Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Senenin son günlerini yaşıyoruz. Caddelerde, alışveriş merkezlerinde ve eğlence yerlerinde müthiş bir hareketlilik var. İnsanlar alabildiğince alışveriş yapıyorlar. Bu olağanüstülük hiç şüphesiz bir iki gün sonra kutlanacak Noel hazırlıkları için. Köşe başlarına açılan sayısız seyyar çam ağacı satıcısı bir taraftan dikkat çekerken diğer taraftan da yılbaşında atılacak havai fişeklerin satıldığı dükkanlar ışıklandırılmış halde. Müthiş bir tüketim ve harcama var. İnsanın bu atmosferden etkilenmemesi mümkün değil.

 

Bu yaz alışılagelmişin dışında, uzun sayılabilecek bir yaz tatili yapma imkanı buldum. Ancak, tatil süresi ne kadar uzun olursa olsun, sayılı gün değil mi? Bir başlagıcı var bir de sonu. İşte bir sona, yani bir yaz tatilinin sonuna daha geldik. Artık ayrılık vakti. Doğduğun, çocukluğunun ve gençlik yıllarının bir bölümünün geçtiği mekanlara veda vakti. Aynı zaman da anne, baba, dost, akraba ve arkadaşlardan da ayrılma vakti. Her ayrılış bir burukluk yaşatıyor insana. Bir yerden ayrılıyorsunuz, diğer bir yere kavuşuyorsunuz. Ayrılma ve kavuşma aynı anda. Halden hale girme sanki. Velhasıl, hem dem yeniden doğuyorsunuz, Yunus’un dediği gibi...

 

Bir Ağustos ayıydı…
Bir Ağustos ayıydı. Lise’den yeni mezun olmuştum. Ülke kan gölüne çevrilmişti. Mahalleler bölünmüştü. Kurtarılmış bölgeler vardı. Yaşım onsekiz bile olmamıştı. Her gün dört, beş vatan evladı, tekbir sesleriyle, bir gül bahçesine girercesine, kara toprağın bağrına düşüyordu. Ülkenin yönetimine el koyacaklar, sonradan itiraf ediyorlar ki, daha çok kan dökülmesini beklemişlerdi. Çünkü 12 Eylül darbesi için gerekceler olgunlaşacaktı. Ve millet bu beylere hak verecekti. 15 Temmuz’da olduğu gibi, namlusunu millete doğrultan askere selam vermeyecek, tankların üstüne çıkacaktı. 12 Eylül’e ramak kala, bu yıl hissettiğim aynı duygularla, bir grup arkadaşla bir veda yemeği yemiştik. Konya’da yemek deyince insanın aklına ne gelir? Elbette etliekmek. Veda yemeğinin parasını o günkü Ocak genel muhasibi İsmail Hakkı Bakır vermişti. Kulakları çınlasın...

 

Otuzyedi yıl sonra...
Ve, bu yıl da, o gün, otuzyedi yıl önce yemekte olan Musa Karacor, Ahmet Çakır ve Osman Güzel ile yine öğle vakti bir veda yemeğinde buluştuk. Yine etkliekmek yedik. Bu yıl bir de akşam veda yemeği organize edildi. Bu yemeğe ilkokul, ortaokul ve lisede birlikte olduğum arkadaşlarım, Hamza Ertaş, Cemil Gülcan, İsmail Karakoca ve değerli dostlarım Bekir Gültekin, Durmuş Karakoca ve bir arkadaşı katıldı. Yemekten sonra veda programımız aynı grupla Havzan’daki Emirgan Nargile’de devam etti. Sohbet halinde geçen programa daha sonra değerli dostlarım Selçuk Üniversitesinden Dr. Hacı Ahmet Şimşek, NEÜ’den Doç. Dr. Birol Mercan ve Doç. Dr. Abdurrahman Dinç, girişimci Ahmet Elden ve Ahmet İzgi eşlik ettiler. Aynı akşam, gazetemiz ‘eurovizyon.com’ köşe yazarlarından Dr. N. Hakan Yıldırım ve Almanya’dan bilgisayar mühendisi Hüseyin Kaya ile tanışma fırsatı buldum...

