Sazının hüzünlü sesi Tanburî Cemil Bey

Bir dönemin geleneksel üslubunu sürdüren üstatlardan Tanburî Ali Efendi’nin “Aksaray’da bir çocuk dinledim. Bir daha tanbur çalmaya tövbe ettim. Kırıp atacağım“ demesi ve üstatlarımızdan olan Cinucen Tanrıkorur’un “Mevlana’nın, ayrılığın acısıla feryad eden neyi gibi, bir ömür boyu hıçkırarak çaldı“ demesi de boşuna değildir merhum üstadımız Tanburî Cemil Bey için. İcra kabiliyetinin sınırlı olduğu düşünülen tanburda, pratiğe geçirerek daha 15-16 yaşlarında yapması herkesi şaşkına çevirip adının şehir efsanesi gibi Istanbul sokaklarında dolaşmasına sebep olduğu bilinmekte. Cemil Bey’in kendi çalgısında ortaya koyduğu yüksek icra performansının 1900’lü yılların başında anlaşılamamasının sebebi, gitmek istediği müzikâl adresin altını dolduracak teknik donanımın o yıllarda İstanbul’da olmamasıydı.

Toplumsal zemini olmayan modernleşme adına herşeyin havada kaldığı bu yıllarda Cemil Bey’in müziğinin sadece hayranlık duyularak dinlendiğini söyleyebiliriz. Kanaatimce Cemil Bey, zamanın ötesinde bir ruh ve teknik duyarlılığa sahipti. Bu yüzden sosyolojik zemin ile aynı düzlemde konumlanmadığı söylenebilir. Anlaşılmamasını buralarda aramak, bana daha akılcı geliyor. Modernleşme tecrübesini üreten toplumsal devinim sadece maddî düzlemde değil, sanatsal verim konusunda da batı dışı toplumların pratiğinden oldukça ötede bir tarihsel birikim ortaya koydu. Müzik eserlerinin nota ile kayıt altına alinmasinin disinda bizatihi teknolojik icatlar yaparak sesi bi nesneye tekrar dinlenebilecek şekilde işleyebilme, çalgıların biçim ve tınısında standartlar oluşturulmasını düşünerek, öğretim metotları bakımından da objektif, ölçülebilen süreçler yerleştirebilme gibi birçok yeniliği doğudan çok daha önceleri uygulamaya koyarak kurumsal birikimler üreten modern batı modernleşmesinin geldigi bu noktayı fark edip müziğimize içeriden ilk tarihsel müdahaleyi yapan kişinin Tanburî Cemil Bey olduğu iddia edilebilir. Tanburi Cemil Bey’in vefatının ardından günün gazetelerinde yayınlanan makalelerin bulunduğu metinlerin bir araya getirildiği kitabi okuduğumuz zaman bu meselelerin o yıllarda sıkça tartışıldığını fark ediyoruz.

Bir makalesinde üstat, müziğimizin yenilenmesinde bazı ihitiyaçlarından bahsediyor ve eleştirilerini öne sürüyor. Mesela saçzarın akordu ve notalı öğretime geçme meselesi, müzik teorisine yönelik çalışmaların yapılması, eserlerin hangi duygu halleri ile icra edileceğine dair işaretlemelerin batı notasında olduğu gibi bizde de bulunması gerektiğine dikkat çekmektedir. Birçok öneri getirmekte, hatta bir makalesinde sarf ettiği “yabancı kulakları gıbta ettirecek“ hâle dönüştürme meselesinden anlaşılıyor ki Cemil Bey, batının müzikal anlamda geldiği noktayı biliyor ve bir kıyas ortaya koyuyor. Yaptığı bu kıyasa göre geleceğin kendisini yenileyip, çağın ihtiyacı olan sesi üreterek modern dünyayı yakalayabilmesi kaygısından doğduğu aşikâr.

Cemil Bey’in modern müziğe bakışını, gelişimciliğini ve yeni öğretim metotlarına olan yanlarını gördük. Diğer yandan kendi sazı olan tanbur icrasındaki ürettiklerine bakacak olursak, özellikle çalınış biçimine getirdiği ses ve dinamizm yapılabileceği hayal edilemeyen pozisyonları oldukça seri bir şekilde ardı ardına sıralaması klasik ağır mızrap yürüyüşü yerine çeşitli çoklu vuruşları denemesi nağmeler arasında hızlı geçişler sayesinde çalgının ifade gücünü inanılmayacak ölçüde arttırmıştır.

Tıpkı tanbur gibi başlıca ana çalgılarımızdan olan bağlamanın 1960‘lardan itibaren icra mantığını sarsan tıpkı Cemil Bey gibi daha önce görülmeyen serilikte çalan hatta yer yer batı armonilerinin sesini yakalayıp akorlar basarak hepimizin aşina olduğu ezgileri zamanın ruhuna uygun yenileyen kendi eserlerinde ürettiği hızlı ve yüksek sesli ritim ile modern insanın ihtiyacı olan müzikal evreni üreten dolayısıyla dışarıda devinip duran yeni hayatla senkronik bağı yakalayan Gencebayın ruh köklerinde mutlaka üstadın tanburda pratiğe geçirdiği yenileşme çabasının izlerini bulabiliriz diye düşünüyorum. Az evvel bahsettiğimiz Cemil Bey‘in “yabancı kulaklara gıpta ettirecek“ sözünün ardından 1960’lı yıllarda popüler anlamda Orhan Gencebay Bey tarafından biçimlendirildiği tartışmaya değerdir. Batılı anlamda virtüöz denilebilecek ileri derecede çalgı icrasının ilk kahramanı olan Tanburî Cemil bey gibi Gencebay da bağlamada ileri çalma yöntemleri üreterek sadece sazında modernleşme seyrini belirlememi, icra ettiği sazın da virtüözlük makâmına ulaşarak kendisinde sonra gelecek kuşaklara müthiş bir alan aralamıştır.

Türk müziğinin iki öz sazı olan ve bize mahsus ses evrenimizin bütün karakteristik kimliğini taşıyan tanbur ve bağlamanın tıpkı ait oldukları toplumsal kütle gibi kendine dair modernleşme pratiği ortaya koyarak  geleceği yeniden dönüştürmeleri ve zamanın ruhunu yakalayıp çağ ile senkronik ilişki kurabilen performansları düşünüldüğünde, Cemil Bey ile Gencebay arasındaki müzikal münasebetin çok daha derin olduğu görülecektir. Cemil Bey’in karakter yapısında halinden ve tavrından da bir kaç söz edecek olursak; kendisini tanıyanların bütün anlatımlarında rastladığımız hüzünlü bir micaza sahip, yüksek sesle güldüğü hiç görülmemiş gururlu, etikve estetik ilkelerinden asla taviz vermemiş, şöhreti sevmeyen, yüzüne karşı övünülmekten hoşlanmayan, suskun bir kişilik olarak tek başına kalmayı tercih eden, kalabalıklardan sürekli kaçan mezarlıklarda yalnız dolaşan kendine has bir şahsiyet olarak anlatılır. Malİmunuz bu hassas duygu durumunun vardıracağı yer adına 1900lerin o çaresiz hastalığı ince hastalıktan, yani veremden başkası değildir. Tanbur Cemil Bey’in hayatındaki büyük yalnızlık, cenazesinde de kendini gösterir: müziğimizin bu büyük dehasının cenazesine sadece 20-30 kadar kişinin geldiğini öğrendiğimizde, üstadın bütün hayatına sirayet eden hüznün bir an sizi de sardığını fark edeceksiniz.

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

https://www.latifcelik.de