Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Mit etwa 400.000 Betroffenen in Deutschland und rund sechs Millionen weltweit ist Morbus Parkinson nach der Alzheimer-Krankheit die zweithäufigste Erkrankung des Nervensystems mit einem fortschreitenden Verlust von Nervenzellen. „Die Diagnose Parkinson ist ein Schock für Betroffene und das Umfeld“, so Alexander Pröbstle, Direktor bei der AOK in Würzburg. Doch mittlerweile lässt sich die Erkrankung gut behandeln: Der überwiegende Teil der Betroffenen kann heute dank moderner Medikamente und zusätzlicher Therapien wie Ergotherapie, Krankengymnastik und Entspannungstechniken gut leben und die Beschwerden sehr lange in Schach halten. Dabei gilt: Je früher die Krankheit erkannt wird, desto besser lässt sich die Behandlung planen. „Deshalb ist es wichtig, dass Menschen, die typische Symptome an sich feststellen, zum Arzt oder zur Ärztin gehen“, sagt Alexander Pröbstle.

 

Ursache oft unklar, Verlauf meist schleichend

Das Anzeichen, das die meisten Menschen mit Parkinson in Verbindung bringen, ist das Zittern einer Hand. Hinzukommen können Steifheit, Langsamkeit, eine monotone leise Stimme, ein ausdrucksloses Gesicht sowie Schwierigkeiten beim Gehen und mit dem Gleichgewicht. „Warum Menschen Parkinson bekommen, ist bis heute in vielen Fällen ungeklärt“, so Alexander Pröbstle. Auch wie die schleichende Krankheit im Einzelfall verläuft, kann sehr unterschiedlich sein. Bei der Krankheit werden Nervenzellen geschädigt, die den Botenstoff Dopamin produzieren. Das Dopamin sorgt unter anderem dafür, dass elektrische Impulse vom Gehirn über die Nerven zu den Muskeln übertragen werden. So werden etwa Bewegungen gesteuert. Die Zerstörung der Zellen beeinträchtigt die Fähigkeit, Bewegungen in Gang zu setzen oder zu koordinieren. Hat der Neurologe oder die Neurologin eindeutig festgestellt, dass es sich um Parkinson handelt, bekommen die Betroffenen Medikamente, die den Dopamin-Mangel im Gehirn wieder ausgleichen sollen.

 

Vielfältige Unterstützung erforderlich

Betroffene haben meist Angst, mit der Zeit unselbstständig und pflegebedürftig zu werden. „Daher ist es sinnvoll, dass sich Erkrankte und Angehörige auf die Zeit einstellen, in der zunehmend Unterstützung nötig sein wird“, empfiehlt Alexander Pröbstle. Eine gute ärztliche Begleitung ist wichtig. Zudem sollten die Erkrankten soweit wie möglich aktiv sein und bleiben. Auch psychologische Betreuung oder der Austausch mit anderen Betroffene, zum Beispiel in einer Selbsthilfegruppe, helfen dabei, schwierige Situationen im Alltag besser zu meistern und das veränderte Leben durch die Krankheit zu akzeptieren.

 

Mit Unterstützung der Weltgesundheitsorganisation begründete Parkinson’s Europe 1997 den Parkinsontag. Er geht auf den Geburtstag des englischen Arztes James Parkinson am 11. April 1755 zurück; er beschrieb erstmals 1817 die Symptome der Krankheit.

 

Weitere Informationen unter: www.gesundheitsinformation.de  > Suche: Parkinson und http://www.aok.de/pp/unser-engagement/gesundheitstage/welt-parkinsontag

 

KÖLN (AA) - Almanya'da emniyet teşkilatları içinde halihazırda görevli olan 400'den fazla polis memuru hakkında aşırı sağ görüşe sahip olduğu şüphesiyle soruşturma yürütüldüğü bildirildi.

Stern ve RTL tarafından 16 eyaletin içişleri bakanlığından elde edilen bilgilerle yapılan araştırma sonucuna göre, eyaletlerde görevli 400 polisin aşırı sağ görüşlü olduğu ya da çeşitli komplo teorileri ürettikleri şüphesiyle soruşturma veya disiplin soruşturması geçirdikleri belirtildi.

