Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

YTB tarafından Türkiye ile Belçika arasında imzalanan iş gücü anlaşmasının 60. yılı dolayısıyla hazırlanan “Kuşaktan Kuşağa: Belçika’daki Türk Diasporasının 60. Yılı Programı” Belçika’nın Heusden Zolder şehrinde büyük bir coşkuyla gerçekleştirildi.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Türkiye ile Belçika arasında 16 Temmuz 1964'te imzalanan iş gücü anlaşmasının 60. yılı dolayısıyla Belçika’nın Heusden Zolder şehrinde “Kuşaktan Kuşağa: Belçika’daki Türk Diasporasının 60. Yılı Programı” düzenledi. Programa Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, Dış İlişkiler Başkanı ve İstanbul Milletvekili Zafer Sırakaya, Türkiye'nin Brüksel Büyükelçisi Bekir Uysal ve çok sayıda davetli katıldı.
Programın açılışında konuşan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, 60 yıl önce ellerinde tahta bavullarıyla gurbet yoluna düşenlerin ilk durağının Heusden-Zolder olduğunu hatırlattı. Belçika’nın alın teri dökmüş, zorluklara göğüs germiş, yıllarca vatan hasretiyle yoğrulmuş binlerce Türk işçisinin hikayeleriyle dolu olduğunu hatırlatan Göktaş, bu hikayelerden birinin sazıyla Belçika'ya gelen ilk Türk olan, maden işçisiyken şimdilerde Türk halk müziği eğitimi veren İsmail Erdoğdu'ya, bir diğerinin geçen ay hayatını kaybeden tercüman Yakup Yurt'a, bir diğerinin ise çiftçilik yaptıktan sonra Brüksel'de Türk marketi açan dedesi Hasan Malak'a ait olduğunu anlattı.
Hayatının dedesinin ve babasının marketinde kasalar arasında şekillendiğini aktaran Göktaş, “Alın terinin ve emeğin ne kadar kıymetli olduğunu daha küçük yaşlarımda hem okuyup hem çalışırken öğrendim. Kendi ülkemin değerlerini savunmayı ve hatta temsilcisi olmayı orada öğrendim. Büyük bir heyecanla siyaset dünyasında girdiğim seçimleri o markette insanlarla kurduğum iletişimle kazandım. Bugün Türkiye’nin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı sıfatıyla huzurunuzdaysam bunu ailemin varlığına ve desteğine borçluyum” dedi.
 
BELÇİKA'NIN EKONOMİSİNİN BÜYÜMESİ İÇİN DE ÖNEMLİ BİR DÖNÜM NOKTASI
60 yıl önce, Türkiye'den Brüksel’e göç edenlerin yeni bir hayat kurmak için umut ve cesaretle yola çıktıklarını belirten Göktaş, bu yolculuğun sadece kendi hayatları için değil, Belçika'nın ekonomisinin büyümesi için de önemli bir dönüm noktası olduğunu dile getirdi.
60 yıl önce işçi olarak Belçika’ya göç eden Türklerin girişimci, tüccar ya da sanayici olarak önemli yatırımlara imza attıklarına, karar mekanizmalarında yer alarak ülke siyaseti hakkında görüş bildirdiklerine, etkin roller üstlendiklerine dikkati çeken Göktaş, bunları yaparken de manevi değerlerini koruduklarını, milli kültürlerine bağlı kaldıklarını dile getirdi.
 
GÜÇLÜ DİASPORA, GÜÇLÜ TÜRKİYE ŞİARIYLA ÇALIŞIYORUZ
Programda konuşan YTB Başkanı Abdullah Eren de dilini, kültürünü bilmedikleri bir ülkede zor şartlar altında çalışıp hem de değerlerini koruyarak geçimlerini sağlamak için çalışan Türklerin, aralarından Bakan Göktaş gibi onlarca önemli figür ortaya çıkarmasının bir başarı hikayesi olduğunu belirtti.
Belçika'da halihazırda iş insanı, akademisyen, bürokrat olan, özellikle erken dönemde gelerek cami ve kültür dernekleri kuran, sosyal faaliyetlere katılan 350 binin üzerinde nüfuslu bir Türk toplumu varlığının bulunduğunu ifade eden Eren, her birinin Türkiye Cumhuriyeti için ana vatanda yaşayan vatandaşlar kadar değerli olduğunu vurguladı.
Eren, YTB'nin tek hedefinin yurt dışında yaşayan vatandaşların hizmetini görmek, onların Türkiye ile bağlarının devamını sağlamak olduğunu belirtti ve “Güçlü diaspora, güçlü Türkiye" şiarıyla çalıştıklarını vurguladı.
 
SİYASET, EKONOMİ, KÜLTÜR, SPOR, SANAT ALANLARINDA DAHA ETKİN
Programda konuşan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, Dış İlişkiler Başkanı ve İstanbul Milletvekili Zafer Sırakaya da Avrupa'daki varlık mücadelesini "büyük bir başarı hikayesi" olarak tanımladı. Türk toplumunun işçi konumunda olan nesilden, hayatın her alanında var olan, istihdam sağlayan, iş üreten, katma değer oluşturan bir toplum haline geldiğine dikkat çeken Sırakaya, Türklerin Avrupa'da hem siyaset hem de ekonomi, kültür, spor, sanat alanlarında daha etkin olması gerektiğini vurguladı.
Sırakaya konuşmasında Türk sivil toplum kuruluşlarına, YTB Başkanı Abdullah Eren'e ve yurt dışında yaşayan vatandaşlara bakışı tümüyle değiştirerek kıymet veren, oy kullanma ve temsil gibi haklar tanıyan, YTB, TİKA, Maarif, Yunus Emre Enstitüsü gibi başkanlıklarla hizmet veren bir anlayışı getirdiği için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a teşekkürlerini iletti.
 
