Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Avrupa Türk-İslam Birliği (ATİB) Genel Başkanı Durmuş Yıldırım, Hessen CDU-Yeşiller eyalet hükümetinin, göçmen asıllı çocukların okullarda seçmeli ikinci yabancı dil genişletme hedefine, Portekizce, Arapça, Çince ve Lehce’yi dahil ederken, TÜRKÇE’ye yer vermeyip ders planına almak istememesine tepki gösterdi.
Hessen Eyalet Meclisi Kültür Politikası Komisyonu’nun, Türkçesiz, Lehçe, Çince, Arapça ve Portekizce’nin ikinci yabancı dil seçeneği olarak sunma planı federal ve eyalet demografik yapısıyla uyuşmadığına dikkat çeken ATİB Genel Başkanı Yıldırım, ’’Hessen Eyaleti’nde, 400 binden fazla bir nüfusla en büyük göçmen asıllı grubu oluşturan insanların dili TÜRKÇE’yi yok saymaya kalkmanın ne akli ne de politik hiç bir izahı olamaz. Eyalet Hükümeti, bu ülke gerçeklerinden uzak girişimiyle anayasanın ‘eğitimde eşitlik hakkını’ ihlal edeceğini bilmiyor olamaz. ‘’ uyarında bulunarak, Hessen eyaletinde Almancadan sonra en çok konuşulan dil TÜRKÇe’nin, eyalet eğitim müfredatına ikinci yabancı dil olarak mutlaka dahil edilmesi çağrısında bulundu.
Eğitim çağındaki çocuklarımıza yabancı dil konusunda irrasyonel dayatmaların zaman ve sosyal sermaye israfı olduğunu hatırlatan ATİB Genel Başkanı Durmuş Yıldırım, ülkenin reel olarak yeni yerlileri haline gelmiş aileler ve çocuklarını parti politikalarına alet etmenin ırkçı, göçmen ve insanlık düşmanı grupların ve partilerin hedefleri ‘kurumsal ötekileştirme’ye katkıdan başka birşey değildir, hatırlatmasında bulundu.
Göçmen ülkesi Almanya’da toplumu birinci, ikinci ve üçüncü sınıf şeklinde ayırma politkalarını ırkçı, faşist grupların, kliklerin, partilerin, politik söylemlerinin demokratik kitle partileri olarak bilinen partiler tarafından uygulamaya konulmak istenmesi, demokrasisiyle dünya ülkeleri endeksinde en üstlerde olan Almanya’ya yakışmadığını her aklı selim ülke insanı bilir ve görür, diyen ATİB Genel Başkanı Durmuş Yıldırım, CDU ve Yeşiller hükümetinden Türkçe’nin okullarda not sistemine dayalı bir yabancı dil dersi olarak verilmesini talep ederken, bütün demokratik kitle partilerini göçmen asıllı yeni yerlileri parti politikalarında meze, nesne olarak kullanma alışkanlığından artık vazgeçmeye çağırdı.
TÜRKÇEYİ YOK SAYMAK, POLİTİK KÖRLÜKTÜR
ATİB Genel Başkanı Durmuş Yıldırım, Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ile Yeşiller’in eyalet seçimleri sath-ı mahlinde verdikleri ‘Türkçe yabancı dil dersi’ sözünü layıkıyla yerine getirmeye davet edip, ’’Eyalette en çok konuşulan Türkçe, Arapça, Yunanca’nın kalıcı olarak ikinci veya üçüncü yabancı dil olarak genel eğitim müfredatında isteğe bağlı değil, notlu okutulmasının altyapısı oluşturulmalıdır. Bu politika için anayasal mecburiyet çocuklarımız içinde anayasal haktır. Okullar da yabancı dil dersi seçeneğinin öğrenci ve velilerin ihtiyaçlarına göre verilmek istenmemesinin akli hiç bir izahı yoktur.
