Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

KONYA (AA) - SAVAŞ GÜLER - Böbreğini etkileyen rahatsızlığına rağmen pes etmeyip hazırlandığı Dünya Gençler Kick Boks Şampiyonası'nda altın madalya kazanan milli sporcu Neris Zeynep Karadağ, olimpiyatlarda Türkiye'yi temsil etmek istiyor.

Küçük yaşta kick boksa yönelen 19 yaşındaki Karadağ, katıldığı iki Türkiye Kick Boks Şampiyonası'nda derece elde etti.

Azmi ve çalışkanlığıyla dikkati çeken Karadağ, antrenmanları sırasında rahatsızlanınca hastaneye başvurdu.

Geçen yılın başlarında çekilen tomografide, nadir görülen "Nutcracker Sendromu" teşhisi konulan genç sporcunun, kalp aort damarıyla böbrek toplardamarı arasına sıkışan bir damarın, sol böbreğine zarar verdiği görüldü.

Sporu bırakmak yerine daha çok hırslanarak, doktor ve antrenörlerinin gözetiminde antrenmanlara devam eden Karadağ, 30 Eylül-8 Ekim'de İtalya'da düzenlenen Dünya Gençler Kick Boks Şampiyonası'nda altın madalya alarak, Türkiye'nin gururu oldu.

Ülkeye döndükten sonra başarılı bir operasyonla sağlığına kavuşan ve eski gücüne ulaşmaya çalışan Karadağ'ın hedefi, yeni şampiyonluklar elde etmek.

- "Hastalığın beni durdurmasına izin vermedim"

Yaşadığı süreci AA muhabirine değerlendiren milli sporcu Karadağ, her şey istediği gibi ilerlerken bir anda ilk başta tanısı konulamayan hastalığa yakalandığını bu süreçte, fiziksel ve mental olarak yıprandığını söyledi.

Güçten düştüğü için çift idman yapmak zorunda kaldığını ifade eden Karadağ, "Hastalığın beni durdurmasına izin vermedim. Süreci çift antrenmanla atlatırım diye düşündüm. Spor hayatıma doktorların gözetiminde devam etmeye başladım. Geçen yılın başlarında hastalığın tanısı konduktan sonra doktorlar spora ara vermem gerektiğini söyledi." dedi.

Bu duruma çok üzüldüğüne değinen Karadağ, arkadaşları ve antrenörleriyle vedalaşmak için spor salonuna gittiğini belirterek, şöyle konuştu:

"Salondan çıkarken arkama dönüp baktım. Bütün hayallerim ve emeklerim buradaydı. Bırakıp gidemeyeceğimi anladım. Çünkü kendime söz vermiştim. Dalgalandırılacak bir bayrak, okutulacak bir İstiklal Marşı vardı. Ertesi gün yine spor salonuna gelip antrenmanlara başladım. Hocalarım sağlığımın daha önemli olduğunu söyleyip bana kızdı. Ancak hastalığın benden daha güçlü olmadığını düşünerek spora devam ettim. Salon bana çok iyi geliyordu. Yılmadan çalıştım. Ailem ve hocalarım bu süreçte bana çok destek oldu. İtalya'da düzenlenen Dünya Gençler Kick Boks Şampiyonası'na hazırlandım. Göğsümde gururla taşıdığım ay yıldızlı bayrağı en iyi şekilde temsil edip dünya şampiyonu olma şerefine nail oldum."

- "Daha kazanılacak nice madalyalar var"

Karadağ, başarılı geçen ameliyatın ardından, eski gücüne kavuşmak için çok çalıştığını aktardı.

Sporla daha hızlı toparlandığına dikkati çeken Karadağ, "Herkes sporun hastalık sürecini daha kötü etkileyeceğini düşünmüştü. Ancak doktorlar bile şaşırdı. Çünkü spor beni hem fiziksel hem de mental anlamda güçlendirdi. Önümdeki şampiyonalara hazırlanmaya başladım. Bundan sonraki hedeflerim, daha fazla çalışıp, olimpiyat seviyesinde ülkemi temsil etmek ve Türkiye'ye daha fazla altın madalya getirmek. Elimden geldiğince vatanıma daha fazla hizmet etmek istiyorum. Daha kazanılacak nice madalyalar var." değerlendirmesinde bulundu.

