Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Wenn in wenigen Tagen die Fußball-Europameisterschaft in Deutschland startet, wird die Heim-EM vier Wochen lang Millionen von Menschen vor die Bildschirme oder ins Freie locken. Eine repräsentative forsa-Umfrage im Auftrag der AOK Bayern ergab, dass sich 72 Prozent der Menschen in Bayern zumindest ab und zu Sportveranstaltungen anschauen, sei es live, beim Public Viewing oder in den Medien. 30 Prozent von ihnen verfolgen diese Events im Sommer bei gutem Wetter gerne zuhause im eigenen Garten oder auf dem Balkon. Für ein Fünftel der Befragten (21 %) kommt Public Viewing in Frage, 17 Prozent sind gerne vor Ort in den Sportstätten wie etwa einem Fußballstadion. „Wenn Fußballfans die Spiele unter freiem Himmel ansehen, ist ausreichender Sonnenschutz sehr wichtig“, sagt Alexander Pröbstle, Direktor der AOK in Würzburg. Doch die Umfrage zeigt: In Bayern kommt der Sonnenschutz bei Sport-Events zu kurz. Weniger als die Hälfte (44 Prozent) der Zuschauerinnen und Zuschauer achtet beim Besuch von Sportveranstaltungen im Freien nach eigenen Angaben immer oder fast immer auf Sonnenschutzmittel. Lediglich 50 Prozent der Befragten setzen (fast) immer auf Kleidung, die vor der Sonne schützt. Der Umfrage zufolge hatte bereits ein Fünftel der Bayerinnen und Bayern (21 %), die Sport-Events im Freien anschauen, danach mindestens einmal einen Sonnenbrand.

 

Sonnencreme, passende Kleidung und Schatten nutzen

„Die Deutsche Krebsgesellschaft warnt, dass häufige Sonnenbrände das Risiko für Hautkrebs erhöhen“, sagt Alexander Pröbstleund erläutert, wie man das Fußball-Ereignis des Jahres ohne Konsequenzen für die Haut genießen kann. Der wichtigste Tipp: Sonnenschutzmittel mit ausreichendem Lichtschutzfaktor rechtzeitig, sorgfältig und reichlich auftragen. Fuß- und Nasenrücken, Schultern und Dekolleté sowie Stirn (Glatze) und Ohren sind besonders sonnenbrandgefährdet. Auch regelmäßiges Nachcremen – nach jeweils etwa zwei Stunden – ist angebracht. „Sonnenschutzmittel ermöglichen einen längeren Aufenthalt in der Sonne, aber je empfindlicher und heller die Haut ist und je länger man in der Sonne bleibt, desto höher sollte der Schutzfaktor sein“, so Alexander Pröbstle. Wie lange ein Produkt die Haut schützt, hängt vom Lichtschutzfaktor (LSF) ab. LSF 30 bedeutet, dass man sich dreißigmal länger in der Sonne aufhalten kann als ohne Schutz. Wessen Haut sich dann ohne Sonnenschutzmittel nach zehn Minuten rötet, kann mit LSF 30 theoretisch bis zu 300 Minuten – zehn Minuten mal Faktor 30 – in der Sonne bleiben. Hautärztinnen und Hautärzte raten allerdings, höchstens zwei Drittel dieser errechneten Zeit auszunutzen. Ratsam für Sport-Events im Freien ist darüber hinaus, eine Mütze oder einen Sonnenhut aufzusetzen. Und auch ein schattiges Plätzchen kann hilfreich sein: Im Schatten ist die UV-Strahlung zwar nicht ganz, aber doch um etwa die Hälfte vermindert.

 

Internet-Tipp:

www.aok.de/pk/thema/hautgesundheit

Dün sandıklar açıldı ve iki saat içinde nakavt veya tuş olduğumuzu anladık. Seçim akşamı herkes birbirine sordu, ‘Bizimkiler ne yaptı’ diye. Oysa perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. İki ekola ayrıldı Türklerin partileri. CDU veya SPD ile yarşacak havası vardı geçen haftaya kadar. İkisi de ileri çıkmak için bilmem nerelerden referanslar gösterip kendilerinin daha güçlü olduğunu belirttiler. Bu arkadaşlara, bu işin yanlış olduğunu, bu yola çıkarken öncelikle ‘Almanya’da yaşayanların yararına siyaset yapmaları gerektiğini’ ve buradaki sorunlara çözüm önerileri üretmelerini söyledim.

 

“Almanya’da diğer gruplar ile siyasette ortak çabalar göstermeden başarılı olunmaz” demek istedim aslında. Ama doğru koşunca arladaşlar bana küsüyor. Oysa dost tam da benim konuştuğum gibi konuşur aslında. Şimdi arkadaşlar bana küsecekler ama, gerçek atom gibi ve sert ve nettir. İstediğin kadar neden getir, bu sonucu değiştiremezsin, adı yenilgi olan sonucu alırsın.

 

Önce neden yenildiğimizi analiz etmek gerek. Bu nedeni bulamayanlar hep aynı sonucu alırlar. Kendimize sormalıyız, Türk kökenlilerin kurduğu partiler niye başarısız oluyor diye. Bunların sebeblerini sıralayarak bir sonraki seçimler için kendimize çeki düzen verebiliriz.

