Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Geçtiğimiz hafta sonu, Ankara’daki Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde, “Trump döneminde ABD-AB İlişkileri” konulu bir toplantı yapıldı. Toplantıda, gazeteci Alper Tan başkanlığında, Almanya’dan Dr. Latif Çelik, İngiltere’den Mustafa Köker ve Hollanda’dan naçizane şahsım, Trump’ın başkan seçilmesinin Avrupa’ya yansımalarını konuştuk. 

Avrupa kamuoyunda oluşan Trump algısı üzerine yaptığım konuşmamın özetini siz değerli okuyucularımla da paylaşmak isterim.

Konuşmamda, üç ana detay üzerinde durdum.
*Trump’ın göreve başladığı gün yaptığı konuşmanın şifreleri,
*Trump’ın Davos’ta yaptığı konuşma,
*Avrupa sivil toplum kuruluşlarının Trump ve zihniyetine karşı aksiyonları.

Trump’ın konuşmasındaki şifreler

Öncelikle, Trump’ın, ABD’nin 47. Başkanı olarak göreve başlarken yaptığı açılış konuşmasında Avrupa’nın yer almaması dikkat çekti.
Trump  konuşmasında, Meksika’ya ayar çekti. Panama’yı uyardı. Çin’i tehdit etti. Avrupa gündeme gelmedi.
Trump’ın konuşması, Avrupalılara White Christian Nationalism (Beyaz Hristiyan Nasyonalizmi) düşüncesini hatırlattı. Bu düşünce, iyi ile kötü arasındaki mücadeleyi ortaya koyarak, iyilerin yani Trump ve destekçilerinin zafer kazandığı düşüncesiydi...
Trump için artık siyasi rakipler yok, ‘düşman’ var. Trump’a göre, “Amerikalılar, Tanrı tarafından, diğer uluslara ilham veren seçkin bir millet. İki cinsiyet var: kadın ve erkek. Ülkenin meşru sahipleri Beyaz Hristiyanlardır. Kamu alanlarında daha çok Hristiyan semboller yer alacak. Kaybedilen Amerikan gururu tekrar yeniden kazanılacak.” 

Avrupa kendisine çeki düzen vermeli

Trump, geçtiğimiz günlerde Davos'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu (WEF)’na video bağlantısıyla katılarak bir konuşma yaptı. Konuşmasında, Avrupa'yı sevdiğini ve birçok arkadaşının da olduğunu ama ABD'nin iyi muamele görmediğini söyleyen Trump, AB'nin büyük Amerikan teknoloji şirketlerine uyguladığı ticaret engellerini ve cezaları dile getirdi. Trump, Davos’taki konuşmasında siyaset ve iş dünyasının temsilcilerine, “ABD işbirliğine açıktır” diyerek, Amerika’nın tüm müzakerelere ve tekliflere açık olduğunun altını çizdi. Trump, NATO normları, uluslararası vergiler, Amerika’dan fosil yakıtlarının satın alınması gibi konulara açık olduklarını belirtti.
Trump’ın bu çıkışı, dünyaya ve Avrupa’ya bir meydan okuma olarak yorumlandı. Bu konuşma aynı zamanda, Avrupa’nın dünyada yerini yeniden gözden geçirmesi gerektiğine işaret ediyordu. Çünkü, bugüne kadar Avrupa sadece ABD ile olan ilişkileriyle kendisine fayda sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa ettiği liberal düzenle de kendini rahat hissediyor. Başkan Trump ise bu durumdan rahatsız.

Avrupa sivil toplum kuruluşları harekete geçti

Trump’ın yeniden ABD Başkanı seçilmesi ve göreve başlamasıyla, Avrupa karar vericileri tam bir telaş, şaşkınlık ve belirsizlik içindeyken, özellikle sivil toplum çevrelerinde ciddi bir hareketlilik yaşanıyor.
Trump’ın konuşma yaptığı gün, ‘demokrasi ve insan hakları için karanlık bir gün’ olarak nitelendirilirken, teknoloji milyarderi Elon Musk’ın yeni kurulacak ‘Hükümet Verimliliği Bakanlığı’na getirilmesinin, demokrasi için bir tehlike olduğunun altı çiziliyor.
Pek çok demokratik kuruluş ve devlet, nefret ve yanıltıcı bilgi sunan, siyasi müdahalelerde bulunan ve demokratik hukuk sisteminin çöküşüne zemin hazırlayan X (twitter) ile binlerce kişi ve kurum ilişkilerini kesiyor, hesaplarını kapatıyorlar. Avrupa kamuoyu, bu şekilde ABD’nin yeni yönetimiyle mücadeleye başlıyor.

Görüldüğü üzere, Trump’ın, yeniden ABD Başkanı olarak göreve başlaması, Avrupa karar vericilerini kara kara düşündürüyor. Olası bir ekonomik savaş, NATO’nun zayıflaması, ABD’nin Ukrayna’yı terk etmesi, ABD ile iç içe geçmiş bir Avrupa’yı endişelendiriyor. ABD’nin Avrupa’yı öncelikle askeri ve siyasi bir müttefik olarak değil de, ekonomik bir rakip olarak görmeye başlaması, Avrupa için felaket demektir.
Trump’ın bu girişimleri, Avrupa refahının tehdit edildiğinin bir göstergesidir.