TÜRKLERİN HİKAYESİ, “EN İYİ UYUM ÖRNEĞİ”
Türkiye'nin Brüksel Büyükelçisi Bekir Uysal doktor, avukat, akademisyen, mühendis, iş insanı konumuna gelen Türk vatandaşlarının çalışmalarının gurur verici olduğuna dikkat çekerek, “Dillerini bilmeden geldikleri ülkede canla başla zor işlerde çalışarak bugünkü konumlarına ulaşmaları takdire şayandır. Birinci nesil vatandaşların gösterdiği azim, çaba ve sabır çok kıymetli.  Bu özellikler sayesinde Türklerin hikayesi, ‘en iyi uyum örneği’ olarak tarihe geçti” dedi.
Etkinliğin sonunda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Göktaş, göç eden birinci nesil adına Aziz Gel'e, 4. nesil adına da Büşranur Yüksel'e çiçek takdim etti.
Programda, halk müziği sanatçısı Kubat'ın saz sanatçısı babası, Belçika'ya ilk nesil göçmenlerden merhum Necati Kubat ve sivil toplum önderi merhum Sedat Kaya adına akrabalarına plaket takdim edildi.
Programda Türk toplumuna yardımları vesilesiyle Belçikalı Tina de Gendt ve Dr. Ri de Ridder'e, ilk nesil Türk göçmen eşi vesilesiyle Müslüman olan "Güler" lakaplı Ghislaine Marie Ernestine'e, etkinlik için mekân sağlayan ikinci nesil göçmenlerden iş insanı Tamer Cankurtaranoğlu ve eşi Nilgün Cankurtaranoğlu’na da plaket verildi.
 
Barış Manço'nun eşi Lale Manço ve oğlu Batıkan Manço da etkinliğe katıldı.Lale Manço, yaptığı konuşmada, merhum eşinin Türkiye ve Belçika'nın ortak değeri ve kültür elçisi olduğunu ve burada bulunmanın ailesi adına büyük bir onur olduğunu söyledi. YTB Başkanı Eren, Lale Manço'ya plaket takdim etti.

 

 

 

 

Wer den Namen Bernhard Schlereth hört, denkt automatisch an die BR-Sendung „Fastnacht in Franken“, deren Gesicht der langjährige Präsident des Fastnachtsverbandes Franken war. Schlereth ist aber auch für die SPD im Würzburger Kreistag engagiert und er setzt sich als ehrenamtlicher Mitarbeiter der Kirchenstiftung tatkräftig für die Sanierung des Würzburger Käppele ein. Für sein Engagement im Fasching und in allen anderen Bereichen hat er u.a. den Frankenwürfel, das Bundesverdienstkreuz am Bande, den Bayerischen Verdienstorden und den Kulturpreis des Bezirks Unterfranken erhalten. Nun kam die Medaille des Oberbürgermeisters der Stadt Würzburg hinzu.

Oberbürgermeister Christian Schuchardt überreichte sie Schlereth in einer kleinen Feierstunde im Wenzelsaal des Würzburger Rathauses: „Es ist Ihre Zugewandtheit zu den Menschen, Ihr Wunsch, den Menschen eine Freude zu bereiten – das macht Sie aus“, führte Christian Schuchardt aus. Mit Humor aber auch Ernsthaftigkeit und einer Prise Hartnäckigkeit fahre Schlereth herausragende Erfolge ein, wie die großartige Leistung, die Sanierung des Käppele auf sichere Füße zu stellen. „Sie waren und sind bei dieser aufwändigen Innensanierung unseres Käppele Berater, Netzwerker, Schrittmacher, Verhandlungspartner und Kämpfer mit Herzblut in Personalunion.“ Auch die Stadt Würzburg beteiligt sich finanziell an der Sanierung des christlichen Wahrzeichens über der Stadt. Die Gesamtkosten für die Sanierung liegen bei rund sechs Millionen Euro.

 

Nürnberg’in kardeş şehri Antalya Valisi Hulusi Şahin, dünyanın en büyük turizm destinasyonlardan biri olan Antalya’nın nen fazla turist ağırlayan kentlerden biri olduğunu belirtirken, bu hedefin 20 milyon turist çekmek olduğunu söyledi.
ŞAHİN, “Antalya’ya 2023 yılında dışarıdan gelen yabancı turist sayısı 17 milyonu geçti. Bu sene hedefimiz 20 milyon turist. Dünyadan gelen turist sayısı itibariyle Türkiye ilk 5’te. Geçen yıl Türkiye için turizm geliri 56 milyardı ve bu sene 60 milyar olarak hedefliyoruz. Türkiye, turizm gelirinin üçte birini Antalya’dan sağlıyor” dedi.


ANTALYA ALMANLARIN İKİNCİ VATANI

Yaklaşık bir yıldır Antalya Valisi olarak görev yapan Hulusi Şahin, “Almanya-Türkiye ilişkileri tarihe dayanır. Beraber omuz omuza cepheye gittiğimiz Alman dostlarımızın ihtiyaç duyduğu dönemde iş gücü olarak Almanya’ya geldik. Türkiye’nin turizmden ticarete, ihracattan, ithalata kadar en büyük partneri Almanya olmuştur. Türk toplumu Almanya’da kalmaya devam ederken, Alman kardeşlerimiz de ikinci vatanı olarak gördüğü Antalya’da tatil yapıyor. Almanya ile Türkiye birbirinden vazgeçemez. Alman ve Türk toplumu et ile tırnak gibi birbirine iç içe geçmiş durumda. İki ülke arasında tarihe dayanan ilişkilerimiz daha da ileriye gidecek” diyerek, iki ülke ve iki kardeş kentin kardeşliğinin önemini vurguladı.