 

  • Kuruluş aşamasında göçmen toplumunun tüm renk ve katmanları ile istişare edilmeliydi. Arge çalışması yapılıp özellikle göçmen toplumun talep ve beklentileri parti tüzüğünde tam olarak yer almalıydı.
  • İslam düşmanlığının giderek yükseldiği bir Hristiyan ülkede, bir partinin %0,1’in bilmem kaçı olan oy oranı ile sadece Türklerin oylarını beklememelidir. Özellikle ‘sadece’ Müslüman kitle üzerine siyaset belirlemek ise İslam karşıtlığını yükseltir.
  • Beyinleri başka, gövdeleri başka coğrafyalarda olanlar tarih boyunca hep kaybetmişlerdir. Siyasetçi proğramını yaşadığı bölge, şehir ya da ülkeye göre yapar. Bunun dışındakiler hiç bir zaman sizi başarıya götürmez. 
  • Almanya’da kısa bir süre önce Müslüman göçmenler tarafından kurulan bir partinin, Filistin konusu ve Almanya’nın silah ticareti gibi dış politika konularına gereğinden fazla angaje olması bir defa abartıdır. Bunun yerine, göçmenlerin sosyo-kültürel, ekonomik ve hukusal konuları öne çıkarılmalıydı.
  • Türk Toplumu'nun önemli bir kısmı BİG ve DAVA’nın seçime birlikte girmelerini bekledi. Bunun gerçekleşmeyip ve iri olmak adına ortak paydalarda ‘birlik ve beraberlik’ görüntüsü verilememesi de Türk Toplumuna demotivasyon olarak yansıdı.
  • Bütün eksiklik ve eleştirilerimin sonunda DAVA’nın aldığı 150 bin oy ise ilerisi için ümit vermektedir.

Siyasette olan arkadaşlar eleştiriyi bir türlü kabullenmedikleri için ‘Bu konuyu bir dahaki seçime kadar yazmayacağım ve konuşmayacağım”

Am vergangenen Samstag, den 8. Juni 2024 war der Tag des offenen Wertstoffzentrums Arnhofen verbunden mit einem Wertstoffhofkonzert. Die Band „Acoustic Company“ hat dabei für gute Stimmung gesorgt und Klassiker wie „Take Me Home, Country Roads“ oder „Father and Son“ zum Besten gegeben. Die Gruppe Cleanup Langquaid hat Getränke verkauft und über die richtige Mülltrennung informiert. Ebenso die Kommunale Abfallwirtschaft, die sich zudem ein Kinderprogramm überlegt hat. Highlight für die kleinen Besucher war vor allem auch der Trenn-Bär, das Maskottchen der Aktionswochen von „Deutschland trennt. Du auch“, an denen sich der Landkreis Kelheim beteiligt.

 

„Unser Trenn-Bär war sogar ein richtiger Tanz-Bär. Zu den Klängen von Acoustic Company konnte er auch die Besucher unseres Wertstoffhofkonzertes zum Tanzen animieren. Wir haben den Tag genutzt, um über die richtige Mülltrennung zu informieren – und auch die Kinder hatten ihren Spaß dabei.“

Katharina Spreider, Abfallberaterin des Landkreises Kelheim

 

Noch bis 16. Juni macht die Kommunale Abfallwirtschaft im Rahmen der Aktionswochen „Landkreis Kelheim trennt. Du auch?“ verstärkt auf die richtige Mülltrennung aufmerksam. Unter anderem mit XXL-Verpackungen, die an den sieben Wertstoffzentren aufgebaut sind. Zu gewinnen gibt es dabei auch etwas: Wer sich mit einer XXL-Verpackung fotografiert und das Selfie mit dem Hashtag #wertrenntgewinnt postet, nimmt am bundesweiten Gewinnspiel der Aktion „Deutschland trennt. Du auch?“ teil und kann mit etwas Glück einen von vielen Preisen gewinnen.

 

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın yükselişe geçmesinin bu ülkelerde yaşayan 5 milyonu aşkın yurttaşımızı derinden etkileyeceğini belirten KRV- Seçim Hakkı Girişimi Başkanı eğitimci- yazar Bahattin Gemici, “Türk toplumu birlik ve beraberlik içinde olmalı, şiddet olaylarından uzak durmalı ve demokrasiye sahip çıkmalıdır.” dedi.

 

   HERTEN- ALMANYA

   Kuzey Ren Vestfalya - Seçim Hakkı Girişimi Başkanı Bahattin Gemici, “Irkçılık ve yabancı düşmanlığı sadece Almanya’nın değil, tüm Avrupa’nın sorunudur. Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika ve Avusturya gibi ülkelerde yaşayan 5 milyonu aşkın yurttaşımızı sıkıntılı bir dönem beklemektedir. Hedefte başta Türkler olmak üzere tüm Müslümanlar vardır.” dedi.

   Geçtiğimiz hafta Almanya’nın Mannheim kentinde Afganlı bir mültecinin 6 kişiyi bıçaklayarak yaralamasından ve bir polisi katletmesinden büyük üzüntü duyduklarını ve saldırıyı şiddetle kınadıklarını belirten Gemici, bunun faturasının tüm Müslümanlara ve göçmenlere kesileceğini, Almanya’nın yabancılar politikasının sertleşeceğini belirtti.

