Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Bir dönem Serik Belediye Başkanlığı görevini yürüterek ilçeyi Türkiye'nin en iyi tanınan yerel yönetimlerinden biri haline getiren Prof. Dr. Ramazan Çalık'ın tekrar adaylığı, sadece bölgesinde değil, yurtdışında yaşayan birçok Avrupalı Türk ve Antalya bölgesine tatil için gelen Avrupalılar arasında da sevinç yaratmıştır.

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Avrupalı Türklerden seyahat acentesi sahibi ve Türk-Alman İşadamları Derneği Başkanı İsmet Zeytin, "Bölgenin turizm potansiyeli çok önemlidir, bu işi bilen, modern düşünceleri ve gelenekleri harmanlayabilen, aynı zamanda yabancı dili olan kültürel yetkinliği olan insanların seçilmesi önemlidir. Serik Belek, tatil yapmaktan vazgeçen Alman komşularımız için cazip hale geldi. Sıkça bize Prof. Dr. Ramazan Çalık'ın aday olup olmayacağını soruyorlardı. Ramazan Başkan'ın liderliğiyle bölge altın yıllarını yaşayacaktır." dedi.

Uzun yıllardan beri Serik - Belek bölgesine binlerce Alman ve Avrupalı turisti getiren organizasyon komiteleri ve acenta sahibi Hansa Ringelmann ise, "Turist bilgi ve güleryüz ister. Prof. Çalık döneminde isteyen her Avrupalı ertesi gün başkanın makamında kabul edilirdi. Ayrıca Belek'de defalarca Türk-Alman programları düzenleyen Prof. Dr. Ramazan Çalık, Türkiye - Almanya arasında önemli çalışmalar yapıyordu. Antalya bölgesi turizmden yaşayan bir bölge ise özellikle Serik - Belek bölgesi seçimini doğru yapmalı. Avrupalı turistlerle Avrupalı yaş meyve - sebze ithalatçıları, doğru seçilen başkanla tekrar bölgeye yöneleceklerdir." şeklinde konuştular.

Serik ve çevresindeki çok sayıda seçmenin desteğini almaya çalışan Prof. Dr. Ramazan Çalık ise Ayhaber'e yaptığı açıklamada, "Mevlam hakkımızda ne hayırlısı ise onu versin. Ben sadece iyi niyet ve temiz bir kalp ile ülkeme ve şehrimize hizmet etmek istiyorum. Serik'in kayıp yıllarını en kısa zamanda geri almak için 1 Nisan sabahı göreve hazırım. Bu adaylık, öncelikle Seriklilerden gelen yoğun 'Hocam bizi yalnız bırakma, Serikli seni bekliyor' şeklindeki istek üzerine gerçekleşmiştir." şeklinde konuştu.

 

Ramazan Çalık kimdir?

Prof. Dr. Ramazan ÇALIK, 1961 Antalya-Yeşilyurt doğumlu bir akademisyendir. 09.07.2012 tarihinde Yükseköğretim Kurumu Başkanlığı tarafından Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı'na atanmıştır. ÇALIK, 1985 yılında Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuş, 1988 yılında yüksek lisansını tamamlamış ve 1994 yılında doktor unvanını almıştır.

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi alanında uzmanlaşan ÇALIK, Türk-Alman Dostluk Derneği üyesidir ve üç yıl Almanya olmak üzere Avusturya ve İsviçre'de akademik görevlerde bulunmuştur. Ulusal ve uluslararası birçok projede görev alarak ülkemize maddi katkı sağlamış, Almanca ve Türkçe olarak yayınlanmış çok sayıda makale ve kitabı bulunmaktadır. Ayrıca, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Cumhuriyet Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanlığı gibi çeşitli idari görevlerde bulunmuş ve yöneticilik alanında deneyim kazanmıştır.

 

 

 

2021 yıl ından beri devam eden Almanya’nın Margetshöchheim belediyesi ile Pozantı Belediyesi arasında devam eden işbirliği ilişkilerine Alman belediye meclisi oybirliği ile onay verdi.

Asırlardır dostluk çizgisinde devam eden ikili ilişkiler şehirler arası kardeşlik işbirliği ile yeni bir merhale katederek ikili ilişkilerin yerel yönetimlere kadar inmesinin de önünü açtı.

Almanya’nın Unterfranken bölgesinde temaslarda bulunan  Mustafa Çay başkanlığındaki Pozantı delegasyonu şehirlerini en güzel şekilde tanıtıp Almanya’dan bir belediyeyi kardeş olarak kazanmayı başardı. Geçtiğimiz yıl Pozantı Belediye Meclisi tarafından onaylanan kardeşlik ilişkisi Margetshöhheim belediye meclisinde aynı şekilde oybirliği ile onaylanarak yürürlüğe girdi.

 

İki ilçenin kardeşlik ilişkilerinin Almanya ayağının başlangıcı için yapılan toplantıda  bir konuşma yapan Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolos Yardımcısı Adnan Bahçekaral, “Başkonsolosluk olarak Türkiye ve Almanya yerel yönetimlerinin dostluk ve kardeşlik ilişkilerine girmesi en çok desteklediğimiz konulardan biridir. Şehirlerarası dostluğun heyacan dolu çizgisini koruyabilmesi için sürekli içi doldurulmalı ve programlar düzenlenmelidir. Sayın Başkan Waldemar Brohm ve Sayın Pozantı belediye başkanı Mustafa Çay’ı uzun uğraşlarından sonra geldikleri dostluk ilişkilerinden dolayı kutluyorum. Buradaki resim sergisi iki millletin dostluk tarihini işaret ediyor. Ancak bunların bilinçli olarak önemini anlatıp, kayda geçirip topluma sunmak gerekiyor. Kültür tarihçimiz Dr. Latif Çelik’in çalışmaları burada önem kazanıyor. Almanya’da Türk kahvesi tarihi araştırmaları ile yaşadığımız ülkeye önemli eserler bırakan Dr. Çelik, Pozantıdaki Bağdat Demiryolunu öne çıkararak her iki tarafın ilgisinin kültür tarihi minvalinde gelişmesine katkı sağlamıştır. Bu akşam milletlerimizin dostluk ve işbirliğinin daha da artacak olmasına inanmış biri olarak resim sergisi açılışı ve iki belediyenin kadeşlik ilişkisini başlatmış olduğunu görmekten büyük memnuniyet duymaktayım” şeklinde konuştu.

 

Daha sonra Margetshöchheim Belediye Meclisi salonlarında açılan resim sergisi Almanlar tarafından büyük beğeni gördü. Demiryolu tarihinin önemli resimlerini Alman katılımcılar uzun uzun ilgi ile inceledi. Şimdiden Almanların Pozantı’ya ilgisinin ortaya çıkması ise kültür tarihi alanında yapılması gerekenleri dikkat çekici bir şekilde öne çıkardı.

 

 

Belediye meclisinin açış konuşmasını yapan ev sahibi Waldemar Brohm yaptığı duygusal konuşmada, “Toplam üç defa Pozantı ve yakın bölgelerini incelemek için Türkiye’ye gittim. Türkleri yakından tanıyarak bu milletin biz Almanlara ne kadar dostluk ve sempati duyduğunu bizzat ferkettim. Sayın başkan Mustafa Çay ile  son derece güzel ilişkilerin temelini attık. İki şehrin ilişkilerinin gelişmesini ve tanışıp belediye meclislerimizden oybirliği ile onay almamızın arkasındaki mimar ise Türk-Alman Tarihçisi Dr. Latif Çelik’tir. Bölgedeki Alman demiryolu tarihi belediye salonumuzda devasa bir resim sergisine dönüştü. Bundan daha güzel ne olabilir. Ben başkan olarak bu ilişkiye onay veriyorum. Pozantı oy birliği ile onay verdi. Bizden de oybirliği onayı alırsa biz Almanların da Pozantı ve Türkiye’ye olan samimiyetini ortaya koyacaktır. Sayın başkan Mustafa Çay ve Dr. Latif Çelik’e yürekten teşekkür ediyorum.” şeklinde konuşması alkışlar arasında meclis üyelerinden oybirliği ile onay aldı.