ARKANIZDA 80 MİLYONLUK TÜRKİYE VAR
Vali Şahin, “Dünyanın en önemli turizm kenti Antalya’nın valisi olarak gurbetçilerimizle gurur duyuyoruz. Buradaki vatandaşlarımız, bizim bayrağımızın taşıyıcılarıdır. Türkiye’nin değerlerini burada taşıma anlamında çok değerli ve Türkiye’deki kardeşlerinin buradaki gözü kulağıdır. Buradaki vatandaşlarımızın arkasında 80 milyonu aşkın nüfusuyla Türkiye devleti ve 150 milyon civarında koca bir Türk dünyası var. Bizler tarihler boyunca adaleti temsil eden, adalet için uğraşan, haksızlığa tahammülü olmayan, mazlumdan yana olan bir milletiz. Burada sokaklarda yürürken, zorla kapıdan bacadan bu ülkeye girmediğimizi, özel davet üzerine geldiğimiz unutmadan gururla yürüyün” açıklamasında da bulundu.

İlhan BABA - NÜRNBERG

 

 

 

 

 

 

Gerçekte Kıbrıs sorununun kökeninde yatan, çözülmesi gereken sorun “güven” sorunu.

Kıbrıs Türkleri içinde içten gelerek Kıbrıs Rumlarına ve Yunanlara güven duyanların sayısı yok denecek kadar az.

Bu güvensizliğin kökleri de 20’nci yüzyılın başlarına kadar gidiyor ancak geçmişi geçmişte bırakır günümüze dönersek, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.

Biliyorsunuz, Rumlar KKTC’nin adının geçeceği, KKTC’yi üste taşıyacak, Kıbrıs Türküne nefes aldıracak her türlü girişimi engellerler. Buna turistik ziyaretler, ekonomik ve bilimsel faaliyetler de dahil.

 

Kıbrıs Rumları, 1955-1974’e kadar, aynen günümüzde Gazze’de yaşanan soykırımın benzeri bir soykırıma tabi tuttukları Kıbrıs Türklerinin, -anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği ile 1974’te özgürlüklerine kavuşmaları sonucunda- kurmayı başardıkları devletlerini dünyadan izole etmek için elden geleni yapmaktalar.

 

 

Biz, Kıbrıs Türkleri ile sözde ortak devlet kurmak için 1968 yılından beri sürmekte olan müzakereleri her seferinde megalomanik bir tavır ve sudan bahaneler ile sonlandıran, masayı devirip çıkan Rumlar, günümüzde, sanki de müzakere masasını terk eden kendileri değilmiş gibi Kıbrıs Türklerini masaya oturtmak için yırtınıyorlar, kapı kapı dolaşıp Türkiye ve Kıbrıs Türklerine baskı yapılması için her yolu deniyorlar.

 

 

Geçenlerde de Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Avustralya’ya gitmesini ve Avustralyalı yerel yöneticilerle, hükümet mensupları ile görüşmesini önlemek için elden gelen her şeyi yaptılar.

Yapmaya yaptılar da bu kez başarılı olamadılar ve ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı Avustralya’da resmi olmasa da “Cumhurbaşkanı” olarak karşılandı, ağırlandı, ziyaretlerde bulundu.

 

Kıbrıs Türklerinin uluslararası spor müsabakalarına katılmasını önleyen, dünyaya direkt uçuşlar ile bağlanmasına mani olan, Türk soylu devletlerin kurdukları Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci” olarak üye olmasının, Kıbrıs Türklerinin dünya devletleri ile akademik, ticari, endüstriyel, sosyal ve kültürel bağ kurmasının önünü kesmek için her tür entrikayı çeviren Kıbrıs Rumlarının kredisi tükenmiş, Kıbrıs Türklerinden sevgi ve saygı beklemeleri artık hayalden de öte imkansız hale gelmiştir.

 

Her ne kadar BM temsilcileri KKTC’deki KKTC karşıtlarıyla görüşüp, bunları Kıbrıs Türkünün genel görüşü olarak lanse etse de Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu, son bir asırdır kendilerini yok etmek için yıllarca silahlı, ekonomik ve siyasi saldırılarda bulunan Kıbrıs Rumları ile, bir süre sonra Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşecekleri ortak bir devlet kurmayı istememektedir.

 

Atlantik İttifakının, kendilerini dünyadan izole eden yasa ve kural tanımaz insanlık dışı uygulamaları, Kıbrıs Türklerine kimlere güvenebileceği konusunda büyük bir ders olmuştur. 

 

Kuzey Doğu Suriye toprakları içinde PKK, YPG ve benzeri isim altında faaliyet gösteren terör oluşumuna yıllardır mali ve silah desteği veren Atlantik İttifakı,  şimdi de yasa dışı bir şekilde yerel seçimler yapmalarına destek vererek varlıklarını yasal statüye oturtmaya çalışıyor ama 15 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’ta darbe yaparak uluslararası tanınmışlığı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden ve ertesi gün de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettiğini açıklayan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin yöneticilerine, Kıbrıs Rumlarına ve Yunanistan’a, maalesef ciddiye alınacak hiçbir yaptırım uygulamamıştır. (Kıbrıs Türklerini soykırımdan ve yok olmaktan kurtaran Türkiye’ye ise 1974 Barış Harekatından hemen sonra “silah ve finans ambargosu” uygulamıştır.) Hamisi ve kurucusu oldukları Birlemiş Milletler Teşkilatında da insanlığın yüz karası olan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı, Kıbrıs Türklerini dünyadan izole eden kararı almışlardır.

 

Şimdi, Kuzey Doğu Suriye’de tamamen kendi kontrollerinde olacak bir terör devletini yasa dışı yollarla oluşturmaya çalışırken, dünyanın en uzun süreli sorununun yaşandığı adada birbiriyle savaşmış ve öfkeleri dinmeyen iki toplumu bir araya getirip yönetimi Rumlara vermeyi hedeflemenin yorumunu size bırakıyorum. Burada her kurumuyla -Federe Devleti saymazsak- 41 yıllık bir  devlet var, orada teröristlere devlet kurdurulmaya çalışılıyor!

Bu nasıl bir küresel adalet? Biz kime, niye, nasıl güvenelim?