Araştırmada Berlin, Mecklenburg-Batı Pomeranya, Bremen ve Thüringen olmak üzere 4 eyaletten güncel rakamlar sağlanamadığı için söz konusu sayının çok daha yüksek olabileceği aktarıldı.

Ülkenin en kalabalık eyaleti olan Kuzey Ren-Vestfalya İçişleri Bakanı Herbert Reul, araştırmacılara yaptığı açıklamada, "Anayasa temelinde hareket etmeyen, bunun yerine aşırılıkçı görüşlerin peşinde koşan polis memurları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından büyük bir tehlikedir." ifadelerini kullandı ve bu tür kişilerin polislik mesleği için başvurmaması gerektiğini vurguladı.

Alman Federal Meclisi federal polis komiseri Uli Grötsch ise muazzam bir tehdit potansiyeli gördüğünü ifade ederek, "Aşırı sağcıların kasıtlı olarak polisi istikrarsızlaştırmaya çalıştığı bir zamanda yaşıyoruz. Tehlike her zamankinden daha büyük. Tüm ülke için ve dolayısıyla bu polis için de geçerli." değerlendirmesinde bulundu.

BERLİN (AA) - Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Ukrayna'nın Rusya'ya karşı kendisini savunamaması durumunda savaşın Avrupa ve NATO sınırlarına doğru ilerleme riski bulunduğunu söyledi.

Baerbock, NATO Dışişleri Bakanları toplantısı için bulunduğu Brüksel'de gazetecilere yaptığı açıklamada, Ukrayna'ya verilen desteğe devam edilmesinin önemini vurgulayarak, "Ukrayna'ya destek devam etmezse, kendini savunmaya devam edemez. O zaman Rusya bu savaşı Avrupa sınırlarına, bizim NATO sınırlarımıza doğru ilerletme tehdidinde bulunur." dedi.

Ukrayna'nın (Avrupa'nın) özgürlüğünü savunmaya devam edememesi durumunda savaşın Berlin'den ve Avrupa Birliği'nin (AB) merkezi Brüksel'den sekiz saat mesafeye gelme tehdidinin ortaya çıkacağına işaret eden Baerbock, "Bu nedenle Ukrayna'ya desteğimizi arttırmamız, özellikle de NATO'nun 75. yıl dönümünde, sadece bir savunma ittifakı değil, özgürlüğümüzü ve barışımızı güvence altına alan bir ittifak olarak mutlak çıkarımıza olacaktır." diye konuştu.

Baerbock, Rusya'nın Avrupa'ya karşı hibrit savaş yürüttüğünü de savunarak, şunları kaydetti:

"Bu durum özellikle Moldova ve Baltık ülkeleri gibi ülkeleri etkiledi. Bu saldırıların geçmişte dezenformasyon ve siber saldırı amacıyla Almanya'ya da yapıldığını görebiliyoruz ve bu nedenle şimdi daha da dikkatli olmalı ve kendimizi çeşitli düzeylerde bu hibrit savaşa karşı korumalıyız. Bu aynı zamanda dezenformasyona ve siber saldırılara karşı korunma anlamına gelir."

Baerbock, NATO'nun sadece güvenlik ve barış için değil, aynı zamanda demokrasi için de en iyi koruyucu kalkan olduğunu sözlerine ekledi.

Genel merkezi Ankarada olan,1980 öncesi Ülkü Ocakları ve 1980 sonrası Almanya Türk Federasyon genel başkanlarımızdan, Avrupa Türk İslam  Birliği teşkilatının kurucularından Dr. Ali Batman, Başbuğ Alparslan Türkeş'in 27. ölüm yıl dönümü munasebetiyle milliyetci ülkücü camiaya ya  cağrıda da bulunarak şöyle konuştu;
 
"Kıymetli ülküdaşlarım! 
 
Bugün malum olduğu üzere Başbuğumuz Alparslan Türkeş'in 27. Ahirete irtihal yıl dönümüdür. Her ülkücü  ve ülkücü olmasa da vicdan sahibi her insanımız gibi ben de Allah'tan rahmet diliyor,minnet,şükran,hayır ve dua ile anıyorum. Mekanı Cennet Olsun (âmin).
 