 

Pozantı Belediye Başkanı Mustafa Çay ise yaptığı konuşmada biz başkanlar olarak başlattığımız ilişkinin devamı meclislerimiz ve şehirlerimizde yaşayanlar tarafından desteklenmesi mükemmel bir olaydır. Bütün gün boyunca Margetshöchheim şehrini değişik yönleri ile inceledik. Örnek alacağımız çok şey var. Şehirlerimiz arasında bilgi ve kültür transferi de gerçekleştiriyoruz. Öncelikle iki şehrin dostluk ve kardeşlik ilişkisi şehrimize gelen Alman turistlerin sayısını artıracaktır. Ayrıca bize gelen her Alman turist hiç bir önyargısı olmadan geri dönecektir. Şehrimizdeki Bağdat Demiryolu ilişkileri iki milletin dostluk tarihinin en önemli izlerindendir. Torosların zirvesinde Osmanlı’nın büyük önem verdiği, Atatürk’ün kongre düzenlediği, bol oksijen arayan her insanın koşarak gelip misafirlerin en güzel şekilde kaşılandığı bir ilçe olan Pozantı’yı Margetshöchheim ile kardeş yaparken Kültür Tarihçisi Dr. Latif Çelik’e ne kadar teşekkür etsem azdır. Kendisinin her iki kültürü yakından tanımasının iki şehrin ilişki kurmasındaki önemi büyüktür. Sessiz kültür elçisi tarihçi dostumuz da eminim bu gün bizim kadar  sevinmiştir. Özellikle şehrimizi tanıtan resim sergisine Almanların büyük ilgi göstermesinden Dr. Latif Çelik’in bu ilişkideki rolünü de çok iyi anlayabiliyorum” şeklinde konuştu.

 

Belediye meclisinde son sözü alan IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik, “İki milletin kültür tarihini günümüze taşıyarak dostluğun gelişmesine katkı sağlıyoruz. Geldiğimiz ülke ile kaldığımız ülke arasında gönül köprüleri oluşturarak insanlığa katkı sağlamak herkes için önemlidir. Türklerin ve Almanların kültürel ve tarihsel izlerini takip etmeye devam edeceğiz. Almanya’da sadece kahve etrafında15 program yaptık. Şimdi ise Bağdat Demiryolu konusunu günümüze taşıyarak önümüzdeki yıllarda iki şehir arasında ilişkilerin canlanmasına katkı sağlayacağımıza inanıyorum. Pozantı belediye meclisinde oybirliği ile geçen kardeşlik ilişkisi teklifinin Margetshöchheim’li meclis üyelerince de oybirliği ile onaylanmasından büyük memnuniyet duymaktayım” şeklinde konuştu.

 

Belediye Meclisi Üyeleri daha sonra alınan dostluk ve kardeşlik ilişkisi kararını alkışlayarak karşılık verdiler. Önümüzdeki aylarda bir Alman delegasyonunun Pozantı’ya giderek şehri değişik yönleri ile incelemesi kararlaştırıldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Avrupa Türklüğüne hizmet edenlerden olan kardeşim gönüldaşım Almanyanın Osnabrück şehri Melle Türk İslam Kültür Ocağının uzun yıllar başkanılığını yaptı. Kanal Avrupa TV ‘in proğram sunucusu, yapımcısı Öztürk gazetesi yazarlarından gazeteci yayıncı arkadaşım, Mehmet Baş geçtiğimiz yıl kalp krizi sonucu hakkın rahmetine kavuşmuş bizleri sevenlerini çok üzmüştü. Kıymetli kardeşimin bizlere emanet ettiği, yetiştirdiği evladı ilim ve bilim insanı olarak Almanyada göğüsümüzü kabartıyor. Yasin Baş’ın her başarı dolu hizmetlerinde Mehmet Baş kardeşim hatırlanıyor kendisine dualar gönderiliyor. Avrupalı gençler adına bize gurur veriyor, ümit var oluyoruz. Mehmet Baş kardeşime rahmetler diliyorum. Mekanın cennet makamın ali olsun kardeşim.
 
Avrupa Türklüğüne hizmet eden değerlerimizden olan Yasin Baş' la  röportajımıza kaldığımız yerden  devam ediyoruz. Düşünen araştıran içinde yaşadığımız ülkenin hükümet yetkililerine danışmanlık yapan bizim  kıymetlimiz Yasin Baş, “gençlerimiz resmi Yetkili ve sivil kitle kuruluşumuzun yöneticileri kulak vermelerini istiyorum.
Gençler, ne yaparsanız yapın ama en iyiler arasında en iyisini, en kalitelisini yapmaya bakın."
Bir Doktor reçetesi misali bu röportajımızı gençler okumalılar.
 
 
Okuyucularımıza kendinizi tanıtırmısınız

 

1982 yılında Almanya’nın Aşağı Saksonya Eyaleti’ne bağlı Osnabrück şehrinde doğan Yasin Başyüksek lisans eğitimini Osnabrück Üniversitesinde Siyaset Bilimleri ve Tarih alanında tamamladıBir sivil toplum kuruluşunda araştırmacı olarak görevli olan Yasin Başaynı zamanda gazetecilik ve siyasi danışmanlık mesleğini de ifa ediyor. Yasin Baş çeşitliAlmanca ve Türkçe gazetedergiinternet haber sitelerinde yorum ve köşe yazıları kaleme alıyorsiyasi ve toplumsal gelişmeleri değerlendiriyorBaş’ın çeşitli AlmanAvusturyave İsviçre gazetelerinde yayınlanan yüzden fazla okuyucumektubu ve makaleleri bulunuyorMedya takibi ile de meşgulolan Başmütercimlik hizmetleri de sunuyorBaş, 2003 senesinde T.C. Hannover Din Hizmetleri Ataşeliğincedüzenlenen kompozisyon yarışmasında Aşağı Saksonya veBremen birincisi2005 yılı T.C. Berlin Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşavriliğince düzenlenen Almanya „5. ÖdüllüKompozisyon Yarışması“ Almanya birincisi oldu. 2002 ile2007 yıllarındaki üniversite tahsili esnasında Türkiye BüyükMillet Meclisi, Federal Alman MeclisiAşağı Saksonyaİçişleri Bakanlığı, IMAP Siyaset ve Şirket Danışmanlığı Merkezi gibi önemli devlet ve sivil kurumlarında stajlar yaptı. Hannoversche Allgemeine Zeitung (HAZ) ve Neue Westfälische Zeitung (NWZ) gibi Almanya’nın tanınmış gazetelerinde de stajyerlik yaparak iş deneyimi kazanmış olan Baş, siyasetçi, milletvekilleri gazeteci ve yöneticilere danışmanlık yapıyor. Yasin Baş’ın ağırlık verdiği diğer çalışma alanları Türkiye-Almanya ilişkileri, Alman medyası, ayrımcılık, ırkçılık ve İslamofobya’nın yanı sıra göç, uyum, katılım ve Almanya’daki TürklerYasin Baş’ın yurtiçinde ve yurtdışında yayınlanan birçok kitap, makale ve araştırmaları bulunuyor.

