Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Organizeli, modern, bireyselleşmiş, özgür, kurumsallaşmış, plan ve programlı ve dahi devletin her alana hakim olduǧu düşünülen bir toplumun bir bireyi olarak, ilk kez bu kadar derin bir şekilde ürktüm. Cuma namazının iptali, saat onyedi sularında alışık olduǧumuz otobana giriş ve çıkışlardaki uzun araç kuyruklarının olmaması, marketlerin kasalarında otuz metre uzunluǧunda kuyruklar, rafların boşalması, şehir meydanlarındaki sessizlik insanı ürkütmeye yetip ve artıyor. 

Pazar yerleri, tren istasyonları, stadyumlar, havaalanları, şehir meydanları anlaşılmaz bir şekilde sessiz ve sakin. Süpermarket müdürleri, hatta başbakan Rutte’nin televizyonlardan ‘panik yapmaya gerek yok, yeterli malzemiz var’ türünde yaptıkları açıklamalara raǧmen, halk marketlerin raflarını boşaltmaya devam ediyor. Şeker, un, yumurta, prinç, aǧrı kesiciler yok satıyor adeta. 

Sosyal ilişkilerin minimum düzeye indirilmesi, karşılaşınca el sıkılmaması, çocukların yaşlılarla aynı mekanda mümkün mertebe bulundurulmamaları, ellerin sık sık yıkanması, insanların ısrarla evlere mahkum edilmesi, ister istemez, dünya nereye gidiyor sorusunu hatırlatıyor. Uçakların iptal edilmesi, sosyal, kültürel, bilimsel etkinliklerin iptali veya ileri bir tarihe ertelenmesi, okulların bir süreyle tatil edilmesi, evden çalışmanın önerilmesi gibi beklenmeyen gelişmeler yeni bir yaşam şeklinin habercisi gibi. 

Evet, bütün bu yaşananlar bir kaç haftadır dünya gündeminde olan ve her geçen gün etkisi daha da artan Koronavirüsü’nün insanlar üzerindeki etkileri. Saat başı verilen haberler ve özel televizyon programlarında Koronavirüsü’ne karşı alınacak tedbirleri sıkça duyuyoruz. Ancak, bir de Koronavirüsü’nün bize hatırlattıkları ve öǧretileri bulunmaktadır. 

Bu çerçevede, Trouw gazetesi muhabiri Florentijn van Rootselaar'ın iki filozof, Marli Huijer ve Haroon Sheikh ile söyleşi yapmış. Ayrıca, Slovenyalı kültür teorisyeni ve filozof Slavoj Zizek’in, Koronavirüsü’yle mücadelede yaptıǧı teklif de önemli. Kısaca deǧinelim. 

Koronavirüs’den öǧrenilecek önemli dersin, ‘birbirimize ne kadar baǧlı ve muhtaç olduǧumuzdur’ diyen Haroon Sheikh, bu dersle birlikte ’17. Yüyılda Fransız filozof Descartes tarafından ortaya konan modernitede de bir kırılma yaşandıǧını’ söylüyor. Oysa ‘biz insanı özgür ve baǧımsız, diǧer insanlar ve çevresiyle fazla baǧı olmayan, hatta bedensiz bir yaratık olarak görmeye başladık’ diyen Haroon Sheikh, ‘modernitenin tarif ettiǧi bireyselliǧin soyut, özgürlüǧün ise ruhsal yani konuşma ve düşünce özgürlüǧünden ibaret’ olduǧuna dikkat çekiyor. Daha da ileri giderek, ‘bedenlerimizden ayrılarak, hayaletler olarak internet ortamında dolaşmaya başladımızı’ söyleyen Haroon Sheikh, ‘Koronavirüsü ile bedenlerimizle de birbirimize baǧlı olduǧumuzu öǧrenmiş olduk’ diyor.

Koronavirüs’ünün, ‘her ne kadar olumlu olmasada, bir başka olayı yani rejim ve iktidarın halkı disipline sokmasına imkan tanıdıǧını’ söyleyen Marli Huijer, Michel Foucault’ın biyopolitik olarak tanımladıǧı gibi, ‘hastalıkların tedavisinde devletin vatandaşın yaşamına güçlü şekilde müdahale edebileceǧinin, müşahade edildiǧine’ dikkat çekiyor. ‘Virüsle mücadelenin vatandaş üzerinde devletin gücünün denendiǧi, toplulukların nasıl yönlendirildiǧi, karantinaların nasıl genişletildiǧini yani halkın daha iyi kontrol altına alınabileceǧinin görülebileceǧini’ söyleyen Marli Huijer, ‘uygulamada öǧnenilen tekniklerin başka alanlarda, dostluk ve özgürlüǧü kısıtlayıcı olarak kullanılma tehlikesinin olduǧuna’ dikkat çekiyor. 