Veyis Güngör
26 Ocak 2025

Geçtiğimiz hafta sonu, Ankara’daki Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde, “Trump döneminde ABD-AB İlişkileri” konulu bir toplantı yapıldı. Toplantıda, gazeteci Alper Tan başkanlığında, Almanya’dan Dr. Latif Çelik, İngiltere’den Mustafa Köker ve Hollanda’dan naçizane şahsım, Trump’ın başkan seçilmesinin Avrupa’ya yansımalarını konuştuk. 

Avrupa kamuoyunda oluşan Trump algısı üzerine yaptığım konuşmamın özetini siz değerli okuyucularımla da paylaşmak isterim.

Konuşmamda, üç ana detay üzerinde durdum.
*Trump’ın göreve başladığı gün yaptığı konuşmanın şifreleri,
*Trump’ın Davos’ta yaptığı konuşma,
*Avrupa sivil toplum kuruluşlarının Trump ve zihniyetine karşı aksiyonları.

Trump’ın konuşmasındaki şifreler

Öncelikle, Trump’ın, ABD’nin 47. Başkanı olarak göreve başlarken yaptığı açılış konuşmasında Avrupa’nın yer almaması dikkat çekti.
Trump  konuşmasında, Meksika’ya ayar çekti. Panama’yı uyardı. Çin’i tehdit etti. Avrupa gündeme gelmedi.
Trump’ın konuşması, Avrupalılara White Christian Nationalism (Beyaz Hristiyan Nasyonalizmi) düşüncesini hatırlattı. Bu düşünce, iyi ile kötü arasındaki mücadeleyi ortaya koyarak, iyilerin yani Trump ve destekçilerinin zafer kazandığı düşüncesiydi...
Trump için artık siyasi rakipler yok, ‘düşman’ var. Trump’a göre, “Amerikalılar, Tanrı tarafından, diğer uluslara ilham veren seçkin bir millet. İki cinsiyet var: kadın ve erkek. Ülkenin meşru sahipleri Beyaz Hristiyanlardır. Kamu alanlarında daha çok Hristiyan semboller yer alacak. Kaybedilen Amerikan gururu tekrar yeniden kazanılacak.” 

Avrupa kendisine çeki düzen vermeli

Trump, geçtiğimiz günlerde Davos'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu (WEF)’na video bağlantısıyla katılarak bir konuşma yaptı. Konuşmasında, Avrupa'yı sevdiğini ve birçok arkadaşının da olduğunu ama ABD'nin iyi muamele görmediğini söyleyen Trump, AB'nin büyük Amerikan teknoloji şirketlerine uyguladığı ticaret engellerini ve cezaları dile getirdi. Trump, Davos’taki konuşmasında siyaset ve iş dünyasının temsilcilerine, “ABD işbirliğine açıktır” diyerek, Amerika’nın tüm müzakerelere ve tekliflere açık olduğunun altını çizdi. Trump, NATO normları, uluslararası vergiler, Amerika’dan fosil yakıtlarının satın alınması gibi konulara açık olduklarını belirtti.
Trump’ın bu çıkışı, dünyaya ve Avrupa’ya bir meydan okuma olarak yorumlandı. Bu konuşma aynı zamanda, Avrupa’nın dünyada yerini yeniden gözden geçirmesi gerektiğine işaret ediyordu. Çünkü, bugüne kadar Avrupa sadece ABD ile olan ilişkileriyle kendisine fayda sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa ettiği liberal düzenle de kendini rahat hissediyor. Başkan Trump ise bu durumdan rahatsız.

Avrupa sivil toplum kuruluşları harekete geçti

Trump’ın yeniden ABD Başkanı seçilmesi ve göreve başlamasıyla, Avrupa karar vericileri tam bir telaş, şaşkınlık ve belirsizlik içindeyken, özellikle sivil toplum çevrelerinde ciddi bir hareketlilik yaşanıyor.
Trump’ın konuşma yaptığı gün, ‘demokrasi ve insan hakları için karanlık bir gün’ olarak nitelendirilirken, teknoloji milyarderi Elon Musk’ın yeni kurulacak ‘Hükümet Verimliliği Bakanlığı’na getirilmesinin, demokrasi için bir tehlike olduğunun altı çiziliyor.
Pek çok demokratik kuruluş ve devlet, nefret ve yanıltıcı bilgi sunan, siyasi müdahalelerde bulunan ve demokratik hukuk sisteminin çöküşüne zemin hazırlayan X (twitter) ile binlerce kişi ve kurum ilişkilerini kesiyor, hesaplarını kapatıyorlar. Avrupa kamuoyu, bu şekilde ABD’nin yeni yönetimiyle mücadeleye başlıyor.