AMSTERDAM (AA) - Hollanda Eczacılar Birliği (KNMP), 2022'de ilaç tedarik sıkıntısının bir önceki yıla göre yüzde 50 arttığını bildirdi.

KNMP'den yapılan yazılı açıklamada, 2022'de yıl boyunca farklı ilaç türlerinde 1514 kez “tedarik sıkıntısı” yaşandığı ve bunun 2021'e göre yüzde 50 artış anlamına geldiği bildirildi.

Ülkede bir ilaçta "tedarik sıkıntısı" olduğunu belirtmek için en az 14 gün raflarda bulunamaması gerekiyor. Tedarik sıkıntısının 2022 genelinde ortalama 91 gün sürdüğü belirtilen açıklamada, yıl boyunca problemin yüzde 32 üretim eksikliği, yüzde 33 dağıtımın aksaması, yüzde 14 kalitenin yetersizliği ve yüzde 12 arzın artmasından kaynaklandığı ifade edildi.

Açıklamada, en çok aranan ilaçların merkezi sinir sistemini uyaran metilfenidat haplar, ürik asit düzenleyici benzbromaron tabletler, oksitosin içeren şuruplar, epilepsi tedavisinde kullanılan clobazam etken maddeli haplar ve göz damlaları olduğu bilgisine yer verilerek, ilaç tedarikindeki sıkıntıların genellikle üreticilerden kaynaklandığı aktarıldı.

- "Hollanda, ilaç tedarikinde Çin, Hindistan gibi uzaktaki Asya ülkelerine bağımlı durumda"

Açıklamada görüşlerine yer verilen KNMP Başkanı Aris Prins, "Hükümet, yeni yıldan itibaren ilaç toptancılarından ekstra stok yapmalarını istiyor. Bu, çok gerekli çünkü hastalar, eczacılar ve diğer sağlık çalışanları, her gün ciddi sayıda sıkıntıyla karşılaşıyor." ifadesini kullandı.

İlaç tedarikindeki sıkıntıların, 2022'de bir önceki yıla göre yüzde 50 artmasını "alarm verici" olarak nitelendiren Prins, ülkedeki yaklaşık 2 bin eczacının mesailerinin neredeyse yarısını ilaç tedariki, muadil ilaç bulma veya benzer etken maddelerden ilaç yapmaya çalışarak geçirdiğine dikkati çekti.

Prins, "Hollanda, ilaç tedarikinde Çin, Hindistan gibi uzaktaki Asya ülkelerine bağımlı durumda." bilgisini paylaşarak, bu durumun Hollanda’yı savunmasız hale getirdiğini vurguladı.

Sağlık ve Gençlik Bakım Müfettişliğinden (IGJ) yapılan açıklamada, 1 Ocak'tan itibaren yürürlüğe giren düzenlemeyle ilaç tedarikçileri ve toptancılarının yeterli ilaç stokuna sahip olup olmadığına ilişkin IGJ'nin inceleme yapacağı bildirilmişti.

Manchmal freuen sich Planer, wenn sie in die Zukunft blicken und
Auswirkungen ihrer Projekte bereits bei der Planung sehen können.
Würzburg schafft jetzt zumindest für das Stadtgebiet selbst die
Möglichkeit dazu. Mit dem digitalen Zwilling der Stadt lassen sich
ganze Straßenzüge erbauen, aber auch neue Gebäude oder Straßenplanungen
simulieren.

Ein Beispiel: Üppige Grünstreifen mit großen Laubbäumen zieren die
beide Seitenstreifen der Nürnberger Straße. Die Grünstreifen trennen das
graue Band der Straße von den grün gesäumten großzügigen Fahrradwegen.
Die früher wenig einladende Pendlerstraße ist zu einer Verkehrsstraße
geworden, auf der alle Verkehrsteilnehmer bedacht werden.