 

Yaz tatiline geri dönersek. Bu yıl farklı bir tatil programı uyguladık. Önce İzmir ve çevresi, Çeşme-Alaçatı-Urla’yı gezdik. İzmir-Kuşadası arasında Hollanda’dan geri dönüş yapan Ayhan Tamer’in ‘bed and breakfast’ında çay içtik. Selçuk, Kuşadası ve Akören Maket Köy’ü gezdik. Gülseren Yazarel hanımefendinin misafiri olduk. Didim, Bodrum ve Fethiye’den sonra Side-Çolaklı uğradığımız yerler oldu. Ülkemizin güzelliklerini bu köşede paylaşmıştım. Son durak Konya’ydı. Konya ve çevresiyle ilgili yaşadıklarımızı ve nostaljilerimizi de okudunuz. Ancak, bu yıl Konya’yı ziyaret eden Hollandalı dostlarımızı da yazmadan geçemeyeceğim tabiiki.

 

Hollandalı dostlarımız Konya’da...
İlk önce, Hollanda’nın duayen Türk gazetecisi İlhan Karacay misafirimiz oldu. Karacay’la birlikte Konya Mevlana Türbesi başta olmak üzere, Konya’nın tarihi mekanı Sille ve Meram’ı gezdik. Akşam da Akyokuş’ta hem kahvelerimizi yudumladık hem de Konya’yı seyrettik. Hatıraları, İlhan Karacay yazacaktır herhalde. Yine bu çerçevede, HABER Gazetesi’den İbrahim Karaman, Fatih Karaman, Mesut Karaman ve hanımefendiler ve çocuklarını Meram’da misafir ettik. Tavusbaba’da kıldığımız Cuma namazı bir başkaydı. Hollanda Türk İslam Kültür Kuruluşları eski başkanı Arif Yakışır ve eşleri, Hollanda Kırım Vakfı başkanı Mehmet Pekcan da Konya’yı ziyaret eden ve Meram’da çay içtiğimiz dostlarımız arasında oldular. Kadim dostlarımdan Metin Yazarel ve Sadık Yemni ile Akören’de yaşadığım nostalji elbette bir başkaydı…

 

Evet. Bu yıl, yaz tatilimizden kesitler böyleydi. Bir taraftan Sıla-ı Rahim, diğer taraftan Türkiye’nin güzellik ve zenginliklerini doya doya yaşamak. İki ülke, iki toplum, iki kültür’e ait olmak, her zaman belirttiğimiz üzere bir zenginliktir. Birbirine engel değildir. Şimdi, Hollanda’daki ve tabiiki Avrupa’daki, hatta Balkanlardaki yani gönül coğrafyamızdaki dostlarımızla hemhal olma, hasret giderme zamanıdır. Yunus’un dediği gibi, her dem yeniden doğmak ne güzel. Dostlarınızın varlığını yeniden tatmak ne hoş…

Bu vesileyle, tüm okuyucularımın mübarek Kurban Bayramını tebrik eder, insanlık için hayırlara vesile olmasını dilerim.

Amsterdam acayip bir şehirdir.

Bu köşeyi takip edenler hatırlayacaklardır. Geçen haftalarda, Amsterdam Belediye Başkanı Femke Halsema, camilere gönderdiği ve sonra geri çark ettiği bir mektupla gündeme gelmişti. Şimdi ise, bu olumsuzluğun tam tersi, ünlü İslam düşünürü Farabi’nin Hollandaca yayınlanan bir kitabının tanıtımı ile tekrar gündemde.

 

Hollanda’nın renkli ve kültürel başkenti Amsterdam, ekim ayının sıcak geçen son günlerinde, tarihi bir etkinliğe sahne oldu. Bu anlamlı etkinlik, 2007 yılından itibaren, bilim insanları, sanatçı ve düşünürlerin oluşturduğu, akademik ve kültürel bir kuruluş olan, ‘SPUI25’ tarafından gerçekleştirildi. Etkinliğin konusu, Farabi’nin en önemli eserlerinden biri olan ‘Erdemli Şehir’ kitabının, Hollandaca olarak yayınlanması çerçevesinde yapılan tartışmaydı.

 

Farabi’nin ‘Erdemli Şehir’ kitabı, İslam felsefesi uzmanı ve filozof  Michiel Leezenberg tarafından ilk kez Hollandacaya tercüme edildi. Farabi’nin bu meşhur eseri, geçen yıl İmam-ı Gazali’nin ‘El-Munkız mine’d-dalâl’ adlı kitabını da yayınlayan Boom Klassiek yayınevi tarafından okuyucuya De deugdzame stad başlığıyla sunuldu. Kitabın yayınlanması çerçevesinde Amsterdam’da bir program organize edildi. Programa başta kitabın mütercimi Michiel Leezenberg olmak üzere, Amsterdam Üniversitesinden filozof Khadija al Mourabit, filozof ve ilahiyatçı Pooyan Tamimi Arab, Arapça uzmanı Robbert Woltering ve gazeteci Naeeda Aurangzeb katıldılar.