Kabul etmeliyiz ki O sadece yıldönümünde kısaca hatırlanıp birkaç cümlelik dua etmekle anılıp geçilecek birisi değildir. O'nun bıraktığı dâvâyı resmi temsil durumunda olanlar bana göre 27 yıldır O'na layık ve hakettiği  "Anma Proğramları"düzenlemekte hep yetersiz kalmaktalar. Bunda Türkeş isminin büyüklüğü ve ağırlığı karşısında kendi pozisyonlarının belki arka planda kalacağı gibi kişisel kaygıların rolü olacağı gibi,her konuda olduğu gibi bu konuda da, birebir hatıraları, bilgi ve birikimleri  olan arkadaşlarımızı çevrelerine yaklaştırmak istemeyişlerinin de şüphesiz rolü vardır. Burda maksadım polemik yapmak değildir. Başbuğ'umuza layık anmaların yapılmadığı,kendisinin ve bayraklaştırdığı dâvânın yeni kuşaklara yeteri kadar ulaştırılmadığından duyduğum üzüntüdür.
 
Her fâni gibi şüphesiz Başbuğ'un da zaman zaman yanlışları,hareketi yönetirken yer yer hatalı karar ve uygulamaları da olmuştur. Bu hususlar da O'na layık her yönüyle tanıtıldığı,anlatıldığı,her türlü sosyal bilim dallarının devreye konarak incelendiği durumlarda iyi niyetli ve dâvâya fayda maksatlı kritikler de yapılabilir. 
 
Ama bunlar O'nu Türk Milletine (ve dolaylı olarak İslam âlemine ve insanlığa)sağladığı hizmetleri bakımından en yüksek sevgi,saygı ve şükran dolu duygu ve düşüncelerle anmamıza engel teşkil etmez.
 
Genç nesiller 60 lı 70 li yılların dünya ve Türkiyesini yaşayarak öğrenmediler. 
 
Yazılanları okuyarak  ve anlatılanları dinleyerek öğreniyorlar.İşte sorun da burda. O dönemlerin en önemli ideolojik ve siyasi aktörü Alparslan Türkeş ve O'nun liderliğinde yürütülen dâvâ ve verilen mücadelelere hiçbir zaman hakettiği şekilde yer verilmemektedir. Kaç kitap ,kaç akademik araştırma var,kaç  film yapıldı-bırakın başkalarını-  o kadar okumuş ve eli kalem tutan her bölümden yetişmiş o kadar insanımıza rağmen kendi içimizden kaçımız yazdık,yorum yaptık,şerh yazdık..?
 
Gerçekten esef verici.
 
40 'larda dünya artık çoktan kamplaşmıştı.
 
Ortada Komünizm ve Kapitalizm varken Avrupa ve paralelinde Türkiye 60 'larda derin ideolojik savrulmaları yaşarken Türkeş ve ortaya koyduğu  milli,islami ve insani esaslara dayalı Türk Milliyetçiligi Dünya Görüşü ve ondan esinlenerek hazırlanmış Dokuz Işık Doktrini Türkiye için Üçüncü Yol olarak milletin huzuruna çıktı. İyi ki çıktı. Ve bizler Can Simiti gibi bu milli ve yerli fikirlere sarıldık. 
 
Bunun için Türkeş sadece bir parti genel başķanı değildi. Bunun için sadece Ülkücüler değil sağıyla soluyla tüm toplum O'nun ve fikirlerinin  kıymetini bugün de anlayıp takdir etmeyi bilmelidir. Zira Türkeş ortaya çıkmakla bugün sayıları milyonlara ulaşan,bilhassa da okumuş ağırlıklı millet evlatlarını yanlış yollara yönelmekten kurtarmıştır. Bu bile Türkeş'i hayırla anmaya yeter.
 
O yıllar için insanlıģı ve tabiiki Türkiye'yi de doğrudan ,dıştan ve içten tehdit eden komünizme karşı verdiģi haklı,şanlı şerefli ve milli mücadeleye yaptığı liderliğiyle tarihte bu millete hizmet eden en büyük kahramanlardan olarak tarihe kaydedilmelidir. Resmi tarihçiler savsaklamak istese de O'nun millet vicdanında ve tarihteki yerini alacağına inanıyorum.
 