   Bahattin Gemici “Alman toplumuyla barış ve dostluk içinde yaşamak, şiddet olaylarına karşı durmak ve demokrasiye sahip çıkmak hepimizin görevidir.” ifadesini kullandı.

 

IRKÇILIK GELECEĞİMİZİ TEHDİT EDİYOR

 

   Neo-nazilerin sadece Almanya’da 1990 yılından itibaren 187 insanı katlettiği ve binlerce kişiyi yaraladığını belirten Gemici şu görüşlere yer verdi:

   “Tehlikede olan sadece göçmenler, zayıf katmanlar değil, demokrasinin ta kendisidir. Demokrasilerde, demokrasiyi yok etmek isteyen örgütlere ve eylemlere asla yer verilemez. Faşizmin, Hitler Almanya’sında yaşananlar unutulmamalıdır. Irkçılığın önü sadece polisiye tedbirlerle alınamaz. Görünen, sadece buzdağının ucudur; derinlerde, hiç ummadığımız boyutlarda, kendini üstün ırk, başka ulusları haşarat olarak gören ve onların kültürlerine hoşgörüsü olmayan gizli ırkçılık yatmaktadır.”   Gemici önerilerini şöyle sıraladı:

 

TÜRK GÖÇMENLERE DÜŞEN GÖREVLER

■Kahvelere ve camilere kapanarak kendimizi toplumdan soyutlamayalım. Siyasi partilere, sendikalara, sivil toplum örgütlerine üye olalım. Almanya çapında güçlü bir Türk toplumu oluşturalım.

■İçinde yaşadığımız ülkenin sosyal, kültürel ve dini değerlerine, yasalarına saygı gösterelim.

■Çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitimine gereken önemi verelim. Okuyan, araştıran, düşünen ve sorgulayan bir toplum olmak için çalışalım.

■İşimizle, davranışımızla, çağdaş giyimimizle, komşuluğumuzla ve kültürümüzle bu toplumda saygın yerimizi alalım. Yaşadığımız ülkenin dilini öğrenelim; yerli halkla iyi ilişkiler kuralım

■Türk toplumu olarak aramızdaki görüş ayrılıklarını bir kenara bırakarak can ve mal güvenliğimiz için örgütlenelim ve tedbirli olalım.

■Yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa karşı yapılan etkinliklere; toplantı ve yürüyüşlere katılalım, demokratik güçlerin yanında yerimizi alalım.

 

ALMAN YETKİLİLERE ÖNERİLER

■Yabancı düşmanlığı yapanlara ve şiddet uygulayanlara karşı caydırıcı önlemler alınız.

■İşsizliği ve yoksulluğu önlemek için çalışınız. Almanya’nın olanaklarını yerli yabancı ayrımı yapmadan halka eşit olarak sununuz.

■Göçmenleri seçimlerde günah keçisi olarak göstermeyiniz. Göçmenlere karşı varolan önyargıları ortadan kaldırmaya yönelik toplumsal, kültürel ve sanatsal çalışmaları destekleyiniz.

■Göçmenlerin dillerine, dinlerine ve kültürlerine saygı gösteriniz. Anadili derslerini kısıtlamaktan vazgeçiniz. Okullarda yerli ile göçmen öğrencilerin kaynaşması için gereken önlemleri alınız. Ders kitaplarında farklı ülkelerden gelen göçmenlerin ulusal kültürlerine ve dini inançlarına yer veriniz.

■Anaokulundan başlayarak eğitimin bütün kademelerinde hoşgörüye dayanan, insan haklarına saygılı, şiddete, kine ve yabancı düşmanlığına karşı bir eğitim uygulanmasını sağlayınız.

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Düsseldorf Bölge Birliği, “DİTİB’in kuruluşunun 40’ıncı yıl dönümü” münasebetiyle etkinlik düzenledi.

Duisburg DİTİB Merkez Camii’nde düzenlenen etkinliğe; Türkiye’nin Düsseldorf Başkonsolosu Ali İhsan İzbul, DİTİB Düsseldorf Dini Danışma Kurulu Başkanı Ramazan Tupal, Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Kenan Kiraz, Düsseldorf Bölge Birliği Başkanı Erhan Akyol’un yanı sıra bölge cami derneklerinin başkan ve yöneticileriyle din görevlileri katıldı.

Kur’an’ı Kerim tilavetiyle açılışı yapılan programda, DİTİB Dinslaken Selimiye Camii Dernek Başkanı Özkan Yıldız ve Düsseldorf Bölge Birliği Başkanı Erhan Akyol selamlama konuşmalarında, “Almanya’daki birinci ve ikinci nesilin duaları, onların birlik ve beraberlikleri, samimiyetleri, emekleri ve muazzam gayretleriyle DİTİB teşkilatı büyüdü. Bu samimiyetle bu hizmet kervanına katkı vermiş herkesi minnetle anıyoruz. Ahirete irtihal etmiş büyüklerimize rahmet, hayatta olanlara sağlık, sıhhat ve afiyetler diliyoruz. Bizlere de onların bu emaneti büyüterek sonraki nesillere taşıma gücü ve iradesi bahşetsin. Burada atılan tohumun büyüyerek, yeşererek çok güzel hayırlı hizmetlere dönüşmesini Rabbimden niyaz ediyorum” ifadelerini kullandı.