‘Koronavirüsü yayıldıkca, “Panik yapmayın!” diye tekrar eden medyada daha sonra öyle haberlere ulaşıyoruz ki paniği artırmaktan başka bir şey yapmıyorlar’ diyen Slavoj Zizek, ütopyacı olmadıǧını, ancak, ‘mevcut kriz, küresel dayanışma ve işbirliğinin tek tek hepimizin hayatta kalabilmesi için nasıl gerekli olduğunu, yapılacak tek rasyonel bencilce şeyin bu olduğunu net şekilde gösteriyor’ diyor. Yani ‘ya güçlü olanın hayatta kalma ilkesinin en vahşi mantığını kabul edeceğiz ya da küresel koordinasyon ve işbirliğiyle yeni bir komünizm icat edecek ve onu uygulamayı seçeceğiz’ diyor Zizek.

Evet, bir tarafta Koronavirüsü etkisiyle panik halinde, başı boşmuş gibi, nereye savrulduǧu belli olmayan insanlar, diǧer tarafta günlük yaşamda beklenmedik, aniden, öngörülmeyen deǧişimler ve korkular. Bütün bunlar yeni bir insan tipinin habercisi mi acaba. Modern ve özgür bir toplumda ilk kez bu kadar ürktüm…

Siyasi liderler sosyal politikaların öncüsüdür. Alman ya Başbakanı Angela Merkel’in bir açıklaması ara haberde ekrana geldi. Kısaca özeti şu idi açıklamanın;

‘Virüsü adım adım yeneceğiz’

Aynı anda bir başka kanalda Türkiye’nin rakamlarının 33 binlerde dolaştığını, hatta dünyanın en fazla artış olan ülkelerinden biri olduğumuzu konuşuyorlardı.

Hepimiz biliyoruz ki salgına karşı uluslararası alanda büyük bir mücadele veriliyor. Hem sağlık hem de ekonomik açıdan virüs karşısında vatandaşlarını korumak için  büyük bir mücadele ve-rildiğini belirten Başbakan Angela Merkel, “Virüsü adım adım yeneceğiz” derken Alman kamuoyunu da arkasına almak istediğinin farkın-dayım. Vatandaşlara yönelik  video mesajında;  “Yaklaşık 9 aydır etkisini sürdüren salgında nihayet tünelin ucundaki ışığı görüyoruz. Çok sayıda aşının kullanılmasına kısa sürede geçilecek. Virüsü adım adım yeneceğiz. Ancak yine de tedbiri bırakmayalım. Çünkü salgına karşı verilen mücadele daha aylar sürecek”

Mesajında mali konularda  federal ile eyalet hükümetleriyle yerel yönetimlerin ortak ve uyumlu çalışmasının önemine değinen Merkel, şirketlere sonsuz mali yardımın yapılamayacağına vurgu yaptığı konuşmasında, gelecek yıl da borçlanmayı sürdüreceklerinin mesajını verdi: “Salgın başladığında buna karşı koymak için mali gücümüzü seferber ettik. Yoksa salgının hem mali hem de sosyal maliyeti çok yüksek olacaktı. Şirketlerin batması önlendiği gibi milyonlarca kişinin de iş yeri korundu” dedi.

Siyasette açık ve net olmak maalesef bizim şark toplumlarında kolay bir olay değil. Karşındaki rakiplerin %90’dan fazlasının yalan  ve iftiralar ile gündeme geldiği bir ortamda benim böyle davranmam normaldir diyenler olabilir ama, kendine saygıyı kaybedersin.

Bugüne kadar devam edegelen sorunların kaynağında hep saklamak, değiştirmek, adam kayırmak manupule etmek, işi bizimkine vermek yatmaktadır. O zaman çenberi kırmak için Merkel kadar cesaretli olup virüsün sayıları ile oynayarak yenilmeyeceğini artık anlamamız gerek.