Aus dieser Planung ist inzwischen Wirklichkeit geworden. Allerdings
entstanden die ersten Skizzen dazu auf dem Reißbrett der Würzburger
Straßenplaner im Fachbereich Tiefbau – und heutzutage vor allem im
Computer. Denn für die Kommunikation der Sanierung der Nürnberger Straße
in den vergangenen Jahren wurde erstmals ein digitaler Zwilling der
Stadt Würzburg herangezogen.

Ein digitaler Zwilling ist quasi ein digitaler dreidimensionaler
Nachbau der Stadt mit allen Gebäuden, Brücken, Parkanlagen,
Fußgängerzonen – aber auch Parkbänken und anderen Kleinigkeiten.
Planungen wie neue Gebäude oder ganze Straßengestaltungen können wie
Bausteine in die 3D-Simulation eingefügt und ihre Wirkung begutachtet
werden.

Bislang existiert dieser digitale Zwilling Würzburgs erst in
Teilstücken, wie Annett Heusinger aus der Abteilung Geodaten und
Vermessung erklärt. „Ziel ist es, nach und nach die gesamte Stadt als
virtuelle Stadt darzustellen“, so Heusinger. Davon profitieren die
städtischen Planer, aber auch die Architekten und Investoren, die
sich ein Bild ihrer Projekte in virtueller Realität anschauen können,
noch bevor überhaupt ein Grundstein gelegt wurde.

Vorteile bietet diese 3D-Visualisierung aber auch für die Würzburger
Bürgerinnen und Bürger, die die verschiedenen Gassen und Gässchen
erkunden wollen, oder ehemalige Würzburgerinnen und Würzburger, die ihre
Erinnerungen bei einem Spaziergang durch die virtuelle Heimatstadt
aufleben lassen wollen. Oder aber auch für Touristen, die vor einem
Besuch in Würzburg die Stadt erkunden wollen.

Neben der Nürnberger Straße, die nur zu Testzwecken während der
Bauarbeiten in der realen Straße simuliert wurde, wurde bisher die
Eichhornstraße mit Bäumen, Mülleimern, Passanten und Zugvögeln digital
modelliert. Dieser im Rahmen des Förderprojekts „Stadtlabore“ im
Auftrag des Fachbereichs Wirtschaft, Wissenschaft und Standortmarketing
erstellte Teil des digitalen Zwillings wurde für jedermann zugänglich
ins Bürger-GIS, wie sich der von der Stadt Würzburg entwickelte
interaktive Stadtplan nennt, auf der Homepage der Stadt Würzburg
eingestellt. So kann man jetzt schon zwischen Marktplatz und
Kardinal-Faulhaber-Platz hin- und herflanieren, auch wenn das virtuelle
Spaziervergnügen bislang kurz ist. Denn zu beiden Seiten der
Eichhornstraße endet das Modell derzeit noch in Grau. Hier sollen dann
bald die nächsten Teile der Stadt mit Marktplatz, Rathaus oder Alter
Mainbrücke anschließen.

Begonnen hat das Projekt des digitalen Zwillings in einer Kooperation
der Stadt mit der Hochschule für angewandte Wissenschaft und wurde
während der Corona-Zeit weiterentwickelt. „Das Know-How ist bei uns
vorhanden und wir haben die nötigen Daten, da haben wir gesagt –
versuchen wir’s“, so Heusinger mit einem Augenzwinkern. Als erste
Grundlagen griff Heusingers Abteilung auf die bereits existierenden
Luftbilder der Stadt zurück wie auch auf Bilder eigener Befliegungen mit
einer Drohne. Und natürlich auf die von der Abteilung erarbeitete
Geodateninfrastruktur mit zahlreichen Digitalisierungen von vorhandenen
Gebäudedaten. Auch Daten der anderen städtischen Abteilungen, wie
Stadtplanung oder das Baumkataster des Umweltamtes werden für die
Erstellung des Digitalen Zwillings herangezogen. Dabei ist es nicht
einmal so wichtig, dass die Daten tagesaktuell sind. Denn die Stadt an
sich verändert ihr Gesicht wenig, weiß Heusinger.