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

 

 

Gerçekte Kıbrıs sorununun kökeninde yatan, çözülmesi gereken sorun “güven” sorunu.

Kıbrıs Türkleri içinde içten gelerek Kıbrıs Rumlarına ve Yunanlara güven duyanların sayısı yok denecek kadar az.

Bu güvensizliğin kökleri de 20’nci yüzyılın başlarına kadar gidiyor ancak geçmişi geçmişte bırakır günümüze dönersek, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.

Biliyorsunuz, Rumlar KKTC’nin adının geçeceği, KKTC’yi üste taşıyacak, Kıbrıs Türküne nefes aldıracak her türlü girişimi engellerler. Buna turistik ziyaretler, ekonomik ve bilimsel faaliyetler de dahil.

 

Kıbrıs Rumları, 1955-1974’e kadar, aynen günümüzde Gazze’de yaşanan soykırımın benzeri bir soykırıma tabi tuttukları Kıbrıs Türklerinin, -anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği ile 1974’te özgürlüklerine kavuşmaları sonucunda- kurmayı başardıkları devletlerini dünyadan izole etmek için elden geleni yapmaktalar.

 

 

Biz, Kıbrıs Türkleri ile sözde ortak devlet kurmak için 1968 yılından beri sürmekte olan müzakereleri her seferinde megalomanik bir tavır ve sudan bahaneler ile sonlandıran, masayı devirip çıkan Rumlar, günümüzde, sanki de müzakere masasını terk eden kendileri değilmiş gibi Kıbrıs Türklerini masaya oturtmak için yırtınıyorlar, kapı kapı dolaşıp Türkiye ve Kıbrıs Türklerine baskı yapılması için her yolu deniyorlar.

 

 

Geçenlerde de Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Avustralya’ya gitmesini ve Avustralyalı yerel yöneticilerle, hükümet mensupları ile görüşmesini önlemek için elden gelen her şeyi yaptılar.

Yapmaya yaptılar da bu kez başarılı olamadılar ve ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı Avustralya’da resmi olmasa da “Cumhurbaşkanı” olarak karşılandı, ağırlandı, ziyaretlerde bulundu.

 

Kıbrıs Türklerinin uluslararası spor müsabakalarına katılmasını önleyen, dünyaya direkt uçuşlar ile bağlanmasına mani olan, Türk soylu devletlerin kurdukları Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci” olarak üye olmasının, Kıbrıs Türklerinin dünya devletleri ile akademik, ticari, endüstriyel, sosyal ve kültürel bağ kurmasının önünü kesmek için her tür entrikayı çeviren Kıbrıs Rumlarının kredisi tükenmiş, Kıbrıs Türklerinden sevgi ve saygı beklemeleri artık hayalden de öte imkansız hale gelmiştir.

 

Her ne kadar BM temsilcileri KKTC’deki KKTC karşıtlarıyla görüşüp, bunları Kıbrıs Türkünün genel görüşü olarak lanse etse de Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu, son bir asırdır kendilerini yok etmek için yıllarca silahlı, ekonomik ve siyasi saldırılarda bulunan Kıbrıs Rumları ile, bir süre sonra Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşecekleri ortak bir devlet kurmayı istememektedir.

 

Atlantik İttifakının, kendilerini dünyadan izole eden yasa ve kural tanımaz insanlık dışı uygulamaları, Kıbrıs Türklerine kimlere güvenebileceği konusunda büyük bir ders olmuştur. 

 

Kuzey Doğu Suriye toprakları içinde PKK, YPG ve benzeri isim altında faaliyet gösteren terör oluşumuna yıllardır mali ve silah desteği veren Atlantik İttifakı,  şimdi de yasa dışı bir şekilde yerel seçimler yapmalarına destek vererek varlıklarını yasal statüye oturtmaya çalışıyor ama 15 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’ta darbe yaparak uluslararası tanınmışlığı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden ve ertesi gün de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettiğini açıklayan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin yöneticilerine, Kıbrıs Rumlarına ve Yunanistan’a, maalesef ciddiye alınacak hiçbir yaptırım uygulamamıştır. (Kıbrıs Türklerini soykırımdan ve yok olmaktan kurtaran Türkiye’ye ise 1974 Barış Harekatından hemen sonra “silah ve finans ambargosu” uygulamıştır.) Hamisi ve kurucusu oldukları Birlemiş Milletler Teşkilatında da insanlığın yüz karası olan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı, Kıbrıs Türklerini dünyadan izole eden kararı almışlardır.

 

Şimdi, Kuzey Doğu Suriye’de tamamen kendi kontrollerinde olacak bir terör devletini yasa dışı yollarla oluşturmaya çalışırken, dünyanın en uzun süreli sorununun yaşandığı adada birbiriyle savaşmış ve öfkeleri dinmeyen iki toplumu bir araya getirip yönetimi Rumlara vermeyi hedeflemenin yorumunu size bırakıyorum. Burada her kurumuyla -Federe Devleti saymazsak- 41 yıllık bir  devlet var, orada teröristlere devlet kurdurulmaya çalışılıyor!

Bu nasıl bir küresel adalet? Biz kime, niye, nasıl güvenelim?

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

 

 

 

Gerçekte Kıbrıs sorununun kökeninde yatan, çözülmesi gereken sorun “güven” sorunu.

Kıbrıs Türkleri içinde içten gelerek Kıbrıs Rumlarına ve Yunanlara güven duyanların sayısı yok denecek kadar az.

Bu güvensizliğin kökleri de 20’nci yüzyılın başlarına kadar gidiyor ancak geçmişi geçmişte bırakır günümüze dönersek, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.

Biliyorsunuz, Rumlar KKTC’nin adının geçeceği, KKTC’yi üste taşıyacak, Kıbrıs Türküne nefes aldıracak her türlü girişimi engellerler. Buna turistik ziyaretler, ekonomik ve bilimsel faaliyetler de dahil.