 

 

Avrupadaki Türk kuruluşlarının sosyal ve kültürel hizmetlerini yeterli buluyor musunuz?

 

Avrupa’daki Türk kuruluşlarının birçoğunun gönüllülük esasında faaliyet gösterdiklerini göz önünde bulundurursak sosyal ve kültürel hizmetleri gayet iyi olarak değerlendiriyorum. Kendi kendimize şu soruyu yöneltmemiz gerekiyor: Elimizde mevcut olan neyimiz bulunuyor, ne veriyoruz, daha doğrusu ne gibi bir yatırım yapıyoruz ve buna karşılık ne bekliyoruz? Çoğunluğunu birinci ve ikinci nesil Türk göçmenlerinin hayata geçirmiş olduğu Türk kuruluşlarımız 1970’lerin sonlarında, 1980’lerde kurulan teşkilatlardan oluşuyor. Yani demir perdenin, iki kutuplu bir dünyanın bulunduğu bir döneme tekabül ediyor bu kuruluşların inşası. Maalesef bugün tek tük de olsa, hala o zamanda ve o dünyada takılı kalıp, kendini geliştirememiş teşkilatların varlığına da şahit olabiliyoruz zaman zaman. Bunu asla küçümseme amaçlı söylemiyorum. O dernekleri kuranlara minnet borçluyuz. Ve bugün biz üçüncü ve dördüncü nesil Türkiye kökenliler olarak o babalarımızın, annelerimizin, dedelerimiz ve nenelerimizin göstermiş olduğu başarıyı, o özveriyi, o fedakarlığı ve feragatı göstermede çok daha zorlanıyoruz. O günün şartlarında o hayata geçirilen yapıları kurmak vizyonerlik ve idealizm gerektiriyorduHerkesin bir ideali, bir hedefi, bir ülküsü mevcuttu. Onbinlerin sığdığı statlar, arenalar, salonlar kolaylıkla doldurulabiliyordu. İnsanlar arasındaki bağlar, muhabbet, güven, sevgi sanki bugünkünden daha sıkı idi. O günlerde sosyal ve kültürel hizmetleri verebilecek pek çok kişi, yapı, platform da yoktu. Bugün ise çok şey değişti. Aradan neredeyse 50/60 yıl geçti. Bu süre zarfında ilk olarak teknik,medya araçları, yani televizyon, video gibi aletler yaygınlaştı. Sonra çanak antenler, Türk TV kanalları, her an ulaşılabilirliği sağlayan cep telefonları, internet, akıllı telefonlar ortaya çıktı. Bu aletlerin hepsi bir şekilde sosyal ve kültürel hizmetleri yaygınlaştırarak, medya üzerinden sunulabilir hale getirdi. Yani mevcut kuruluşların bazı sosyal ve kültürel hizmetleri teknik aletler ve o aletler üzerinden kullanılabilen bilgi taşıyıcıları tarafından sunulmaya başlandı. Dördüncü sanayi devrimi gerçekleştikten sonra, dijital dünyaya geçiş sürecinde ise bazılarına göre birçok kuruluşa artık gerek bile kalmadı. Dijital devrim ve bununla birlikte kovid-19 salgını uzaktan eğitim, uzaktan alışveriş, uzaktan sağlık, uzaktan iletişim, uzaktan turizm, uzaktan ibadet, uzaktan çalışma ve uzaktanhizmet gibi yenilikler ile günlük hayatımızın değişmesine vesile oldu. Kültürel ve sosyal hizmetler de buna dahil

 

Ayrıca üçüncü ve dördüncü neslin bu ülkede doğup, sosyalleşmesi, eğitim ve öğrenimini burada alması da sosyal ve kültürel alanda bir değişimi bir arada getirdi. Başka türlü söylemek gerekirse: Burada büyüyen insanların sosyal ve kültürel talepleri ile yurtdışından göç etmiş olan kişilerin sosyal ve kültürel talepleri arasında fark görülmeye başlandı. İlk başta bu belki fazla göze çarpmadı. Ancak ilerleyen yıllarda kültürel çatışmalara varabilen, aile arası sarsıntılar ile sonuçlanabilen sorunların çıkması ile bu daha dikkat çekici hale geldi. Benim gözlemlediğim kadarıyla üçüncü, dördüncü ve beşinci neslin mevcut Türk kuruluşları ile bir gönül bağı bulunsa bile çok sıkı kişisel bir bağı bulunmuyor. Organize edilen sosyal ve kültürel faaliyetlere katılan gençlerin sayıları malum. Dışarıya açılabilme konusunda da pek başarı elde edilmediğini gözlemliyorum. Kendimiz çalıp, kendimiz oynuyoruz” tabirini kullanırsam herhalde ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir. Yani derneklerimizde faaliyet, gayret, özveri var, kısacası hareket var ama bereket sınırlıBazı derneklerde görev almak isteyen gençlerin küstürülüp veya küsüp ayrıldığını gözlemliyoruz. Maalesef gençlere iyi örnek olmaları beklenen yetişkinler bile bu gibi sorunlar ile hem kendilerine hem mensup oldukları teşkilatlara büyük yaralar açabiliyorlar. Bazı dernekler özellikle gençlere sorumluluk vermek isterken, başka derneklerin de gelecek vaat etmeyen yaşlılar kulüplerine dönüştüğünü görebiliyoruz. Ama sonuç itibariyle derneklerimiz kendi kısıtlı imkanları ile güzel ve faydalı hizmetler sunma gayreti içerisindeler. Bu da o kısıtlı imkanlar göz önünde bulundurulduğunda takdire şayan aslında. 

 

Gençlik için ne tür hizmetler istersiniz?

 

Bunun cevabı en iyi gençler ile sohbet ederek, onları ciddiye alarak yani onlar ile aynı göz hizasında bulunarak öğrenebiliriz. Sorumluluk almak isteyen ve bilinçli gençlerin birçoğu kendilerine yukarıdan bakılmasından, onlara parmak sallayarak, akıl verircesine iletişime geçilmesinden hoşlanmıyor. Onlarla dost, arkadaş gibi geçinirsek daha çabuk yol alabileceğimizin farkına varmalıyız. Mevcut Türk kökenli teşkilatların birçoğunda gençlik kolları yapılanmaları bulunuyor. Onlar buralarda güzel faaliyetler yapıyorlar. Gezi ve aksiyon günleri düzenliyorlar, sanatsal eserler çıkarıyorlar, sportif veya kültürel organizasyonlara imza atıyorlar. Zaman zaman çevre temizliği ile ilgili güzel örneklere şahit olabiliyoruz. Yani gördüğümüz kadarıyla gençlere görevler verildiği takdirde, onların ciddiye alındığı takdirde yapıcı ve kalıcı çalışmalar ortaya koyabiliyorlar. Birçok Türk kökenli derneğin içinde bulunduğu maddi sıkıntılar da göz önünde bulundurulduğunda belki bazı hizmetler hayata geçirilemiyor. Bu sebeple bir çatı kuruluşu derneği her gence ulaşamayabilir. Hepsine ulaşması da gerekmiyor zaten. Gençlerin ilgi alanıfarklı olabilir tabi. Bazı gençler müziği beğenir ve mevcut Türk derneğinde bu alanda faaliyet olmadığı için başka bir derneğe veya arkadaş grubuna gidebilir. Hizmetler gençlerin talepleri doğrultusunda sunulursa ona göre daha fazla gence ulaşılabilir. Ancak bunun ön şartı gençler ile iletişime geçmektir. Derneklerdeki iletişim veya iletişimsizlik de şuan büyük bir sorun. Sonuç itibariyle ben hizmetler bakımında bir anket oluşturulması ve bunun gençlere dağıtılmasını, sonrasında ise bu anket sonuçlarına göre de çeşitli hizmetlerinsunulmasını önerebilirim. İletişime önem verilmeli: İletişim. İletişim. İletişim.