Almanya’dan zaman zaman Türk baısnı için değerlendirmeler yaparak bu köşede yazdığım makaleleri Türk birçok arkadaşım yazılı ve online basında kullanarak okuyuculara ulaşmasını sağlarlar. Türkiye ve Almanya’da yaşayan birçok okuyucu kitlemizin oluştuğunu ve ülke meselelerini zaman zaman onlar ile paylaşmaktan çok mutlu olduğumu özellikle belirtmek isterim. Elbette bir entellektüel olarak bana da büyük mutluluk vermektedir. Ancak bunu, insanımızı kamplaştırmak veya beklentim olduğu için değil, Almanya Türkleri’nin sosyo-kültürel sorunlarına çözüm arama yolundaki çabalarım için yaptığımı beni tanıyan ve sohbetlerimize katılan kerkes çok iyi bilir. Samimi duygularımı yine samimi bir şekilde ifade etmiş oluyorum.

Almanya’da yeni hükümet kuruldu ve Olaf Scholz bugünlerde uzun yıllar Merkel’e ait olan koltuğa oturacak. Ciddi bir koalisyon kültürü olan Alman siyasetinin uzun vadede bir makas değişikliği yapması beklenmiyor. Yine Amerikan yörüngesinde ve seçim öncesi tam bağımsızlık isteyenlerin de birlikte evet diyeceği bir Atlantik kontrolü devam edecektir. Sosyal, yeşil liberal hükümetin dışişleri bakanının yönetimi eline alır almaz inşallah bir pot kırarak Türkiye ile kavyaya başlamaz diye düşünüyorum. Kendisine bu yönde baskılar yapılacak ve Almanya’ nın menfatinin hangi politikalarda yattığını danışmanlarının yeni bakana ileteceklerine inanıyorum. Türkiye için en önemli teminatın tecrübesi ile öne çıkan Başbakan Olaf Scholz olduğuna inanıyorum. Daha geniş bilgiler için hükümetin göreve başlamasını beklemek gerek. 

Türkiye adım adım seçim atmosferine doğru ilerliyor. Meydanlara inen iktidar ve muhalefet halka ülke sorunları ile ilgili bilgi vererek çözüm önerilerini anlatmaya çalışıyorlar. Bölgenin en önemli devleti, İslam Dün-yası’nın tek demokratik ülkesi ve Türk Dünyası’nın doğal lideri olan Türkiye’ de olup bitenler, ülkemizin uluslararası konularda alacağı tavır  dünyanın lider ülkelerini yakından ilgilendiriyor. Elbet te bu ülkeler de Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip etmeye hatta güçleri yettiğince  yönlendirmeye çalışmaktadırlar.

Türkiye’nin kırılgan ekonomisi üzerinde herkesin fikri söylemlerini açık larken, dalgalı kurlar ile gelen sert rüzgarlardan ciddi anlamda olumsuz etkilenmesi ihtimalini görüyorum. Tartışma larımızı ekonomi üzerinden yaparken dilimize dikkat edelim, çünkü ekonomi öncelikle yumuşak ve davetkar bir dili sever.

Almanya Türkleri 5 ay sonra yapılacak federal seçimlere alet edilir mi diye düşünürken arkadaşlar son çalışmamızın sonuçlarını önümüze getirdiler. Gelecek seçmenlerde Türklerin hangi partiye yönelecekleri konusunda yapılan tahminlerin tersine  bilgileri görünce Eylül sonunda Almanya sandıklarından sürpriz çıkacak demekten kendimizi alamadık.

Uzun yıllardan bu yana KONAD Sosyal ve Siyasal Araştırmalar Merkezi olarak Avrupa’da yaşayan Türklere yönelik çok önemli çalışmaları yaptığımızı bilenler Almanya ve Türkiye siyaseti ile ilgili olarak yaptığımız çalışmaları sanırım ilgili ile karşıyalayacaktır. Ayrıca Avrupalı Türklerin oylarını çantada keklik görenlerin de ilginç karşılayacağı sonuçları burada sizinle paylaşmak ise Türk Toplumunu doğru bilgilendirmek adına çok önemlidir.