 

Amsterdam’da yapılan program, hem sosyal medyada hem de ana akım gazetelerde geniş bir şekilde yer aldı. Konuşmacıların, programda felsefi kanon, cinsiyet ilişkileri, İslam ve aydınlanma konularına ağırlık vermeleri, programı daha cazip hale getirdi.
Medyada, Farabi’nin, insanın bu dünyada yani ölmeden önce de en yüksek mutluluğa erişebileceğini savunması, Hollandacaya tercüme edilen kitabının ana fikri olarak öne çıktı. 

Farabi, var olan her şeyin ve beşeri bilginin de Allah’tan geldiğini kabul eder. İnsanın en büyük hedefi, Allah’ı bilmek, tanımak ve idrak etmek olduğuna işaret eden Farabi, ‘Erdemli Şehir’ kitabında, alem ve Allah hakkında doğru bilgiye ulaşabileceğimizi belirtiyor. Farabi’ye göre, bu bilgi, dini metinlerin incelenmesi, ahlaki davranış ve eylemler geliştirilmesi yoluyla elde edilebilir.  

 

Konuşmacılara göre, “Erdemli Şehir’de Farabi, dinin, devlet ve toplumdaki ilginç ve şaşırtıcı rolüne dikkat çekerek, İslam hakkındaki birçok önyargıyı da yıkar. Eser, sadece İslam felsefe geleneğinin zenginliğini değil, aynı zamanda özgür düşünenler ve muhaliflere karşı olağanüstü bir hoş görünün de olduğunu gösterir. Kitabın, Orta Çağ'ın en büyük Yahudi filozofu olarak kabul edilen Kurtuba’lı İbn Meymûn’a, dolayısıyla Hollandalı filozof Spinoza’ya büyük etkisi olduğu bilinir.”

 

Kitabı tercüme eden filozof Leezenberg’e göre, “İslam’ın felsefeye düşman olduğu fikri kabul edilemez. Bunu, 1500 yılına kadar hüküm süren Endülüs İslam döneminde görmek mümkündür. O dönemde Aristo, birinci öğretici olarak kabul edilirken, ikinci öğretici ise Erdemli Şehir’in yazarı Farabi’ydi. Mantık ilmini öğrenmek istiyorsan, Farabi’yi okumanız gerekir.”

 

Farabi’ye göre, ‘Erdemli Şehir’, ahlaki olmaktan ziyade, sosyal-psikolojik bir meseledir. İnsan, ancak toplum içinde mutlu olabilir ve mutluluğu yakalayabilir. Ya da, insan mükemmelliğe ulaşmışsa mutlu olabilir. Bu süreçte rol oynayan liderin bir kral, filozof, peygamber ve imam olması, Platon'un filozof-kral idealini kuvvetle anımsatır.
Adalet, ‘Erdemli Şehir’in olmazsa olmazıdır, hatta ilk şartıdır. ‘Erdemli Şehir’in başkanı, felsefe ve siyasi bilgeliğe sahip olmalıdır. ‘Erdemli Şehir’de, insani değerler en üst seviyede gelişmiş olmalıdır.



Ekim ayında, Amsterdam Belediyesi’nin camilere gönderdiği mektup ve beraberinde hissedilen ayırımcılık, her ne kadar Farabi’nin ‘Erdemli Şehir’ tanımlamasına uymasa da, Farabi’nin bir eserinin bu şehirde tanıtılması, insanı ziyadesiyle memnun ediyor.



Hatırlanacağı üzere, geçen yıl, İmam-ı Gazali’nin ‘El-Munkız mine’d-dalâl’ adındaki otobiyografik eseri de Hollandaca olarak yayınlanmıştı.
Medya bu konuda, “Hz. Muhammed’den sonra en önemli Müslümana iade-i itibar”  başlığı atmıştı. Aynı medya şimdi de, Farabi’nin eserinin Hollandaca yayınlanmasıyla ‘İslam, felsefeye karşı değildir’ başlığı ile dikkat çekti.

