Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Birleşik Hizmet Sektörü Sendikasının (Verdi) yaptığı açıklamada, 3 günlük grevin Lufthansa ile yapılan dördüncü toplu sözleşme görüşmelerinde şirketin ücret teklifinin değişmemesi üzerine alındığı ifade edildi.
Açıklamada, uyarı grevinin 28 Şubat'ta başlayacağı ve 1 Mart'ta sona ereceği bilgisi paylaşıldı.
Sendika, söz konusu 3 günlük grev girişimiyle Lufthansa'nın yer hizmetleri çalışanlarına ödenen ücretlerin iyileştirilmesi için bir düzenleme hedefliyor.
En az 500 avro olmak üzere yer hizmetleri personeli için yüzde 12,5'lik ücret artışı talep eden sendika, buna ek olarak çalışanlara yüksek enflasyonun telafisi için tek seferlik 3 bin avroluk ikramiye verilmesini de istiyor.
Lufthansa yönetimi, iki ücret artışından ilkinin Aralık 2024'ten Mart 2024'e çekilmesini ve 3 bin avroluk enflasyon telafi priminin daha hızlı ödenmesini içeren bir başka iyileştirilmiş teklifte bulunurken, sendika, şirketin teklifini yetersiz bularak reddetti.
Sendika adına Lufthansa ile müzakereleri yürüten Marvin Rechinsky, toplu iş sözleşmesi anlaşmazlığının hızlı bir şekilde sona erdirilmesi talebini bir kez daha vurguladıklarını belirterek, "Lufthansa henüz bunu kabul etmedi. İlk adım olarak, işverenlerin bu gecikmesine bilinçli bir şekilde, yolcuların etkilenmeyeceği şekilde yanıt veriyoruz. Ancak, Lufthansa'nın bu sorumsuz davranışı devam ederse, yolcuların yakında tekrar grevden etkileneceğini üzüntüyle karşılıyoruz. Bunu önlemek Lufthansa'nın elindedir." ifadesini kullandı.
Toplu sözleşme görüşmelerinin beşincisinin 13 ve 14 Mart tarihlerinde yapılması planlanıyor.
Lufthansa'daki yer hizmetleri personeli 7 Şubat ve 20 Şubat'ta uyarı grevlerine gitmiş, hava yolu şirketi çoğu uçuşunu iptal ederken, yüz binlerce yolcu etkilenmişti.
Lufthansa'nın yer hizmetleri çalışanlarının planlanan 3 günlük grevi, Almanya'da ücretler ve çalışma koşulları konusunda işverenler ile sendikalar arasındaki anlaşmazlıklar devam ederken geldi.
Alman Demiryolları da dahil olmak üzere Almanya'da kamunun toplu taşıma şirketinde çalışanlar son zamanlarda ücret artışı ve çalışma koşulları konularında grevlere gidiyor.
"Uyarı grevlerinin" genellikle bir pazarlık taktiği olarak kullanıldığı ülkede, işverenler artan maliyetlerle karşı karşıya olduğu için görüşmelerin sendikalar için zor geçmesi bekleniyor.
Bu arada, Almanya Merkez Bankası (Bundesbank), iş bırakma eylemlerini, ülkenin GSYH'sinin 2023'de yüzde 0,3 küçülmesinin potansiyel faktörlerinden biri olarak göstermişti.
BERLİN (AA) - Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan'ın Almanya'nın başkenti Berlin'de barış anlaşması müzakereleri çerçevesinde bir araya geleceği bildirildi.
Almanya Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden edinilen bilgiye göre, Bayramov ve Mirzoyan Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ile üçlü bir toplantı gerçekleştirecek.
Baerbock, Dışişleri Bakanlığının konukevi olarak kullandığı Villa Borsig'de önce Ermenistan Dışişleri Bakanı Mirzoyan ile sonra da Azerbaycan Dışişleri Bakanı Bayramov ile ayrı ayrı görüşecek.
Bu görüşmelerin ardından üçlü görüşmeye geçilecek.
Baerbock, görüşme öncesi basına bir açıklamada bulunacak.
Almanya'da düzenlenen 60. Münih Güvenlik Konferansında görüşen Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın verdiği talimat gereği Bayramov ile Mirzoyan'ın 28-29 Şubat'ta bir araya geleceği öğrenilmişti.