 

Gençlerimizin başlıca sorunları sizce nelerdir? 

 

Gençler sorunları ile de, başarıları ile de bizim gençlerimiz. Sorunları ile dertlenmek ve onlara çözüm bulmalarında yardımcı olabilmek, en azından yönlendirebilmek de bizim görevimiz olmalı. Gençlerin sorunları yaşa göre, cinsiyete göre, sosyal statüye göre, eğitim düzeyine göre, maddi durumuna göre, psikolojik ve tıbbi durumlarına göre, anne babadan aldığı örf, adet, dini ahlak veya kültüre göre değişebilir. Bu yüzden gençlerin çokça sorunu olabilir. Konuştuğum ve irtibatta olduğum gençler arasında sıkça okul, meslek eğitimi, konut yani ev bulmada ayrımcılık ve ırkçılık sorunları ile karşılaştıklarını duyuyorum. Kulağıma gelen başka sorunlar arasında ailevi sorunların olduğu, eğitimde yaşanan sorunların olduğunu duyuyorum. Bazı gençler zamanlarını nerede ve ne şekilde değerlendirebileceklerini bilmiyorlar. Bazıları mevcut teşkilatlarda kontrol altında tutulduklarını, bunu hissettiklerini ve bu sebeple artık o kuruluşlardan uzaklaştıklarını aktarıyor. Bu gençlere önce güven, sonra bir görev veya meşguliyet verilmeli. Aksi takdirde bu arayış içindeki veya ciddiye alınmayı arzu edengençler radikal grupların veya başka kötü niyetli şahıs ve organizasyonların da ellerine düşebilir. Örneğin bağlantıları yayın bir kişi gelebilir, bu gençlere bir yerlerden kaynak bulur, onlara bir dernek kurma gibi bir tavsiyede bulunur ve diğer gençler de artık o şekilde kurulan yapılara yönlendirilebilir. Bu gibi gençler devşirilmeye gayet müsait olabilirler. Diğer yandan içki, kumar ve bahis gibi sorunların da yaygınlaştığını, hatta psikolojik ve psikiyatrik problemlerin de çoğaldığını duyunca üzülüyorum açıkçası.

 

Uzun yıllar kültür hizmeti içerisindesiniz destek ve ilgi görüyor mu?

 

Bizim içinde bulunduğumuz kuruluşlar dediğim gibi fahri hizmetler sunan kuruluşlar. Profesyonel değiliz. Bunun için finansal gücümüz kısıtlı. Ancak finansal güç başarı için olmazsa olmazdır. Beyin gücü ile finansal gücü birleştirdiğiniz anda, zaten başarılı bir kuruluş olursunuz. Bizim kuruluşlardaki beyin gücü sınırlı, maddi güç ise bundan daha da sınırlı. Bu sebepten dolayı mevcut yerli kuruluşlarla kıyaslandığında fazla ilgi ve başarı beklemek de hayalcilik olur. Örneğin bazen istişare ettiğim veya görüştüğüm kişilerlobicilikten veya vakıf kurmaktan, araştırma enstitüleri kurmaktan bahsediyor. Söze gelince kolay tabi bunları kurmak. Ama örneğin Alman siyasi vakıflarının toplam yıllık bütçelerinin 600 milyon Avro olduğunu, başka bir örnek vermek gerekirse Alman televizyon vergisi üzerinden 8,1 milyar(!) Avro gelir elde edildiğini biliyor musunuz? Alman gazetelerinin sahiplerinin milyarder olduklarını belki duymuşunuzdur. Birçok Alman vakfının, ister siyasi olsun, ister özel veya şirket vakıfları, milyonlar ile desteklendiğini biliyor musunuz? Bunlar ile kıyasla Türk kuruluşları ve dernekler nasıl rekabet edebilir? Birileri şampiyonlar liginde oynuyor, diğerleri ise en alt mahalle takımında. Bu sebepten birileri diasporalobivakıf kavramını kullandığında önce bunun için nelerin gerektiğine, yani altyapılarının olup olmadığına bakmalı. Ona göre hareket etmeli. Türk işverenleri, iş adamları biraz da kazançlarını buralara yatırabilirse Almanya’daki Türklerin geleceği için hayırlı bir adım atmış olacaklar. Afiş sponsorluğunu yatırım olarak gören iş adamlarını kast etmiyorum.    

 

Cemiyet ve cami derneklerimizde vatandaşlarımızınsorunları buralarda konuşulup çözümler bulunuyor mu?

 

Cami derneklerimiz iyi ki varlar.Ancak bu dernekler insanlarımızın her sorununu çözmek için kurulmuş dernekler değil. Tüzüğünde kuruluş gayeleri ve faaliyet göstermek istedikleri alanlar yer alıyor. O işleri de çok iyi, hatta bulundukları ülkelerde en iyi yaptıklarını düşünüyorum. Son zamanlarda bunları taklit etmeye çalışan ve başka formatlara uyarlamayan çalışan suni yani yapıcık dernekler (t)üretildi. Buna da hep beraber şahidiz. Ama bu derneklerdeki gaye ve ruhun ve içindeki şahısların mevcut derneklerdeki gaye ve ruh ile farklılığı görüldüğünde her şey gün yüzüne çıkıyor zaten. Kendi sorumluluk alanındaki hizmetler açısından mevcut Türk kökenli cami dernekleri kalite bakımından üst seviyedeler. Ancak onlardan her soruna çözüm bekleme gibi bir lüks de olmamalı. Her organizasyonun, buna dini dernekler de dahil, bir sınırı var. Bu da çok normal. Herkes kendi alanında başarılı hizmet verebilse yeter. Her yere dahil olmanın veya her alanda yer almanın bir avantajı yok. Bu güç kaybına neden olur. Kuruluşlarımız kendi alanındaki işi ve hizmeti en iyi derecede sunmanın hesabında olurlarsa başarılı olurlar.  

 

Bir anınız varmı?

 

Büyük teşkilatların kurultaylarındaki eski heyecanın kalmadığını izliyorumGenel Başkanların salona yanlarındaki heyet ile girdiği eski kurultaylarda insanların ayağa kalkarak başkanların beraberlerindeki yakın çalışma arkadaşları ile birlikte yerlerini alana kadar salondaki sloganların ve tezahüratların heyecanını hiç unutamıyorum. 

 

Eklemek istediğini konu varsa yazarsan memmun olurum başkanım?

 

Birçok kişinin ‘başkan’ olabilme yarışına girdiğine şahit oluyorum. Bizim toplumumuzdaki kadar bir başkasına ‘başkanım’ diye hitap eden bir toplum bilmiyorum gerçekten. İnsan bu kadar mı ‘başkan’ olma sevdalısı olur? Bu bir hastalık haline dönüşmüş. Herkesin başkan olmak istediği için asıl hizmetler pek hedeflendiği gibi yürümeyebilir mi?Aşağılık kompleksli insanlar sürekli başkan olmak ister. Ve neredeyse herkes başkan olmak istediği için de bazı teşkilatlarda kıskançlık ve dedikodu hat safhalara çıkıyor. Bu entrikaları gören insanlar teşkilatlardan soğuyabiliyor. Bu yöneticileri biraz kendilerine çeki düzen vermeleri yönünde uyarmak istiyorum. Yöneticiler bugün varlar, yarın yoklar. Bunun bilincinde olmaları gerekir. Asıl var olan hizmet sundukları tabandır. Yöneticiler tabana efendilik yapmak için değil, onlara hizmet sunmak için, onların hizmetkarı olmak için oraya seçilirler. Taban onları o göreve layık görürse seçer. Bir yönetici bunu asla unutmamalı.