Angehörige können gleichzeitig kommen

 

Die Corona-Lage hat sich deutlich entspannt, daher wollen das Klinikum Nürnberg und die Krankenhäuser Nürnberger Land die Besuchsregelungen weiter lockern: Ab Samstag, 10.12.2022, dürfen Patient*innen wieder von zwei Angehörigen gleichzeitig Besuch bekommen. Die Begrenzung auf eine Stunde Besuchszeit wird aufgehoben.

 

Angehörigenbesuche sind wichtig für das Wohl der Patient*innen. Angesichts der sich weiter entspannenden Corona-Lage lockern das Klinikum Nürnberg und die Krankenhäuser Nürnberger Land die Besuchsregeln. Konnten Patient*innen bislang pro Tag nacheinander von zwei Personen für jeweils eine Stunde besucht werden, können nun zwei Angehörige gleichzeitig kommen – die Besuchenden müssen auch nicht mehr nach einer Stunde gehen.

 

Die reguläre Besuchszeit bleibt wie gehabt: An den Standorten Nord und Süd des Klinikums Nürnberg sind Besuche zwischen 14 und 19 Uhr möglich (Einlass von 13.30 bis 18 Uhr). In den Krankenhäusern Lauf und Altdorf sind Besuche von montags bis freitags von 14:30 bis 17 Uhr und samstags und sonntags von 13 bis 17 Uhr möglich. Besuche außerhalb der Besuchszeiten sind nur in besonderen Fällen und unter besonderen Umständen möglich. Hier ist eine Rücksprache mit der jeweiligen Station erforderlich.

 

Auch die Hygienemaßnahmen bleiben bestehen: Besucher*innen dürfen das Gelände des Klinikums Nürnberg und die Krankenhäuser Nürnberger Land nur mit einem aktuellen negativen Corona-Test betreten – völlig unabhängig davon, ob sie geimpft oder genesen sind. Ein Antigentest darf maximal 24 Stunden alt sein, ein PCR-Test darf höchstens 48 Stunden zurückliegen. Selbsttests sind ausgeschlossen. Vor dem Klinikum Nürnberg Nord und dem Klinikum Nürnberg Süd sowie vor den Krankenhäusern in Lauf und Altdorf befinden sich Test-Container. Außerdem müssen Besucher*innen FFP2-Masken tragen.

 

Das Klinikum Nürnberg ist eines der größten kommunalen Krankenhäuser in Deutschland und bietet das gesamte Leistungsspektrum der Maximalversorgung an. Mit 2.233 Betten an zwei Standorten (Klinikum Nord und Klinikum Süd) und rund 8.400 Beschäftigten versorgt es knapp 100.000 stationäre und 170.000 ambulante Patienten im Jahr. Zum Klinikverbund gehören zwei weitere Krankenhäuser im Landkreis Nürnberger Land.

 

Die Paracelsus Medizinische Privatuniversität in Nürnberg wurde 2014 gegründet und ist zweiter Standort der Paracelsus Medizinischen Privatuniversität in Salzburg. In Nürnberg werden jährlich 50 Medizinstudierende ausgebildet. Das Curriculum orientiert sich eng an der Ausbildung der amerikanischen Mayo-Medical School. Die Paracelsus Medizinische Privatuniversität kooperiert zudem mit weiteren wissenschaftlichen Einrichtungen im In- und Ausland.

Logistikzentrum der Bayerischen Polizei in Hof: Bayerns Innenminister Joachim Herrmann kündigt Betriebsaufnahme für Frühjahr 2023 an - Zwischenmietobjekt für bis zu 60 Mitarbeiter - Im Endausbau bis zu 200 Mitarbeiter

Das neue Logistikzentrum der Bayerischen Polizei (LZBP) in Hof nimmt Fahrt auf! Wie Bayerns Innenminister Joachim Herrmann heute bekannt gab, soll das LZBP voraussichtlich im März 2023 den Betrieb mit zunächst 15 Mitarbeiterinnen und Mitarbeitern aufnehmen. Dafür wurde in Hof als Zwischenlösung für die Startphase zunächst ein Gebäude angemietet, das Platz für bis zu 60 Mitarbeiter bietet. "Wir werden dann das LZBP schrittweise weiter ausbauen", kündigte Herrmann an. "Dafür werden wir das LZBP vorübergehend in einem Mietobjekt ohne Lagerhaltung und in einem weiteren Schritt an einem zentralen Standort im Raum Hof verknüpft mit einer Zentrallagerstruktur, einer fundierten Qualitätskontrolle und einer leistungsfähigen IT aufbauen." Laut Herrmann werden dort bis zu 200 attraktive Arbeitsplätze entstehen. Der Endausbau soll bis etwa 2030 abgeschlossen sein. "Unser neues LZBP läutet nicht nur ein neues Zeitalter im Beschaffungswesen der Bayerischen Polizei ein", betonte der Innenminister. "Das LZBP ist auch eine wichtige Stärkung für die Region Hof." 