Yabancı dil dersi alternatifine Portekizce, Arapça, Çince ve Lehçe eklemek; Türkçe ve Yunanca gibi geleneksel göçmen işçi dillerinin geniş zaman yayarak bitirilmek istenmesi ayrımcılıktır, dışlamacılıktır, eğitimde ırkçılıktır. Hessen Eyalet Hükümeti’nden beklentimiz; toplumu gereksiz tartışmalarla meşgul etmek yerine, okullarda velilerle birlikte derhal çok dillilik uygulaması için ortak bir politika oluşturumasının barış ve huzur içinde ortak bir gelecek için önemine dikkat çekti.
Durmuş Yıldırım
ATİB Genel Başkanı
Afrika kökenli bir saldırganın 3 kişiyi öldürüp 5 kişiyi yaralamasının ardından şehirdeki Türk Cami dernekleri Würzburg şehir halkı ile örnek bir dayanışma sergilediler.
Cami dernekleri adına açıklamalarda bulunan Ahmet Baştürk, “Bu olay genelin huzur ve refahına sıkılmış acı bir kurşundır. Teröre topyekün karşı olup hiç bir şekilde taviz verilmeyeceğine inanarak konuşuyoruz ki, şehrimiz Almanya’nın en huzurlu şehri olmaya devam edecektir. Würzburg’lular olarak gelecekte de herkes dost ve arkadaş olarak yaşamaya devam edecektir” dedi.
Olayın ilk duyulduğu andan itibaren şehir idaresi ile birlikte neler yapabileceğimizi konuşmaya başladık. Olayın ne kadar acı ve büyük olduğunu biliyoruz. Bundan sonrası elbette kolluk kuvvetlerinin işi ama cami dernekleri olarak bu şehirde bundan sonra da dostluk ve kardeşliği hedefleyen çalışmalar yapmaya devam edeceğiz. İnsan öldüren bir inin Müslüman olamayacağını bir defa daha açıklıyor ve lanetliyoruz. Şehirdeki üzgün her insanın acısını paylaşarak tekrar üzüntümüzü belirtiyoruz” şeklinde konuştu.
Liebe Würzburgerinnen, liebe Würzburger,
ich habe gestern Abend geweint. Geweint um die Opfer und die Angehörigen. Um die Menschen, die an einem friedlichen und schönen Sommerabend jäh überfallen wurden, überrascht wurden und mit einer Stichwaffe getötet oder verletzt wurden. Von Augenzeugen habe ich mich über die Bilder des Schreckens und Grauens informieren lassen, die sich geboten haben.
Im weiteren Verlauf waren es Passanten, Menschen mit Zivilcourage, die sich unter Gefahr für ihren Leib und ihr Leben dem Täter entgegengeworfen haben. Sie haben unabgesprochen und spontan gemeinsam gehandelt. Es hat mich an die Bilder in Nizza erinnert als ein Mann neben dem LKW herlaufend versucht hat, eine Amokfahrt zu stoppen.
In der Tat, es sind diese Bilder und Parallelen, die diese Bluttat auch für unsere Stadtgesellschaft so gefährlich machen. Der Jahrestag des Axtattentats von Heidingsfeld jährt sich am 18. Juli zum fünften Mal. Ich war in jener Nacht auch draußen bis in die frühen Morgenstunden und gestern auch wieder bis nach Mitternacht am Tatort und am Wohnheim des Täters. Die Bilder, der Täterhintergrund, der mögliche Ruf Allahu Akbar, Gott ist am Größten, wecken Parallelen.
Ich habe gestern Abend aber auch um unsere Stadt geweint. Weil dieser Kurzschluss, dieses Gleichsetzen so naheliegend ist. Geflüchteter, Zuwanderer, Gewalttäter, Glaubenskrieger und Terrorist – Massaker. Und dennoch – nicht alles was hinkt, ist ein Vergleich. Die Aufklärung solcher Fälle bedarf einiger Polizeiarbeit, aber das Verbrechen wird – und das verstehe ich – heute bereits zugeschrieben.
Die Verbrechen Einzelner sind aber niemals auf Bevölkerungsgruppen, Religionen, Staatsangehörigkeiten zurückzuführen. Auch wir Deutsche wurden nach dem Zweiten Weltkrieg nicht pauschal verurteilt. Genauso wenig gilt dies jetzt für Somalier oder generell Geflüchtete.