Görüldüğü üzere, Trump’ın, yeniden ABD Başkanı olarak göreve başlaması, Avrupa karar vericilerini kara kara düşündürüyor. Olası bir ekonomik savaş, NATO’nun zayıflaması, ABD’nin Ukrayna’yı terk etmesi, ABD ile iç içe geçmiş bir Avrupa’yı endişelendiriyor. ABD’nin Avrupa’yı öncelikle askeri ve siyasi bir müttefik olarak değil de, ekonomik bir rakip olarak görmeye başlaması, Avrupa için felaket demektir.
Trump’ın bu girişimleri, Avrupa refahının tehdit edildiğinin bir göstergesidir.

Veyis Güngör
26 Ocak 2025

Siyasetin yarışı giderek hızlanırken, Unterfranken Yeşillerinden aday olan Jessica Hecht, bölgede yaşayan Almanlar dışında göçmenlerin de oylarına talip olduğunu belirtti.

Ayhaber’e açıklamalarda bulunan Yeşil aday Jessica Hecht, “Uzun yıllardan bu yana göçmen toplumunun ciddi anlamda ilgisini çeken bir partiyiz. Federal seçimlerde bize verilen her oy, aşırı sağın önündeki en sağlam kale olacak ve ülkemizde demokratik yaşama önemli katkılar sağlayacaktır. Bu açıdan bizi seçen her göçmenin yanlış yapmayacağını belirtmek isterim” şeklinde konuştu.

 

Chancen für Barrierefreiheit und Inklusion: Gemeinsam Stadt und Gesellschaft gestalten. Unter diesem Motto besuchte die Bundestagsabgeordnete Heike Heubach auf Einladung von MdB Markus Hümpfer die Stadt Schweinfurt. Als erste gehörlose Abgeordnete Deutschlands und Mitglied im Bauausschuss des Bundestags wollte sie sich vor Ort ein Bild von den Herausforderungen und Möglichkeiten zur Verbesserung der Barrierefreiheit machen.


Los gings mit einer Begehung im Stadtgebiet. Gemeinsam mit SPD-Fraktionsvorsitzenden im Stadtrat Marietta Eder und Manfred Neder, dem Vorsitzenden des Behindertenbeirats, wurden Gehwege, öffentliche Gebäude und Bushaltestellen auf ihre Zugänglichkeit überprüft. Besonders der Marktplatz und der Lutherplatz wurden als problematische Bereiche für Rollstuhlfahrer identifiziert.


"Barrierefreiheit bedeutet mehr als nur Rampen oder abgesenkte Bordsteine. Es geht um echte gesellschaftliche Teilhabe," betonte Heike Heubach. Während des Rundgangs wurden Herausforderungen wie fehlende Bordsteinabsenkungen oder schwer zugängliche öffentliche Einrichtungen besprochen. Dabei wurden auch Möglichkeiten zur politischen Unterstützung erörtert.
In Schweinfurt leben rund 9.500 Menschen mit Behinderung, darunter etwa 6.000 mit einer Schwerbehinderung. Jedes Jahr kommen etwa 200 neue Fälle hinzu, viele davon mit Sehbeeinträchtigungen.

Treffen mit dem Gehörlosenverein Schweinfurt
Nach dem Rundgang trafen sich die Beteiligten im Vereinsheim des Gehörlosenvereins in der Klingenbrunnstraße 20. Jochen Gräf, der Vorsitzende des Vereins, zeigte sich zusammen mit seinem Vorstand überaus erfreut über den Besuch der gehörlosen Abgeordneten, MdB Markus Hümpfer und Marietta Eder.
Intensiv wurden die Bedürfnisse gehörloser Menschen in Schweinfurt diskutiert. Themen wie die Anpassung von Wohnräumen und die Renovierung des Vereinsheims standen im Fokus. "Inklusion muss ganzheitlich gedacht werden, und kommunikative Barrieren müssen abgebaut werden," erklärte Heike Heubach und stellte passende Förderprogramme vor.
Der Gehörlosenverein besteht seit 90 Jahren und hat 120 Mitglieder. Er bietet Sozialkontakte, Beratung, kulturelle Angebote und Seminare für Gehörlosen und deren Angehörige an. Als größte Herausforderung gestaltet sich die schwierige Kommunikation mit Behörden und der Stadt Schweinfurt, zu denen jedes Mal Gebärdendolmetscher bereitgestellt werden müssen.
MdB Markus Hümpfer betonte die Bedeutung des direkten Austauschs mit Betroffenen: "Nur so können wir passgenaue Lösungen finden." Ein Erfolg des Treffens war die Zusage der Stadt, die Dolmetscherkosten für weitere Gespräche mit der Stadt und dem Betreiber SWG zum Umbau des Vereinsheims zu übernehmen. Stadträtin Marietta Eder versprach, sich für den geplanten Umbau des Vereinsheims im Stadtrat und Sozialausschuss einzusetzen.