Ve bunların sonucu ve devamı olarak;yetiştirdiği milyonlar -şimdilik kendi siyasi partileri çatısında toplanıp hakettikleri siyasi gücü teşkil edemeseler,ve gerektiği gibi soyasi etkinlik oluşturamasalar bile-Türk Milletinin gelecek onyıllarında varolmaya;fikir  ve politik hayatında,akademik ve kültür calışmalarında varolup fikri renklerini vurmaya devam edeceklerdir inşaallah.Böyle bir hareket bugünkü dağınıklığı asla haketmiyor.Toparlanabilmek için şuan bir formül gösteremiyebiliriz.Ama politik olarak hangimiz nerede duruyor olsak bile ileride Ülkücülerin Birlik ve Beraberliģini sağlama idealini sürekli içimizde taşıyalım.Fırsat buldukça bunu konuşalım,yazalım...(Mealini şu an yaklaşık olarak hatırlayabildiğim  Ra'd Suresinde bir àyet var; bir kavim kendi gidişatını değiştirmedikçe biz onu deģiştirmeyiz.)Hareketimizin gidişatını olması gereken yöne değiştirebilmek için kişisel çabaları küçümsemeyip çabalamalıyız.
 
Bu yolda şüphesizki en büyük ortak değerimiz Başbuğ Türkeş'tir.Vefat yıldönümü münasebetiyle kısaca bunları söylemek istedim. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum.Ruhu şad mekanı cennet olsun".
 
Haber ve Resimler: Doğan Tufan
 
 
 

 

Uzun yıllardan beri Türk mutfağının başarı ile temsil eden Nürnberg Çeşme Restaurant Türkiye’nin yemek kültürürnün leziz çeşitlerini misafirlerine sunuyor.

 

Çeşme Restaurant sahibi Niyazi Koç yaptığı açıklamada, “Yemeklerimizin çeşitleri geniş ve letzzetleri özeldir. Gastronomi olarak bizim hedefimiz ise gelen her misafirlerimizi memnun olarak göndermektir. Bizden aldığı servis ve yemekten memnun olarak ayrılan herkes, özellikle de Alman müşteriler Türk restaurantında yemek yedim diye ülkemizin genel mutfağını tanıtacaktır. Bu bağlamda işimizi en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz” şeklinde konuştu.

Würzburg Türklerinin yakından tanıdığı Vrergölst firması Ayhaber’e yaptığı açıklamada, “Yaz lastiğini şimdi değiştirmek için bir randevu alanlar en doğru zamanda en doğru işi yapıyorlar. Bence bundan sonra havalar düzelecek ve kesinlikle artık yaz lastiği ile sürmek  sürüş zevkini de yaşamaktır. Çünkü bu mevsimde kış lasttiği kullanmayı TÜV ve diğer otomobil teknisyenleri de tavsiye etmiyorlar. Yaz lasigini takarak yolların sizi beklediğinin de farkına varacaksınız” şeklinde konustu.

 

Bilindiği gibi Roger Eckel uzun yıllardan bu yana Türklerin dostu ve işini iyi yapan bir otomobil lastiği işletmecisi olarak biliniyor.

 

 

 

 

Uzun yıllardan bu yana Nürnberg ve çevresinde Anadolu mutfağının her türlü lezzetini dağıtan Ahmet Can, “Artık Almanların tercihininin Türk mutfağının vazgeçilemez letzzzetleri olduğunu herkes biliyor” şeklinde konuştu.

 

Almanların artan ilgisini Ayhaber’e açıklayan Ahmet Can, “Hepimiz biliyoruz ki bizim lezzetlerimiz gerçekten vazgeçilmezdir. Her yörenin her yemeğini sunarak ülkemizin ve yemek kültürümüzün tanıtımını yapıyoruz. Almanların kaliteyi ve lezzeti takip ederek sürekli müşteri konumuna gelmeleri de mutfağımızın Almanya’da tutulduğunu ve kendine özgü bir yer edindiğini göstermektedir. Bizim mutfağımız bizim tadımız, bizim tadımız ise bizim adımızdır” şeklinde sözlerini tamamladı.

 

 

 

 

 

 

Uzun yıllardan beri Avrupa pazarında giderek artan TOYOTA modelleri Almanya’da Alman ve göçmenlerin tercih ettiği otomobillerin başında geliyor.