Herrmann hob hervor, dass das LZBP einen großen Mehrwert für die Versorgungssicherheit der Bayerischen Polizei bieten wird. Außerdem erwartet der Minister auch Synergien: Durch die Zentralisierung können Personalkapazitäten in den Polizeiverbänden für andere Verwaltungsaufgaben eingesetzt werden. Zudem lobte der Innenminister die Expertise der Region Hof im Textilwesen: "Das nutzen wir, um zukünftig die Uniformversorgung der Bayerischen Polizei und der Bayerischen Justiz nach unseren eigenen Maßstäben zu gestalten und zu beschaffen."

Nach Herrmanns Worten werden im aktuellen Mietgebäude mit rund 1.400 Quadratmetern Bürofläche in einem ersten Schritt die Vergabe- und Beschaffungsaufgaben des sogenannten 'Streckengeschäfts' der Polizei zentralisiert, also die Beschaffungen ohne Lagerhaltung. Dazu gehören beispielsweise Fahrzeuge, Büromöbel, Papier oder auch Dienstleistungen wie Gebäudereinigung. Neben Servicekräften für Dienstbetrieb, Personalakquise und EDV-Technik werden für das Beschaffungswesen zahlreiche Fachleute benötigt. "Wir werden unsere zukünftigen Mitarbeiter nicht nur aus dem Bereich der öffentlichen Verwaltung rekrutieren, sondern auch auf dem freien Arbeitsmarkt hier in der Region Hof attraktive Angebote für qualifizierte Interessenten bieten", erklärte Herrmann.

Die Uniformversorgung der Bayerischen Polizei und der Bayerischen Justiz läuft derzeit zentral über das Logistikzentrum Niedersachsen. Bis auf einige wenige zentrale Beschaffungsfelder (beispielsweise Kfz, Waffen oder Schutzausstattung) und einige verbandsübergreifende Sammelbestellverfahren ist das Beschaffungswesen der Bayerischen Polizei bisher dezentral in insgesamt 13 Beschaffungs- und Vergabestellen der jeweiligen Polizeipräsidien, des Bayerischen Landeskriminalamts sowie des Bayerischen Polizeiverwaltungsamts organisiert. "Wir reden hier von einem durchschnittlichen jährlichen Auftragsvolumen der Bayerischen Polizei für Liefer- und Dienstleistungsaufträge im dreistelligen Millionenbereich", verdeutlichte Herrmann.

 

 

 

Mit Brotchips der allgemeinen Lebensmittelverschwendung den Kampf ansagen: Das hat sich die Firma „cycleOFbread“ zum Ziel gesetzt. Gegründet wurde sie von Schülerinnen und Schülern der Klara-Oppenheimer-Schule in Würzburg, der Fachakademie für Ernährungs- und Versorgungsmanagement. Mit selbst entwickelten veganen Brotcrackern aus gerettetem Brot besuchten sie in der Vorweihnachtszeit Landrat Thomas Eberth im Landratsamt Würzburg – und überzeugten ihn sofort von ihrem Konzept.

 

Landrat Thomas Eberth begeistert vom Konzept der Schülerfirma

„Unsere Gesellschaft ist es gewohnt, im Überfluss zu leben. Jedes Jahr werden in Deutschland mehrere Millionen Tonnen Lebensmittel entsorgt. Wir müssen daher dringend das Bewusstsein für die Wertschätzung von Nahrung schärfen. Das Konzept der Schülerinnen und Schüler, das hinter „cycleOFbread“ steht, ist so einfach wie genial: Es sensibilisiert uns, genauer hinzuschauen, was wir wegwerfen – weil vieles davon noch zu retten wäre. In diesem Fall altes Brot, das zu leckeren Crackern verarbeitet werden kann“, erklärte Landrat Eberth und ließ seinen Worten auch direkt Taten folgen: In seinem und im Namen von Michael Dröse (Leiter der Stabsstelle Landrat), Rico Neubert (Leiter Regionalmanagement, Kreisentwicklung und Wirtschaftsförderung) und Nadine Heber (Pressestelle und Interne Kommunikation) erwarb er für das Landratsamt Würzburg vier Anteilsscheine an der Schülerfirma und kaufte außerdem 25 Cracker-Beutel und vier Weihnachtspakete.