 

Kıbrıs Rumları, 1955-1974’e kadar, aynen günümüzde Gazze’de yaşanan soykırımın benzeri bir soykırıma tabi tuttukları Kıbrıs Türklerinin, -anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği ile 1974’te özgürlüklerine kavuşmaları sonucunda- kurmayı başardıkları devletlerini dünyadan izole etmek için elden geleni yapmaktalar.

 

 

Biz, Kıbrıs Türkleri ile sözde ortak devlet kurmak için 1968 yılından beri sürmekte olan müzakereleri her seferinde megalomanik bir tavır ve sudan bahaneler ile sonlandıran, masayı devirip çıkan Rumlar, günümüzde, sanki de müzakere masasını terk eden kendileri değilmiş gibi Kıbrıs Türklerini masaya oturtmak için yırtınıyorlar, kapı kapı dolaşıp Türkiye ve Kıbrıs Türklerine baskı yapılması için her yolu deniyorlar.

 

 

Geçenlerde de Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Avustralya’ya gitmesini ve Avustralyalı yerel yöneticilerle, hükümet mensupları ile görüşmesini önlemek için elden gelen her şeyi yaptılar.

Yapmaya yaptılar da bu kez başarılı olamadılar ve ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı Avustralya’da resmi olmasa da “Cumhurbaşkanı” olarak karşılandı, ağırlandı, ziyaretlerde bulundu.

 

Kıbrıs Türklerinin uluslararası spor müsabakalarına katılmasını önleyen, dünyaya direkt uçuşlar ile bağlanmasına mani olan, Türk soylu devletlerin kurdukları Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci” olarak üye olmasının, Kıbrıs Türklerinin dünya devletleri ile akademik, ticari, endüstriyel, sosyal ve kültürel bağ kurmasının önünü kesmek için her tür entrikayı çeviren Kıbrıs Rumlarının kredisi tükenmiş, Kıbrıs Türklerinden sevgi ve saygı beklemeleri artık hayalden de öte imkansız hale gelmiştir.

 

Her ne kadar BM temsilcileri KKTC’deki KKTC karşıtlarıyla görüşüp, bunları Kıbrıs Türkünün genel görüşü olarak lanse etse de Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu, son bir asırdır kendilerini yok etmek için yıllarca silahlı, ekonomik ve siyasi saldırılarda bulunan Kıbrıs Rumları ile, bir süre sonra Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşecekleri ortak bir devlet kurmayı istememektedir.

 

Atlantik İttifakının, kendilerini dünyadan izole eden yasa ve kural tanımaz insanlık dışı uygulamaları, Kıbrıs Türklerine kimlere güvenebileceği konusunda büyük bir ders olmuştur. 

 

Kuzey Doğu Suriye toprakları içinde PKK, YPG ve benzeri isim altında faaliyet gösteren terör oluşumuna yıllardır mali ve silah desteği veren Atlantik İttifakı,  şimdi de yasa dışı bir şekilde yerel seçimler yapmalarına destek vererek varlıklarını yasal statüye oturtmaya çalışıyor ama 15 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’ta darbe yaparak uluslararası tanınmışlığı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden ve ertesi gün de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettiğini açıklayan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin yöneticilerine, Kıbrıs Rumlarına ve Yunanistan’a, maalesef ciddiye alınacak hiçbir yaptırım uygulamamıştır. (Kıbrıs Türklerini soykırımdan ve yok olmaktan kurtaran Türkiye’ye ise 1974 Barış Harekatından hemen sonra “silah ve finans ambargosu” uygulamıştır.) Hamisi ve kurucusu oldukları Birlemiş Milletler Teşkilatında da insanlığın yüz karası olan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı, Kıbrıs Türklerini dünyadan izole eden kararı almışlardır.

 

Şimdi, Kuzey Doğu Suriye’de tamamen kendi kontrollerinde olacak bir terör devletini yasa dışı yollarla oluşturmaya çalışırken, dünyanın en uzun süreli sorununun yaşandığı adada birbiriyle savaşmış ve öfkeleri dinmeyen iki toplumu bir araya getirip yönetimi Rumlara vermeyi hedeflemenin yorumunu size bırakıyorum. Burada her kurumuyla -Federe Devleti saymazsak- 41 yıllık bir  devlet var, orada teröristlere devlet kurdurulmaya çalışılıyor!

Bu nasıl bir küresel adalet? Biz kime, niye, nasıl güvenelim?

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

 

Kuzey Ren Vestfalya eyaleti Aachen şehrinde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı Yunus Emre Camii ve Kültür Merkezi’nde “Almanya’da Çocuk Koruma ve Koruyucu Aile Sistemi” konulu panel düzenlendi.

Köln Başkonsolosluğu Aile ve Sosyal Hizmetler Ataşeliği tarafından gerçekleştirilen panelin açılış konuşmasını Aachen DİTİB Yunus Emre Camii dernek başkan vekili Osman Karaduman yaptı. Karaduman, koruma altına alınan çocuklara koruyucu aile olarak sahip çıkılmasının gereksinimini ve hassasiyetini vurguladı.

 

Panelin moderatörlüğünü yapan Aachen DİTİB Yunus Emre Camii dernek başkan vekili Dr. Sema Akın ise, Aralık 2023'te paylaşılan istatistiklerle çocukların aile ortamında yetişmesinin önemini vurguladı. Almanya'da 121 bin çocuğun yurtlarda, 86 bininin koruyucu ailelerin himayesinde olduğunu belirten Akın, Avrupa'da birçok Müslüman çocuğun kendi dini ve kültürel değerlerine uygun olmayan ailelerde büyümek zorunda kaldığını, bunun sebebinin koruyucu aile sayısının yetersizliği ve Müslüman koruyucu aile oranının düşük olması olduğunu söyledi. Müslüman toplumu koruyucu aile olmaya teşvik eden Akın, çocukların dini ve kültürel değerlerine uygun ortamlarda büyümelerinin önemine dikkat çekti.