 

Würzburg’un önemli TOYOTA bayilerinden Autohaus Stumpf Genel Müdürü Andreas Mücke Ayhaber’e yaptığı açıklamalarda TOYOTA’nın her geçen gün kendisine yeni pazarlar buluduğunu belirterek, “Bu marka bir dünya harikasıdır. Bu bağlamda giderek artan deneme sürüşleri ve hemen her markaya artan ilgiden de anlıyoruz ki Pazar payı giderek genişliyor. Her şeyden önce bir Japon harikası olduğunu hempimizin bildigi TOYOTA modellerimiz için sanırım fazla konuşmaya gerek yok. Sadece deneme sürüşü yapmak gerek” şeklinde konuştu.

 

TOYOTA sever Türklere de müjdemiz var diyen Autohaus Stumpf Genel Müdürü Andreas Mücke; “C-HR modellerinin yeni versiyonu Türkiye fabrikamızda imal ediliyor. Özellikle Türk hamşerilerimiz bu modellleri  Made in Türkiye olarak sürebilirler. Reklam kampanyamız da aynı bu bu isimle tanıtılmıştır.” şeklinde konuştu.

 

 

 

 

Türk Devletleri Teşkilatı (eski adıyla Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi - Türk Konseyi), Türk Devletleri arasında kapsamlı işbirliğini teşvik etmek amacı ile uluslararası bir örgüt olarak 2009 yılında kurulmuştur. Teşkilatın kurucu üyeleri Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye`dir. Ekim 2019'da Bakü'de gerçekleştirilen 7. Zirve sırasında Özbekistan Teşkilata tam üye olarak katılmıştır. Macaristan ise Eylül 2018'de Kırgızistan'ın Cholpon-Ata şehrinde düzenlenen 6. Zirve sırasında, Türkmenistan Kasım 2021'de İstanbul'da düzenlenen 8. Zirvede,  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Semerkant'ta düzenlenen 9. Zirvede ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) 2023 yılında Astana'da düzenlenen 10. Zirve sırasında Teşkilat nezdinde gözlemci statüsü kazanmıştır.

 

Temel belgeleri olan 3 Ekim 2009 tarihli Nahçıvan Anlaşması ve 16 Eylül 2010 tarihli İstanbul Bildirisi'ne göre, Teşkilata üye ülkeler, Birleşmiş Milletler Anlaşması'nın amaçları ve ilkelerinin yanı sıra uluslararası hukukun diğer evrensel olarak tanınan ilkelerini benimsemiştir. Barış ve güvenliğin korunması ile iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesine ilişkin uluslararası normlar, TDT çatısı altında yürütülecek işbirliğinin zeminini oluşturmaktadır.

 

Türk Devletleri Teşkilatı, 1992 yılından beri toplanan, "Türkçe Konuşan Devletler Devlet Başkanları Zirveleri" sonucunda ortaya çıkan ortak siyasi irade üzerine kurulmuştur. Bu zamana kadar 10 Zirve gerçekleşmiş olup, bunlardan İstanbul'da düzenlenen 16 Eylül 2010 tarihli son Zirvede Teşkilatın o zamanki adıyla Türk Konseyi'nin kuruluşu resmen ilan edilmiş, öncelikleri ve yol haritası ortaya konulmuştur. Teşkilatın daimi bir yapı olarak kurulmasıyla birlikte yapılan Zirveler, Türk Devletleri Zirveleri olarak yeniden adlandırılmıştır.

Amaçlar

Nahçıvan Anlaşmanın önsözünde üye devletler, Birleşmiş Milletler Anlaşması'nın amaç ve ilkelerine bağlılıklarını teyit ederek, Teşkilatın temel amacını, Türk Devletleri arasında kapsamlı işbirliğini derinleştirmek, bölgesel ve küresel barış ile istikrara katkıda bulunmak olarak tanımlamışlardır. Üye ülkeler ayrıca, demokrasi, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü ve iyi yönetişim gibi temel ilkelere bağlılıklarını ifade etmişlerdir. Teşkilat kapsamındaki işbirliği, üye ülkeler arasındaki ortak tarih, kültür, kimlik ve Türk dili konuşan halkların dil birliğinden kaynaklanan özel dayanışma temelinde inşa edilmektedir.