Dieses Schubladendenken muss ein Ende haben. Und gleichzeitig wird es kein Ende haben. Dies ist meine moralische Forderung, mein Wunsch an die Gesellschaft von der ich weiß, dass er nicht in Erfüllung gehen kann. Denn wie würden Sie sich heute als Ausländer in unserer Stadt fühlen?
Umso mehr muss die Aufklärung, das Dagegen-Arbeiten in diese Richtung Gegenstand unseres gesellschaftlichen Bemühens sein, um ein friedliches und ein selbstbestimmtes Dasein eines jeden Einzelnen zu ermöglichen, der ja auch wieder irgendeiner Gruppe zuzurechnen ist. Bei Sartre heißt es so schön „L’enfer c’est les autres“, die Hölle, das sind die anderen. Wir können unser irdisches Dasein zur kollektiven Hölle oder zum Paradies auf Erden machen. In der Geschichte war es nie vollständig das Eine oder das Andere. Aber das Pendel, das müssen wir nach Kräften bewegen. In die richtige Richtung.
Unser Denken, unser Mitfühlen ist heute bei den Opfern und deren Angehörigen. Unser Dank richtet sich an alle die Gutes versuchen, die couragierten Bürger, die sich den Attentätern entgegengeworfen haben, die Rettungskräfte, die Polizeibeamte, die so schnell vor Ort waren, die Bürgerinnen und Bürger, die Blumen niederlegen oder ihre Empathie mit den Opfern zeigen und an Sie, die Sie sich hier und heute für das Bewahren des Friedens in unserer Stadtgesellschaft einsetzen.
Ihr
Christian Schuchardt
BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Angela Merkel, ülkesinin yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını bittikten sonra çevre ve teknoloji konularındaki zorlukların üstesinden gelmesi için gelecek birkaç yılda "devasa" miktarda harcama yapması gerektiği konusunda uyararak, “Dürüst olmak istiyorum, devlet yardımı olmadan artık öne çıkamayacağımız birçok alan var." dedi.
Merkel, Alman Sanayi Günü kapsamında düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, bazı sektörlerin Kovid-19’un neden olduğu ekonomik krizden sonra hala daha fazla yardıma ihtiyacı olabileceğine dikkati çekti.
Almanya'nın "dev" yatırımlara ihtiyacı olduğunun altını çizen Merkel, hem şirketlerin hem de kamunun bunu yapmakla yükümlü olduğunu vurguladı.
Merkel, "Önümüzdeki birkaç yıl içinde devasa meblağlar harcamamız gerekecek.” uyarısında bulundu.
Yüksek teknoloji alanında daha fazla özel yatırım yapılması çağrısında bulunan Merkel, bu alandaki yatırımlar için devlet yardımı gerekeceğini de vurguladı.
Almanya Başbakanı Merkel, “Dürüst olmak istiyorum, devlet yardımı olmadan artık öne çıkamayacağımız birçok alan var." ifadesini kullanarak, söz konusu alanlara batarya, kuantum teknoloji, yapay zeka, bulut bilişim ve mikroçip üretimi yatırımlarını örnek gösterdi.
Kuantum bilgisayarı inşa etmek için endüstriyel bir konsorsiyum kurmanın zor olduğunu anlatan Merkel, yüksek yatırım gereken teknolojilerde kamu yardımının önemini vurguladı.
- Çığır açan teknolojilerin Çin ve ABD'den gelmesi Alman kamuoyunda tartışma konusu oluyor
Merkel, pandemi sonrası Almanya'daki ekonomik toparlanmanın diğer Avrupa ülkelerinden daha hızlı olduğunu dile getirerek, bunda Almanya’nın bütçesinin sağlam olmasının avantajı olduğunu kaydetti.
Gelecek yıllarda kamuda bütçe disiplini gerekeceğini anlatan Merkel, yatırımlar gerekliyken bunun çok zor bir görev olacağını dile getirdi.
