Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
PEKİN (AA) - Türkiye'nin Pekin Büyükelçiliği, "12 Mart İstiklal Marşı'nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü" ile "18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi'nin Yıl Dönümü" vesilesiyle anma programı düzenledi.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başlayan programda İstiklal Marşı'nın kabulünü ve Çanakkale Deniz Savaşı'nı anlatan sinevizyon gösterisi izlendi.
Pekin Büyükelçiliği Birinci Müsteşarı ve Geçici Maslahatgüzarı Alp Atakcan, yaptığı konuşmada, İstiklal Marşı'nın, Kurtuluş Savaşı'nın en çetin günlerinde işgal güçlerine karşı milletin yekvücut bağımsızlık mücadelesi verdiği bir ortamda kabul edildiğini belirterek, "Elbette her milletin istiklalinin timsali olan birer milli marşı vardır ancak her mısrası gözyaşlarıyla kabul edilen bir başka marş muhtemelen yoktur." dedi.
İstiklal şairi Mehmet Akif'in ulusal belleğe kazınan eşsiz dizeleriyle Türk milletinin daima hür yaşayacağını tüm dünyaya haykırdığını vurgulayan Atakcan, "Milli Mücadele'yi zafere taşıyan, bağımsızlık ve özgürlüğe olan sarsılmaz inancımız, Cumhuriyet'imizin nice 100 yıllarında da rehberimiz olmaya devam edecektir." ifadesini kullandı.
Akif’in İstiklal Marşı'nı kaleme almasından tam altı yıl önce Türk milletinin Çanakkale'de insanüstü mücadelesi ve vatan sevgisiyle, müstevlilere “Çanakkale geçilmez.” dedirttiğini hatırlatan Atakcan, "Mart 1915'teki Çanakkale Deniz Zaferi ve takip eden aylardaki kara zaferleri, Türk milletinin boyunduruk altına alınamayacağını kanıtlamıştır. Çanakkale Destanı, Kurtuluş Savaşı'mızın da adeta habercisi olmuş, bağımsızlık mücadelesi için gerekli ruhu ortaya çıkarmıştır." değerlendirmesinde bulundu.
Çanakkale Savaşları'nın aynı zamanda dünya tarihinin akışına yön verdiğine, sömürge yönetimindeki pek çok mazlum millete örnek teşkil ettiğine dikkati çeken Atakcan, "Akif’in 'Çanakkale Şehitlerine' şiirinde 'Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın' diye seslendiği şehitlerimizin aziz hatıralarını ve bizlere miras bıraktıkları dayanışma ruhunu yaşatmak boynumuzun borcudur. Zira Büyük Atatürk’ün dediği gibi, milli benliğini kaybeden milletler, başka milletlerin şikarı yani avı olurlar. Tarih ve yaşadığımız coğrafya, bunun örnekleriyle doludur." diye konuştu.
Atakcan, Şehitleri Anma Günü vesilesiyle Cumhuriyet'in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere hayatını ülkesine adamış tüm kahramanları sonsuz minnet, şükran ve rahmetle andığını sözlerine ekledi.
İslam Fobisi, Türk Travması ve Avrupa
Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlara yönelik giderek artan sözlü, yazılı saldırılar ve yasal kısıtlamalarla anılan İslamofobi’nin Avrupa’daki geçmişi oldukça eskidir. 10. Yüzyılda Hıristiyanlığın yayılması kabile oluşumlarını ve küçük devletçikleri bir araya getirmiş ve aşağı yukarı günümüz Avrupa’yı oluşturmuştur. Krallıklar altında sosyal ve siyasal anlamda giderek örgütleşen, ani nüfus sıçramasıyla da büyük bir ekonomik kalkınma dönemi yakalayan ve Kilise’nin artarak güçlendiği Avrupa’nın İslam’la olan temasına bakıldığında, Türklerin ön plana çıktığı görülmektedir. Bu sebepten ötürü Avrupa literatüründe İslam’la Türkler, Türklerle İslam ve Müslümanlar çoğunlukla eşanlamlı kullanılmaktadır. Avrupa’nın İslam korkusu, kendini özellikle Türk fobisi olarak göstermektedir.
İslam ile Batı Dünyası ilişkilerinin, 8. Yüzyılın başlarında (711’de) Müslümanların İspanya’yı fethetmesiyle başladığını söyleyebiliriz. Paris’e 170 km kala Bedevilerce durdurulan bu fetih hareketinin sebebinin, Hristiyanları kılıçla Müslüman yapmak olmadığı, aksine Hristiyan olarak dahi İslami bir yönetimle daha adil ve daha iyi bir hayat sağlanacağı vaat edilmiş olsa bile, gergin ve çatışmalı bir tanışma olmuştur.