Dışişleri bakanlarına barış anlaşması müzakereleri için yakında bir araya gelmeleri talimatı veren Aliyev ve Paşinyan, sınır belirleme komisyonlarının da yakında toplanmasını istemişti.
Aliyev ve Paşinyan'ın ikili görüşmesi öncesinde Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un da katılımıyla üçlü görüşme yapılmıştı.
Bayerns Sportminister Joachim Herrmann, Vorsitzender der Sportministerkonferenz, hat das Vorgehen der Bundesregierung bei der Reform der Spitzensportförderung, ihre Untätigkeit bei Investitionen in Sportstätten und ihre unklare Haltung in Sachen Olympiabewerbung massiv kritisiert: „Die Bundesregierung stellt Deutschland ins sportpolitische Abseits. Es fehlen nicht nur zusätzliche Investitionen, für mehrere Projekte hat die Bundesinnenministerin offensichtlich haushaltspolitisch überhaupt keine Rückendeckung. Und der groß im Koalitionsvertrag angekündigte „Entwicklungsplan Sport“ stellt sich bislang als Nullnummer heraus.“
Die Bundesregierung hatte sich im Koalitionsvertrag vorgenommen, „bessere Rahmenbedingungen für den Spitzensport“ zu schaffen und – als Kernstück der Reform – eine „unabhängige Instanz zur Mittelvergabe“ einzurichten. Heute hätte hierzu endlich der Entwurf eines Spitzensportfördergesetzes mit den Ländern auf politischer Ebene erörtert werden sollen. Der Termin sei längst überfällig, „besonders, weil das geplante Gesetz auch Auswirkungen auf den Nachwuchsleistungssport erwarten lässt, der in der Zuständigkeit der Länder liegt“. Herrmann kritisierte nach der Absage des für heute geplanten Termins den Bund scharf: „Es ist nicht klar, wohin der Bund in der Spitzenförderung überhaupt will. Die Ziele, die Rahmenbedingungen, die Finanzierung – alles nicht geklärt, obwohl die Länder von Beginn an eindringlich appelliert hatten, eine neuerliche Leistungssportreform zielgeleitet und evaluationsbasiert anzugehen. Offensichtlich fehlt der Bundesinnenministerin auch die haushaltspolitische Rückendeckung für die Spitzensportförderung.“
So entsteht bei Herrmann der Eindruck, dass es dem Bund ausschließlich darum gehe, eine vermeintlich unabhängige „Agentur zur Spitzensportförderung und -steuerung“ zu schaffen, um damit schnellstmöglich die Verantwortung für den Einsatz seiner Sportfördermittel abgeben zu können. „Die hierfür entscheidenden Grundsatzfragen sind aber noch überhaupt nicht geklärt: Welche strategischen Vorgaben gelten für diese Agentur, welche Entscheidungskompetenzen soll sie haben? Worin die vielfach zitierte „Unabhängigkeit“ der Agentur tatsächlich bestehen soll, ist nach wie vor unklar“, sagt Herrmann. Nicht umsonst habe es auch von Seiten des Haushaltsausschusses und des Bundesrechnungshofes heftigen Gegenwind gegeben.
Wenig erwartet Herrmann auch vom sogenannten zweiten Bewegungsgipfel, der am 12. März 2024 in Berlin stattfinden soll. Im Koalitionsvertrag habe die Bundesregierung einen „Entwicklungsplan Sport“ mit einer ausgeweiteten Investitionsoffensive nicht nur für Sportstätten angekündigt. „Nach über einjähriger Arbeit einer Vielzahl von Experten an diesem Entwicklungsplan und an einem separat vom Bundesgesundheitsminister gegründeten „Runden Tisch Bewegung und Gesundheit“ hat der Berg gekreißt und eine Maus geboren. Das Ergebnis ist ernüchternd, der Plan ein „Katalog an Beliebigkeiten“, wie der DOSB zitiert wird. Kürzungen im Bundeshaushalt, wie etwa bei der energetischen Sanierung kommunaler Sporteinrichtungen, konterkarierten den Plan. „Der Bund will zwar die Länder beaufsichtigen und koordinieren, von bundesseitig kraftvollen Investitionen – die in der Tat notwendig wären – ist im bislang vorgelegten Entwurf weit und breit nichts zu lesen“, kritisiert Herrmann. Bayern lehne wie andere Länder den Plan ohne substanziellen Mehrwert und ohne nennenswerte Bundesförderprogramme ab.