 

Yetişen gençlerimizi nasıl görüyorsunuz, onlara mesajinineler?

 

Gençlerimize tavsiyem şu yönde: Önce eğitim! İlla üniversite eğitimi de şart değil. Eskiden gençlere sürekli ‘oku da adam ol’ denilirdi. Tamam da. Okuyan gençler de maalesef işsizlik sorunları ile mücadele ediyor. Bu yüzden okumaya yatkın gençler tabi ki okutulmalı. Ancak el sanatlarına, meslek eğitimlerine ve değişik sanatlara yatkın gençler de bu alanlara yönlendirilmeli. Gençler ilgi duydukları alanların en iyisi olsunlar. Bunu başarabilirlerse zaten gerisi gelir. O takdirde, onların iş bulmak için koşturmalarına gerek kalmaz. İş yani işverenler onları kazanmak için, en iyilerini bünyelerine katmak için onların arkasından koşturur. Kısaca: Gençler, ne yaparsanız yapın ama en iyiler arasında en iyisini, en kalitelisini yapmaya bakın. 

 

Avrupa Türkleri için, dünümüzü bu günümüzü ve geleceğimizin  bir degerlendirmesini yaparmısınız?

 

Avrupa Türkleri’nin üçüncü, dördüncü ve bundan sonraki gelecek nesilleri çift dilli, çift kültürlü insanlar olarak Türkiye ve Avrupa arasında köprü görevi üstlenebilecek değerdeler. Tabi buna izin verildiği takdirde bunu yapabilirler. Şu an buna izin verilmediğini gözlemliyoruz. Şu an ‘ya sev ya terk et’ misali yani ya bizdensin ya onlardan diye bir dayatma olduğunu gözlemleyebiliyoruz Avrupa’daki Türklerin durumunu. Türkiye’yi severseniz, Türk hükümetini severseniz sorunlarınız artabiliyor ve size güven azalabiliyor. Tam tersi,Türk hükümetine düşmanca kin beslemeyi göze alırsanız sihirli kapılar açılabiliyor ve fırsatlarınız çoğalabiliyor birçok Avrupa ülkesinde. Bu doğrultuda siyaset izleyen Avrupa’nın bazı ülkelerinin bu şizofren anlayıştan vazgeçmeleri gerektiğini düşünüyorum. İnsanları kimlik ve aidiyet kavgasına sevk etmenin bir getirisi olmaz. Böylelikle o ülkeler ancak kendi ayaklarına sıkarlar ve beyin ve insan gücü kaybederler. Farklılıklarla yaşamayı ve farklılıkları değerlendirmeyi daha iyi öğrenmeleri gerekiyor bazı ülkelerin. Bu onların da çıkarına olacaktır kuşkusuz. İnsanları dini, etnik, bölgesel, mezhepsel gibi ayrıştıran yapılara bölmenin ve birbirine karşı kışkırtmanın er veya geç kendilerine zarar vereceğini de hesap etmeli bu stratejiyi siyaset haline getirenler. Farklılıkları zenginlik olarak değerlendiren ve onların potansiyellerini ülke refahı, çıkarı ve barışı için kullanan ülkeler ekonomik ve siyasal rekabetin arttığı ve daha da artacağı gelecek dönemlerde başarılı olabilirler. Rekabet yerine işbirliği iki taraf için de kazanç demektir, yani kazan-kazan (win-win) dedikleri stratejinin dikkate alınmasını öneriyor ve önemsiyorum.

Yasin efendi bize vakit ayırdınız  kıymetli bilgiler verdin çok sağ olasın teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.

 

Doğan amcam asıl ben size teşekkür ediyorum. İyiki varsın.

 

 
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) tarafından Hanau'da gerçekleşen ırkçı saldırının dördüncü yıl dönümü vesilesiyle bir anma programı düzenlendi. Programda konuşan YTB Başkanı Eren; ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve göçmen karşıtlığının Avrupa’da artamaya devam ettiğini belirterek “Birbirini anlayan, farklılıklara saygı gösteren, çeşitliliğin zenginlik olduğunu idrak eden, ayrıştırmayı ve ötekileştirmeyi reddeden bir Avrupa’yı görmeyi hepimiz istiyoruz” dedi. 
 
YTB, Almanya'nın Hanau kentinde 19 Şubat 2020'de ırkçı bir terörist tarafından şehir merkezindeki iki kafeye düzenlenen saldırı sonucunda 4'ü Türk 9 kişinin yaşamını yitirmesinin acısını unutturmamak ve Avrupa’daki vatandaşları hedef alan ırkçı saldırılara yönelik farkındalık oluşturmak için “Hanau Terör Saldırısı Dördüncü Yıl Dönümü Anma Programı” gerçekleştirdi. Program, Hanau saldırısına ilişkin fotoğraflardan oluşan sergi etkinliğinin açılışıyla başladı. Ardından saldırıda hayatını kaybedenler için Kuran-ı Kerim tilaveti yapıldı.
 

Saldırıya ilişkin kısa film gösteriminin de sunulduğu etkinlikte bir basın açıklaması tertip edildi. YTB Başkanı Abdullah Eren, Almanya Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Henning Simon, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Derya Yanık ve AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Zafer Sırakaya  ortak basın açıklaması yaparak birlik ve beraberlik mesajı verdi. 

 
Programda konuşan YTB Başkanı Abdullah Eren, Batı ülkelerinde Türklere, Müslümanlara ve azınlık gruplara yönelen saldırıların 1980’li yıllardan bu yana artan bir ivmeyle devam ettiğine dikkat çekti.  
 
 
HEPİMİZİ ÜZEN SALDIRILAR SON BULSUN 
 
Hepimizi üzen ve tedirgin eden bu saldırıların bir an evvel son bulması temennisinde bulunan Eren, “Birbirini anlayan, farklılıklara saygı gösteren, çeşitliliğin zenginlik olduğunu idrak eden, ayrıştırmayı ve ötekileştirmeyi reddeden bir Avrupa’yı görmeyi hepimiz istiyoruz” 
 
Irkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve göçmen karşıtlığının bilhassa Avrupa’da alan kazanmaya devam ettiğinin altını çizen Eren, Federal Alman Hükümeti’nin 2023 Ocak ayında açıkladığı raporu paylaştı. Eren rapora göre Almanya’da her yıl yaklaşık 22 bin aşırı sağcı saldırının gerçekleştiğini ve her 24 dakikada bir de aşırı sağcı suç işlendiğini kaydetti.
 
Kimi zaman mukaddes kitabımıza, kimi zaman kutsal değerlerimize, kimi zaman ibadethanelerimize yönelen eylem ve saldırıların “ifade özgürlüğü” adı altında savunulmaya çalışıldığını dile getiren Eren, “Faillerin çoğu zaman ‘yalnız aktör’ olarak gerçekleştirdikleri bu saldırıların ırkçı saiklerle yapıldığının yeterince dikkate alınmadığına, suçların aşırı sağ ve terör boyutlarının göz ardı edilmek istendiğine şahitlik ediyoruz. Hepimizi üzen ve tedirgin eden bu durumun bir an evvel son bulmasını temenni ediyoruz” dedi.
 