DİTİB Yönetim Kurulu Üyesi Kenan Kiraz’da, “DİTİB'in 40 Yıllık Yolculuğu: Geçmişten Günümüze” konulu konuşmasında, DİTİB'in 5 Temmuz 1984'te Almanya'da kurulduğunu ve Almanya'daki Türk vatandaşlarının dini ihtiyaçlarını karşılamak ve kültürel bağlarını güçlendirmek amacıyla faaliyet gösterdiğini vurguladı. 1961'deki İşçi Alım Anlaşması ile Almanya'ya gelen Türk vatandaşlarının dini hizmetlere olan talebinin artmasıyla DİTİB'in hızla büyüdüğünü belirtti. 1990'larda cami ve dernek sayısının arttığını, 2000'lerde entegrasyon projelerine odaklanıldığını, 2010'larda modern camiler inşa edilerek sosyal projelerin sürdürüldüğünü ve 2020'lerde dijitalleşme adımlarıyla topluma hizmet etmeye devam ettiklerini anlattı. Kiraz, DİTİB'in gelecekte de dini, sosyal, kültürel ve eğitim alanlarında önemli projelerle topluma katkıda bulunmayı sürdüreceğini ifade etti.

DİTİB’in kuruluşunun 40’ıncı yıl dönümü münasebetiyle hazırlanan tanıtım filminin sunumunun ardından Düsseldorf DİTİB Dini Danışma Kurulu Başkanı Ramazan Tupal, DİTİB’ın toplumun dini ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde, sosyal ve toplumsal fayda odaklı projelerle geniş kitlelere hitap eden dini bir kuruluş olduğunu söyledi. DİTİB’in 40 yıllık geçmişinde önemli başarılara imza attığına dikkat çeken Tupal, “DİTİB, içinde yaşadığı topluma ve Müslümanlara katkı sağlayan bir kurum haline gelmiştir. Bu kurumun, gelecekte de topluma başarılı hizmetlerle katkı sunmaya devam edecektir” diye konuştu.

Düsseldorf Başkonsolosu Ali İhsan İzbul, DİTİB’in Almanya'daki Türk toplumunun hem dünyevi hem de manevi hayatına önemli katkılar sağladığını ve Almanya ile Türkiye arasında bir dostluk köprüsü işlevi gördüğünü vurguladı. DİTİB’in 40 yıllık başarı hikayesinin bir misafir işçi derneğinden dini cemaat olma yolundaki gelişimini ve gelecekte dini cemaat ve kamu tüzel kişiliği kazanma süreciyle devam edeceğini ifade eden Başkonsolos İzbul, DİTİB’in değişen zaman ve şartların gerektirdiği tedbirleri alarak saygın ve itibarlı konumunu koruyacağını dile getirdi.

İzbul ayrıca, 27 Haziran'da Almanya'da yürürlüğe girecek çifte vatandaşlık yasası hakkında Türk vatandaşlarına yeniden vatandaşlık başvurusu sürecine ilişkin bilgiler verdi. İzbul son olarak, DİTİB Düsseldorf Bölge Başkanı Erhan Akyol ve tüm DİTİB bölge teşkilat mensuplarını kutlayarak, uzun yıllar insanlığa hayırlı işler yapmayı temenni ettiğini ifade etti.

Konuşmaların ardından ilahi ve ney dinletisiyle devam eden etkinlikte Düsseldorf bölgesinde 59 cami derneklerinden öğrencilerin çizdiği “DİTİB ve Camii” konulu resim sergisi gezildi.

Programın sonunda Düsseldorf Bölge Birliği Başkanı Erhan Akyol, Düsseldorf Başkonsolosu Ali İhsan İzbul’a “DİTİB 40. Yıl” rozeti taktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MdL Volkmar Halbleib und MdB Kevin Leiser zu Gast bei Prof. Dr. Klaus Schilling

WÜRZBURG    Der mainfränkische SPD-Landtagsabgeordnete Volkmar Halbleib besuchte, gemeinsam mit seinem Bundestagskollegen Kevin Leiser, den Präsidenten des Zentrums für Telematik (ZfT) Prof. Dr. Klaus Schilling. Nach einer kurzen Schilderung zum Stand der Würzburger Satellitenforschung und einem Überblick über die verschiedenen Einsatzbereiche der hauseigenen Kleinsatelliten des ZfT, konzentrierte sich das Gespräch auf die Planungen, in Würzburg eine Modellfabrik für die Satellitenproduktion zu schaffen, und die mögliche Bedeutung des Vorhabens für die Region Unterfranken.

„Das Würzburger Raumfahrt-System aus außer- und inneruniversitären Forschungseinrichtungen könnte von einem solchen Vorhaben erheblich profitieren, und schafft zugleich als Standortfaktor ideale Bedingungen für den Betrieb einer solchen Fabrik“, so Halbleib.