Asıl 1071 yılında Türklerin Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya girmeleri sadece Doğu Roma diye adlandırılan Bizans’ı değil tüm Batı’yı ayağa kaldırmıştır; Eski Dünya yerinden oynamıştır. Bu yüzdendir ki, 11. yüzyılın sonlarında Papa II. Urban’nın haçlı seferi çağrısı üzerine iki asır boyunca Haçlı orduları Anadolu’daki Türk Beylikleri ile savaşmışlardır. Önemli olarak, Avrupa’da halk tanımadığı ve bilmediği için Türklerden ve İslam’dan korkmuştur, bu yüzden dini ve siyasi aktörler tarafından korkutulabilmiştir. Tanışan, öğrenen kimi halk Türklerin yönetimini kendi boyunduruklarına yeğlemiştir. Bu ne Kilise’nin ne krallıkların arzuladığı bir durumdur. Aksine insan yiyen Deccal veyahut şeytanın vücut bulmuş hali olarak resmedilmeye başlayan Türklerin, Kilise veya krallık içi merkez kaç dinamiklerini toplamak ve tekrar konsolide edip dar çıkarlar doğrultusunda yönlendirmek konusundaki kullanışlılığını keşfetmiştir. İslamofobi’nin, yani Avrupa’daki Türk fobisinin güçlü işlevselliği bugün dahî önemini korumaktadır.
1389’da Kosova Savaşı ile Balkanların Fethi, ardından 1453’de İstanbul’un Fethi tüm Batı’da büyük bir sarsıntı yaratmıştır. Önemli olarak Doğu Roma’nın merkezi ‘İstanbul’u Türklerin elinden kurtarmak’ iddiası ile Trabzon’daki Kardinal BESSARİON bile Batı’daki kiliseleri ayağa kaldırmayı, toplayabildiği büyük yardımların yanı sıra halk üzerindeki hâkimiyetini de pekiştirmeyi başarmıştır. Asırlar sonra ne ilginçtir ki, o zaman Yugoslavya’nın Sırbistan Federal Eyaletinin başkanı Slobodan Milosevič, Sırp Slavları Müslüman Boşnak Slavlara karşı kışkırtmak amacıyla Türk fobisini kullanmıştır. 1389, 1989 tarihlerinin alt alta yazılı olduğu özel üretilmiş beyaz bir kürsüden halka seslenip, tamamıyla hayal ürünü olsa da 500 yıllık Türk zulmüne karşı ayaklanma çağırısında bulunan Milosevič, cereyan eden iç savaş ve katliamlara gerekçe sunmuştur.
16. yüzyılda Katolik Kilisesi’nin dinden uzaklaştığını savunan Martin Luther’in Din Devrimi ve Evangelizmin doğuşu Türk fobisi olmaksızın asla muvaffak olamayacaktı mesela. Türkleri kiliseye tövbe etmesi için gönderilen Allah’tan bir ceza ve şeytanın kendisi olarak tarif eden Martin Luther, Türkler ve dinleri İslam’a karşı kiliselerin müşterek hareket etmesini ve içlerinde konsolide olmalarını başarmıştır.
Nihayetinde başarısızlıkla sonuçlansalar bile da Osmanlı’nın Viyana fetih girişimleri Avrupa’nın bilincine kazınan ve bugüne kadar yaşanan ‘Türkler Viyana’da Travması’nı yaratmıştır. Şehir surlarında hala ‘Tanrı Bizleri Vebadan ve Türklerden Korusun’ yazısının muhafaza edilmesi ise bu korkuyu canlı tutup sürdürmektedir. Türk Travması Avusturya’nın bir nevi varoluş sebebidir, kimliğini tanımlayan olaydır artık. Çoğunlukla Türk olan Müslüman topluluğuna karşı uyguladığı sert yasal girişimlerle bu fobi siyasi sebeplerden tekrar tekrar türetilmektedir.
İslamofobi’nin sistemce özümsendiği, 18. asra kadar Türk Devleti ile sınırları olan Batılı devletlerin kendi halklarından Türklere karşı savunma harcamalarını karşılamak amacıyla toplanan ‘Türkensteuer’ (Türk Vergisi) adlı ilave vergi kapsamında kurumlaştırılmasıyla anlaşılmaktadır. Devamında 18. yüzyılın başından 20. yüzyılın başına kadar, 100 yıl boyunca Fransa, İngiltere, Rusya gibi ülkelerce “Şark Meselesi” adı altında, Avrupa’nın İslam korkusunu bir nevi canlandıran Osmanlı Devletinin yıkılması ve topraklarının paylaşılması yönünde büyük gayretler sarf etmiş, karşılarına çıkan bu Türkleri geldikleri topraklara geri göndermeyi hedeflemişlerdir.
Dolayısıyla, günümüzde Avrupa’da İslamofobi’yi ele alırken bu tarihten günümüze kadar sistematik olarak türetilen korkuyu dikkate almak zorundayız. Bu dinamiklerdeki rahatlama ve ivme çevresel, bölgesel veya uluslararası gelişmelere bağlı olarak devreye girmekte ve onlarla etkileşim halinde, soyutlanamaz. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki Soğuk Savaş ile daha büyük bir korku oluşunca, İslam Dünyası özellikle Hollywood aracılığıyla daha romantik, hatta masalımsı tariflerle, yabancı ama özünde iyi olarak sunulmaya başlanmıştır. ABD’yi ve Batı Avrupa’yı Komünizm ve Sovyet belasından koruyacak olan İslam dünyası ve merkezinde Türkiye, sınırların ötesine de olsa anlam açısından yine yakın bir yerlere konuşlandırılmıştır. Müslüman Türkler ile Batı Avrupa arasında asırlarca devam eden ilişki, bu gelişmeler çerçevesinde 1960’lardan itibaren ABD’nin teşviki ile de Batı Avrupa’ya gelen Müslüman ‘Misafir İşçiler’ ile farklı bir boyuta evirilmiştir. Bu yeni göçün içinde yine Türkler en büyük topluluğu oluşturmuştur. Altını çizmek gerekir ki buradaki ilişkiler tarihte olduğu gibi değildir, asla göz hizasına taşınmamıştır bir daha. O dönem söylemler, Batı lehine bir üstünlük hiyerarşisi içerisinde kısa süreli rahatlamıştır. Tarihteki İslam, tarihteki Türkler ile barışılmamıştır aslında, bunu vurgulamalı. 1990’lı ve 2000’li yılların başındaki şiddet olayları bunu açıkça göstermektedir.