Aus den ersten technischen Versuchen ist inzwischen ein ausgereifter
automatisierter Prozess geworden. So lassen die Mitarbeiterinnen und
Mitarbeiter des Fachbereichs Tiefbau auf ihren Dienstfahrten durch die
Stadt ihre Smartphones die Würzburger Straßen fotografieren. Zurück im
Büro werden die Bilder dann vom Computer ausgelesen und automatisch
auf die bereits vorgefertigte 3D-Struktur der Umgebung virtuell
„aufgeklebt“ und angepasst. Auch mit Schrägbefliegung der Stadt will
man weitere Bereiche erfassen. Dabei werden Luftaufnahmen von Würzburg
aus einem schrägen Winkel gemacht, so dass man die Gebäudestruktur der
Häuser daraus errechnen kann.

So entsteht derzeit Stück für Stück ein digitales Abbild der Stadt
Würzburg, das zum einen für verwaltungsinterne Planungs- und
Simulationszwecke genutzt werden kann, sowie für Bürgerinnen und Bürgern
wie auch Touristinnen und Touristen, um die Stadt einfach mal zu
erkunden und die schönsten Orte bereits zu testen, bevor man sie
vielleicht in Wirklichkeit besucht.

Und für die Straßenmeister der Stadt Würzburg hat diese Dokumentation
einen zusätzlichen Vorteil. Denn mit Hilfe der Bilder lässt sich auch
der Zustand der Straße kontrollieren: Im Anschluss an jede Fototour kann
man am Bürorechner auslesen, wo sich gefährliche Schlaglöcher auf
Würzburgs Straßen befinden. Reparaturteams können damit frühzeitig
und noch gezielter eingesetzt werden.

Info: Der digitale Zwilling der Eichhornstraße kann auf der Homepage
der Stadt Würzburg unter der Adresse https://geostadtplan.wuerzburg.de
im Bereich Stadtmarketing & Wirtschaft getestet werden.

 

 

Der Blick auf die Festung von der alten Mainbrücke aus. Bild: Stadt Würzburg

 

 

 

 

Der „Gelbe Schein“ für gesetzlich Krankenversicherte hat ausgedient. Seit Januar ersetzt die elektronische Krankschreibung (eAU) vollständig die bisherige Krankmeldung auf Papier. Damit entfällt jetzt auch die Zustellpflicht an den Arbeitgeber. „Bislang bestand die Krankmeldung aus mehreren Durchschlägen – jeweils für den Arbeitgeber, den Versicherten und die Krankenkasse“, so Alexander Pröbstle, Direktor von der AOK in Würzburg. Mit der eAU wird die Meldung direkt von der Arztpraxis verschlüsselt an die Krankenkasse gesendet. Dadurch erübrigt sich für die Versicherten die Zustellpflicht an die Kasse und ebenso die Zustellpflicht an den Arbeitgeber. Dieser ruft die AU-Daten dann direkt bei der Krankenkasse ab. „Die Übermittlung per Knopfdruck entlastet die Patienten, die sich so voll auf ihre Genesung konzentrieren können“, so Alexander Pröbstle. Zudem vereinfacht und beschleunigt der digitale Weg die Verarbeitung bei der Krankenkasse, so dass beispielsweise das Krankengeld an die Versicherten schneller ausgezahlt werden kann. Sollte die elektronische Übermittlung aus der ärztlichen Praxis an die Krankenkasse einmal aus technischen Gründen nicht möglich sein, kann man dort auch eine Papierbescheinigung ausstellen. Diese reichen die Versicherten dann bei ihrer Krankenkasse ein. Auf Wunsch der Versicherten kann für die eigenen Unterlagen weiterhin ein Papierausdruck erstellt werden.

