melodilerle ve hatta cenazelerde dahi belirli armoniler içinde uğurlamalar yapıldığını düşünürsek müziğin hayatımızın tam ortasında yer alan bir sanat dalı olduğunu görürüz. 

Müzik, bence var oluşumuz gibi mucizevîdir. Literatürde her ne kadar “kelimelerle anlatılamayanı seslerle  anlatma sanatı“ dense de, müziğin kendinden bahsederken tarif edilebilecek, değerini karşılayacak çok da bol sözcük bulamıyoruz maalesef. Ayrıca müziğin vücudumuzdaki etkilerine de göz gezdirecek olursak, müziğe belki de şimdiye kadar hiç farketmediğimiz bir yönden bakmamıza sebep olacaktır.

Beyinin haritasını çıkaran pet sistemi ile yapılan çalışmalarda sağ ve sol yarım kürelerin hangi aktiviteleri yaparken aktif hale geçtiği araştırılmıştır. Daha çok görsellik, yaratıcılık duygusallık bölümünde beynin sağ yarım küresi aktif hâle gelirken sol yarım kürede ise matematiksel, düşünsel ve müziksel kuramların aktif olduğu tespit edilmiştir. Bu iki küre arasındaki bağlantıyı sağlayan korpus kallosum adındaki organımızın müzik ile yoğun bir şekilde ugraşanların özellikle de enstrüman çalan kişilerinin bu organının ileri düzeyde gelişmiş olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu bilgilere ek olarak müziğin bir başka özelliğinden daha bahsetmek isterim. Müziğin, bilindiği üzere, ruh hâlimize birebir etkisinin olduğu katîdir. Bu yüzdendir ki en az 2.000 yıldan buyana müziğin bir tedavi aracı olarak uygulanması yoluna gidilmiştir. Bu tedavi şekli Asya‘da yüzlerce yıldır uygulanarak günümüze dek ulaşmıştır. Tabii bu durum batıda farklı değilse de bazı akıl hastalıkları söz konusu olduğunda Avrupa’da bu tür hastalara yaklaşım oldukça farklıydı. Bunu, yabancı kaynaklardan araştırdığımızda görebiliyoruz. Örnek verecek olursak Eaquriol Rapport daha 1874 senesinde şöyle der: “1818’de Fransa’da akıl hastaları, hayvanlardan ve cânilerden daha kötü muamele görürdü.“ Biz Türkler bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da dikkat çekmiş olacağız ki, son asırda dünyada yetişen en büyük psikiyatrlardan biri olan Dr. Kraft Ebing bir yazısında bundan şu şekilde bahsetmiştir: “Akıl hastalarinı tedavi etmeyi Avrupa, Türklerden öğrendi. Türkler, bizden bir hâyli önce, akıl hastalarını muhâfazaya mahsus hastaneler yapmışlardır.“ Aynı yazar, yine 1897 senesinde yayınladığı Traite Clinique de Psychiatrie isimli eserinde “ilk akıl hastanelerinin Türkler tarafından kurulduğu, akıl hastalarının tedavi yöntemlerinin Türklerden alınarak Avrupa’ya yayıldığı“ bilgisine yer verilir.

Osmanlı devrinde Türklerin, akıl hastaları için inşa ettikleri ilk hastane“ Fatih Dârüşşifasıdır (1470). Yalnız bu kurum zamanın tahribatından kurtulamayıp yıkılmış, daha sonra 2. Beyazıd 1484 yılında Beyazıd Dârüşşifasını yaptırmıştır. Ayrıca bu hastanelerimiz 1600’lü yıllardan sonra Avrupa‘da yapılan hastanelere gerek akustik yapısı, gerekse mimarî yapısı ile örnek olduğu bilinmektedir.

Evliya Çelebi 1653 yılında Beyazid Dârüşşifasını ziyaretinden bahsederken müzikle tedavi konusuna değinmiştir. Çelebî’nin eserinde Neva, Rast, Buselik gibi çeşitli makamların hangi ruhî hastalıkların tedavisine iyi geldiğini ayrı ayrı belirtmesi bilhassa dikkate şayandır. Bir diğer değerimiz olan dünyaca ünlü Türk bilgini Farabî bu makamları şöyle sınıflandırmıştır:

Rast makamı neşe ve huzur, Rehavi makamı sonsuzluk fikri, Neva makamı insana lezzet ve ferahlık, Buselik makamı kuvvet, Hüseyni makamı sükİnet ve rahatlık, Büzürk makamı korku, Hicaz makamı alçak gönüllülük, Saba makamı cesaret ve kuvvet, İsfahan makamı ise haraket kabiliyeti ve güven hissi vermektedir. Bu makamlar tedavilerde kullanılan başlıca makamlardır.

Değerli okurlar; bu yazımı okuduktan sonra size önerim, küçük bir test yapmamız ve Rast makamına, yani neşe ve huzur vermek için kullanılan bu makama bir örnek vererek, ne hissettirdiğine dair bir tecrübe etmemiz. Önereceğim şarkı ise Dede Efendi‘nin eşsiz eseri “Yine bir gülnihâl aldı bu gönlümü” olacaktır. Ve evet, müzik ruhun gıdasıdır diyoruz hep. Mutlaka öyle ama, ya yanlış besleniyorsak kısmına gelecek olursak – sanıyorum müziğin hayatımızdaki önemini yukarıdaki bahsetmiş olduğum bilgilerden sonra bir kez daha görmüş oluyoruz. Bu nedenle, dinlediğimiz müzik tarzına daha da özen göstermeliyiz diye düşünüyorum. Kaldı ki, mâdem ruh hâlimizi bu denli etkiliyor ve madem biz insanların hayatlarında büyük bir yeri var, o hâlde müzik konusunda buna daha fazla dikkat etmeliyiz. Sizlere naçizane tavsiyem; bir müziği dinlerken, solist ise diksiyonuna ve nefesine, enstrümanist ise de icrâsına dikkat ederek müzikalitesini diğerlerinden ayrıştıran noktaları gözlemlemeniz olacaktır. Her ne kadar zevkler ve renkler tartışılır ise de sanat bilimi ya da bazı doğrular bunlara kapalıdır. Ruh gıdamıza dikkat edelim ve bazı müziklerden perhiz edip yanlış beslenmeyelim.

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

https://www.latifcelik.de