Aslında ABD’de 11 Eylül olayları, İslamofobi kaynaklı tüm işlemleri, yani her ülkenin kendi Müslümanına uyguladığı baskılayıcı, kısıtlayıcı politikaları teşvik etmek ve meşrulaştırmak adına tam bir milat teşkil etmektedir. 11 Eylül saldırıları ileri sürülerek sadece Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde değil, büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde dahî inançlı insanlar terörist ya da terör yanlısı gibi gösterilmeye çalışılmış, kimi zaman ülkeleri işgal edilmiş, insanları zulüme maruz kalmışlardır. Samuel Hantington 1990’larda “Medeniyetler Çatışması mı?” sorusuyla ortaya attığı hipotezine bundan sonra bir ünlem işareti koymuş, durumu daha da ileri taşıyarak İslam’la olan çatışmaları, ‘İslam’ın kanlı sınırlarına’, bu dinin özellikle savaşçı doğasına bağlamıştır. Bu da kutuplaştırıcı ve kendini gerçekleştiren bir kâhin olmuştur.
Bugün İslamofobi, Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde, özellikler Avrupa’da artık Müslümanlara yönelik şiddet olaylarıyla karşımıza çıkmaktadır. Avrupa’da var olan ve bir türlü önü alınamayan ırkçılık ve ayırımcılık artık önemli ölçüde İslam karşıtlığına, Müslüman düşmanlığına dönüşmüş durumdadır. Batı’da bazı çevreler bu karşıtlığı ve düşmanlığı mazur göstermek, meşruiyet kazandırmak için yoğun çalışma yapmaktadırlar. Tutuculuk, uyumsuzluk, aşılmaz kültür ve inanç farklılığı gibi bahaneler bu tür çabalarda birer malzeme olarak kullanılmaktadır.
Almanya ele alındığında 5,5 Milyon Müslüman nüfusun 3,5 milyonunu Türkler teşkil etmektedirler. 20 ila 30 yıl içinde asimile olacakları veyahut çekip gidecekleri düşünülen Türkler göçün 60. yılında misafirliği geride bırakarak, geldikleri ülkelerde kendi kimlikleriyle varlıklarını sürdürmekteler, fakat bugün tekrar islamofobik retoriğe dönülüştür.
Almanya’nın birleşmesiyle 1990larda Türklere karşı şiddet olayları artmıştır. 1992‘de Almanya’nın Mölln şehrinde, 1993’de Sollingen’de Türklerin evleri yakılmış; 2000-2007 yılları arasında 8 Türk kendi iş yerlerinde bir Neo Nazi Çetesi tarafından katledilmiş, 2008‘de Ludwigshafen’de yine Türklerin evi kundaklanmış ve 9 Türk hayatını kaybetmiş, fakat olayın faili bulunamamıştır. 2020 yılında Hanau’da ırkçı saldırı sonucunda 5’i Türk toplam 9 yabancı uyruklu göçmen öldürülmüştür. Almanya’daki Türk toplumu bu olaylar karşısında sükûnetini korumuş, 60 yıllık göç tarihi içinde yaşadıkları ülkeye asla zarar verici hiçbir eylemleri olmamıştır. Almanya’nın bu yapıcı tutum karşısında üslubu yine de daha kucaklayıcı bir politika yönünde değişmemiştir. Alman Bertelsman Vakfı’nın yaptığı ‘Dini Tolerans Araştırması’na göre Alman halkın %52‘si bugün hala İslam’ı bir tehdit olarak algılamaktadır. Alman halkının Budizm ve Hinduizm’e gösterdiği hoşgörüyle İbrahimi bir din olan İslam’a, Müslümanlara ve kuruluşlarına karşı yaklaşmamasına, özellikle 11 Eylül’den sonra medyanın İslam’ı din değil teröre dayalı bir ideoloji gibi sunması sebep olmuştur.
Neticede Samuel Huntington’un tahayyül ettiği gibi homojen medeniyetlerin hâkim olduğu bir dünyada yaşamıyoruz. Keza, ırkçı ve ayırımcı çevrelerin tezleri ve eylemlerine rağmen 2017 de yapılan bir araştırmaya göre 521 Milyon nüfuslu Avrupa’da toplam 26 Milyon Müslümanın yaşadığı belirlenmiştir. Sadece düzenli göç dalgası dikkate alındığında bile 2050 yılında Müslüman nüfus oranının yüzde 4,8 den en az 11’e yükseleceği öngörülmektedir. Bu gidişat ile var olan sosyal-politik şartlarda sürtüşme alanlarının arttıracağını düşünülebilir ve genelde o zaman özellikle STK’ların toplumların ve kurumların bilinçlendirilmesi ve mobilize edilmesindeki rolü ortaya konulabilir. Ama çözüm olarak yine tüm yapıcı yük, tüm sorumluluk zaten mağdur olan tarafa atfediliyor olur ki zaten onlardan her seferinde daha fazla emek, daha fazla hoşgörü, daha fazla girişim bekleniyor, vazgeçmemeli elbet. Ama empatiyi doğru yerde aramıyoruz.