Öncelikle, Avrupalı Türklerin oylarının hem Avrupa, hemde Türkiye siyasetini yakından ilgilendirdiği bir gerçek. Dolayisiyla Türkiye asılli kitlenin genel siyasi ibre açısından bakıldığında önemli, ancak özellikle yakın gelecekteki Almanya siyaseti için düşünüldüğünde önümüzdeki 5 ayın bu anlamda belirleyici olacağını söyleyebilirim. Ancak şunu açıkca belirtmeliyim ki araştırmanın sonuçlarında Türkiye asıllı kitlenin hem Avrupa hem de Türkiye’de siyasi güçlerinin giderek daha belirgin bir şekilde ortaya çıktıgı belirtti.

Avrupa genelindeki milyonlarca Türkiye kökenli oy potansiyelinin ilk etapta hangi tarafa yönelecegi ve geçen yıllara göre hangi siyasi ekolü tercih edeceği eylül sonlarında yapılacak seçimlerde belli olacak. Schröder dönemindeki oy oranını SPD’nin bir daha göremeyeceği, Türklerin de bu partiye bir daha yönelmeyeceği  önemli bir işaret. Bu bağlamda yükselişini sürdüren Yeşiller de Türklerden önemli bir oy oranını partisine çekemiyor. Türk oylarinin yarıdan fazlasının CDU-CSU’ya yöneldiğini, bu seçimde daha da artacaktır. Oy tercihlerinde kriterlerini sorduğumuzda  ise, “Bir partinin Türkiye’ye bakış açısı bizim için önemli” diyenlerin oranı % 80 civarında. CDU-CSU’ya yönelen oyların son iki yıldaki denge  politikasından olumlu yönde etkilendiğini söylemek isterim. Ancak Türk-Alman İlişkilerinde büyük bir dalgalanma olmaz ise her 3 oydan biri CDU-CSU’ye yönelmi‚ durumdadır.

Türkiye açısından bakıldığında şimdiye kadar ikitidarı tercih eden Avrupali Türklerin muhahalefetteki İYİ Parti’ye yönelmiş olduğu ortaya çıkıyor. AKP’li ve MHP’li seçmen kendilerine en yakın muhalafet partisi olarak İYİ Partiyi görmektedir.

Bu vesile ile bütün vatandaşlarımızın Ramazan Bayramını kutlar mutluluklar dilerim.

Almanya’ya işçi göçü Türkiye’nin akademik proramlarına kadar birçok alanda konu olmaya  başladı. Ancak yaşadığımız Almanya’da malesef beklentimiz çok daha fazla olmasına rağmen, Türkiye kökenli sivil toplum kuruluşlarımız bu konuya fazla ilgi göstermediler. Şunu bilmeliyiz ki, bu tarihi sürece ilgi göstermeyen, öğrenmeyen ve öğretmeyenlerin gelecek nesilleri de bu sosyo-kültürel sürece ilgi göstermeyeceklerdir.

Göç dinamik bir olaydır, dolayısıyla Almanya’ya Türk göçü hala devam etmektedir. Yeni gelenler eskilerin yerlerine geçiyor, işler devam ediyor ve şekil degiştirerek te olsa, Almanya’nın ekonomisine katkıda bulunmaya devam ediyoruz. Ekonominin kuralı gereği herkese uygun işler teklif edilmek suteriyle, Almanya Türklerinin kualifikasyonuna göre  kendilerine istihdam sağlanıyor.

Almanya ve Türkiye bu göçten ne kadar faydalandı, bu hep soru işareti olarak kaldı. Her iki ülke de emek ve para olarak baktıkları için, Türk işçilerinin insani ihtiyaçları hep gözardı edildi ve bu ülkeye sosyalizasyonları uzun sürdü. Özellikle Almanya Türk göçmenlerin dinamizminden tam olarak faydalanamadı. Türkiye’den gelen göçmenlerin sosyo-kültürel alanda din ve kültürleri ile ilgili çalışmalar yapılmadı.

Oysa, bir ülke göçmenler için cazip olduğu sürece dinamizme sahiptir. Göçmenler tek yönlü bir yolculuğa çıkarlar ve geri dönülecek yuvaları yoktur. Fakat cesaret, kararlılık ve geleceği yakalama hayalini sürekli yanlarında taşırlar.

Şehirleşmiş ülkelerin ekonomisi bakımından göçmen işçiler ölümsüzdürler; ölümsüzdürler çünkü sürekli olarak yerleri başkaları ile doldurulabilir. Göçmen işçiler doğmaz, yetiştirilmez, yaşlanmaz, yorulmaz ve ölmezler. Bir tek işlevleri vardır onların: çalışmak, çalışmak ve yine çalışmak.