 

Verkaufserlös wird der Würzburger Kindertafel gespendet

Im Gespräch mit den Schülerinnen und ihrer Lehrerin Beate Neuhaus-Krevert interessierte sich Eberth für jedes Detail – von der Idee bis hin zum fertig gepackten Beutel. „Es tut weh zu realisieren, wie viele Lebensmittel täglich weggeworfen und verschwendet werden. Allein zu sehen, wie viel Brot in unserer Mensa jeden Tag zurückgeht hat uns verdeutlicht: Es muss sich etwas ändern. Mit ‚cycleOFbread‘ wollen wir einen Schritt in die richtige Richtung machen und zeigen: Brot, das niemand mehr kaufen will, muss nicht zwingend entsorgt werden“, erklärte Laura Leder, Produktionsleiterin der Schülerfirma, die Idee hinter „cycleOFbread“. Gemeinsam mit der Bäckerei Gebert, einer traditionell fränkischen Handwerksbäckerei, wurde dann das Konzept entwickelt: Brot, das bis zum Abend nicht verkauft wird, soll gerettet, mit Gewürzen und kalt gepresstem Öl aus der Region verfeinert und geröstet und anschließend als Brotcracker verkauft werden.

In rund drei Monaten wurden aus zwölf Schülerinnen und Schülern Geschäftsleitung, Marketing-, Finanz-, Verwaltungs- und Produktionsexpertinnen und –experten. Der Verkaufserlös wird komplett an die Würzburger Kindertafel gespendet, die bedürftigen Kindern aus geretteten Lebensmitteln täglich eine gesunde Pausenverpflegung zu Verfügung stellt.

 

Zu kaufen gibt es die Cracker (100 Gramm für 4,99 Euro) direkt an der Klara-Oppenheimer-Schule und bei mehreren Kommissionspartnern, die die Schülerfirma auf ihren Social Media-Accounts auflistet.

 

 
Cumhuriyetin 100. yılında Everest'te Türk bayrağını taşıyacak dağcılar destek bekliyor
 
- Türk dağcı ekibinden Adem Gül: "Ülkemizi temsilen dünyanın en yüksek zirvesi olan Everest'e çıkmak istiyoruz. Yetkili kişilerden bize bu desteği vermelerini istiyoruz"
 

İSTANBUL (AA) - ŞÜKRÜ GÜNDÜZ - Tüm dünyada geçerli "Kar Leoparı" unvanı için tırmanması gereken sadece bir zirvesi kalan Türk dağcı ekibi, Cumhuriyetin 100. yılında dünyanın en yükseği Everest'e çıkıp, Türk bayrağını dalgalandırmak için destek bekliyor.

Türkiye Dağcılık Federasyonu Antrenörü ve İstanbul Doğa Sporları Kulübü Üyesi Adem Gül, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ekip arkadaşları Güçlü Özen ve Cem Manav ile 8 bin 848 metrelik Everest'in tepesinde Türk bayrağını dalgalandırmayı hayal ettiğini söyledi.

Gül, bunu Cumhuriyet'in 100'üncü yılı olan 2023'te yapmak istediklerini dile getirerek, "Ülkemizi temsilen dünyanın en yüksek zirvesi olan Everest’e çıkmak istiyoruz. Tabii ki bunun için ciddi bir bütçe lazım. Yetkili kişilerden bize bu desteği vermelerini istiyoruz." dedi.

Ekip arkadaşlarıyla birlikte bu gururu yaşamak istediklerini vurgulayan Gül, dünyanın en yüksek noktasının her dağcıda olduğu gibi kendilerinden hedefinde olduğunu kaydetti.

Gül, bunun Cumhuriyet'in 100. yılına denk gelmesinin kendi şansları olduğunu, o yüzden böyle bir hedef koyduklarını ifade etti.

 

- "Kar Leoparı" unvanı almak için son zirve

Eski Sovyetler Birliği döneminin topraklarında bulunan, 7000 metreden yüksek beş dağa tırmanan dağcılara "Kar Leoparı" unvanı verildiğini anlatan Gül, şimdiye kadar Lenin (7134 metre), Korjenevskaya (7105 metre), Somoni (7495 metre), ve Khan Tengri (7010 metre) dağlarında zirveye ulaşmayı başarıyla tamamladıklarını dile getirdi.