Ein ähnliches Vorgehen unterstellt der bayerische Sportminister dem Bund auch bei anderen sportpolitischen Großprojekten, wie zum Beispiel beim vom Bund geplanten „Zentrum Safe Sport“. „Auch hier wird ein aufwendiger Prozess aufgesetzt, aber offensichtlich lediglich um des Prozesses willen – alles heiße Luft. Viele grundsätzliche Fragen sind nicht beantwortet, es fehlt auch hier eine klare haushaltspolitische Rückendeckung seitens des Bundes.“ Ebenso unentschlossen, unklar und ohne Verbindlichkeiten gehe der Bund das Thema einer möglichen deutschen Bewerbung für Olympia an.
Herrmanns Fazit: „So verspielt man das Vertrauen nicht nur im Inland, sondern auch im Ausland. Die Bundesregierung wollte den Spitzen- und Breitensport in Deutschland stärken – aktuell schwächt sie ihn! Es wird allerhöchste Zeit für eine Kehrtwende.“
1980’li Yıllardan beri Ülkü yolunda, hizmet etme ülküsünü edinmiş bir arkadaşımızdır Osman Sevim.
Private Wirtschaftsschule
Wir freuen uns, dass Sie sich für unsere Schule interessieren. Wir bieten unseren Schülern eine fundierte Ausbildung in einer freundlichen Atmosphäre.
Warum Wirtschaftsschule?
Seit über 100 Jahren bilden die bayerischen Wirtschaftsschulen kaufmännische Nachwuchskräfte aus.
Die Wirtschaftsschule ist für Schüler*innen bestimmt, die einen gehobenen Beruf in der Wirtschaft und Verwaltung anstreben. Sie zählt zu den beruflichen Schulen und vermittelt sowohl eine allgemeine Bildung als auch eine berufliche Grundbildung.
Doch auch Schüler*innen, die in technischen, handwerklichen oder sozialen Berufen arbeiten wollen, erhalten eine fundierte Bildung, die sie gut auf das weitere Leben vorbereitet, sei es bei der eigenen Steuererklärung oder bei der Selbstständigkeit.
Außerdem stehen Wirtschaftsschüler*innen zahlreiche weitere schulischen Wege offen, denn die Mittlere Reife der Wirtschaftsschule ist gleichwertig mit dem Abschluss der Realschule. Somit können Absolvent*innen an die meisten Berufsfachschulen, an die FOS oder direkt ans Gymnasium wechseln.
Die bayerische Wirtschaftsschule ist die Schulart, die durch ihren Praxisbezug und ihrem Profilfach „Übungsunternehmen“ im kaufmännischen Bereich am stärksten auf den zukünftigen Beruf vorbereitet. Dies kann eine Verkürzung der Ausbildungszeit in wirtschaftlichen Berufen ermöglichen.
Schullaufbahn
Die Eintrittsklassen der Wirtschaftsschule schließen in der Regel an die vorhergehende Jahrgangsstufe der Mittelschule an. Somit bestehen folgende Übertrittsmöglichkeiten:
5. Klasse Mittelschule → 6. Klasse Wirtschaftsschule (5-jährig)
6. Klasse Mittelschule → 7. Klasse Wirtschaftsschule (4-jährig)
7. Klasse Mittelschule → 8. Klasse Wirtschaftsschule (3-jährig)
Ein Übertritt aus den entsprechenden Jahrgangsstufen der Realschule oder des Gymnasiums ist ebenfalls möglich.
9. Klasse Mittelschule mit Mittelschul- oder qualifizierendem Mittelschulabschluss → 10. Klasse Wirtschaftsschule (2-jährig)
Sollte eine dieser Einstiegsmöglichkeiten nicht auf Sie zutreffen oder handelt es sich um einen besonderen Fall, hilft Ihnen gerne unsere Schulleitung oder unsere Beratungslehrkräfte weiter.
Abschluss
Die Mittlere Reife der Wirtschaftsschule wird durch eine bayernweit zentral gestellte Prüfung in folgenden Fächern erworben:
Der Abschluss ist die Grundlage für den Ausbildungsbeginn und berechtigt zum Wechsel an die FOS oder an das Gymnasium.
Elternbeitrag
Es besteht Lehrmittelfreiheit und Kostenfreiheit des Schulweges gemäß den gesetzlichen Regelungen.