 

Trotz eAU weiterhin Mitteilungspflicht

Die Mitteilungspflicht gegenüber dem Arbeitgeber gilt nach wie vor: Alle Arbeitnehmenden, die arbeitsunfähig sind, müssen dies ihrer Firma unverzüglich mitteilen und auch die voraussichtliche Krankheitsdauer angeben. „Am besten ist es, gleich nach dem Aufstehen und zusätzlich nach dem Arztbesuch in der Firma anzurufen und sich krank zu melden. Beschäftigte sind jedoch nicht verpflichtet, die Art der Erkrankung und die Krankheitssymptome anzugeben“, so Alexander Pröbstle. Dauert die Arbeitsunfähigkeit (AU) länger als drei Kalendertage, sind die Erkrankten verpflichtet, die AU ärztlich feststellen zu lassen sofern es keine andere betriebliche Regelung gibt. Der Arbeitgeber kann ein ärztliches Attest allerdings auch schon früher verlangen. Dauert die Erkrankung länger an, als im Attest angegeben, muss dies erneut ein Arzt oder eine Ärztin bestätigen.

 

Erlaubt ist, was die Genesung fördert

Wer krankgeschrieben ist, muss nicht die ganze Zeit das Bett hüten – es sei denn auf ärztliche Anordnung. „Grundsätzlich ist während einer Arbeitsunfähigkeit alles erlaubt, was den Heilungsprozess nicht beeinträchtigt, gefährdet oder verzögert“, so Alexander Pröbstle. Es ist zum Beispiel in Ordnung, Notwendiges einzukaufen oder spazieren zu gehen, wenn dies der Genesung förderlich ist. „Generell ist es sinnvoll, die behandelnde Ärztin oder den Arzt zu fragen, was empfehlenswert oder zulässig ist“, rät Alexander Pröbstle. Bei starkem Fieber ist es beispielsweise nicht ratsam, sich hinters Steuer des Autos zu setzen oder Sport zu treiben. Bei manchen Erkrankungen kann maßvolle Bewegung dagegen sogar dazu beitragen, dass man schneller gesund wird. Allerdings sollte man sich dabei nicht überanstrengen.

 

Weitere Infos zur digitalen Krankschreibung gibt es im Internet unter www.aok.de/bayern/eau.

 

 

Bild:

 

 

 

Bildunterschrift

 

Bildunterschrift

Die Krankmeldung auf Papier -umgangs-sprachlich der „Gelbe Schein“- wird ersetzt durch die eAU.

 

 

 

 

 

 

Urhebervermerk

Urhebervermerk

© PantherMedia / Bernd Leitner

 

 

 

Avro Bölgesi'ndeki tüketicilerin 12 ay için enflasyon beklentisi yüzde 5,4'ten yüzde 5'e geriledi
BERLİN (AA) - Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) Tüketici Beklentileri Anketi'ne göre, Avro Bölgesi'ndeki tüketiciler, gelecek aylarda daha düşük enflasyon bekliyor.

 

ECB, Kasım 2022'ye ilişkin Tüketici Beklentileri Anketi sonuçlarını açıkladı.

Buna göre, Avro Bölgesi'ndeki tüketicilerin 12 ay için ortalama enflasyon beklentisi yüzde 5,4'ten yüzde 5'e indi. Tüketicilerin gelecek 3 yıl için enflasyon beklentisi ise yüzde 3'ten yüzde 2,9'a geriledi.

Bölgedeki tüketicilerin ekonomik büyümeye ilişkin beklentilerinin bir önceki aya göre daha iyimser olması dikkati çekerken, ekimde eksi yüzde 2,6 olan tüketicilerin gelecek 12 aya ilişkin ekonomik büyüme beklentisi kasımda eksi yüzde 2'ye çıktı.

Tüketiciler, gelecek 12 ayda işsizliğin ortalama yüzde 12,4 olmasını bekliyor. Bu oran, ekimde yüzde 12,5 olarak öngörülmüştü.