Gül, geriye kalan Pobeda Dağı'nda temmuz ile ağustos ayında yaptıkları tırmanışta kötü hava koşulları nedeniyle zirveye 300 metre kala döndüklerini bildirdi.

 

Ekip arkadaşları Güçlü Özen ve Cem Manav ile yaklaşık 1 ay süren zirve tırmanışında büyük tehlikeler atlattıklarına dikkati çekerek, şunları belirtti:

"Bu zorlu yolculukta bizi nelerin beklediğini çok iyi biliyorduk. Fakat bu unvanı almak için o zirveye ulaşmamız gerekiyordu. Zirve için 6 kamp geçmemiz lazımdı. Fakat kötü havadan dolayı, tahminlerin tam tersine istediğimiz olmadı. Bir günlük ara kamplarda dinlenmeden sonra kamp atlayarak 6 bin 950 metredeki zirve kampımız olan yere ulaştık. Hedefimiz bir gün sonra zirveye ulaşmaktı. Fakat ana kamptan gelen yoğun kar yağışı ve fırtınadan dolayı hemen o bölgeyi terk etmemiz gerektiği uyarısını aldık. Bir an önce ana kampa dönmemiz gerekiyordu. Yolda rüzgardan dolayı bir gün mecburi konaklama yaptık. Bu alanda ciddi tehlikeler atlattık. Hatta bir çığa kapıldık. Neyse ki çok şanslıydık, bu çığda yara ve hasar almadan atlattık."

 

- "Bu dağa tırmanış yapmış birçok cesetle karşılaşıyorsunuz"

Türkiye Dağcılık Federasyonu Antrenörü Gül, bu tırmanışta daha önce zirveye çıkmaya çalışan dağcıların cesetleriyle karşılaştıklarını söyledi.

Buna rağmen moral ve motivasyonlarını yüksek tutarak, başarılı bir iniş yaptıklarını dile getiren Gül, "Zirve hareketinin gerçekten bizi ne kadar zorlayacağını çok iyi biliyorduk. Dersimize çok iyi çalışmıştık. Çünkü Pobeda Dağı 7000'likler içerisinde hava şartlarının en kötü ve teknik düzeyi en yüksek bir dağdı. Şöyle düşünün, sadece dağa tırmanmakla alakalı değil. Kötü hava ile mücadelede bir de mental olarak hazırlık süreci gerekiyordu. Biz bunları hepsini gözden geçirdik." ifadelerini kullandı.

Adem Gül, dağcılık raporlarına göre kazalarının birçoğunun dönüşte yaşandığını, sporcuların bu dönemde mental olarak düşüşe geçtiğini, motivasyonunun azaldığını, yorgunluk belirtilerinin baş gösterdiğini anlattı.

Bu durumları tırmanışta yeterince hissettiklerine değinen Gül, "Hatta bir gün kötü havadan dolayı ara kamp atmak zorunda kaldık. O beklemede bir çığa kapıldık." dedi.

 

Gül, "Kar Leoparı" olma hedefinden asla vazgeçmeyeceklerini dile getirerek, gerekli desteği aldıkları takdirde hedeflerini gerçeğe dönüştüreceklerini sözlerine ekledi.

İstanbul Doğa Sporları Kulübü Başkanı Süleyman Şahin ise dağcılıkta eğitimin çok önemli olduğunu, eğitimle risklerin en aza indirilebileceğini söyledi.

Şahin, eğitimlerle dağcılar ile etkinliklerini desteklediklerini belirterek, "İstanbul Doğa Sporları Kulübü, yüksek irtifa sporcularını destekler. Yurt dışındaki faaliyetlerine katkı sunmaya çalışır." dedi.

 

- Tehlikeli zirve tırmanışı cep telefonuyla kaydedildi

Öte yandan ekibin yaptığı zorlu tırmanışı sırasında yaşanan zorluklar, meydana gelen çığ düşmeleri, karşılaşılan tehlikeli uçurumların yanı sıra Pobeda'ya tırmanışta ölen dağcıların cesetleri cep telefonu kamerasınca kaydedilen görüntülerde yer aldı.

 

KÖLN (AA) - Almanya'da RVS virüsü salgını nedeniyle birçok çocuk hastanesinin yoğum bakım ünitelerinin kapasitelerinin dolduğu bildirildi.