Anmeldung
Die Anmeldung ist jederzeit möglich – auch in den Ferien
Bitte bringen Sie zur Anmeldung mit:
Aktuelle Termine für Informationsabende, den Tag der offenen Schule und für den Probeunterrichtfinden sie unter Termine.
Ein persönliches Gespräch mit der Schulleitung oder den Beratungslehrkräften ist jederzeit möglich.
Online-Hygienebelehrungen und Online-Formulare für Heilpraktiker, Hebammen und weitere Angehörige der Heilberufe sind ab 1. März verfügbar
Die Digitalisierung der Verwaltung schreitet auch im Gesundheitsamt für Stadt und Landkreis Würzburg voran. Ab dem 1. März 2024 sind zwei neue Online-Verwaltungsleistungen verfügbar.
Die vor erstmaliger Tätigkeitsaufnahme im Lebensmittelbereich vorgeschriebene Belehrung (umgangssprachlich „Hygienebelehrung“) gemäß dem Gesetz zur Verhütung und Bekämpfung von Infektionskrankheiten beim Menschen (Infektionsschutzgesetz – IfSG) kann über ein Online-Portal absolviert werden. Der Dienst wird in sieben verschiedenen Sprachen angeboten – das ist ein deutlicher Vorteil gegenüber der bisher angebotenen Online-Lösung und einer Belehrung in Präsenz.
Zugänglich ist der Dienst über die Homepage des Landkreises Würzburg unter:
www.landkreis-wuerzburg.de/Hygiene
Dort gibt es auch eine detaillierte Anleitung zur gesamten Online-Hygienebelehrung.
Online-Formular für Heilpraktiker, Hebammen und weitere Angehörige der Heilberufe
Zum anderen steht ein Online-Formular für Personen zur Verfügung, die selbstständig einen gesetzlich geregelten nichtärztlichen Heilberuf ausüben und einer Anzeigepflicht unterliegen. Über dieses können der Beginn, das Ende und Änderungen der Tätigkeit angezeigt werden. Für Heilpraktiker, Hebammen und weitere Angehörige der Heilberufe ergibt sich somit eine Alternative zu dem analogen Meldeprozess.
Das Online-Formular ist zu finden unter:
www.landkreis-wuerzburg.de/Heilberufe
Durch das EU-finanzierte Förderprogramm (NextGenerationEU) zur Digitalisierung des Öffentlichen Gesundheitsdienstes konnte das Gesundheitsamt für Stadt und Landkreis Würzburg diese Maßnahmen realisieren. Weitere digitale Dienste für Bürgerinnen und Bürger sollen noch in diesem Jahr folgen.
Medya okuryazarlığı uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir konu. Bir görselin üzerine amacınıza göre yazı yerleştirip, o görseldeki kişinin ağzından çıkmış gibi yayımladığınızda yapılan yorumlar, insanların hiçbir konu üzerinde kafa yormadıklarını, gerçekliğini sorgulamadıklarını, önlerine düşen her paylaşımı şartsız şurtsuz kabul ettiklerini gösteriyor.
Bir a4 kağıdında “Bu apartman filanca hocaya okutulacaktır. Daire başına şu kadar para düşmektedir. Bu meblağı .... tarihine kadar filancaya ödeyiniz.” yazıyor. Bu birkaç dakikada hazırlanan görseli binlerce kişi paylaşmış, altına da aklınıza gelen tüm hakaretler... Bunu asan başta olmak üzere bütün apartman sakinlerinin ne yobazlığı kalmış, ne aptallığı... Evet, bir aptallık var ama her önüne gelen haberi sorgulamadan kabul etme aptallığı... Bölünmüşler 'biz ve onlar' diye... Cımbızla çekilip öne çıkarılan laflar, kimilerinden 'aferin', kimilerinden 'yuh'lar...
Bir başka fotoğraf. (Öğrencilerime göstermek için telefonuma kaydettim.) Üzerinde, fotoğraftaki siyaset insanının ağzından çıkmış gibi üzerine monte edilen bir yazı: “Kız Kulesi de kapatılmalıdır. Boğazın orta yerinde kız başına ne işi olmaktadır, üstelik fener yakarak kime işaret vermektedir?” Kardeşim belli ki biri sizi fena trollüyor. Bu kadarına da inanacağınızı düşünmüyor, ben de bu denli idrak yoksunu olunacağını düşünemem ama görselin altındaki yorumlar?