 

Örgütün, Nahçıvan Anlaşması'nın 2. Maddesinde ortaya konulan temel amaç ve görevleri şunlardır: 

 

- Taraflar arasında karşılıklı güvenin güçlendirilmesi;

- Bölge ve bölge dışında barışın korunması;

- Dış politika konularında ortak tutumlar benimsenmesi;

- Uluslararası terörizm, ayrılıkçılık, aşırılık ve sınır ötesi suçlarla mücadele için eylemlerin koordine edilmesi;

- Ortak amaçlarla ilgili her alanda etkili bölgesel ve ikili işbirliğinin geliştirilmesi;

- Ticaret ve yatırım için uygun koşulların yaratılması;

- Kapsamlı ve dengeli bir ekonomik büyüme, sosyal ve kültürel gelişimin amaçlanması;

- Hukukun üstünlüğünün sağlanması, iyi yönetim ve insan haklarının korunması konularının tartışılması;

- Bilim, teknoloji, eğitim ve kültür alanlarında etkileşimin genişletilmesi;

- Kitle iletişim araçlarıyla etkileşimin ve daha yoğun bir iletişimin teşvik edilmesi;

- Hukuki konularda bilgi değişimi ve adli işbirliğinin teşvik edilmesi.

 

BERLİN (AA) - Almanya'da yıllık enflasyon, martta yüzde 2,2'ye inerek, Nisan 2021'den beri en düşük seviyesine geriledi.

Almanya Federal İstatistik Ofisi (Destatis), fiyat artışlarına ilişkin mart ayı öncü verilerini açıkladı.

 

Buna göre, Almanya'da şubatta yüzde 2,5 olan yıllık enflasyon, martta yüzde 2,2'ye geriledi. Böylece ülkede enflasyon oranı Nisan 2021'den (yüzde 2) beri en düşük değere geriledi. Ülkede enflasyon Mayıs 2021’de ise yine yüzde 2,2 seviyesindeydi.

Piyasalardaki beklenti de enflasyonunun martta yüzde 2,2’ye inmesi yönündeydi.

Ülkede enflasyon oranı, aylık bazda ise 0,4 artış gösterdi.

AB uyumlu TÜFE de martta bir önceki aya göre yüzde 0,6 ve yıllık bazda yüzde 2,3 yükseldi.

 

Almanya'nın gıda ve enerji hariç tutularak hesaplanan çekirdek enflasyon oranı ise şubatta yüzde 3,4 seviyesinden martta yüzde 3,3’e geriledi.

Ülkede aylardır enflasyonda en büyük belirleyici olan gıda ürünlerinde fiyatlar martta bir yıl öncesine göre yüzde 0,7 ve enerji ürünleri yüzde 2,7 düşüş gösterdi.

 

- Enflasyon ECB hedefine yaklaşıyor

Orta vadede yüzde 2'lik enflasyon hedefleyen ECB'nin yaptığı tahminlere göre bu hedef uzakta değil.

ECB’nin bu hedefine diğer Avrupa ülkelerinin de giderek yaklaşması dikkati çekiyor. Fransa'da enflasyon yüzde 2,4'e gerilerken İtalya'da ise oran yüzde 1,3 ile bir süredir ECB hedefinin altında kalıyor.

Bu arada, Avro Bölgesi'nde ocakta yüzde 2,8 olan yıllık enflasyon, şubatta yüzde 2,6'ya geriledi. 20 ülkeli bölgede çekirdek enflasyon ocakta yüzde 3,3 iken şubatta yüzde 3,1'e düştü.

ECB, Temmuz 2022'den bu yana art arda 10 toplantıda faiz oranlarını toplamda 450 baz puan artırmıştı. Eylül 2023'teki toplantısında mevduat faizini yüzde 4'e yükselten Banka, ekim, aralık, ocak ve mart toplantılarında değişikliğe gitmedi.

ECB'nin, artık giderek artan şekilde ilk faiz indirimine doğru ilerlemesi de dikkati çekiyor.

 

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde, 20 Mart'ta, Bankanın muhtemelen Haziran 2024'te ilk faiz indirimine karar vermek için yeterli güvenceye sahip olacağını belirterek, "İlk faiz indiriminden sonra faizlerin izleyeceği yolu önceden taahhüt edemiyoruz." ifadesini kullanmıştı.

Almanya, İtalya, Hollanda, Slovakya, İspanya, İrlanda ve Yunanistan merkez bankası başkanları da faiz indirimi için haziran ayını işaret etmişti.

Avrupa Merkez Bankası, faiz oranlarını belirlemek için 11 Nisan ve 6 Haziran'da toplanacak.