Ein inklusives Schweinfurt für alle
Der Besuch von Heike Heubach in Schweinfurt hat gezeigt: Barrierefreiheit ist eine Aufgabe für die gesamte Gesellschaft. Nur durch das gemeinsame Engagement von Politik, Verwaltung und Betroffenen kann sie erfolgreich umgesetzt werden.
MdB Markus Hümpfer sicherte zu, den Dialog zwischen der Stadt, und dem Gehörlosenverein weiter voranzutreiben, um eine dauerhafte Lösung für das Vereinsheim zu finden. Schweinfurt hat das Potenzial, eine Vorbildstadt für Inklusion zu werden, wenn alle zusammenarbeiten.
Bildunterschrift im Vereinsheim des Gehörlosenvereins Schweinfurt 1931 e.V. v.l.n.r. Sozialamtsleiter Matthias Kress, Vorsitzender Jochen Gräf, Stadträtin Marietta Eder, MdB Heike Heubach, MdB Markus Hümpfer, Behindertenbeiratsvorsitzender Manfred Neder

Avrupalı Türklerin hocası hocamız Prof Dr Faruk Şen hocamızı rahmeti rahmana göçtüğü haberini duyunca çok üzüldüm.

Faruk Şen Almanyada ilim ve bilim dalında  sesimizdi.  1990’lı yıllarda yeni yayın hayatına başladığımda Faruk hocamdan destek istemiştim. Çok sağ olsun. O yıllar beni  yayıncılık ve gazetecilikte ufkumu açtı. Hep destek oldu. Hacamın hatırı için gönderdiği yazılarını zaman zaman yayınlayacağım.
 
Almanya'nın Essen kentinden bulunan Türkiye Araştırmalar Merkezi'nin-Vakfı(TAM) kurucusu ve uzun yıllar direktörlüğünü yapan Prof.Dr.Faruk Şen, 76 yaşında hayatını kaybettiği haberiyle şok oldum. Sevdiklerimizi bir, bir kayıp etmenin derin üzüntüsü içindeyim. Türkiye araştırma Merkezi TAM'ın ilk yıllarında Faruk Şen, imza attığı proje ve toplantılarla adından epeyce söz ettirmişti.Tanınmış, üst düzey Türk Alman siyasilerin gidip geldiği bir merkez haline gelmişti TAM. O dönemde Faruk Şen'den Almanya'daki en tanınmış, ünlü Türk diye söz edildiğini hatırlıyorum. ARD ve ZDF de katıldığı programlarda Avrupa Türklerinin  sesi, bölücülerin korkulu rüyası olmuştu.  TAM'dan sonra çalışmalarını Türkiye'ye taşıyan Faruk Şen hoca Tavak Vakfı'nı kurmuştu. Son yıllarda hastalıkla mücadele ettiğini öğrendiğimiz Faruk Şen, İstanbul'da hayatını kaybetti. Merhum Şen'in, yarın İstanbul'da toprağa verileceği açıklandı.
Merhum Faruk Şen hocamıza  Allah'tan rahmet, kederli ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Mevla rahmet eylesin. Mekanın cennet olsun Faruk hocam. Hizmetlerini ve seni unumayacağız.
 
 
 Prof Dr Faruk Şen hocamın Avrupada yayın yapan Türk  basınına gönderdiği  basın bildirisi
 
“Avrupalı Türklerin Tasarruf Hacimleri ve Türkiye’ye Yatırım İmkanları„
 
Türkiye’de son günlerde çıkarılan vergi affı ile beklenen yurtdışındaki paraların gelmemesi, başta İsviçre’nin UBS bankası olmak üzere, Türk sermayesinin tasarruflarının tüm özendirici tedbirlere rağmen Türkiye’ye yönelmemesi yine ekonomistlerin aklına Avrupa’daki Türklerin tasarruflarını getirdi. Avrupa’ya göçe başlanan 1961 yılından bu yana Avrupa’daki Türklerin tasarruf hacimleri kümülatif olarak toplanır ve büyük sayılardan bahsedilirdi. 1977 yılına kadar kazançlarının %35’ini tasarruf eden Türklerin bu paraları Türkiye’ye birçok şekilde yönlendirilmeye çalışıyor. Önümüzdeki yıllarda “acaba bu para tekrar Türkiye’ye gelir mi?” tartışması içine girilmiş bulunuyor.
Sayısal göç
 