Die beim ZfT in Mainfranken produzierten Kleinsatelliten eignen sich für zivile Zwecke ebenso wie für militärische Anwendungen, beispielsweise zur Beobachtung von Krisen- und Kriegsgebieten. Ihre hohe Bildauflösung, moderne Kommunikationstechnik und Verschlüsselungstechnologien machen sie zu echten Allroundern. Hinzu komme, so Schilling, ihre Strahlungsresistenz bei gleichzeitiger Verwendung herkömmlicher Bauteile. Die Fähigkeit sich untereinander zu koordinieren macht sie nicht nur technisch, sondern auch kostenmäßig ansprechend. Die Produktion eines Satelliten kostet etwa vier Millionen Euro, bei Massenproduktion und durch die automatisierte Fabrik sieht Schilling ein Einsparpotential von bis zu einer Million Euro pro Stück.

Der ZfT-Präsident betonte den positiven Einfluss des bisherigen Förderprogramm des Bundes, der 10 Millionen Euro zur technischen Ausstattung der ZfT-Forschungsfabrik beisteuerte. Mit Hilfe der Gelder schuf das ZfT eine Forschungsumgebung für automatisierte Produktionsanlagen, Kalibrierungs- und Testsysteme. Keine Förderung erhielt bisher das Gebäude der Modellfabrik. Für deren Entwicklung baut Halbleib auf die Tatsache, dass die Stadt Würzburg „für das ZfT nach wie vor ein benachbartes Grundstück reserviert hat, auf dem direkt vor Ort am Hubland die Modellfabrik stehen könnte.“

Das bayerische Wirtschaftsministerium zögerte trotz all dieser positiven Voraussetzungen bisher, das ZfT in Sachen Modellfabrik zu unterstützen. Im Gegensatz dazu bekennt sich die Ampel-Koalition in ihrer Raumfahrtstrategie, dazu dass sich Deutschland entlang der gesamten Wertschöpfungskette von Kleinsatelliten im internationalen Wettbewerb behaupten kann. Kleinsatelliten böten die Chance, Bedarf kosteneffizient und schnell zu bedienen. Neben zivilen Anwendungsmöglichkeiten sehen Schilling, Halbleib und Leiser auch mögliche Verwendungen durch unsere Bundeswehr. Sie wollen sich deshalb dafür stark machen, Kleinsatelliten auch in der kommenden Weltraumsicherheitsstrategie zu verankern.

Die beiden Abgeordneten sind, ebenso wie Schilling, überzeugt von der Chance, die eine Modellfabrik für die deutsche Raumfahrtindustrie und die Region Unterfranken bieten würde. „Die Eignung Würzburgs als Standort aufgrund bereits vorhandener Projekte im Bereich der Luft- und Raumfahrttechnologie ist klar ersichtlich“, so Halbleib. „Es liegt jetzt am Freistaat Bayern und an Wirtschaftsminister Aiwanger endlich den Bau mit Landesunterstützung zu ermöglichen und die Grundlage zu schaffen, um nicht den privaten Satellitenschwärmen eines Elon Musks den Himmel überlassen zu müssen.“

Darin stimmt er mit dem ZfT-Leiter überein, der die Notwendigkeit staatlicher Aufträge als Starthilfe hervorhob. Ähnlich wie bei SpaceX in Amerika müsste auch in Deutschland der Staat die Vorreiterrolle einnehmen, um privates Interesse zu wecken. 

 

Geçmişinde soykırım suçlusu olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ekim ayında yapılacak olan İnsan Hakları Konseyi seçimlerine adaylığını koymak niyetinde.

 

Bunun içinde Rum Yönetimi sözde Dışişleri Bakanı Konstantinos Kombos, bu konuda görüşmeler yapmak ve zemin hazırlamak için Pazar günü ABD’ye gitti.

 

Adaylıkları için ileriye sürdükleri iddiaları da Gazze kıyılarında ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda kurmuş olduğu prefabrik limanın, -sözde- diğer ucunun Limasol’da olması ve iki liman arasında insani yardım koridorunun kurulması.

 

Unutturmaya çalıştıkları, 60 yıldır BM kayıtlarında yer alan ve Kıbrıs Türklerine uyguladıkları soykırımın belgesini hazırlayan A. Ortega Başkanlığındaki Birleşmiş Milletler Heyetinin Kıbrıs’ta yaptığı incelemeden sonra hazırladığı ve yayınladığı ORTEGA Raporu.

(Ortega Raporu, çok resim ve belge içerdiği için büyük hafıza boyutunda olması nedeni ile 4 kısım halinde   https://www.ataatun.org/ortega-report  adresinden indirilebilir.)

 

Kıbrıs Rumlarının, Kıbrıs Türklere 1963-1974 yılları arasında uyguladıkları soykırım, tam bir insanlık suçu ve insanlığın yüz karası olmasına rağmen Rum Yönetimi sanki hiçbir olmamış gibi yüzleri bile kızarmadan İnsan Hakları Konseyi’ne üye olmaya çabalıyorlar.