Tarih boyunca sürekli göçen Türkler için Almanya yeni yurtlardan biri olmuştur. Yurt giderek vatanlaşırsa göçmenler daha verimli ve mutlu olurlar. Göç- Türkler’in şu anki konumu Almanya’nın onlar için vatan olduğunu göstermektedir. Bu insanların sorunları Türkiye ve Almanya’da bilimsel anlamda mercek altına alınmaktan ziyade, günlük iç politikalara dolgu malzemesi yapılarak kısır tartışmalara alet edilegelmiştir. Her iki taraf için de sürpriz bir şekilde başlayan bu yolculuk hala devam etmektedir. 60 yıllık süreci tartışmaya açmak sorunların çözümü için de çok önemli başlangıç teşkil edecektir.

Türkiye tarafından bakıldığın da ilk 15 yılda Almanya’da çalışan Türklerden devlet ciddi anlamda döviz beklentisine girmiştir. Merkez Bankası’nın Almanya’ya gelişi 18 Aralık 1962’dir. Yani işçilerin gelişinden 1 yıl sonra Frankfurt Kaiserstr. de Dresdner Bank ve  Commerz Bank’ı muhabir banka olarak kullanarak Türkiye’ye döviz transferleri gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bunlar doğru çalışmalardır. Tarihi süreç bilinsin diye anlattım.

Bu bilgileri daha açık vereyim, 1965-1973 yılları arasındaki Suat Hayri Ürgüplü, Süleyman Demirel, Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu, Sadi Irmak ve Bülent Ecevit Hükümetlerinin bir sonraki yıl için açıkladıkları bütçe tahminlerinde %17 ile %29 arasında “İşçi Dövizlerinden Karşılanacak” ibareleri vardır. Ne var bunda demeyin lütfen, gerisini bekleyin.

O yılların meclisi uzun süre 450 kişidir. Bütçelerde işçi dövizlerinin geliri için parmak kaldıran vekillerinden hiç biri bu dövizleri gönderen insanların sosyo-kültürel ihtiyaçlarını düşünmedi. Bayram namazı, Cuma namazı, cenaze işlemleri, evlenmeler, boşanmalar nasıl gerçekleşiyor Almanya’da diyen bir Allahın kulu olmadı.

Dış temsilciliklerde yetkili ataşelikler o kadar azdı ki, Türklerin yıl sonunda doldurdukları Vergi Denkleştirme “Lohnsteuerjahresausgleich” bile ilk defa 1967 yılında gerçekleştirildi. Tamamına yakını çalışan insanlardan oluşan 600 bin Türk’ün vergi denkleştirmesi konusundaki bilgisizliğinin neye mal olduğunu ortalama 1500 Alman Markı üzerinden siz hesaplayın.

Tariçilerin ortaya koyduklarını  lütfen suçlama değil, tespit olarak kabul edin. Almanya’ya Türkler için yeterli öğretmen ve din görevlisi kadrosu 1975 yılından sonra verildi, yani 14 yıl sonra. Türklerin sayısi ise 1,7 milyondan fazla olmuştu. Din İşleri Müşavirliği kadrosu ise 1979 yılı sonunda ihdas edildi.

Sirkeciden trenler ile gelenlerden, Almanya’da kalanlar ile konuşuyorum. 5 yıl sonra ara-mızdan tamamı ayrılacak olan ilk neslin sözel hikayelerini kayda alıyorum. Her biri bir film, roman veya kitap olacak edebiyat şahanesi hatıraları malesef Türk devleti ve milleti olarak kaybediyoruz. Almanya ise ülkesindeki insanları sadece rakam olarak ele alıp kayıtlara geçti. Onun için sayıların arkasındaki insanlar sürekli hep öteki oldu radikal grupların gözünde.