 
TÜRK DİASPORASININ DAİMA YANINDA OLACAĞIZ
 
Geçtiğimiz yılın sonunda Hessen Eyalet
Meclisi tarafından yayımlanan Hanau Araştırma Komisyonu Raporu’nın hayal kırıklığı yarattığını ifade eden Eren, “Rapora göre saldırganın bağlantıları, ilişkide olduğu kişi ve gruplarla eylemin diğer boyutları karanlıkta kalmış oldu. Saldırının tüm veçheleriyle aydınlığa kavuşturulması en büyük önceliğimizi teşkil ediyor. Dolayısıyla Almanya’daki siyasetçilere, kanaat önderlerine, karar alıcılara, medya kuruluşlarına, güvenlik birimlerine ve yargı makamına büyük bir iş düşüyor. Almanya’ya 60 yılı aşkındır her alanda önemli değerler katan, Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin başat aktörü olan Türk Diasporasının da daima yanında olacağız” şeklinde konuştu. 
 
 
ALMANYA İÇİN KAPKARA BİR GECE
 
Saldırıda vefat eden Sedat Gürbüz’ün annesi Emiş Gürbüz ise konuşmasında saldırının gerçekleştiği 19 Şubat 2020 tarihinin Almanya için kapkara bir gece olduğunu söyledi. Hanau katliamının acısını bütün dünyanın paylaştığını aktaran Gürbüz, “19 Şubat 2020 bizim için kapkara bir geceydi. Alman devleti için de hiçbir zaman temizlenmeyecek kapkara bir gecedir. Ben her gün, gün sayıyorum.  Benim evim takvim kağıtlarıyla dolu. Bugün 1463 gün oldu. Ben çocuklarımı görmüyorum. 48 ay, 4 sene. Benim özlemim çok büyük. Neden bu ırkçılık 40 yıldır hala devam ediyor? Neden durmuyor? Neden biz anne, babalar; evlatlarımızı, kardeşlerimizi bu şekilde kaybediyoruz? Artık yeter” diye konuştu. 
 
 
ADALETİN YERİNİ BULMASINI İSTİYORUZ
 
Dört yıldır Almanya toplumundan da kendilerine destekler geldiğini vurgulayan Gürbüz, aileler olarak sadece olayın aydınlanmasını istediklerini belirterek şunları kaydetti; “Adaletin yerini bulmasını istiyoruz. Bu çocuklar hiç yere yok edildi. Benim çocuğumun hayalleri vardı. Evlenmek istiyordu. Aile kurmak istiyordu. Baba olmak istiyordu. Bütün bebeklik kıyafetlerini kaldırmıştım. Torunlarıma giydirecektim. Maalesef bunu tahmin edemezdim. 54 yıldır Almanya’da yaşıyorum. Benim çocuklarım Almanya’da doğup, büyüdü. Oraya aitler.”
 
Olayın olduğu şehirde anıt yapılmadığının altını çizen Gürbüz, “Biz aileler, oraya bir anıt istiyoruz. Bu çocuklar unutulmasın diye anıt istiyoruz. Nesiller bu hikâyeyi öğrensin, bilsin diye anıt istiyoruz. Fakat belediye hala duyarlı davranmıyor” şeklinde konuştu. 
 
 
BİRÇOK EYALETTE IRKÇI PARTİLER BİRİNCİ PARTİ OLACAK 
 

AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Zafer Sırakaya ise Hanau saldırısı ile bir kez daha Avrupa’nın yüzleşmekte olduğunu ırkçılık virüsü ile karşı karşıya kaldıklarını belirtti. Avrupa’nın birçok ülkesinde ırkçı siyasi partileri kendilerine temel alan yapıların yükselişte olduğu bir dönem yaşandığını sözlerine ekleyen Sırakaya, son beş yılda ırkçı saldırıların yüzde 500 arttığı bir Avrupa’dan bahsedildiğini anlattı. Almanya’da birçok eyalette ırkçı partilerin birinci parti olacağını söyleyen Sırakaya, “Almanya, Fransa ve Hollanda başta olmak üzere ırkçı partilerin kuruluşlarını konuştuğumuz ortamdan, bugün artık ırkçı partilerin ilgili ülkelerde iktidarı devralabileceklerinin yüksek sesle konuşulduğu bir süreci yaşıyoruz” dedi. 

 
DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDAKİ VATANDAŞLARIMIZIN YANINDAYIZ 
 
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Derya Yanık da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde dünyanın her tarafındaki vatandaşlara “yalnız değilsiniz” mesajı verdiklerini söyledi. Irkçılığın bizden ziyade Almanya açısından daha büyük bir sorun olduğunu kaydeden Yanık, “Ekonomik, sosyal ve kültürel katkısı çok yönlü olan Türk toplumuna yönelik ırkçı saldırıların devam edebiliyor olması bizim açımızdan bir sorun ama daha büyük sorun Almanya açısından. Eğer Almanya ırkçılık ve islamafobi ile mücadele etmezse, sebeplerini ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için gerekli tedbirleri almazsa sorunu daha da derinleştirir” dedi. 
Alman toplumunun büyük bir kısmının bu ırkçı ve faşist saldırıları onaylamadığını vurgulayan Yanık, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu olarak Avrupa’da artan İslamafobi ve ırkçılık olaylarının sebep ve sonuçlarını incelemek ve Türk toplumu ile buluşmak üzere çalıştıklarını dile getirdi. 
 
 
HANAU’DAKİ SALDIRI MÜNFERİT BİR OLAY DEĞİL 
 
Almanya Büyükelçiliği Elçi Müteşarı Henning Simon, Ankara’daki Alman Büyükelçiliği Müsteşarı olarak Hanau’daki korkunç saldırının dördüncü yıldönümü nedeniyle bugün büyük bir üzüntü hissettiğini belirterek konuşmasına başladı. Hanau’da yaşananların kendilerini dehşete düşürdüğünü anlatan Simon, “Bu hunharca saldırı on kişiyi aramızdan kopardı ve toplumumuzun kalbinde derin bir yara açtı. Hanau’daki saldırı münferit bir olay olmayıp, nefret suçlarındaki endişe verici gelişmelerin bir parçasıydı. Failin içine nefret ve ötekileştirme duyguları işlemişti. Hanau’da hayatını kaybedenler her türlü radikalizm ve ırkçılığa karşı birlikte hareket edilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır” dedi.
 
 
ÇOK FAZLA DEZENFORMASYON YAŞANDI 
 
Saldırının yaşandığı anda bölgeye giden ilk gazetecilerden olan Sabah Gazetesi Almanya Temsilcisi İsmail Erel'de olayın medya boyutunu anlattı.  Bölgede ilk anda yapılan anonsların aksine olayın çok daha büyük bir saldırı olduğunu gördüklerini söyleyen Erel, olayla ilgili ilk saatlerde çok fazla dezenformasyon yaşandığını kaydetti. İlk olarak çete ve PKK olayları olduğu yönünde haberler yapıldığını aktaran Erel, polisten bilgi alamadıklarını ve polisin dezenformasyonu baştan itibaren tetiklediğini dile getirdi. Resmi makamların açıklamalarının aileleri hayal kırıklığına uğrattığını söyleyen Erel, “Hiç silah sahibi olmaması gereken, psikolojik rahatsızlığı olan saldırganın silah sahibi olmasının açıklanabilir bir tarafı yok. Bu apayrı bir skandaldır” dedi.
 
 

 

Nürnberg’de faliyet gösteren Türk Eğitim ve Kültür Derneği (TEK-DER) tiyatro ekibi tarafından, ‘Zaferin Yolunda 30 Ağustos’ adlı iki bölümden oluşan müzikli oyun sahneye konuldu. Hasan Polat’ın yazıp yönettiği oyunun ışık düzenini Erhan Düdükçü yaptı.
Tek-DER salonunda, saygı duruşu ve istikal marşının okunmasının ardından başlayan oyunda Fatma Gül Polat, Çağla Düdükçü, Gülsen İşbilir, Cenkay Sezer, Okan Alper ve Sevilay Süleymanoğlu rol aldı. Oyunda, Yemen türküsü ile Nasir Turunc ve Davet  Şiiri ile Mehmet Akçay renk kattı.