 

Ortega Raporu neydi, hatırlayalım; 21 Aralık 1963 günü Kıbrıs adasını ele geçirmek ve Kıbrıs Türklerini adadan yok etmek için Makarios hükümetinin hazırlattığı Kıbrıs Türklerini imha planı olan AKRİTAS içeriğince Rum Yönetiminin desteği ve koruması altında silahlı Rumların başlattığı saldırıları ve soykırımı BM’nin adaya gönderdiği araştırma komisyonu belgeledi.

 

1964 yılı baharında BM’nin Kıbrıs adasına gönderdiği A. Ortega başkanlığındaki BM Heyetinin haftalar süren araştırmasından sonra resmi olarak yayınladıkları 580 sayfalık “ORTEGA RAPORU”, Rumların katliamlarını, yakıp yıktıkları Türk köylerini, yağmaladıkları Türk mallarını ve yaptıkları soykırımı resmi belgeler ile gözler önüne serdi. Raporun büyük bölümünde yakılan-yıkılan camilerimiz, okullarımız, türbelerimiz, çiftliklerimiz, konutlarımız, işyerlerimiz, yağmalanan evlerimiz, köylerimiz, hayvanlarımız ve zahirelerimiz resimlendi. Kıbrıs Türklerine verilen zararın ve yıkımın maddi bilânçosu da raporda yer aldı.

 

Bu nedenle, Rumlar ve Yunanlılar bu rapor gündeme getirilmesin, kendileri suçlanmasın diye ortadan kaldırmak ve gözlerden ırak tutmak için elden geleni yaptılar.

Başarılı oldular da.

 

Günümüzde Rumlar, Yunanlılar ve içimizdeki Rum hayranları yaşadığımız soykırımı ve BM’nin yayınladığı Ortega Raporunu unutturmak için elden geleni yapıyorlar. BM’nin arşivlerinde ancak iğne ile kuyu kazarsanız belki bulabilirsiniz soykırımın belgesi olan bu ünlü ORTEGA RAPORU’nu.

 

Utanmadan, sıkılmadan, Kıbrıs Türklerine uyguladıkları soykırımın unutulduğunu zannederek, Gazze’de yaşanan soykırıma sözde yardım amaçlı kurulan insani yardım koridorunun bir ucunun Limasol’da olduğu iddiası ile olan İnsan Hakları Konseyi seçimlerine aday olmak niyetindeler.

Birileri unutsa da, unutturulsa da, unutturulduğunu sansa da biz unutmadık, unutturmayacağız.

Birilerinin iddia ettiği gibi “barış düşmanı” değil, adada sürekli barış isteyenlerden olduğumuz için unutturmayacağız.

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

Geçmişinde soykırım suçlusu olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ekim ayında yapılacak olan İnsan Hakları Konseyi seçimlerine adaylığını koymak niyetinde.

 

Bunun içinde Rum Yönetimi sözde Dışişleri Bakanı Konstantinos Kombos, bu konuda görüşmeler yapmak ve zemin hazırlamak için Pazar günü ABD’ye gitti.

 

Adaylıkları için ileriye sürdükleri iddiaları da Gazze kıyılarında ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda kurmuş olduğu prefabrik limanın, -sözde- diğer ucunun Limasol’da olması ve iki liman arasında insani yardım koridorunun kurulması.

 

Unutturmaya çalıştıkları, 60 yıldır BM kayıtlarında yer alan ve Kıbrıs Türklerine uyguladıkları soykırımın belgesini hazırlayan A. Ortega Başkanlığındaki Birleşmiş Milletler Heyetinin Kıbrıs’ta yaptığı incelemeden sonra hazırladığı ve yayınladığı ORTEGA Raporu.

(Ortega Raporu, çok resim ve belge içerdiği için büyük hafıza boyutunda olması nedeni ile 4 kısım halinde   https://www.ataatun.org/ortega-report  adresinden indirilebilir.)

 

Kıbrıs Rumlarının, Kıbrıs Türklere 1963-1974 yılları arasında uyguladıkları soykırım, tam bir insanlık suçu ve insanlığın yüz karası olmasına rağmen Rum Yönetimi sanki hiçbir olmamış gibi yüzleri bile kızarmadan İnsan Hakları Konseyi’ne üye olmaya çabalıyorlar.

 

Ortega Raporu neydi, hatırlayalım; 21 Aralık 1963 günü Kıbrıs adasını ele geçirmek ve Kıbrıs Türklerini adadan yok etmek için Makarios hükümetinin hazırlattığı Kıbrıs Türklerini imha planı olan AKRİTAS içeriğince Rum Yönetiminin desteği ve koruması altında silahlı Rumların başlattığı saldırıları ve soykırımı BM’nin adaya gönderdiği araştırma komisyonu belgeledi.

 

1964 yılı baharında BM’nin Kıbrıs adasına gönderdiği A. Ortega başkanlığındaki BM Heyetinin haftalar süren araştırmasından sonra resmi olarak yayınladıkları 580 sayfalık “ORTEGA RAPORU”, Rumların katliamlarını, yakıp yıktıkları Türk köylerini, yağmaladıkları Türk mallarını ve yaptıkları soykırımı resmi belgeler ile gözler önüne serdi. Raporun büyük bölümünde yakılan-yıkılan camilerimiz, okullarımız, türbelerimiz, çiftliklerimiz, konutlarımız, işyerlerimiz, yağmalanan evlerimiz, köylerimiz, hayvanlarımız ve zahirelerimiz resimlendi. Kıbrıs Türklerine verilen zararın ve yıkımın maddi bilânçosu da raporda yer aldı.