2009 yılı başı itibariyle, bugünki AB sınırları içinde yaşayan insan sayımızın 5 milyon 200 bin sınırını geçtiğini görüyoruz. AB ülkelerinde toplam çalışanların %0,72’sini oluşturan 1.5 milyonluk çalışan Türk AB’nin cari fiyatlar ile gayri safi yurtiçi hasılasına (GSYIH) 2008 yılında yaklaşık 85 milyar euro’luk bir katkı sağlamış bulunmaktadır. 1998 yılında 55,1 milyar euro iken, bu katkının, 10 yıl aradan sonra bu kadar yükselmesinin en büyük nedeni nüfusun dinamik ve yaratıcı gücünden kaynaklanmaktadır. Avrupalı Türkler yıllık ortalama 19 bin 700 euro’luk gelirleri ile, bugün için baktığımız zaman 12 AB ülkesini geride bırakmaktadırlar. Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı’nın (TAVAK) son değerlendirmelerine göre; 2008 yılında Almanya’da yaşayan 2 milyon 700 bin Türk kökenli göçmenin yıllık tasarrufları 2 milyar euro civarındadır. Bunu diğer ülkelerdeki Türkler ile birlikte topladığımız zaman tahmini 3,8 milyar euro’luk yıllık bir tasarruf hacminin oluştuğunu görüyoruz. Buna karşılık artık AB’li Türklerin yaptıkları tassarrufları gayrimenkullere yatırdıklarınına tanık oluyoruz. Şu anda 230 bin Avrupalı Türkün, yaşadıkları ülkelerde gayrimenkul sahibi oldukları ve kendi evlerinde oturdukları ortaya çıkmaktadır. Bunun yanısıra yalnız Almanya’da 450 bin Türkün bankalara kredi borcu olduğu ve bu borç miktarının da yabana atılmayacak oranda olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan Avrupalı Türklerin artık tasarruf hacimleri Türkiye’ye taşınacak ve Türkiye’de yatırıma dönüşecek meblağlar da değildir. Buna karşılık geçtiğimiz yıl yalnız Almanya’dan 70 bin Türk belirli bir sermaye topladıktan sonra üstün bilgi düzeyleri ile birlikte Türkiye’ye dönmüşler ve kendilerine yönelik bireysel yatırımlarını yapmış bulunmaktadırlar. Önümüzdeki yıllarda Almanya başta olmak üzere Avrupa  ülkelerinden Türkiye’ye kaliteli nüfusun geri dönmesi beklenmektedir. Ancak geri dönenler Avrupa’daki iş yerlerini ve evlerini sattıkları zaman o topladıkları toplam sermaye Türkiye’de yatırıma dönüşebilir. Ancak önümüzdeki iki yıl içinde Avrupa’dan Türkiye’ye büyük bir sermaye akımı beklememek lazımdır.
 
Fotoğraf: Faruk Şen 
Doğan Tufan 
 
 

Dış mihraklardan aldıkları mali yardım, istihbarat ve silah desteği ile son 42 yıldır Türkiye sınırları içinde estirdikleri terör olayları ve saldırıları bitti.

Yerel halkı korkutup, tehdit ederek, sözde kendilerinin yönettiğini iddia ettikleri bölgeler yaratarak, mahkemeler kurup cezalandırarak, baskılarla yerel halkı sindirerek, gençleri kaçırıp zorla silahlandırıp terör eylemlerine mecbur ederek ve de güçlerinin yettiği kimselerden haraç alarak yıllarca sürdürdükleri ayrılıkçı düzen ve silahlı saldırılar tamamen son buldu.

 

Türkiye aldığı sağlam tedbirler ve uyguladığı istikrarlı mücadele ile dış güçlerin Türkiye’yi parçalamak ve bölgede küçük, korumasız, kendi sözlerinden çıkmayacak zayıf devletler kurmak çabasına bir daha geri gelemeyecek şekilde ve kararlılıkta son verdi.   

 

Türkiye terörle mücadele stratejisinin ikinci adımında, kendi sınırları dışına attığı terör örgütlerinin komşu ülkeler olan Suriye ve Irak’ta da yerleşememeleri ve faaliyet gösterememeleri için girişimlerini başlattı, karşı tedbirler almaya başladı.

 

Suriye’de PKK/YPG için durum artık eskisi gibi değil.

Suriye’nin Ahmed El Şara Başkanlığındaki Yeni Yönetimi ile özellikle Doğu ve Ayn El Arap bölgesindeki Arap aşiretleri ve Kürt kökenli aşiretler, PKK/YPG’yi istemiyor ve yönetimde yer almalarını da kabul etmiyor.

 

Suriye Yeni Yönetimi, silah bırakmak konusunda terör örgütlerinin oyalama taktiklerinden bıkmış ve PKK/YPG'nin işgal ettiği bölgelere yönelik harekat amaçlı 15 bin Suriye askerin temizlik operasyonu için hazırlamış durumda.

 

Kuzey Irak’taki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Başkanı Mesut Barzani’nin terör örgütü PKK/YPG'nin Suriye'deki varlığının büyük bir sorun olduğunu belirtmesi, Bağdat hükümetinin PKK/YPG’yi “yasaklı örgüt” ilan etmek aşamasında olması artık PKK/YPG’nin bu bölgelerde de faaliyet gösteremeyeceğinin işareti.

 

Bunları neden anlatıyorum, ya da Kıbrıs’la alakası ne olabilir? Terör örgütlerinin temizleneceğinin uzun zamandır farkında olan “Dış Güçler” Türkiye’nin rahat nefes alıp, kendilerine bölgede dişli bir rakip olmasının önüne geçmek için belli ki Günay Kıbrıs Rum Kesimini yeni “Vekil savaşçı” olarak belirlemişler.

 

ABD’nin Güney Kıbrıs topraklarında üsler kurması, Kıbrıs Rum yönetimine yıllardır uygulanan silah ambargosunu kaldırması, silah satışını serbest bırakması, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Stratejik İşbirliği anlaşması imzalaması boşuna değil.

 

ABD’nin arkasında olduğunu zanneden Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Doğu Akdeniz’de ilan ettikleri münhasır ekonomik bölge içinde, bir kısmı da Türkiye’nin münhasır bölgesi içinde yer alan 5. parselin alt yarısındaki Electra Bölgesinde sondaj başlaması ve Navtex ilan etmesi de boşuna değil. Özellikle de sondaj alanı olarak Türkiye’nin deniz yetki alanına giren ihtilaflı bir parseli seçmesi, perdelerin arkasında bir şeyler pişirildiğini göstermekte.