 

Müzik dinletisinin yer aldığı ikinci bölümde, Tek-Der koro şefi Sinan Aytan yönetiminde Samet Durmuş, Onur Öğe, Ali Aytan müzisyen ekibinden oluşan sazlar eşliğinde, solist Devrim Seven okuduğu Atatürk’ün sevdiği şarkı ve türküleri dinleyen davetliler duygulu anlar yaşadı.
Hasan Polat, “Büyük taaruz ve 30 Agustos zaferine giden yol ile İzmir in kurtuluş sürecindeki gelişmeler anlatıldı. Askerlerin savaştaki kahramanlık hikayeleri canlandırıldı. Bu günü yaşıyorsak, o günlere borçlu olduğumuz vurgulandı.Halkımızın Cumhuriyet ve onun kazanımlarına sahip çıkması en büyük dileğimiz” dedi.


Tek-Der Kültür ve Sanat sorumlusu ve Tek-Deer koro şefi Sinan Aytan’da “Kültür, eğitim müzik ve sosyal ağırlıklı çalışmalarla bir kurum olarak hizmet vermeye devam eden Tek-Der,Nürnberg kültür hayatının canlanmasına büyük bir katkı sunuyor” dedi.

 

İlhan BABA - Nürnberg

 

 

 

 

 

 

 

 

Bayerns Innenminister Joachim Herrmann lobt internationale Fachmesse "Enforce Tac" in Nürnberg: Hochspezialisiertes Angebot für Sicherheitsthemen wichtiger denn je - Verstärkung der Bayerischen Polizei

 

Bayerns Innenminister Joachim Herrmann hat sich heute bei einem Rundgang ein Bild von der „Enforce Tac“ gemacht, der Fachmesse für Behörden mit Sicherheitsaufgaben und Streitkräfte. Sie findet vom 26. bis zum 28. Februar in der Nürnberg Messe statt. „Angesichts der weltweiten Krisen und Bedrohungen ist die ,Enforce Tac‘ mit ihrem hochspezialisierten Angebot für Sicherheitsthemen wichtiger denn je“, lobte Herrmann. „Dass die ,Enforce Tac‘ dieses Jahr erstmalig dreitägig und mit mehr als 600 Ausstellern größer als sonst ist, verdeutlicht die wachsende Bedeutung.“ Entwickler und Hersteller leistungsfähiger Sicherheitstechnologie sind nach Herrmanns Worten für die innere und äußere Sicherheit unverzichtbar. 

Der Innenminister hob hervor, dass Bayern bereits seit vielen Jahren Spitzenreiter unter den Bundesländern bei der Inneren Sicherheit ist. Das sei insbesondere auch auf die erhebliche Verstärkung der Bayerischen Polizei zurückzuführen, personell und hinsichtlich der Ausstattung. „Von 2008 bis 2023 haben wir die Bayerische Polizei mit insgesamt 8.000 zusätzlichen Stellen verstärkt“, erklärte Herrmann. Das sei deutschlandweit einmalig. Aktuell verfüge die Bayerische Polizei über mehr als 45.000 Stellen, eine neue Höchstmarke im Stellenbestand. Bis 2028 soll die Bayerische Polizei laut Herrmann um weitere 2.000 Stellen auf dann insgesamt rund 47.000 Stellen ausgebaut werden.

Dazu kommen massive Investitionen im Sach- und Bauhaushalt, wie der Innenminister deutlich machte. Dafür standen vergangenes Jahr rund 609 Millionen Euro zur Verfügung, ebenfalls ein Rekordwert. Beispielsweise investierte der Freistaat in Polizeidrohnen sowie in die weitere Digitalisierung der Bayerischen Polizei, Stichwort „digitaler Streifenwagen“ mit hochmodernem Infotainment-System, das wichtige Einsatzmittel digital verknüpft.

Als „technologischen Quantensprung“ bezeichnete Herrmann die acht neuen Polizeihubschrauber des Herstellers Airbus Helicopters vom Typ H145 D3 in der modernsten Fünfblattversion für insgesamt rund 145 Millionen Euro. Die Lieferung der ersten Maschine mit kompletter Polizeiausstattung ist für Mitte 2024 geplant. Bis Mitte 2025 sollen alle acht neuen Hubschrauber der Hubschrauberstaffel zur Verfügung stehen. Die neuen Polizeihubschrauber können mit bis zu acht Personen doppelt so viele als bisher transportieren, beispielsweise Einsatzkräfte des Spezialeinsatzkommandos oder auch Verletzte. Neben einer größeren Kabine verdoppelt sich die mögliche Zuladung und es erhöht sich die Reichweite. „Wir werden auch in den kommenden Jahren kräftig in die Ausstattung der Bayerischen Polizei investieren“, kündigte Herrmann an.  

 

Die AOK setzt auf Entlastung von Versicherten: Seit Anfang dieses Jahres verzichtet die AOK in Würzburg auf die Genehmigung von Erst- und Folgeverordnungen im Bereich Rehasport und Funktionstraining. Künftig können Betroffene das Angebot direkt bei anerkannten Leistungserbringern in Anspruch nehmen. „Damit entlastet die AOK ihre Versicherten und trägt zudem ein Stück weit zum Bürokratieabbau im Gesundheitswesen bei“, sagt Martina Burkard, Beiratsvorsitzende bei der AOK in Würzburg. Zuletzt verzeichnete die AOK Bayern rund 30.000 Anträge für Rehasport und Funktionstraining.

 

Unterschied zwischen Rehasport und Funktionstraining

Für Menschen mit chronischen Erkrankungen oder körperlichen Einschränkungen können Rehasport oder Funktionstraining ein wichtiger Baustein sein, um das Wohlbefinden zu stärken und aktiver am Leben teilzuhaben. Rehasport und Funktionstraining sind zwei Arten von unterstützendem Bewegungssport. Der wichtigste Unterschied zwischen beiden liegt darin, dass das Funktionstraining speziell darauf abzielt, die Fähigkeiten für Menschen mit chronischen Erkrankungen für den Alltag zu verbessern, während Rehasport sich auf die allgemeine körperliche Fitness konzentriert. Beim Rehasport steht der Sport im Mittelpunkt. Das Funktionstraining hingegen arbeitet mit Therapiemitteln auf physiotherapeutischer und ergotherapeutischer Ebene.

 

Ärztliche Verordnung notwendig

Sowohl der Rehasport als auch das Funktionstraining finden in Gruppen statt, gemeinsam mit anderen Betroffenen. Sie arbeiten mit unterschiedlichen Mitteln, doch einen Zweck haben beide gemeinsam: Sowohl beim Rehasport als auch beim Funktionstraining ist das langfristige Ziel stets, dass man das Erlernte weiterverfolgt, also nach der Maßnahme möglichst selbständig durchführt. Der gemeinsame Sport in der Gruppe und das Austauschen von Erfahrungen mit anderen Menschen mit Beeinträchtigungen kann dabei zusätzlich motivieren. Rehasport und Funktionstraining werden von der Ärztin oder vom Arzt verordnet. Die Verordnung geben Versicherte direkt bei der anerkannten Rehasport- bzw. Funktionstrainingsgruppe ab und können so umgehend mit den Übungseinheiten starten. 