Öte yandan, ABD ve Çin’de başta yarı iletkenler olmak üzere yüksek teknoloji alanlarına yapılan yatırımlar dikkati çekerken, son yıllarda ekonomilerde çığır açan teknolojilerin bu ülkelerden gelmesi Alman kamuoyunda tartışma konusu oluyor.
Bu yüzden, Alman ekonomisinde devletin riskleri azaltmak için büyük finansal yatırımlar yapmak zorunda kalacağı yönünde bir beklenti oluşmuş durumda.
24 yaşındaki Somalili saldırganın psikolojik tedavi gördüğü açıklandı
KÖLN (AA) - Almanya'nın Würzburg kentinde bıçaklı bir kişinin şehir merkezinde yoldan geçenlere saldırarak 3 kişiyi öldürdüğü, 5 kişiyi de ağır yaraladığı bildirildi.
Polis tarafından yapılan açıklamaya göre, Barbarossa Meydanı'nda bıçaklı bir saldırgan yoldan geçenlere saldırdı.
Saldırıda 3 kişi hayatını kaybetti, 5 kişi ağır yaralandı.
Saldırı sırasında sokakta bulunanlar, sandalye ve sopalarla saldırganı linç etmeye çalıştı.
Olay yerine gelen polis, ateş ederek yaraladığı saldırganı gözaltına aldı.
Polis, saldırganın 2015 yılından beri Würzburg'da yaşadığını, 24 yaşında ve Somalili olduğunu açıkladı.
Saldırganın hayati tehlikesinin bulunmadığı belirtildi.
Polis, olayın gerçekleştiği bölgeyi güvenlik şeridiyle kapattı.
Saldırganın bıçağı yakındaki bir mağazadan aldığı belirlendi.
Psikolojik tedavi görüyormuş
Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, olay yerinde yaptığı açıklamada, saldırganın psikolojik tedavi gördüğünü ve polis tarafından daha önce de tanındığını söyledi.
Herrmann, bölge sakinleri için tehlike kalmadığını belirterek, "Saldırıda ağır yaralananların hayatta kalıp kalmayacaklarını zaman gösterecek." dedi.
BERLİN (AA) - Uzun bir aradan sonra, Alman ilaç ve kimya şirketi Bayer aleyhine tartışmalı ot öldürücü glifosat nedeniyle ABD'de yeniden dava açıldı.
Davacı Michael Langford’ın avukatları, yabani otlara karşı kullanılan Roundup isimli ilaçta bulunan glifosat maddesinin Langford’un kanserine yol açtığı iddiasıyla Kaliforniya eyaletinde San Francisco'daki bir mahkemede Alman şirket aleyhine dava açtı.
Dava için henüz bir duruşma tarihi belirlenmezken, uzun bir aradan sonra Bayer aleyhine tartışmalı ot öldürücü glifosat nedeniyle ABD’de açılan ilk dava olması dikkati çekti.
Alman şirket yaklaşık bir yıl önce yabani otlara karşı kullanılan glifosat maddesini içeren tarım ilacının kansere yol açtığı gerekçesiyle ABD'de hakkında açılan davalarda anlaşma yoluna gittiğini ve davacılara 11,6 milyar dolar ödeneceğini duyurmuştu. Bununla birlikte, şirket aleyhine açılan 125 bin davanın 30 bini bekleme aşamasındaydı.
26 Mayıs’ta ABD San Francisco Bölge Mahkemesi Yargıcı Vince Chhabria, Bayer’in glifosat etken maddesi nedeniyle kansere yol açtığı iddia edilen Roundup ile ilgili ABD’de toplu dava açılmasını engellemek için önerdiği 2 milyar dolarlık planı reddetmişti.
Bayer, 2018'de ABD'li tarım şirketi Monsanto'yu 63 milyar dolara satın almasının ardından Monsanto'nun geliştirdiği Roundup isimli glifosat içeren zirai ilacın kanser oluşumunu tetikleyen önemli bir unsur olduğunu iddia edenlerin açtığı davalarda milyarlarca dolar para cezası ve tazminat ödemeye mahkum edilmişti.
Bayer, glifosat hakkındaki iddiaları reddederken, 2015 yılında Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) glifosatı kanserojen olarak sınıflandırmıştı.