 

Belli ki Orta Doğu’da huzur ve güçlü Arap devletleri istemeyen dış güçler, bu aşamada kendilerinin yöneteceği bölgesel terör faaliyetlerinde Kıbrıs Rum Yönetimini vekil terör örgütü olarak seçmişler ve bölgedeki Arap devletleri ile Türkiye’nin başına bela etmeye çalışacaklar.

 

Sonuç alırlar mı? Elbette hayır. Neredeyse yarım asırdır uygulamaya koymadıkları plan, hile kalmamışken tüm tuşlara birden basmalarının Türkiye’nin savunma sanayiini daha da güçlendirmekten başka bir sonuç doğurmayacağı kesin…

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

 

Dış mihraklardan aldıkları mali yardım, istihbarat ve silah desteği ile son 42 yıldır Türkiye sınırları içinde estirdikleri terör olayları ve saldırıları bitti.

Yerel halkı korkutup, tehdit ederek, sözde kendilerinin yönettiğini iddia ettikleri bölgeler yaratarak, mahkemeler kurup cezalandırarak, baskılarla yerel halkı sindirerek, gençleri kaçırıp zorla silahlandırıp terör eylemlerine mecbur ederek ve de güçlerinin yettiği kimselerden haraç alarak yıllarca sürdürdükleri ayrılıkçı düzen ve silahlı saldırılar tamamen son buldu.

 

Türkiye aldığı sağlam tedbirler ve uyguladığı istikrarlı mücadele ile dış güçlerin Türkiye’yi parçalamak ve bölgede küçük, korumasız, kendi sözlerinden çıkmayacak zayıf devletler kurmak çabasına bir daha geri gelemeyecek şekilde ve kararlılıkta son verdi.   

 

Türkiye terörle mücadele stratejisinin ikinci adımında, kendi sınırları dışına attığı terör örgütlerinin komşu ülkeler olan Suriye ve Irak’ta da yerleşememeleri ve faaliyet gösterememeleri için girişimlerini başlattı, karşı tedbirler almaya başladı.

 

Suriye’de PKK/YPG için durum artık eskisi gibi değil.

Suriye’nin Ahmed El Şara Başkanlığındaki Yeni Yönetimi ile özellikle Doğu ve Ayn El Arap bölgesindeki Arap aşiretleri ve Kürt kökenli aşiretler, PKK/YPG’yi istemiyor ve yönetimde yer almalarını da kabul etmiyor.

 

Suriye Yeni Yönetimi, silah bırakmak konusunda terör örgütlerinin oyalama taktiklerinden bıkmış ve PKK/YPG'nin işgal ettiği bölgelere yönelik harekat amaçlı 15 bin Suriye askerin temizlik operasyonu için hazırlamış durumda.

 

Kuzey Irak’taki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Başkanı Mesut Barzani’nin terör örgütü PKK/YPG'nin Suriye'deki varlığının büyük bir sorun olduğunu belirtmesi, Bağdat hükümetinin PKK/YPG’yi “yasaklı örgüt” ilan etmek aşamasında olması artık PKK/YPG’nin bu bölgelerde de faaliyet gösteremeyeceğinin işareti.

 

Bunları neden anlatıyorum, ya da Kıbrıs’la alakası ne olabilir? Terör örgütlerinin temizleneceğinin uzun zamandır farkında olan “Dış Güçler” Türkiye’nin rahat nefes alıp, kendilerine bölgede dişli bir rakip olmasının önüne geçmek için belli ki Günay Kıbrıs Rum Kesimini yeni “Vekil savaşçı” olarak belirlemişler.

 

ABD’nin Güney Kıbrıs topraklarında üsler kurması, Kıbrıs Rum yönetimine yıllardır uygulanan silah ambargosunu kaldırması, silah satışını serbest bırakması, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Stratejik İşbirliği anlaşması imzalaması boşuna değil.

 

ABD’nin arkasında olduğunu zanneden Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Doğu Akdeniz’de ilan ettikleri münhasır ekonomik bölge içinde, bir kısmı da Türkiye’nin münhasır bölgesi içinde yer alan 5. parselin alt yarısındaki Electra Bölgesinde sondaj başlaması ve Navtex ilan etmesi de boşuna değil. Özellikle de sondaj alanı olarak Türkiye’nin deniz yetki alanına giren ihtilaflı bir parseli seçmesi, perdelerin arkasında bir şeyler pişirildiğini göstermekte.

 

Belli ki Orta Doğu’da huzur ve güçlü Arap devletleri istemeyen dış güçler, bu aşamada kendilerinin yöneteceği bölgesel terör faaliyetlerinde Kıbrıs Rum Yönetimini vekil terör örgütü olarak seçmişler ve bölgedeki Arap devletleri ile Türkiye’nin başına bela etmeye çalışacaklar.