 

Aachen DİTİB Yunus Emre Camii din görevlisi Hasan Hüseyin Kul, İslam dininin ve Peygamber Efendimizin yetimlere ve korunmaya muhtaç çocuklara verdiği önemi vurguladı. Katılımcılara, Müslüman bireylerin bu çocuklara karşı sorumluluklarını misaller vererek aktaran Kul, İslam'ın yetimlerin korunmasına büyük değer verdiğini ve Müslümanların bu sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğini belirtti.

Aile ve Sosyal Hizmetler Ataşesi Rukiye Sancar da, koruma altındaki çocuklar hakkında temel ve güncel bilgileri sundu. Koruma altındaki çocuklar arasında yabancı ve Müslüman kökenli çocukların yüksek oranda olduğunu belirten Sancar, Aile ve Sosyal Hizmetler Ataşeliği olarak, koruma altına alınan çocuklara, ailelerine ve koruyucu ailelere danışmanlık ve destek hizmetleri sunduklarını açıkladı.

 

Koruyucu Batmaz, Sarıkaya, Bayram ve Göze aileleri, kendilerini tanıtarak nasıl ve neden koruyucu aile olduklarını, motivasyonlarını katılımcılarla paylaştı. Ayrıca katılımcıların birçok sorusunu yanıtlayarak yüreklere dokundular. Panelde, koruyucu ailelerin deneyimleri ve karşılaştıkları zorluklar ele alındı. Ayrıca, Almanya'daki Türk toplumunun Gençlik Dairesi'ne yönelik endişeleri ve bu endişelerle birlikte oluşan önyargıların günlük yaşamlarında Gençlik Dairesi'nden aldıkları destek ve hizmetler sayesinde giderildiğini belirttiler.

Aachen Gençlik Dairesi Çocuk ve Gençlik Korunması biriminde ekip yöneticisi olarak görev yapan Özlem Vuran, 20 yılı aşkın mesleki tecrübesi sayesinde söyleşi sırasında katılımcıların sorularını cevaplayarak özellikle endişelerin ve önyargıların azalmasına destek oldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aktionswochen und Tag des offenen Wertstoffzentrums sollen über richtige Mülltrennung informieren

Ein riesiger Joghurtbecher am Wertstoffzentrum? Was soll das denn? Vom 3. bis 16. Juni 2024 machen die auffälligen XXL-Verpackungen auf ein wichtiges Thema des Landkreises Kelheim aufmerksam: richtige Mülltrennung. Rund um die riesigen Verpackungen an den sieben Wertstoffzentren informiert die Kommunale Abfallwirtschaft als Partnerin der Aktion „Deutschland trennt. Du auch?“ über das richtige Trennen von Verpackungsabfällen. Ziel der bundesweiten Aktion ist es, so viele Menschen wie möglich zu mehr und besserer Mülltrennung zu motivieren – für mehr Recycling. Schirmherrin der bisher größten Partneraktion für richtige Mülltrennung ist Bundesumweltministerin Steffi Lemke.

 

„Wenn unsere Bürgerinnen und Bürger gebrauchte Verpackungen richtig trennen und entsorgen, können wir als Landkreis einen wichtigen Beitrag zum Klima- und Umweltschutz leisten. Dazu wollen wir als Partner der Aktion ‚Deutschland trennt. Du auch?‘ beitragen.“

 

Katharina Spreider, Abfallberaterin des Landkreises Kelheim

 

Erstmals engagieren sich mit den bundesweiten Aktionswochen zu „Deutschland trennt. Du auch?“ Kommunen in ganz Deutschland gemeinsam mit den dualen Systemen und ihrer Initiative „Mülltrennung wirkt“, dem Handel sowie der Abfall- und Entsorgungswirtschaft dafür, so viele Menschen wie möglich über richtige Mülltrennung zu informieren. Auch im Landkreis Kelheim sind beispielsweise gebrauchte Windeln, Lebensmittelreste oder Batterien noch immer beliebte „Fehlwürfe“ im Gelben Sack. Sie gehören dort nicht hinein und können das Recycling gebrauchter Verpackungen verhindern.

 

Beim Tag des offenen Wertstoffzentrums Arnhofen verbunden mit einem Wertstoffhofkonzert am 08.06.2024 von 13 bis 16 Uhr beantwortet das Team der Kommunalen Abfallwirtschaft daher persönlich alle Fragen der Bürgerinnen und Bürger rund um richtige Mülltrennung. Mit dabei sein werden auch die Band „Acoustic Company“, die Gruppe Cleanup Langquaid mit einem Infostand und einem Getränkeverkauf sowie der sogenannte „Trenn-Bär“ mit einem Glücksrad und weiteren tollen Attraktionen. An diesem Tag wird das Wertstoffzentrum Arnhofen auch nur von 8 bis 12 Uhr geöffnet sein, danach sind keine Anlieferungen mehr möglich. Der Eintritt zum Konzert ist frei.

 

„Das Wertstoffhofkonzert Arnhofen war bereits im vergangenen Jahr ein voller Erfolg. Die Aktion ‚Landkreis Kelheim trennt. Du auch?‘ ist der ideale Rahmen, um das Konzert noch größer aufzuziehen und dabei über richtige Mülltrennung zu informieren. So kann der Landkreis mit hoffentlich weniger Fehlwürfen aktiv zum Klimaschutz beitragen.“

Landrat Martin Neumeyer

 

Als Trennbotschafterin gibt die Kommunale Abfallwirtschaft der Aktion „Deutschland trennt. Du auch?“ im Landkreis persönlich ein Gesicht – auf Plakaten, mit Radio-Spots oder Interviews. Die Initiative „Mülltrennung wirkt“ begleitet die Aktionswochen mit einer bundesweiten Werbe- und Social-Media-Kampagne. Gesicht zeigen können auch die Bürgerinnen und Bürger selbst: Mit einem Selfie vor der XXL-Verpackung und dem Hashtag #wertrenntgewinnt können sie am bundesweiten Social-Media-Gewinnspiel von „Deutschland trennt. Du auch?“ teilnehmen und mit etwas Glück einen von vielen Preisen gewinnen.