 

ECB'nin Tüketici Beklentileri Anketi, aylık olarak yayınlanıyor. Anket, Avro Bölgesi GSYH'sinin yaklaşık yüzde 85'ini temsil eden Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda ve Belçika'dan yaklaşık 14 bin kişiyle görüşülerek yapılıyor.

Enflasyon beklentileri, merkez bankasının para politikasında önemli bir rol oynuyor. ECB'nin faiz artırımları konusunda ne kadar ileri ve hangi hızda gideceği enflasyon görünümünü belirleyecek.

 

ECB, 15 Aralık'ta, 3 temel politika faizini 50 baz puan artırarak 2008'den bu yana en yüksek seviyesine çıkarmıştı.

Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerine göre, Avro Bölgesi'nde kasımda yüzde 10,1 olan yıllık enflasyon, aralıkta yüzde 9,2 seviyesine geriledi. Bölgede enflasyon, geçen yılın sonlarında çift hanelere ulaşmıştı.

Konuyu daha iyi anlayabilmek için biraz gerilerden başlayalım.

İsveç ve Finlandiya, Rusya’nın Ukrayna’yı 2022 yılının Şubat ayında işgal etmesinin ardından, Rusya’nın kendi ülkelerini de işgal etmesinden korkarak, on yıllardır süren askeri tarafsızlık politikasından vazgeçtiler ve birlikte 18 Mayıs’ta NATO’ya üyelik başvurusu yaptılar. Bu üyelik sonrasında ABD ve Kıta Avrupası, Rusya başta olmak üzere Avrasya’ya karşı kullanabileceği 1,340 km’lik büyük bir sınıra sahip olacaktı.

 

NATO’yu fiilen yöneten ABD, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılımının bu ülkelerin egemenlik ve etki alanları ile milli güç unsurlarını, NATO üzerinden kendi menfaati doğrultusunda kullanabileceği için bu çifte başvuru karşısında ellerini ovuşturup onaylamaya hazırdı. Ancak beklemedikleri bir şey oldu, Türkiye, PKK, YPG ve FETÖ üyelerine kol kanat geren bu iki ülkenin NATO’ya kabul edilmelerini ve üye olmalarını veto etti. Kabul şartlarını da masanın üstüne koydu.

 

Geçtiğimiz haziran ayında -NATO zirvesi öncesi-Türkiye’nin kabul şartları ile ilgili Finlandiya, İsveç ve Türkiye arasında üçlü muhtıra imzalandı ve söz konusu ülkeler terör örgütlerine, özellikle de PKK/YPG ve FETÖ’ye karşı daha sert adımlar atmayı taahhüt ettiler.

 

Türkiye’nin terör örgütleri konusundaki kararlılığından ve İsveç ile Finlandiya üzerindeki baskısından hoşlanmayan ABD, Türkiye’nin bu tavrını beğenmedi ve konuyu çözmenin yollarını aramaya başladı lakin ABD’nin, Türkiye’ye karşı NATO içinde yapabileceği bir şey yok. NATO’nun kuruluş anlaşmasına göre üye ülkelerin üyeliklerine son verilemiyor, herhangi bir üye ülkeyi oy çokluğu veya oy birliği gibi kararlarla üyelikten atmak veya da herhangi bir üyenin elinden veto yetkisini almak mümkün değil. Türkiye’yi NATO’dan atmakla tehdit edip, veto isteğini kaldırtması da mümkün değil.

 

Yıllarca Türkiye’yi hizaya sokmak için acımasızca uyguladığı “Silah Ambargosu” sopası da artık geçerliliğini yitirince kala kala geriye İsveç ve Finlandiya’ya gözdağı vererek Türkiye’nin isteklerine karşı durmalarını sağlamak kalıyor.