 

Almanya Yoğun Bakım ve Acil Durum Derneğinden (DIVI) yapılan açıklamada, ülkedeki çocuk bakım ünitelerine ilişkin "felaket bir durum yaşanıyor" ifadesi kullanıldı.

Açıklamada, salgın nedeniyle çocuk hastanelerinin yoğum bakım ünitelerinde yaşanan yoğunluktan dolayı hastaların 100 kilometreden daha uzak başka hastanelere nakledildiği, bazı acil durumda ameliyat edilmesi gereken çocukların üç gün bekletilmek zorunda kalındığı belirtildi.

 

Robert Koch Enstitüsü (RKI) yayımladığı raporda, yaşanan yoğunluğun önümüzdeki haftalarda daha da artmasının beklendiğini kaydetti.

Pediatrik yoğun bakım uzmanı doktor Michael Sasse ise "Çocuklar artık onlara bakamadığımız için ölüyor." açıklamasında bulundu.

 

Hastanelerin yoğun bakım servislerinde zaten bir yoğunluk yaşandığını belirten uzmanlar, RVS virüsü salgını nedeniyle bu yoğunluğun aşırı şekilde arttığı, bazı hastanelerin maksimum hasta sayısına ulaştığını kaydetti.

Yaşanan salgın ve hastanelerde yaşanan yoğunluk nedeniyle bazı federal eyaletlerin birlikte çalışarak bu sorunla mücadele ettiği kaydedildi.

KÖLN (AA) - Almanya Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser, anayasal düzeni ortadan kaldırmak ve Alman İmparatorluğu'nu örnek alan bir devlet oluşumu amacıyla terör örgütü kurmakla suçlanan gruba yönelik operasyon yapıldığını belirterek, "Bu tür girişimlere karşı hukukun üstünlüğünü savunarak harekete geçiyoruz. Bu sert tavrımızı sürdürmeye devam edeceğiz." dedi.
 

​​​​​​​Faeser, yaptığı açıklamada, Almanya devletinin güçlü olduğunu ve demokrasi düşmanlarına karşı devleti koruduklarını söyledi.

 

Federal Almanya Cumhuriyeti'nin anayasal düzenini ortadan kaldırmak ve 1871 Alman İmparatorluğu'nu örnek alan bir devlet oluşumu amacıyla terör örgütü kurmakla suçlanan gruba yönelik ülke çapında bu sabah bir operasyon yapıldığını aktaran Faeser, "Federasyon ve eyaletlerdeki 3 binden fazla güvenlik görevlisine bugün demokrasimizi korumak için gösterdikleri tehlikeli kararlılık için çok teşekkür ediyorum. Federal savcının yönetimindeki federal ve eyalet güvenlik makamları birlikte mükemmel bir şekilde çalıştılar." diye konuştu.

 

Faeser, soruşturmanın Alman İmparatorluğu (Reichsbürger) fikrini savunan bir gruptan gelen terör tehdidine karşı yürütüldüğünü ifade ederek şunları kaydetti:

"Bugün ortaya çıkarılan şüpheli terör örgütü, şiddet içeren darbe hayalleri ve komplo ideolojileri tarafından yönlendirilmektedir. Darbe planlarının ne kadar ilerlediğine dair net bir tablo var ancak bu yapılan soruşturma sonucunda ortaya çıkarılacak. Militanlar demokrasiye, devletimize ve toplumumuzu savunan insanlara duydukları nefrette birleşmişlerdir. Bu nedenle bu tür girişimlere karşı hukukun üstünlüğünü savunarak harekete geçiyoruz. Bu sert tavrımızı sürdürmeye devam edeceğiz."

 

- Olay

Bir devlet kurmak amacıyla terör örgütü kurmakla suçlanan gruba bu sabah ülke çapında yapılan operasyonlarda 25 kişi gözaltına alındı.

11 eyalette düzenlenen baskınlarda 52 kişi hakkında "terör örgütü üyesi veya destekçisi olma" suçlamasıyla gözaltı kararı verildiği belirtildi.

Gözaltına alınanların Alman Federal Meclisine silahlı saldırı yaparak darbe planladıkları iddia edildi.

 

Alman İmparatorluğu'nu örnek alan ve iç istihbaratın 2021 raporuna göre 21 binden fazla kişiden oluşan grubun, modern Alman devletini tanımadığı belirtiliyor.