Yapılan haksızlıklara son verecek, atılan olumlu adımları iyi niyet ve romantik folklordan kurtararak meşrulaştıracak, kurumlaştıracak ve bağlayıcı kılacak merci toplum değildir. Buna vakıf olan yegâne güç ulusal devlettir. Peki, bugüne kadar harekete geçmeyen devletler nasıl teşvik edilecekler? Bu bir nevi kaçınılmaz olacak diye düşünüyorum rasyonel ulus devletleri için. Araştırmada öngörülen artış demografik anlamda göz ardı edilemez bir paya tekâmül edecektir. Toplumsal dengeleri etkileyecek olan artışın iyi yönetimi hem yöneticilerin hem de ulusal barış ve istikrarın sürdürülebilirliği için hayati olacağından tarih boyunca homojen bir yapıda direnmiş devletlerde sistem seviyesinde bir revizyon tetikleyecektir.
Sonuçta, çarpışmanın önlenmesi adına islamofobik eğilimlerin beslediği ve beslendiği maddi ve manevi yoksunluk ve haksızlık durumlarının resmen ve fiilen ortadan kaldırılması ve güvenliğin herkes için temin edilmesi, karşılıklı güveni, iletişimi ve alış verişi mümkün kılacağı için elzem olacaktır.
Özellikle, eğitim sisteminin İslam ve Müslümanlar ve toplumsal gerçekler konusunda samimi bir müfredat oluşturması, karşılıklı anlayışı organik kılmak adına gençlere bu gerçekleri içselleştirmeleri yönünde destek sağlaması gerekecektir. Ancak o zaman Kuran-ı Kerim’in yakılması bir toplumsal tabu ile engellenecektir.
Ancak ve ancak toplumunun çeşitliliğini gören, tanıyan ve sahiplenen, kurumlarınca yansıtan ve yaşatan, böylelikle çatışma faylarını köprüleyen, ama aynı anda teşvikçi ve kolaylaştırıcı, interaktif ve kooperatif olan bir devlet yapısı adaletle gelen istikrarı, korku durumlarının taşıdığı belirsizlik ve güvenlik dilemmasına yeğleyecektir.
Avrupa Türk Demokratlar Birliği Başkanı Köksal Kuş geleneksel aylık açıklamalarında Türkiye’nin uluslararası ağırlığını ve yeni dengelerin kurulmasını değerlendirdi.
İkinci Dünya Savaşı sonrası iki kutup üzerinde devam eden dünya düzeni 90’lı yılların başında Rusya lehine bozulunca Anglo-Sakson emperyalizminin Avrupa’nın her tarafını etkisi altına almaya başladığını belirten UID başkanı Kuş, “Kapitalizm doymuyor maalesef. Ne kadar verirsen ver daha fazlasını istiyor ve dünyayı sömürmesinde gerçekten sınır tanımıyor. 2000’li yılların başına kadar özellikle Ortadoğu, İslam Dünyası, Batı Asya’da tutunmaya çalışan yeni model Amerikan Emperyalizmi Türkiye’nin güçlendikçe kendilerinin sözünü dinlemeyeceğini tahmin edebiliyor, ama bu kadar çabuk aleyhine gelişeceğini kestiremiyordu. Türkiye’yi Rusya korkusu ile terbiye etmeye çalışan, bunun için istediği silahları istediği fiyata satan çok uluslu Amerikan emperyalizmi, kendi silahlarını yapmaya çalışan Türkiye’yi son 10 yılda ciddi anlamda dışlamaya çalıştı. Milletleri borçlandırarak yola getirmeye çalışan ve kendi hegemonyasını devam ettirmenin politikasını adım adım uygulayan Okyanus ötesi emperyalizm, Avrupalı dostlarını da yanına alarak Türkiye‘ aleyhtarı politikalar sahneye koymaktadır. Ülkemizde bulduğu yerli işbirlikçiler ile birlikte sömürü düzenini devam ettirmenin yollarını aramaktadırlar“ şeklinde konuştu.
Yaklaşan seçimlerde ülkemizin iç huzurunu mümkün olduğunca bozmaya çalışanlar hiç bir zaman emellerine ulaşamayacak ve Türk insanının birliği hiç bozulmayacaktır diyen UID başkanı Köksal Kuş, “Türk insanı yedisinden yetmişine geleceğinin garantisinin iç huzur ve birbirimize güvenmekten geçtiğini bilmektedir. Aklın yolu birdir. Türkiye’ye uçak gerek ise biz yapmalıyız, gemi için biz çalışmalıyız. Hızlı tren yollarını, bunun raylarını bizim mühendisimiz döşemeli ve uçakları benim pilotlarım uçurmalı. O zaman emperyalistler bizim kafamızı karıştıramaz ve Türkiye çağlar üzerinden sıçrayarak kayıp yılları kapatan önemli bir ülke konumuna gelir. Kısa bir süre öncesine kadar en basit gözetleme araçlarını başka ülkelerden alan ülkemizin şimdi aynı silah teknolojilerini 28 ayrı ülkeye satıyorsak, çalışınca neler yapabileceğimizi çok iyi farkediyoruz” dedi.