 

İSTANBUL (AA) - İsrail’de Kadının Statüsünü Geliştirme Bakanı May Golan, ülkesinin zorla aç ve susuz bırakarak insanlık felaketine sürüklediği Gazze Şeridi’nde neden olduğu "yıkımdan gurur duyduğunu" belirtti.

Golan, İsrail Meclisinde yaptığı konuşmada, ülkesinin Gazze’deki saldırılarını savundu.

 

"Ben şahsen Gazze’nin yıkımından gurur duyuyorum." diyen Golan, "Bundan 80 yıl sonra bile her bebek torunlarına Yahudilerin yaptıklarını anlatacak." ifadelerini kullandı.

İsrail 7 Ekim 2023'ten beri yaklaşık 2,3 milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze Şeridi'ne hava, kara ve denizden saldırılarını sürdürüyor.

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda en az 12 bin 660’ı çocuk, 8 bin 570’i kadın olmak üzere 29 bin 313 Filistinli öldürüldü, 69 bin 333 kişi yaralandı.

Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

 

Hava, kara ve denizden düzenlenen saldırılar nedeniyle Gazze'de 1,9 milyon Filistinli de yerinden oldu.

İsrail'in engellemeleri nedeniyle bölgeye yeteri kadar yardım da ulaştırılamıyor. Filistinliler bir taraftan İsrail saldırıları diğer taraftan da her gün daha derinleşen açlıkla mücadele ediyor.

 

İSTANBUL (AA) - Türkiye'de geçen yıl güneş enerjisi kapasitesinin, hibrit santrallerin katkısıyla rüzgar enerjisi kapasitesini geride bıraktığı hesaplandı.

Uluslararası enerji düşünce kuruluşu Ember'in, Türkiye'deki hibrit güneş enerjisi santrali kurulu gücü, proje stoku ve tahsis edilen şebeke kapasitesini incelediği analizine göre, ülkenin enerji hedeflerini gerçekleştirmede güneş enerjisi önemli rol oynayacak.

Geçen yıl sonu itibarıyla güneş enerjisi, Türkiye'de üretim yapan ve planlama aşamasındaki 240 hibrit santralin tamamının yardımcı enerji kaynağı olarak öne çıktı.

 

Mevcut durumda, hibrit santrallerdeki toplam 510 megavatlık güneş enerjisi kapasitesi, Türkiye'nin toplam güneş kapasitesinin 12,2 gigavata ulaşmasını sağladı. Böylece, güneş enerji kapasitesi rüzgar enerjisini geride bıraktı.

Hibrit santrallerde ana kaynak olarak rüzgar enerjisi ön plana çıkarken, 14 rüzgar enerjisi santrali Türkiye'deki tüm hibrit santral kapasitesinin yüzde 63'ünü oluşturuyor.

Hidroelektrik, 80 megavatlık yardımcı kaynak güneş enerjisi santraliyle rüzgarın ardından ikinci sırada geliyor ve bu kapasitenin tamamı, ülkedeki tek hidroelektrik-güneş hibrit santrali olan Aşağı Kaleköy Hidroelektrik Santrali'nde bulunuyor; geriye kalan 110 megavatlık hibrit güneş kapasitesi ise diğer ana enerji kaynaklarına sahip santrallerde yer alıyor.

 

Rapora göre, Türkiye'nin 80 gigavatlık yüzer güneş enerjisi santrali potansiyeli olmasına rağmen, henüz herhangi bir yüzer güneş enerjisi santrali devreye alınmadı.

Barajlı santrallerde hali hazırda şebeke altyapısının bulunması ve uygun arazi gereksinimi olmadan rezervuar üzerine yüzer güneş enerjisi santrali kurulabilmesi, bu tesisler için büyük avantajlar olarak öne çıkıyor. Su yüzeyine kurulan paneller buharlaşmayı azalttığından, depolanan su hidroelektrik üretimi için daha verimli kullanılabiliyor ve suyun soğutucu etkisi ise panellerin üretim verimliliğini artırıyor.

Hibrit santralleri de göz önüne alan bir enerji stratejisinin Türkiye'nin 2035'e kadar 53 gigavat güneş enerjisi kapasitesi hedefine ulaşmayı kolaylaştıracağı öngörülüyor.

 

Ember Bölge Lideri Ufuk Alparslan, rapora ilişkin değerlendirmesinde, hibrit santrallerin güneş enerjisi kapasitesinde önemli bir paya ulaştığını belirterek, "Bu nedenle, söz konusu santrallerin artık resmi istatistiklerde de yer almaları gerekiyor. Bunun yanında, devlete ait çok sayıda barajlı hidroelektrik santrali güneş enerjisi potansiyeli yüksek illerimizde bulunuyor. Yalnızca Atatürk Barajı'nın yüzde 3'lük bir kısmına panel kurulması halinde bile 2 gigavatlık yüzer güneş enerjisi santrali potansiyeli ortaya çıkıyor. Dünyanın en büyük yüzer güneş enerjisi santrali Türkiye’de kurulabilir. Özellikle devlete ait barajlı hidroelektrik santrallerde büyük ölçekli yüzer güneş santrallerinin kurulabilmesi için Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları benzeri ihalelerin düzenlenmesi gerekiyor." ifadelerini kullandı.

 

ANKARA (AA) - Avrupa Parlamentosu (AP) Güvenlik ve Savunma Alt Komitesinin (SEDE) 2 üyesinin kişisel telefonlarında casus yazılım tespit edildi.

AP Sözcü Vekili Delphine Colard, AA muhabirine yaptığı yazılı açıklamada, Komite üyelerinin siber güvenliğini sağlamak için gerçekleştirilen taramalarda SEDE'nin 2 üyesinin kişisel telefonlarında casus yazılım bulunduğunu teyit etti.

 

Colard, "Söz konusu jeopolitik bağlamda ve SEDE tarafından takip edilen dosyaların niteliği göz önüne alındığında, bu alt komite üyelerinin ve çalışmalarını destekleyen personelin cihazlarına özel bir dikkat gösterilmektedir." ifadesini kullandı.

Casus yazılım saldırılarının arkasında kimin olduğuna dair bilgi vermeyen Colard, "Faaliyetin doğası gereği AP'nin güvenliği, siber güvenlik konuları veya bu özel prosedürde kullanılan araçlar hakkında daha fazla yorum yapmıyoruz." açıklamasında bulundu.

Colard, 2 komite üyesinin telefonlarında casus yazılım izlerinin tespit edilmesinin ardından tüm üyelere teknolojik cihazlarını taramadan geçirmeleri çağrısında bulunulduğunu aktardı.

 

- Nisan 2022'den beri 250'den fazla milletvekilinin cihazı tarandı

AP Başkanı Roberta Metsola, Mart 2022'de ilk kez bazı milletvekillerinin cihazlarında casus yazılım bulunmasının ardından tüm AP üyelerine kişisel telefon ve bilgisayarlarında casus yazılım taraması yapma imkanı sundu.

Bu kapsamda ilk kontroller, Nisan 2022'de başlarken şimdiye kadar 250'den fazla AP üyesinin cihazlarına yönelik 500'den fazla tarama yapıldı.

 

Prosedüre göre kişisel cihazında olası tehlike unsuru tespit edilen AP milletvekilinin rızasıyla siber güvenlik servisleri tarafından derinlemesine analiz gerçekleştiriliyor ve ardından milletvekili süreçle ilgili bilgilendiriliyor.

Casus yazılım saldırısıyla karşı karşıya kalan SEDE üyeleri, Aralık 2023'te Hindistan, İsrail ve işgal altındaki Filistin topraklarını ziyaret etmişti.