Ülkelerin ilişkileri bazen 10, bazen de 300 yılda oluşur. İkili ilişkiler bazen bir savaş ile, bazen kader ortaklığı bazen de dostluk şarkıları içinde yetişen gençliğe uzatılan zeytin dallarının hatıraları ile şekillenir. Var olan dostluk fidanına arada dökülen bir damla su bile dost-luğun gelecek nesillerde devam etmesine bir önemli sebep olur. Türk-Alman İlişkilerinin değişmez perspektifi, bu doğrultuda gelecek nesillerde hız kesmeden devam edecektir. Onun içindir ki, Fransa’nın açıklamaları sinek kadar, Yunanistan ayarındaki devletlerin karşı söylemleri ise sivri sinek gibidir. Türkler nesiller boyu bu ülkelerin karşı söylemlerine alışmışlardır. Ancak Alman siyasetinin zirvesinden yapılan Türkiye aleyhine negatif açıklamalar Anadolu’nun en ücra kahvehanesinde yankıla narak bir üzüntü yumağına dönüşür.

Avrupa Birliği önümüzdeki günlerde Türkiye ile ilişkileri masaya yatıracak. Almanya’nıın dönem başkanlığındaki son zirve olacak olan bu zirvede, Türkiye ile ilgili önemli kararların da alınması-nın gündemde olduğu belirtiliyor. Alınacak kararlar ve varılacak sonuçlar ne olursa olsun Türkiye’nin siyasi, idari kültürel ve askeri ilişkileri Avrupa ile devam edecek ve gelecekte de Türklerin yönü Avupa’yadönük olmaya devam edecek. Çünkü Türkiye Avrupa’nın kıtaya uzanan ilk köprü, sınırı ve doğuya açılan kapısıdır. Bin yııldır böyle olan bu jeopolitik durum gelecek bin yılda da böyle olacaktır.

Son yüzyılda kıtada gerçekleşen iki büyük dünya savaşına rağ-men sadece Avrupa değil dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olan Almanya’nın askeri stratejilerine bakıldığında, hep doğuya doğru bir açılma uğruna bunca büyük risklere girdiğini görüyoruz. Doğudaki iki güç ise Rusya ile Türkiye’dir. Sıcak ve soğuk iklimlerin güçlük devleri olan Rusya ve Türkiye geleneksel Alman siyaseti için hedef ülkeler idi ve gelecekte de olmaya devam edecektir. Dolayısı ile “Drang nach Osten” siyaseti Almanya için hiç önemini kaybetmemiştir.

Ancak, Almanya’nın ilgi alanı-na giren bölgenin iki büyük devleti olan Rusya ve Türkiye arasında Almanya’nın farkına varması gereken ciddi bir ayrıntı da var. Rusları hep silah zoru ile yanlarına çekmek isteyen Almanya, Türkiye’nin 150 yıldır kendi yanlarında durduğunu maalesef farketmiyor. Türkiye’nin batıdan aldığı eğitim, silah, ekonomi başta olmak üzere tüm ürün ve bilgilerin Almanya kökenli olması sadece Türkiye değil Almanya için de çok önemlidir. Ruslar ile yapılan savaşlarda birkaç neslini kaybeden Almanya, Türkiye’nin sağlam dostluğunu kavrayamamasında acaba dış etkenler mi bu ülkeyi yönlendiriyor diye düşünmemek elde değil.

Avrupa Birliği’nin lider ülkesi Almanya Türkiye’nin en çok destek beklediği ve bir çok konudaki ortak menfaati olan ülkelerdir. Görünürde Fransa ila eş başkanlık görüntüsü veren Almanya’nın AB politi- kalarına küçük devletlerin etkisini de anlayabiliyoruz. Türkiye’nin ve Almanya’nın birbiri ile olan çıkarlarını üst üste koyduğumuzda ilişkilerin ağır aksak giderek sürekli tartışma yaratılmasında etkili ülkelerin 15 tanesini yanyana getirip 2 ile çarpıp üçe bölündüğünde bile Türk-Alman Ticari ilişkilerin portföyüne ulaşması mümkün değil.

Türkiye’nin AB nezdinde eksik kriterleri olduğu doğrudur. En basitinden komşuları ile olan sorun-larını hallet deniyor Türkiye’ye. Ancak, aynı şekilde Türkiye’nin komşularına da “Türkiye ile olan sorunlarını hallet” denmiyor. Türkiye’nin kendi güvenliği için NATO dışı imkanları kullanmasına çok şaşıran AB ülkeleri, kendilerini biraz da Türkiye’nin yerine koyarak empati yapmalılar.

Alman siyaseti, Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları’nın siyasi kaprislere bürünmüş politikalarına Türk-Alman Dostluğu’nu kurban etmemelidir.