UID Başkanı Kuş, “Çok değil, 21. Asır ortasına kadar dünya siyasetinin terazisini Türklerin tuttuğunu emperyalistler ve işbirlikçileri mutlaka farkedeceklerdir” şeklinde sözlerini tamamladı.
Scholz, Federal Meclis’te yaptığı konuşmada, Almanya’nın son 8 ayda enerji tedarikini yeniden düzenleyerek Rus gazından ve petrolünden bağımsız hale geldiğini belirtti.
Almanya'da gazdan tasarruf edildiğini ve 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 18 daha az tüketildiğine dikkati çeken Scholz, gaz fiyatlarının Rusya-Ukrayna savaşı öncesi dönemdeki seviyenin altına düştüğünü dile getirdi.
Scholz, "Şimdi güçlü yeni bir enerji altyapısı inşa etmek önemlidir çünkü bu krizde Avrupa, birlikte olduğumuzda ve birbirimizi desteklediğimizde güçlü olduğunu ispatlamıştır." dedi.
Brüksel’de 23-24 Mart'ta düzenlenecek Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi’nde enerji konusunun kapsamlı şekilde ele alınacağını ifade eden Scholz, Avrupa’yı sadece gelecek kışa değil, gelecek yıllara birlikte hazırlayacaklarını vurguladı.
- Ukrayna’ya mühimmat sağlama konusunda kararlar alınacak
Rusya-Ukrayna savaşına da değinen Scholz, Ukrayna’yı özgürlük ve toprak bütünlüğü mücadelesinde gerektiği sürece destekleyeceklerini yineledi.
Scholz, Ukrayna’ya gerekli mühimmatı hızlı bir şekilde sağlamanın özellikle önemli olduğunu vurgulayarak, AB Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya daha iyi ve sürekli mühimmat sağlanabilmesi konusunda başka önlemlerin alınması için kararlar alınacağını söyledi.
Rusya’ya karşı en son 10. yaptırım paketinin kabul edildiğini anımsatan Scholz, Rusya’ya yaptırım baskısını sürdüreceklerini ve üçüncü ülkelerin bu yaptırımları delmemesine dikkat edeceklerini anlattı.
- AB’nin rekabet yeteneği
Scholz, AB Lider Zirvesi’nde AB’nin rekabet edebilirliği konusunu da ele alacaklarını belirterek, AB’nin rekabet yeteneğinin ekonomik başarı ve gelecekte jeopolitik bir aktör olması için önemli olduğunu vurguladı.
Scholz, uzun vadede Almanya’nın rekabetçi ekonomiye ancak Avrupa’nın bir bütün halinde güçlü olduğunda sahip bulunabileceğini kaydetti.
Eindrucksvolles Graffiti in der Würzburger Grombühlstraße unterstützt Kampagne „Stop Bombing Civilians“
Würzburger Künstler haben ein aufrüttelndes Graffiti an einer Hauswand in Grombühl gestaltet, um auf die schrecklichen Folgen von Bombenangriffen auf die Zivilbevölkerung aufmerksam zu machen. Sie unterstützen damit die Kampagne „Stop Bombing Civilians“ der Hilfsorganisation Handicap International (HI). Eingeweiht wurde das Graffiti am heutigen 16. März von Oberbürgermeister Christian Schuchardt – exakt 78 Jahre nach der verheerenden Zerstörung von Würzburg. Das Graffiti auf der Hauswand in der Grombühlstraße 18a zeigt eine überdimensional große Faust, die in ein Wohngebiet einschlägt und so die Gefahr von oben symbolisieren soll.
Anlässlich des Gedenktages an den verheerenden Bombenangriff auf Würzburg am 16. März 1945 machen Handicap International e.V., die Stadt Würzburg und die Künstler Simon Schacht und Christian Schlosser von ATE mit dem Kunstprojekt darauf aufmerksam, dass jährlich zehntausende Zivilist*innen bei Bombardierungen in der Ukraine, Jemen, Syrien, Afghanistan und vielen anderen Ländern getötet oder verletzt werden. Explosivwaffen fordern täglich neue Opfer und führen zu verheerender Zerstörung von ganzen Städten. Auch nach einem Angriff oder Konflikt verhindern explosive Kriegsreste eine sichere Rückkehr der Zivilbevölkerung, da Blindgänger noch jahrelang gefährlich sind. Kurz vor Ende des 2. Weltkrieges war Würzburg innerhalb von 20 Minuten zu 90 Prozent durch britische Bomber zerstört worden.
Das Graffiti kann in der Grombühlstraße 18a jederzeit besichtigt werden.
Oberbürgermeister Christian Schuchardt sagte: „Die zerstörten Bauklötzchen sind als Symbol gut gewählt. Wenn im Krieg Bomben, Raketen oder Granaten einschlagen, trifft es Unschuldige und die Schwächsten einer Gesellschaft: zum Beispiel ein Kind, das eben noch friedlich gespielt hat. In Würzburg ist der Kreis der Zeitzeugen, die noch eigene Erinnerungen an die Bombennacht vom 16. März 1945 haben, in den letzten Jahren klein geworden, in der Ukraine und an weiteren Kriegsschauplätzen ist der Tod hingegen tagtäglich.“
Dr. Eva Maria Fischer, Leiterin der politischen Abteilung von Handicap International Deutschland, schilderte die verheerenden Auswirkungen von Explosivwaffen in Wohngebieten. „90% der Opfer von Angriffen mit Explosivwaffen kommen aus der Zivilbevölkerung“, so Fischer. „Wir fordern mit unserer Kampagne „Stop Bombing Civilians“, Bombardierungen der Zivilbevölkerung öffentlich zu verurteilen und das Völkerrecht zu stärken, den Opfern zu helfen und die Entminung von bombardierten Gebieten zu unterstützen“, betonte Fischer.