Bir gazeteci olarak haberlerin aktarılma şeklinin, haberi veren kaynağa göre taraflı olduğunu, yalan haberin yayılma hızının gerçek haberden yüzde 60 daha fazla olduğunu defalarca yazmışımdır. Bir haber ne kadar absürtse o kadar ilgi çeker, okunur, paylaşılır. Her ne kadar gazeteci ve muhabirlerden kendi kişisel görüşlerini, aktardıkları haberlerin dışında tutmaları beklesek de bunun yapıldığını görmeyiz.
Peki haber, bir olayın objektif bir şekilde topluma duyurulmasıysa, olmayan bir şey olmuş gösterilir mi? Gösterilir ancak bu bir haber değildir; gerçekte doğru gibi görünen bir fikirdir ve doğru değildir.
Bazıları dezenformasyonun, toplumsal hastalıkların nedeni olmanın yanında, ahlaki bir panik ya da bir semptom olduğunu düşünüyor. (Yakın zamanda yayınlanan bir makale, yanlış bilgiyi yayma ve koşulsuz inanmanın hem bir semptom hem de hastalık olabileceğini ortaya koydu.)
Peki yalan/yanlış habere sadece biz mi inanıyoruz?
Korkmayın, herkes inanıyor. Tüm dünya yani... Loughborough Üniversitesi Çevrimiçi Yurttaşlık Kültürü Merkezi tarafından 2019'da gerçekleştirilen bir araştırma, haber paylaşanların yüzde 42,8'inin yanlış veya yalan haber paylaştığını kabul ettiğini ortaya çıkarmış. Yine araştırmalar, insanların deepfake'leri (sahte olayların yapay zeka tarafından oluşturulan görselleri) gerçek içerikten ayırt etmekte başarısız olduklarını ortaya koyuyor.
Öte yandan 2024'te dünya nüfusunun yarısından fazlası sandık başına giderken, dezenformasyonun artacağına dair ciddiuyarılar yapılıyor. Dünya Ekonomik Forumu, önümüzdeki iki yıl içinde yanlış bilginin en büyük toplumsal tehdit olduğunu ilan ediyor, büyük haber kuruluşları, dezenformasyonun demokrasiler için dünya çapında benzeri görülmemiş bir tehdit oluşturduğu konusunda uyarıyor.
Peki dezenformasyondan kendimizi korumak için yataklarımızın altına saklanmaktan başka ne yapabiliriz?
Öncelikle düşünebiliriz... Her ne kadar kendi ideolojilerimizi destekleyen her haber ve görseli sorgulamadan öpüp başımıza koysak da, saçma gelen bir paylaşımın doğrulunu “bu kadarı da olmaz” diyerek farklı kanallardan teyit edebiliriz. Hadi bunu da yapamadık diyelim, en azından bunu paylaşmaz, bununla ilgili yorum yapmayız.
Bilgilerimizi nereden aldığımıza dikkat edip, eleştirel bir zihniyet geliştirir ve okuduklarımıza ağır dozda alaycılıkla yaklaşırsak, haberin doğru olup olmadığına karar vermemiz kolaylaşır.
Bu noktada bakış açımız şu olmalı: Bilgi kaynaklarım kim ve bunlara güvenilebilir mi? Hikayeyi kim veya hangi gruplar paylaşıyor? Teknoloji kimin elinde, kimler istedikleri haberleri yayma gücüne sahip? Neden bazı yorumlara kısıtlama getirilirken, bazılarına getirilmiyor?
Burada önemli olan, hikayeye eleştirel bir gözle bakmaya başlamamız ve onun gerçekliğini sorgulamanız. Diğer bir faydalı strateji de haberle aramızda 'mesafe' yaratmak.
İnanın demokrasimiz, gücümüz ve akıl sağlığımız buna bağlı...
BÖYLE bir çalışma yapmak fikri nereden çıktı?
Türklerin Almanya’ya gelişinin 60’ıncı yıl dönümünde birçok etkinlik düzenlenirken, elbette bir kültür tarihçisi olarak kendi alanımda değişik projeler planladım. Biz de Türklerin Almanya’daki varlığının belge niteliğinde bir kitapla kayıt altına alınması adına bir kültür tarihi saha araştırması çalışması başlattık.
Uzun süren bir çalışma oldu sanırım. Bu kadar geniş içerikli bir kitabı ortaya çıkarmak için farklı kurumlarda araştırmak zor olmadı mı?