 

Bu nedenle, Rumlar ve Yunanlılar bu rapor gündeme getirilmesin, kendileri suçlanmasın diye ortadan kaldırmak ve gözlerden ırak tutmak için elden geleni yaptılar.

Başarılı oldular da.

 

Günümüzde Rumlar, Yunanlılar ve içimizdeki Rum hayranları yaşadığımız soykırımı ve BM’nin yayınladığı Ortega Raporunu unutturmak için elden geleni yapıyorlar. BM’nin arşivlerinde ancak iğne ile kuyu kazarsanız belki bulabilirsiniz soykırımın belgesi olan bu ünlü ORTEGA RAPORU’nu.

 

Utanmadan, sıkılmadan, Kıbrıs Türklerine uyguladıkları soykırımın unutulduğunu zannederek, Gazze’de yaşanan soykırıma sözde yardım amaçlı kurulan insani yardım koridorunun bir ucunun Limasol’da olduğu iddiası ile olan İnsan Hakları Konseyi seçimlerine aday olmak niyetindeler.

Birileri unutsa da, unutturulsa da, unutturulduğunu sansa da biz unutmadık, unutturmayacağız.

Birilerinin iddia ettiği gibi “barış düşmanı” değil, adada sürekli barış isteyenlerden olduğumuz için unutturmayacağız.

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz, ülkesinin A Milli Futbol Takımı'ndaki göçmen kökenliler dahil bütün sporcuların kendi çocukları olduğunu söyledi.

Scholz, başkent Berlin’deki Federal Mecliste yaptığı konuşmada, Almanya'da göç geçmişi olan 20 milyondan fazla kişinin yaşadığını dile getirdi.

 

“Onlar komşu, iş ve okul arkadaşı ve dostlardır." diyen Scholz, göçmenlerin ülkede çoğu zaman şiddet ve nefret söyleminin mağduru olduklarını belirtti.

Scholz, göçmenlerin de toplumun parçası olduğunu vurgulayarak, “Bölünmemize izin vermeyeceğiz." dedi.

Almanya A Milli Futbol Takımı'nın da bunu yansıtmasından dolayı gurur duyabileceklerini ifade eden Scholz, “Onların hepsi Alman. Hepsi bizim çocuklarımız.” diye konuştu.

 

- "Irkçı" anket tepki çekmişti

Alman televizyon ağı Westdeutscher Rundfunk'ta (WDR) yayımlanan "Sport Inside" programında yapılan ankete katılan her beş kişiden biri Almanya A Milli Futbol Takımı'nda daha fazla "beyaz oyuncu" görmek istediklerini ve katılımcıların yüzde 17'si de milli takım kaptanı İlkay Gündoğan’ın Türkiye kökenli olmasının "üzücü" olduğunu belirtmişti.

Teknik direktör Julian Nagelsmann başta olmak üzere futbolcular, ırkçılık yapıldığı gerekçesiyle ankete tepki göstermişti.

Nagelsmann, "Kamu televizyonunda böyle bir soru sorulmasının bile başlı başına delilik olduğunu düşünüyorum. Şok oldum. Ülkedeki herkes için bir Avrupa Şampiyonası oynuyoruz. Umarım bir daha asla böyle saçma anketler okumak zorunda kalmam." değerlendirmesinde bulunmuştu.

 

Alman Milli Takımı oyuncusu Joshua Kimmich de ankete tepki göstererek bu tür şeylerin tamamen ırkçılık olduğunu kaydetmişti.

Kimmich, futbolun farklı milliyet ve dinleri bir araya getirdiğini vurgulayarak, "Bu, takım içinde konu bile olmadı. Futbolun içinde büyüyen herkes bunun tamamen saçmalık olduğunu bilir." ifadelerini kullanmıştı.

Anketteki soruları eleştiren Kimmich, futbolcuların kökenine ilişkin soruyu yanlış bulduğunu, gereksiz ve saçma olduğunu dile getirmişti.

 

Alman Milli Takımı'nın kaptanı Gündoğan da “Bu dönemde halen bu tür anketler yapıyor ve bunlara bu kadar çok önem veriyor olmamız üzücü." değerlendirmesinde bulunmuştu.

- "Özellikle faiz oranına yönelik kararlarımız, gelen ekonomik ve finansal veriler ışığında enflasyon görünümüne, enflasyonun ana dinamiklerine ve para politikası aktarımının gücüne ilişkin değerlendirmelerimize dayanacaktır"
- "Enflasyonla mücadeleyi çok ciddiye alıyoruz"
 

BERLİN (AA) - Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Christine Lagarde, bankanın faiz indirimleri hızı ve zamanı konusunda dikkatli olacağını belirterek, "Faiz indirimleri verilere bağlı olacak ve çok belirsiz olan şey, hangi hızda ilerlediğimiz ve bunun ne kadar zaman alacağı." dedi.