 

Die drei Meter hohen XXL-Verpackungen zeigen Eigenmarkenprodukte der an „Deutschland trennt. Du auch?“ beteiligten Partner aus dem Lebensmitteleinzelhandel (LEH). Verpackungsrecycling ist ein bedeutender Aspekt der Nachhaltigkeit im Handel. Partner der Aktion sind Netto Marken-Discount, EDEKA und Netto Deutschland. Die Idee zur bisher größten Partneraktion für richtige Mülltrennung kommt von „Mülltrennung wirkt“, einer Initiative der dualen Systeme:

 

„Zusammen können wir viel erreichen. Bisher informieren die an der Wertschöpfungskette für Verpackungsrecycling beteiligten Unternehmen und Institutionen überwiegend jeder für sich. Dabei haben wir ein gemeinsames Ziel: Mehr gesammelte Verpackungen, effizientes Recycling und damit eine noch nachhaltigere Kreislaufwirtschaft für Verpackungen in Deutschland.“

 

  

Über die Aktion „Deutschland trennt. Du auch?“

„Deutschland trennt. Du auch?“ ist die bisher größte Partneraktion zur Aufklärung über richtige Mülltrennung in Deutschland. Initiiert und organisiert wird die Aktion von „Mülltrennung wirkt“, einer Initiative der dualen Systeme. Mit „Deutschland trennt. Du auch?“ engagieren sich die dualen Systeme, kommunale Abfallberatungen, Unternehmen der Abfall- und Entsorgungswirtschaft und des Lebensmitteleinzelhandels erstmals gemeinsam, um die Menschen in ganz Deutschland über richtige Mülltrennung zu informieren. Ihr Ziel: Höhere Sammelmengen und -qualitäten für mehr Verpackungsrecycling – zum Schutz von Klima und Ressourcen. Während der bundesweiten Aktionswochen vom 3. bis 16. Juni klären die Partner mit intensiver lokaler Informationsarbeit, Live-Events sowie mit begleitenden Werbe- und Social-Mediakampagnen über die richtige Trennung von Abfällen auf. Schirmherrin der bundesweiten Aktion für richtige Mülltrennung ist Bundesumweltministerin Steffi Lemke. Weitere Informationen über die Aktion „Deutschland trennt. Du auch?“ finden Sie unter www.deutschland-trennt.de.

 

Über „Mülltrennung wirkt“

„Mülltrennung wirkt“ ist eine Initiative der dualen Systeme in Deutschland. Die dualen Systeme organisieren mit ihren Dienstleistern aus der Entsorgungs- und Recyclingbranche die Sammlung, Sortierung und Verwertung gebrauchter Verkaufsverpackungen. An der bundesweiten Initiative „Mülltrennung wirkt“ sind aktuell zehn duale Systeme beteiligt. Gemeinsam klären sie über richtige Abfalltrennung und Recycling von Verpackungen auf. Weitere Informationen finden Sie unter www.mülltrennung-wirkt.de.

 

Kontakt Kommunale Abfallwirtschaft Landkreis Kelheim

Katharina Spreider, 09441 207-1517, Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Başkanı Dr. Muharrem Kuzey, çevrim içi gerçekleşen “DİTİB İmam Eğitimi Programı”nı tanıttı.

300’e yakın ilahiyat ve islami ilimler fakültesi mezununun katıldığı çevrimiçi tanıtım toplantısında, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Başkanı Kuzey, teşkilatın misyon ve vizyonunu içeren bir sunum gerçekleştirdi.

Kuzey, DİTİB’in 5 Temmuz 1984 tarihinde kurulduğunu, ancak Almanya’daki Türk ve Müslüman varlığının 1961 yılındayapılan işçi göçü anlaşmasına kadar uzandığını vurguladı. İşçi göçüyle Almanya'ya gelen Türklerin, dini ihtiyaçlarını karşılamak için uzun yıllar bireysel çabalar gösterdiğini belirten Kuzey, 1970'li yıllardan itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı'nın din görevlileri göndererek bu sürece destek verdiğini ifade etti.

1984 yılında DİTİB’in kurulmasıyla 135 dernekle yola çıktıklarını hatırlatan Kuzey, bugün 858 dernek ve bine yakın din görevlisiyle hizmet verdiklerini belirtti. Almanya'nın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en çok din görevlisi gönderdiği ülke olduğunu söyledi.

 

DİTİB’in, 40’ıncı yılında yeni bir dönem başlıyor

40’ıncı yılını kutlayan DİTİB’in yeni bir dönem için din görevlisi yetiştirme konusunda hamleler yapmak istediğini dile getiren Kuzey, bu alanda yeni kapılar aralayacaklarını sözlerine ekledi.

Kuzey, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 70'li yıllardan bu yana Almanya'ya düzenli olarak din görevlisi gönderdiğini, halen Türkiye'den gelen yaklaşık bin din görevlisinin 5 yıllık sürelerle görev yaptığını belirtti. Ayrıca, Almanya'da doğup büyüyen ve Türkiye'de ilahiyat eğitimi alan yaklaşık 200-250 kişinin de DİTİB bünyesinde hizmet verdiğini sözlerine ekledi.

 

Almanya'yı tanıyan ve Almanca bilen din görevlileri yetişecek

2002 yılında Frankfurt Goethe Üniversitesi'nde İslam araştırmaları kürsüsünün kurulduğunu ve 2006 yılında Uluslararası İlahiyat Programı'nın başlatıldığını ifade eden Kuzey, bu programın Almanya'daki İslam algısına önemli katkılar sunduğunu vurguladı. 2020 yılında DİTİB tarafından başlatılan İmam Eğitimi programıyla, Almanya'da kalıcı olarak görev yapacak, Almanca bilen ve Almanya'yı tanıyan din görevlileri yetiştirilmesinin amaçlandığını belirtti.