Die Künstler von ATE: „Anders als bei einer Werbekampagne, welche nach wenigen Wochen von der folgenden abgelöst wird, greift ein Mural (eine Fassadengestaltung) in den Lebensraum der Bürgerinnen und Bürger des entsprechenden Stadtteils ein. So war es uns besonders wichtig den Spagat zwischen Erinnerungskultur und einer sensiblen Gestaltung dieses schwierigen Themas zu finden, welcher den Inhalt passend bebildert, gleichzeitig aber unschuldige Augen vor der Grausamkeit beschützt.“
Über die Kampagne „Stop Bombing Civilians"
Einsätze von Bomben und Raketen in Wohngebieten haben verheerende Auswirkungen. Explosivwaffen töten oder verletzen jedes Jahr zehntausende Zivilist*innen weltweit, hinterlassen verwüstete Städte u.a. im Irak, in Afghanistan, Syrien, Jemen und seit über einem Jahr nun auch in der Ukraine. Bombardierungen und Beschuss führen zu starken psychologischen Traumata, zu Vertreibung und Verarmung der Bevölkerung, zerstören lebensnotwendige Infrastrukturen und zerrütten das soziale und wirtschaftliche Gefüge. Wenn Explosivwaffen in bewohnten Gebieten eingesetzt werden, sind 90% der Opfer Zivilist*innen. Besonders die Flächenwirkung vieler Explosivwaffen macht ihren Einsatz in Wohngebieten verhängnisvoll. Deshalb setzt sich Handicap International (HI) mit der Kampagne „Stop Bombing Civilians“ seit vielen Jahren für den Schutz der Zivilbevölkerung vor dem Einsatz von Explosivwaffen in bevölkerten Gebieten (EWIPA) ein. Am 18. November 2022 haben Vertreter*innen von über 80 Staaten nach jahrelangen Verhandlungen eine politische Erklärung gegen diese menschenverachtenden Angriffe unterzeichnet. Handicap International war von Anfang an dabei und hat mit seiner unermüdlichen Kampagnenarbeit dazu beigetragen, Politiker*innen und Regierungen weltweit von der Notwendigkeit und entscheidenden Inhalten dieser Erklärung zu überzeugen. Nun geht es darum, dass die Erklärung auch wirkungsvoll umgesetzt wird. Mehr Infos unter: https://www.handicap-international.de/de/explosivwaffen
Über Handicap International
Handicap International (HI) ist eine gemeinnützige Organisation für Nothilfe und Entwicklungszusammenarbeit, die in rund 60 Ländern aktiv ist. Wir setzen uns für eine solidarische und inklusive Welt ein. Wir verbessern langfristig die Lebensbedingungen für Menschen mit Behinderung und unterstützen diejenigen, die besonderen Schutz benötigen. Außerdem kämpfen wir für eine Welt ohne Minen und Streubomben sowie gegen Bombenangriffe auf die Zivilbevölkerung. HI ist Co-Preisträgerin des Friedensnobelpreises von 1997. https://www.handicap-international.de
Über die Künstler ATE
Während ihres Studiums der visuellen Gestaltung in Würzburg haben Simon und Chris sich zum ersten Mal getroffen. Mehrere erfolgreiche Kooperationen später beschlossen sie, als Team zusammenzuarbeiten - ATE wurde 2015 geboren. Die Schönheit des täglichen Lebens prägt ihre Arbeit ebenso wie das Verrückte, das damit einhergeht. Die beiden arbeiten analog und digital, verwenden Sprühdosen, Pinsel, Stifte und lieben es, auf dem I-Pad zu zeichnen, genauso wie sie ihr Skizzenbuch lieben, um ihre Arbeit dorthin zu bringen, wo sie sein soll. https://ate-crew.de
Ausflugsziele, Nahverkehr, klimafreundliche Energien, vielseitiges Handwerk und eine Stadt in Aufbruchsstimmung: Auf dem Maimarkt Mannheim vom 29. April bis 9. Mai erlebt man den Alltag aus neuen Perspektiven und erfährt Wissenswertes aus vielen Lebensbereichen
Neuheiten und Klassiker aus allen Lebensbereichen, Produkte anfassen und ausprobieren, persönliche Beratung und wertvolle Tipps für den Alltag: Der Maimarkt Mannheim, Deutschlands größte Regionalmesse, ist nicht nur ein Riesen-Marktplatz, sondern auch ein Ort, an dem man neueste Entwicklungen aus Wirtschaft und Handwerk hautnah erleben kann. Vom 29. April bis 9. Mai zeigen zum Beispiel die Metropolregion Rhein-Neckar, das Handwerk und die Stadt Mannheim ihre aktuellen Highlights.
Unsere Metropolregion: So schön vielseitig!