 

Sonuç alırlar mı? Elbette hayır. Neredeyse yarım asırdır uygulamaya koymadıkları plan, hile kalmamışken tüm tuşlara birden basmalarının Türkiye’nin savunma sanayiini daha da güçlendirmekten başka bir sonuç doğurmayacağı kesin…

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

Batı Trakya Türk toplumu, 29 Ocak 1988’de Türk kimliğinin inkarına karşı hep bir ağızdan “Biz Türk’üz” diye haykırdığı günün 37. yıl dönümü ile 29 Ocak 1990’daki saldırıların 35. yıl dönümünü anıyor. Batı Trakya Türklüğünün ‘29 Ocak Toplumsal Dayanışma ve Milli Direniş günü’ kutlu olsun.

 
29 Ocak 1988’de isminde “Türk” kelimesi geçen derneklerimizin kapatılarak yasaklanması üzerine binlerce Batı Trakya Türk’ü devletin baskısına boyun eğmedi, tüm engellemelere rağmen Gümülcine’de meydanlarda toplandı ve Türk kimliğine sahip çıktı.
 
29 Ocak 1990’da 1988’de yaşanan olayları anmak için yine Gümülcine’de toplanan Batı Trakya Türkleri saldırıya uğradı, iş yerleri ve dükkanları tahrip ve talan edildi. Batı Trakya Türklerine ait evler de saldırganların hedefi olurken polis saldırıları engellemek için müdahalede bulunmadı.
 
Batı Trakya Türk toplumunun hak ve özgürlükler mücadelesinde dönüm noktası, şanlı sayfalar olan 29 Ocaklar, tarihe “Toplumsal Dayanışma ve Milli Direniş Günü” olarak geçti.                 
 
29 Ocakların üzerinden yıllar geçmesine rağmen ülkemiz Yunanistan’da Batı Trakya Türk toplumunun Türk kimliği hala inkar ediliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) derneklerimizle ilgili kararlarını 15 yılı aşkın süredir uygulamayan ülkemiz, isminde “Türk” kelimesi geçen derneklerimizin kaydına müsaade etmiyor.
 
29 Ocak 1988’de yaşanan olayların hemen ardından toplumuzun sesini uluslararası alanda duyurmak amacıyla 28 Şubat 1988’de kurulan Federasyon’umuz, o günden bugüne uluslararası kurum ve kuruluşlar nezdinde yürüttüğü çalışmalarla toplumumuzun hak ve özgürlükler mücadelesine destek oluyor, sorunlarının çözülmesi için yılmadan çaba gösteriyor.
 
Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habip Oğlu, “Bu yıl, 29 Ocak 1988’in 37’ncı yılı... O gün sokaklardaydık, Türk olduğumuzu tüm dünyaya haykırdık. Bundan iki yıl sonra aynı günde yine sokaklardaydık. Hep bir ağızdan buradayız, Türk’üz dedik! Bugün ne değişti? Ne yazık ki hiçbir şey! Değişmedi, çünkü ülkemizi yönetenlerin iyi niyeti yok! Pes etmedik, etmeyiz! Davamız hak davası! Bunca yıllık yolcuğumuzda yalnız değiliz. Avrupa’daki diğer azınlıklarla, azınlıkların üst kuruluşları ile dayanışma içindeyiz. Uluslararası sivil toplum kuruluşları ile iş birlikleri kuruyoruz. Uluslararası alanda yılmadan sürekli olarak lobi yapıyoruz. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda sorunlarımızı anlatıyoruz. Artık uluslararası arenada da ülkemiz gerçeklerin üstünü kapatamaz duruma geldi. Birkaç gün önce Avrupa Parlamentosu’ndaki oturumda ülkemiz hukukun üstünlüğü ilkesine saygı göstermediği için ağır bir biçimde eleştirildi. Batı Trakya Türk toplumu ile ilgili olarak özellikle Bekir Usta ve Diğerleri Dava Grubu’nda neredeyse 16 yıldır kararların uygulanmamasının hukukun üstünlüğü ilkesinin hiçe sayıldığının açık bir ispatı olduğunu hep söyledik. Artık takke düştü, kel göründü! Biz ülkemizde demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerinden vazgeçmeden sahip olduğumuz eğitim ve dini özerkliğimizin iadesi için çalışmaya devam edeceğiz. İlk günkü heyecanımız, azmimiz ve kararlılığımızla mücadelemiz devam ediyor, edecek! 29 Ocak Toplumsal Dayanışma ve Milli Direniş Günümüz kutlu olsun!” açıklamasında bulundu.
 
Fotoğraf: ABTTF
Haber: Doğan Tufan 
 
 
 

 

 

Almanya ile olan kültürel ilişkilerimizi 40 yıldır araştıran Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik, Röthenbach Diyanet Türk İslam Derneği'nde düzenlenen “Almanya’da Türk İzleri” başlıklı konferansta şu ifadelere yer verdi:

“Tarih bilinci, kimlik inşası ve yaşadığı ülke ile duygusal bağlar kurulması açısından büyük önem taşır. Bu bağlamda, Almanya’da yaşayan Türkiye asıllı yüz binlerce gencimizin bu ülkedeki Türk-Alman kültür tarihine ilgi duyarak bu çalışmalardan haberdar olması önem arz etmektedir.”