Başkanlığını yaptığım Kültür, Tarih ve Entegrasyon Enstitüsü’nün ciddi bir arşivi var. Benzer konularda çalışmalar ve henüz üzerinde değerlendirme yapmaya fırsat bulmadığımız belgeler de mevcut. Öncelikle Almanya’da Federal Çalışma Dairesi, DOMID-Göç Araştırmaları Merkezi ve Münih, Würzburg, Berlin, Stuttgart, Karlsruhe, Hamburg ve Köln şehir arşivlerinde uzun süreli çalışmalar yaptım. Türkiye’de İş ve İşçi Bulma Kurumu, Devlet Demir Yolları arşivleri dışında kesin dönüş yapan 28 kişiyi 25 ayrı şehirde ziyaret ettim. Türk ve Alman arşivlerinden elde ettiğimiz, ancak kitapta yer veremediğimiz 770 fotoğraf ise gelecek projelerde okuyucuyla buluşmayı bekliyor.
Anlatırken mesleğinizi çok sevdiğinizi hissediyorum...
Kültür tarihçileri, öncelikle samimi, kendi milletinin tarihiyle barışık ve sessizliği seven bilim insanlarıdır. Çok zorluklarla ulaştıkları her belgeyi anlamlandırmak ve kategorize etmek zorundadırlar. Bizim için annelerin ninnisi veya çocukların şarkısı bile bazı şeyleri ifade edebilir. Kültür tarihi kararlı olmayı, iyi düşünmeyi ve bazen de takdir edilmeyi bekler. Çünkü onlar, yorumlayan, anlamlandıran ve zaman tünelindeki nesiller arası yorgun savaşçılardır.
GÜN YÜZÜNE ÇIKMAMIŞ KÜLTÜREL VARLIKLAR
Tarihçilerin duygusal olduğu söylenir?
“Hayır” demek istemem. Onların alanına uzak olanların kelam eylemesine kırılırlar. Konuyu anlamayanların konudan uzak değerlendirmeleri onları çok yaralar. Geçmiş bir dönemin tozlu arşivlerindeki gizemli belgeleri üzerinde yapılan çalışmalara gereken değer verilmediğini hisseden bir kültür tarihçisinin motivasyonu aniden kaybolabilir. Araştırmacılığın kendi kendine has metodolojik kuralları vardır. Bu kategorik çalışma sürecinden habersiz değerlendirmeler, bir eserin omurgasının sorunlu bir yöne evrilmesine sebep olabilir. 60 yılın kültürel boyutunu araştıran ve bu izleri okuyucuyla buluşturmayı hedefleyen satırlara sadece ‘bir kitap yazma projesi’ olarak bakılması, yazarı yazamaz hale getirebilir.
Kültür tarihçileri “Zaman tünelindeki gerçeklere samimi olmalı” derken neyi kastediyorsunuz?
Milletlerin tarihi, öncelikle onların geçmiş nesillerinin gün yüzüne çıkmamış kültürel varlığıdır. Bu alanda çalışanlar, öncelikle tarih bilimi üzerinden bir yere varmayı hedeflemelidir. 60’ıncı yılını kutladığımız Almanya’daki Türk varlığını birçok açıdan ortaya çıkarmak bizim için mesleğin kızıl elmasıdır. Bunun değerlendirmesi ise öncelikle tarihçinin kendisine bırakılmalıdır.
‘SÖYLEYECEK SÖZ BULAMADIM’
Almanya’daki Türk varlığının ortaya çıkarılması sizce neden bu kadar önemli?
Milletler, tarihleriyle yaşar. Zaten, onlar millet ise tarih onlara sayfalarında yer verir. Elbette Türklerin, sanatın farklı dallarına özne olup birçok alanda farklı açılardan bakılacak ilginç başarı hikâyeleri vardır. Öncelikle Türklerin tüm alanlardaki kültürel varlığı tarih metodolojisine uygun olarak ele alınmalıdır. Bu hazine, detaylı olarak günümüze taşınmalı ve özellikle araştırmacı-akademik kesimin önüne koyulmalıdır.
Sizce bu yönde çalışmalar yapılmadı mı?