Prachtvolle Schlösser, spannende Museen, regionale Unternehmen und die schönsten Ausflugsziele: In Halle 35 präsentiert sich die Metropolregion Rhein-Neckar in ihrer großen Vielfalt. Familien entdecken beispielsweise das Historische Museum der Pfalz, das Hambacher Schloss oder den Geo-Naturpark Bergstraße. Beim Reptilium Landau kann man mit allerlei Getier auf Tuchfühlung gehen. Die Reiss-Engelhorn-Museen geben Einblicke in ihr aktuelles Ausstellungsprogramm. Beim Verkehrsverbund Rhein-Neckar und bei der Rhein-Neckar-Verkehr GmbH gibt es für Tagesausflügler gleich die passenden Infos zu Tickets und Tarifen für Bus und Bahn, Carsharing und vieles mehr. Bei MVV Energie finden Interessierte News und praktische Tipps rund um klimafreundliche Energieversorgung. Moderne Lösungen für Wärme, Strom und Wasser gibt es beim Energiedienstleister aus einer Hand, z.B. eine E-Ladestation, die mit Wärmepumpe und Photovoltaik-Anlage vernetzt ist. Praktisch: Das MVV-Elektro-Shuttle bringt Besucherinnen und Besucher täglich von 9 bis 17 Uhr kostenlos von der S-Bahn Haltestelle „Mannheim Arena/Maimarkt“ Richtung Maimarkt. Am Stand der SAP Arena trifft man mit ein wenig Glück auf Spieler der Adler Mannheim. Theaterfans schauen bei der Freilichtbühne vorbei: Hier gibt es Infos zu den beiden Sommerstücken „Cinderella“ und „Cyrano de Bergerac“.
Zukunftshandwerk für ein besseres Klima
Handwerk greift aktuelle Themen nicht nur auf, sondern setzt sie auch um – bestes Beispiel ist die Energiewende. Nutzbare elektrische Energie aus erneuerbaren Quellen, E-Fuels und Elektromobilität: Elektro- und Kfz-Handwerk zeigen, worauf es in Zukunft ankommt. Auch Dachdecker, Sanitär-Heizung-Klima und Schornsteinfeger arbeiten an der Energiewende. Insgesamt 17 Gewerke zeigen in Halle 05, was das Handwerk leistet und warum es tolle Karrieremöglichkeiten für junge Menschen bietet. Die Handwerkskammer Mannheim Rhein-Neckar-Odenwald informiert über alle 130 Handwerksberufe. Bei einer interaktiven Rallye durch die Halle können Schülerinnen und Schüler ausprobieren, wie sich Handwerk anfühlt – mit den Händen zum Beispiel an Frisierköpfen, aber auch mithilfe der VR-Brille wie bei den Malern und Lackierern. Steinmetze, Steinbildhauer und Schreiner schaffen besonders langlebige Werke. Die Raumausstatter- und Sattler-Innung restauriert ein Cabrio-Verdeck und polstert Möbel. Stuckateure, Fliesenleger und Bäcker laden zum Mitmachen ein. Täglich finden im „Forum Handwerk“ Vorträge statt, zum Beispiel über Feinstaub bei Holzfeuerstätten, Nachrüst-Wärmepumpen in Bestandsgebäuden, energetische Sanierung, energiesparende Wohnraumlüftung und vieles mehr. Am Samstag, 6. Mai, sind Jugendliche und ihre Eltern zum Tag der Ausbildung eingeladen.
Stadt Mannheim: Auf dem Weg in eine neue Zeit
Die Stadt Mannheim erläutert an ihrem Maimarkt-Stand, wie die BUGA 23 zur nachhaltigen Stadtentwicklung beiträgt, und gibt einen Überblick auf die Themen, mit denen sie sich dort präsentiert. Zum Mitmachen lädt ein Parcours ein – täglich um 15 Uhr werden die Gewinner ausgelost. Zu gewinnen gibt es unter anderem BUGA-Eintrittskarten. Ticket-Käufer haben die Chance, die Teilnahme an einer exklusiven Führung mit den BUGA-MacherInnen zu gewinnen – mit Blick hinter die Kulissen! Bei der Fotoaktion kann man sich in einer Seilbahn-Kabine ablichten lassen und das Erinnerungsbild ausgedruckt mit nach Hause nehmen.
info:
Maimarkt Mannheim
29. April bis 9. Mai 2023, täglich von 9 bis 18 Uhr
Infos und Vorverkaufsstellen unter www.maimarkt.de und unter Tel. 0621 42509-20
Stellvertretend für die mehr als 700 Neueinstellungen zum 1. März 2023 hat Bayerns Innenminister Joachim Herrmann heute rund 100 neu eingestellte Polizistinnen und Polizisten in der II. Bereitschaftspolizeiabteilung Eichstätt begrüßt und von einer "wertvollen Verstärkung" gesprochen. Neben Eichstätt werden die rund 640 neuen Polizisten der 2. Qualifikationsebene (2. QE, angehende Polizeimeister) auch an den Standorten in Dachau, Königsbrunn, Nabburg und Würzburg ausgebildet sowie die rund 90 Polizisten der 3. Qualifikationsebene (3. QE, angehende Kommissare) in Fürstenfeldbruck und Sulzbach-Rosenberg. Insgesamt befinden sich derzeit rund 4.000 angehende Polizisten der Bayerischen Polizei in Ausbildung beziehungsweise im Studium. Für den Einstellungstermin im Herbst 2023 gibt es mehr als 800 Einstellungsmöglichkeiten. "Dank der 8.000 zusätzlichen Stellen von 2008 bis 2023 können wir deutlich mehr Polizistinnen und Polizisten einstellen, als in den Ruhestand gehen", erklärte Herrmann. "Von diesem Personalplus profitieren nach Ausbildungsende die Polizeidienststellen in ganz Bayern." +++
Nach aktuellem Stand wird sich nach Herrmanns Worten die Anzahl der neu auszubildenden Polizistinnen und Polizisten auch in nächster Zeit auf hohem Niveau bewegen. "Daher sind derzeit auch keine grundlegenden Änderungen bei den Ausbildungsseminaren der Bayerischen Bereitschaftspolizei vorgesehen." Für den Einstellungstermin im März 2023 für die 2. QE gingen rund 4.800 Bewerbungen ein. Für das Auswahlverfahren 2022 für die 3. QE mit Studienbeginn im September 2022 und März 2023 gab es rund 3.400 Bewerbungen. Die Bewerbungsfrist für den Einstellungstermin im März 2024 der 2. QE läuft bis Ende März 2023. Bewerbungen für das Auswahlverfahren 2024 für die 3. QE sind noch bis Ende Oktober 2023 möglich. Interessenten für Studienplätze der 3. QE müssen sich zudem bis zum 10.Juli 2023 bei der Geschäftsstelle des Bayerischen Landespersonalausschusses zur Teilnahme am Einstellungsverfahren im Herbst 2023 angemeldet haben.