Lagarde, ECB Yönetim Konseyinin yılın dördüncü toplantısında, piyasa beklentileri doğrultusunda yaklaşık 5 yıldan sonra ilk faiz indirimine giderek, üç temel politika faizini 25 baz puan düşürmesinin ardından Frankfurt'ta düzenlenen basın toplantısında değerlendirmelerde bulundu.

 

Konuşmasına, para politikası kararlarını okuyarak başlayan Lagarde, daha sonra ekonomi ve enflasyon eğilimlerine değindi, gazetecilerin sorularını cevapladı.

Lagarde, banka Yönetim Konseyinin faizleri düşürme kararının manşet enflasyondaki keskin düşüşe ve bankanın kendi tahmin yeteneklerine olan güvenine dayandığını anlatarak, Avro Bölgesi'nde yıllık enflasyonun, Ekim 2022'de yüzde 10,6'lık zirveden Eylül 2023'te yüzde 5,2'ye, Mayıs 2024'te ise yüzde 2,6'ya düştüğünü söyledi.

Enflasyon hedefine ulaşma konusundaki güvenin son aylarda arttığını yineleyen Lagarde, "Hedefe ulaşmada aksaklıklar olacağını ve bu durumun fiyatlandırıldığını" vurguladı.

Avro Bölgesi'nde ekonomide toparlanmanın sürmesini beklediklerini belirten Lagarde, son anketlerin kısa vadede istihdam artışına işaret ettiğini kaydetti.

Lagarde, "Yurt içi fiyat baskıları güçlü olmaya devam ediyor, enflasyon gelecek yıl da hedefin üzerinde kalacak gibi görünüyor." dedi.

 

- ECB Yönetim Konseyinin bir üyesi faiz indirimine karşı çıktı

Lagarde, "Enflasyonla mücadeleyi çok ciddiye alıyoruz." diyerek, bankanın yüzde 2 enflasyon hedefine ulaşılana kadar para politikasının kısıtlayıcı kalmasında hiç şüphelerinin olmadığını söyledi.

Avro Bölgesi'nde kurumsal ve hanehalkı kredilerinin zayıf kalmaya devam ettiğini anlatan Lagarde, ekonomik büyümeye yönelik risklerin kısa vadede dengeli olduğunu dile getirdi.

Lagarde, "Jeopolitik risklerin artması gelecek dönemi belirsiz hale getiriyor." dedi.

 

Bir gazetecinin, "Faiz oranlarının düşürülmesi ve aynı zamanda enflasyon tahmininin yükseltilmesi, bunlar birbirine nasıl uyuyor? ECB haziranda faiz oranlarını düşürmek için çok mu erken karar verdi?" sorusu üzerine Lagarde, enflasyonun hedefe yaklaşmakta olduğuna dair güvenin arttığını ve enflasyonun hem bankanın faiz artırımı aşamasında hem de faizlerin tarihi yüksek seviye kaldığı dönemde yarı yarıya azaldığını belirtti.

Lagarde, ECB Yönetim Konseyinin para politikası konusunda verilere dayalı ve toplantıdan toplantıya karar vereceğini ifade ederek, "Özellikle faiz oranına yönelik kararlarımız, gelen ekonomik ve finansal veriler ışığında enflasyon görünümüne, enflasyonun ana dinamiklerine ve para politikası aktarımının gücüne ilişkin değerlendirmelerimize dayanacaktır. Belirli bir faiz oranı patikasına önceden taahhütte bulunmuyoruz." dedi.

ECB Başkanı Lagarde, yönetim kurulu toplantısında faiz oranlarının indirilmesi kararının oy birliğiyle alınmadığını, ECB Yönetim Konseyi'nin bir üyesinin bu indirime karşı çıktığını söyledi.

Bankanın faiz indirimleri hızı ve zamanı konusunda dikkatli olacağını belirten Christine Lagarde, "Bu verilere bağlı olacak ve çok belirsiz olan şey, hangi hızda ilerlediğimiz ve bunun ne kadar zaman alacağı." dedi.

 

Avro Bölgesi'ndeki ülkeler arasında ücret gelişmeleri konusunda ciddi farklılıklar olduğunu vurgulayan Lagarde, "Ücretler basit bir konu değil. Pek çok unsuru hesaba katmak zorundasınız." ifadesini kullandı.

Lagarde, parasal sıkılaştırmada "faizlerin artırılması" ve faizlerin yüksek seviyede sabit tutulması aşamalarından sonra üçüncü aşama olarak "faizlerin geri çekilmesi" aşamasına girilip girilmediğinin sorulması üzerine, ECB'nin geri çekilme aşamasına geçtiğini söyleyemeyeceğini, her şeyin verilere bağlı olacağını vurguladı.

Düşen enflasyon oranlarına ilişkin genel eğilimin teyit edilmesi gerektiğini belirten Lagarde, "Gelecek aylarda daha fazla veriye ihtiyacımız olacak. Dezenflasyonist süreçte olduğumuzu ancak bu şekilde anlayabiliriz. Para politikasının hangi hızda ilerleyeceğini söyleyemem." değerlendirmesinde bulundu.

ECB'nin bir sonraki faiz toplantısı, 18 Temmuz'da yapılacak.