Hiç kimsenin toplantıdan ayrılmadan, saatlerce süren konferansın açılış konuşmasını yapan din görevlisi Nizamettin Çapoğlu şunları söyledi:


“Dr. Latif Çelik hocamı yıllar önce Ankara’da dinlemiştim. Almanya’ya gelmeden önce kendisinden öğrendiğim Türk-Alman kültürel ilişkileri konulu sunum, burada uzun görev sürem boyunca benim için önemli bir motivasyon ve ciddi bir bilgi kaynağı oldu. Bu anlamda daha rahat ve sakin bir ortamda, başta gençlerimiz olmak üzere bölgemizde yaşayan vatandaşlarımız ile bu bilgilerin paylaşılmasına vesile olmak istedim. Sayın Başkanımız Recep Çalık Bey’in de bana verdiği destekle, Dr. Latif Çelik hocamızı misafir etmekten büyük mutluluk duymaktayız.”


Bu sözlerinin ardından mikrofonu Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik’e teslim etti.
Dr. Latif Çelik, konuşmasına şu sözlerle başladı:
 “Tarihi yazılan milletler, o tarihte özne olarak yer alır. Türk-Alman ilişkilerinin kültürel hazinesinin sahibi, Almanya’da yaşayan Türklerdir. Yaşanmış hikayelerin izini sürmek ve Almanya’yı bir vatan olarak kabul edenlerin samimiyet sınavlarına gerek duymadan entegre olmayı başarması, bu kültürel izleri okumaya, bulmaya ve anlamlandırmaya çalışmakla mümkündür.”


130 bin kilometreyi aşan Türklerin tarih yolculuğu adlı slaytlar eşliğinde devam eden konferans, katılımcıları 12. yüzyıldan başlayarak Haçlı Seferleri’ne kadar uzanan bir kültür tarihi yolculuğuna çıkardı. Dr. Latif Çelik, şu ifadeleri kullandı:


“Elbette tarih bir milletler mücadelesidir. Ancak kadim arşivlerin sayfalarına mercek tutulduğunda, Türklerin ve Almanların iç içe geçmiş zengin tarihininin önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Almanların doğuya açılma (‘Drang nach Osten’) ve Türklerin batıya yönelen Kızılelma adlı mitolojik hayalleri, asırlar önce bu iki milletin karşılaşmasını sağlamıştır. II. Viyana Kuşatması’nın ardından Avrupa’nın iç bölgelerine getirilen Türk esirlerinin birçoğunun, özellikle Almanya’nın güney eyaletlerinde, henüz tespit edilemeyen kayıp tarihin küçük parçaları olarak kaldıklarını biliyoruz. Soldan Ailesi bunlardan biridir.”


Dr. Çelik, konuşmasının devamında şunları belirtti: 
“Orta Çağ’daki sert mücadelelerde her iki tarafı da serbest tüccar veya esir asker olarak gören Alman ve Türk arşivleri, iki millet arasındaki devasa kültürel etkileşimleri ortaya çıkarmaktadır. Alman müziğindeki mehter notalarının etkileri, tütün mamulleri ve kahvenin heyecan verici serüvenleri de ‘Almanya’da Türk İzleri’ adlı kültür tarihi projesinde ortaya çıkan bilgiler arasındadır. Prusya ve Osmanlı İmparatorluklarının askeri, siyasi, teknik ve ticari ilişkilerinin 18. yüzyıl ortalarından sonra devasa boyutlara ulaştığını görüyoruz.” 


Son olarak Türk-Alman İş Gücü Anlaşması ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Dr. Latif Çelik sözlerini şöyle tamamladı:
“Güzel camiler ve modern dernekler inşa etmek, gelecekte burada yetişen gençlerden beklentilerimizi artırsa da fiziksel yapılardan çok daha önemlisi, bu yuvalardan yetişen insan unsurudur. Almanya’daki kültür tarihi öğrenen Hasan’ın, okul ve iş arkadaşı Hans’a yaşanmış tarihi güzellikleri anlatmasını istiyorsanız, Almanya’daki Türk kültürel izlerini de mutlaka öğretmelisiniz.”
Konferans, soru-cevap bölümüyle devam etti. Özellikle gençlerin kültür tarihi ile ilgili sorularının geç saatlere kadar sürmesi, hem konuşmacıyı hem de organizasyonu düzenleyenleri oldukça mutlu etti.

 

 

 

Ehrenamtliche der Abfallberatung des Abfallwirtschaftsbetriebs der Stadt Nürnberg informieren am Donnerstag, 30. Januar 2025, von 14.30 bis 16.30 Uhr im Treff Bleiweiß, Hintere Bleiweißstraße 15, über Abfallvermeidung sowie Abfalltrennung und ­entsorgung. Es gibt Antworten auf so manches Müllproblem und was in welche Tonne gehört, damit Wertstoffe erhalten bleiben und die Umwelt geschont wird. Der Zugang ist barrierefrei, der Eintritt frei, eine Anmeldung ist nicht erforderlich. Unter Telefon 09 11 / 2 31­82 32 und ­82 24 oder per E­Mail an Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein! sowie unter www.senioren.nuernberg.de gibt es weitere Infos zum Programm des Treffs. boe

Seite 1 von 649