Weitere Informationen zum Einstellungsverfahren und rund um den Polizeiberuf gibt es auf der Karriereseite der Bayerischen Polizei (https://www.mit-sicherheit-anders.de/)
Der Landkreis Würzburg verschenkt Gutscheine für Vor-Ort-Beratung
Den Geldbeutel schonen, das eigene Zuhause behaglicher machen und gleichzeitig das Klima schützen. Wie die Kombination dieser drei Punkte gelingen kann, zeigt eine professionelle Energieberatung auf. Sie stellt die energetischen Verbesserungspotenziale und Einsparmöglichkeiten der Immobilie dar, berät zu möglichen Zuschüssen und Förderungen und hilft eventuelle Planungsfehler zu vermeiden.
Beratung im Wert bis zu 461 Euro
Der Landkreis Würzburg bietet auch in diesem Jahr wieder Gutscheine für Energieberatungen bei den Bürgerinnen und Bürgern zu Hause an; diese werden nach dem Windhund-Prinzip vergeben. Durchgeführt werden diese kostenlosen Beratungen durch einen qualifizierten und unabhängigen Energieberater der Verbraucherzentrale Bayern e.V. Die Beratungen haben einen Wert von bis zu 461 Euro, werden gefördert durch das Bundesministerium für Wirtschaft und Klimaschutz und richten sich sowohl an Mieter, private Haus- oder Wohnungseigentümer wie auch private Vermieter.
Landratsamt Würzburg
Checks von Gebäude, Solarwärme oder Heizung
Je nach Bedarf kann aus unterschiedlichen Checks der Verbraucherzentrale ausgewählt werden. Diese beinhalten eine umfassende Analyse zu Strom- und Wärmeverbrauch, der Geräteausstattung, zu Sparpotenzialen, der Gebäudehülle oder der Eignung der Dachflächen für Solaranlagen. Im Anschluss erhält der Ratsuchende einen Kurzbericht mit den Check-Ergebnissen und Handlungsempfehlungen für sein Gebäude bzw. seine Wohnung.
Wer einen Gutschein für eine kostenlose „Vor-Ort-Beratung“ erhalten möchte, wendet sich beim Landkreis Würzburg an den Fachbereich Klimaschutz, Energiewende und Mobilität des Landkreises Würzburg, Zeppelinstraße 15, 97074 Würzburg, Tel. 0931 8003-5109, Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein! , www.landkreis-wuerzburg.de/Energieportal
KÖLN (AA) - Alman Hava Kuvvetlerinin, NATO görevi kapsamında, Rus hava güçlerine karşı Baltık hava sahasını korumak amacıyla Ağustos 2022'den itibaren 27 kez acil havalanmak zorunda kaldığı bildirildi.
Alman Hava Kuvvetleri Sözcüsü'nün, Alman Haber Ajansına (DPA) yaptığı açıklamada, Eurofighter savaş uçaklarındaki Alman mürettebatın, Baltık Denizi üzerinde, Rus askeri uçaklarını tespit ettiğini söyledi.
Transponder sinyali veya telsiz bağlantısı olmayan, bilinmeyen bir uçağın, Baltık hava sahasında bulunduğunda Eurofighter savaş uçaklarının uyarıldığını aktaran Sözcü, NATO'nun Doğu kanadının bu bölgesindeki hava sahasını korumak için 2022 yazından bu yana 150'den fazla Alman askerinin Estonya'da konuşlandırıldığı bilgisini paylaştı.
Sözcü, Alman Hava Kuvvetlerinin, NATO görevi kapsamında, Rus hava güçlerine karşı Baltık hava sahasını korumak amacıyla Ağustos 2022'den itibaren 27 kez acil havalanmak zorunda kaldığını belirtti.
"Typhoon" tipi Alman-İngiliz ortak yapımı uçakların, Baltık Devletleri ve Baltık Denizi üzerindeki uluslararası hava sahasında devriye uçuşu gerçekleştirdikleri ifade edildi.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in, çarşamba günü, Estonya'daki Amari Hava Üssü'nü ziyaret ederek, buradaki görev hakkında bilgi alacağı kaydedildi.