Genelleme yaparak “Yapılmadı” diyemem ama ben bu kitabı yazarken değişik açılardan araştırıp, konuyla ilgili belge bulmaya çalıştım. Bana verilen bazı cevaplar vardı ki, gerçekten söylenecek söz bulamıyorum. Özetle, “Almanya’daki Türklerin tarihiyle ilgili birçok dosya ve belgeyi depoda nemlenip, küflenmiş dosya belgeleri çöpe gönderdik” denildi. Bir milletin tarihini çöpe atmak hakkına kimse sahip olamaz.
‘YTB BAŞKANI BİZZAT İLGİLENDİ’
Almanya Türkleri ile ilgili en acil neler yapılmalı veya siz ne yapıyorsunuz?
Uzun yıllardan beri bir grup tarihçi arkadaşım ile birlikte Alman arşivlerinde ve Alman Milli Kütüphanesi’nde sürekli çalışma içerisindeyim. Bu ülkenin, İngiltere ve Fransa ile özel bir tarih kroniği vardır. Alman-İngiliz Kroniği veya Alman-Fransız Kroniği önemliyse, Türk-Alman Kroniği de önem arz etmeli diye düşünüyorum. Böyle bir çalışma, Almanlar için daha az önemli olsa da Türkler için gereklidir. Bundan sonraki nesiller kategorik bilgiye daha çabuk ulaşabilmelidir.
Türklerin unutulmaması adına kültürel çalışmalarınız önemli. Bu alanda size destek olan var mı?
Son yıllarda Almanya’daki Türkler arasında ciddi bir tarihe ilgi ve merakın ortaya çıktığını söyleyebilirim. Bunu aldığımız davetler ve organizasyonlar üzerinden de fark edebiliyoruz. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) bu kitap çalışmasına desteği oldu. YTB Başkanı Abdullah Eren Bey, eserin ortaya çıkıp okuyucuyla buluşmasında bizzat ilgilendi. Buradan kendisine teşekkür ediyorum. YTB Daire Başkanı Adem Günaydın Bey ise eserin hazırlanmasında önemli bir koordinasyon desteği verdi.
‘ALMANLAR DA DESTEK VERİYOR’
Bu kitap sizin 12’nci eseriniz. Bu tarihi eser Almanya Türkleri için neyi ifade ediyor?
Biraz önce 60’lı yılların konusu ile ilgili arşivlerin çöpe atıldığından bahsettim. Bir milletin tarihi böyle bir hareketle karşılaşabilir mi? 1980 öncesi bizim nesil Osmanlı arşivlerinden tasnif edilmeyen birçok belgenin SEKA kâğıt fabrikasına hamur kâğıt olması için gönderildiğini tartıştı. Tarihçiler için en hafif deyimle bu duyarsızlık ve ilgisizliğin Almanya’da da yaşandığını gördüm. Bu ülkede Türkiye kökenli STK’ların arşivi ve Türk milletinin bir hafızası oluşsun istiyorum. Tarihin ve arşivin kayıtlara girmişse, senin varlığın tescil edilmiştir. Aksi halde bir göçebe kültürünün yolculuğu içinde kaybolur gidersin. ‘GöçTürkler’in Almanya’daki kültür tarihidir.
Alman tarafının çalışmalarınıza yaklaşımı nasıl?
Almanya tarafı da çalışmalarımıza destek veriyor. Sonuçta Alman arşivleri için bir üretim yapıyor ve emek veriyoruz. Tarih enstitüsünün demirbaşı ihtiyacı ile çeşitli dillerdeki kaynak kitapların kütüphanemize kazandırılmasından araştırma projelerimizin desteklenmesine kadar eyalet, belediye kültür daireleri nezdinde çalışmalarımız destekleniyor.
Sizin deyiminiz ile ‘GöçTürkler’in geleceğini nasıl görüyorsunuz?
An itibarıyla eğitime önem veren, kültürüne sahip çıkan ve kendisini Avrupa’da konumlandıran elit bir toplum olma yolunda hızla ilerlediğini gözlemleyebiliyorum. Öncelikle, Türklerin bu ülkedeki varlığı, Almanya ile Türkiye arasında bir ailenin çocuğu gibidir. Basit bir tabirle, herkes kendi anlayışına göre yetiştirip yönlendirmek istiyor. Oysa rüştünü ispat eden çocuğa dikte etmekten öte destek olunmalı diyorum. Türkiye ve Almanya’nın yaklaşımları ‘GöçTürkler’in geleceğinin şekillenmesinde belirleyici olacaktır.