 

Seçilecek 75 kişiye burs ve barınma imkânı sunulacak

Kuzey, „İmam Eğitimi programı kapsamında Türkiye'den seçilecek ilahiyat veya İslami ilimler fakültesi mezunu 75 kişi, Almanya'da iki yıl sürecek yoğunlaştırılmış bir eğitim alacak. Bu eğitimin ilk yılında Almanca dil eğitimi, ikinci yılında ise imamlık ve cami hizmetleri eğitimleri verilecek. Katılımcılara barınma ve burs imkânları sağlanacak, eğitim sonunda başarılı olanlar Almanya'da din görevlisi olarak istihdam edilecek“ dedi.

Müracaatlar Ağustos-Eylül aylarında başlayacak

Programa başvuruların Ağustos-Eylül aylarında online olarak alınacağını, mülakatların ise Ekim ayında Ankara ve İstanbul'da gerçekleştirileceğini bildiren Kuzey, başvuru şartları arasında ilahiyat veya İslami ilimler fakültesi mezunu olma, 30 yaşından gün almamış olma ve sağlık açısından imamlığa engel bir durumun bulunmaması gibi kriterlerin yer aldığını ifade etti. Kuzey, müracaat edecek mezunların ayrıntılı bilgi için https://www.ditib-akademie.de/imamegitimi/ ve DİTİB sosyal medya hesaplarını takip edebileceklerini söyledi.

 

İnsana dokunmak isteyen adaylara davet

Kuzey, Almanya'daki din hizmetlerinin geniş bir alana yayıldığını ve din görevlilerinin gençlik sohbetleri, cami eğitimi, toplum ve medya ilişkileri gibi birçok farklı alanda hizmet verdiğini belirterek, hizmet etmeyi arzulayan ve insana dokunmak isteyen adayları programa başvurmaya davet etti.

 

DİTİB İmam Eğitim Programı tanıtıldı

DİTİB Genel Başkanı Dr. Muharrem Kuzey, geçen hafta yönetim kurulu üyesi Muhammed Şahin ve imam eğitimi koordinatörü Mustafa Kader ile birlikte ‘İmam Eğitim Programı’ kapsamında İstanbul, Çanakkale, Ankara, Bursa, Konya ve Kayseri’deki ilahiyat fakültelerinde tanıtım amaçlı sunumlar yaptıklarını sözlerine ekledi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Der Tag der Organspende – in diesem Jahr der 1. Juni – soll dazu beitragen, Ängste und Vorurteile zu diesem Thema abzubauen und sich bewusst noch zu Lebzeiten für oder gegen eine Organspende zu entscheiden. „Seit März dieses Jahres kann man seine persönliche Entscheidung zur Organspende nicht nur mithilfe eines Organspendeausweises oder einer Patientenverfügung, sondern auch digital im neuen Organspende-Register dokumentieren“, so Alexander Pröbstle, Direktor von der AOK in Würzburg. Alle Bürgerinnen und Bürger ab 16 Jahren können sich kostenfrei eintragen. Bis Mitte Mai nahmen bereits rund 116.000 Menschen die Möglichkeit wahr, ihren Willen digital zu hinterlegen.

 

Dokumentierter Wille entlastet Angehörige

Der unerwartete Tod eines geliebten Menschen ist für Hinterbliebene ein schmerzhaftes Ereignis. In dieser Situation mit der Frage nach einer Organspende konfrontiert zu werden, bringt für sie eine große zusätzliche Belastung – vor allem dann, wenn der Wille der Verstorbenen nicht bekannt ist. „Deshalb ist es so wichtig, sich mit dem Thema Organspende zu befassen, eine individuelle Entscheidung zu treffen und die Angehörigen davon in Kenntnis zu setzen“, so Alexander Pröbstle. Mit einem Organspendeausweis oder dem Eintrag im Organspende-Register schafft man Klarheit und nimmt den Druck von den Angehörigen. Was hingegen den Organspendeausweis nicht ersetzen kann, ist ein Organspende-Tattoo. „Das wird lediglich als Willensbekundung angesehen und hat nur symbolischen Charakter“, erläutert Alexander Pröbstle. In ihrem aktuellen Bericht weist die Deutsche Stiftung Organtransplantation (DSO) darauf hin, dass die Angehörigen in fast drei Viertel (74,2 Prozent) der Fälle einer Organspende nicht zustimmen. Auch wenn es in Bayern im Jahr 2023 mit 126 Organspendern etwa so viele Spendende wie im Jahr 2022 (128) gab: Die Zahl der Menschen, die im Freistaat auf ein Spenderorgan warten, liegt laut Bayerischem Gesundheitsministerium bei rund 1.200.

 

Entscheidungshilfen nutzen

Die AOK hilft mit dem Online-Angebot „Entscheidungshilfe Organspende“ dabei, Argumente für oder gegen eine Organspende zu finden. Dazu gehören rechtliche Fragestellungen genauso wie Fragen zu den medizinischen Voraussetzungen oder den Erfolgsaussichten für eine Transplantation. Auch der Ablauf einer Organspende wird beschrieben. „Für Menschen, die ihre Fragen lieber im persönlichen Kontakt klären wollen, gibt es ebenfalls ein Angebot“, so Alexander Pröbstle. Die AOK unterstützt das „Infotelefon Organspende“ der DSO und der Bundeszentrale für gesundheitliche Aufklärung (BZgA). Expertinnen und Experten beraten montags bis freitags von 9 bis 18 Uhr zu allen Anliegen rund um das Thema Organspende. Das Beratungsteam ist unter der kostenlosen Service-Telefonnummer 0800 90 40 400 erreichbar.