 

Nitekim bunda başarılı olmuş olacak ki, eli kanlı terör örgütü PKK ve FETÖ'cülerin sığınağı haline gelen ve bu nedenle Türkiye'nin NATO üyeliğine karşı çıktığı İsveç ve Finlandiya ile teröristlerin iadesi için gerçekleştirilen görüşmeler devam ederken, aniden ve hiç beklenmedik bir anda İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’dan dikkat çeken bir açıklama geldi. 

 

Başbakan Ulf Kristersson bu açıklamasını, İsveç'te ünlü bir savunma düşünce kuruluşu tarafından düzenlenen bir konferansta yaptı. İşin önemli tarafı bu toplantıda NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İsveç ile birlikte NATO’ya girmek isteyen Finlandiya’nın Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto da hazır bulunmaktaydı. Bana göre, bu konferansta NATO Genel Sekreterinin de bulunması pek de tesadüf değil ve işin perde arkası biraz farklı.

 

Aralık ayının ortalarında Fransa’da Vatansever Partisi’nin, “NATO’dan çıkalım, AB’den çıkalım, özgür Fransa” sloganlı mitingi yapması, Cumhurbaşkanı Macron’un, birkaç gün sonra "Bağdat İş birliği ve Ortaklık Konferansı" sonrasında ülkesine dönerken başkanlık uçağında; "Daha güçlü bir Avrupa'nın NATO içinde ittifaka bağlı olmadan hareket edebileceğini… İttifak bağlı olmam gereken bir şey değil, seçmem gereken ve birlikte çalıştığım bir şey. Stratejik özerkliğimizi yeniden düşünmeliyiz" sözlerini sarf etmesi, ABD için “ipler elimden gidiyor” uyarısı ABD’nin AB ile ters düştüğü izlenimini veriyor.

 

Çok kısa bir zaman sonra Fransa'nın başkenti Paris'te Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi'nin bulunduğu Enghien Caddesi'nde silahlı bir saldırının gerçekleşmesi pek de tesadüf değil. Bu saldırıda 3 kişi yaşamını yitirmesi ve YPG/PKK taraftarlarının Paris’i yakıp yıkmaları, gerçekte ABD’nin Fransa’ya yaptığı bir uyarıydı. “Bağımsızlık senin neyine. Ayağını denk al. Bir dahaki sefere Fransa’ya bunun bedelini daha ağır ödetirim” mesajıydı aslında verilen.

 

İşte ABD’nin Türkiye’nin vetosuna karşı kullanabildiği yaptırım bu. ABD, Türkiye’ye sözünü geçirtip Veto’yu kaldırtamayınca, çareyi İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’a tükürdüğünü yalatmakta buldu.

 

Belli ki ABD, kendi yarattığı YPG/PKK terör örgütü üzerinden Kıta Avrupası'na ayar veriyor; “Benim sömürgemsiniz ve ben ne dersem o olur…” 

 

 

Konuyu daha iyi anlayabilmek için biraz gerilerden başlayalım.

İsveç ve Finlandiya, Rusya’nın Ukrayna’yı 2022 yılının Şubat ayında işgal etmesinin ardından, Rusya’nın kendi ülkelerini de işgal etmesinden korkarak, on yıllardır süren askeri tarafsızlık politikasından vazgeçtiler ve birlikte 18 Mayıs’ta NATO’ya üyelik başvurusu yaptılar. Bu üyelik sonrasında ABD ve Kıta Avrupası, Rusya başta olmak üzere Avrasya’ya karşı kullanabileceği 1,340 km’lik büyük bir sınıra sahip olacaktı.

 

NATO’yu fiilen yöneten ABD, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılımının bu ülkelerin egemenlik ve etki alanları ile milli güç unsurlarını, NATO üzerinden kendi menfaati doğrultusunda kullanabileceği için bu çifte başvuru karşısında ellerini ovuşturup onaylamaya hazırdı. Ancak beklemedikleri bir şey oldu, Türkiye, PKK, YPG ve FETÖ üyelerine kol kanat geren bu iki ülkenin NATO’ya kabul edilmelerini ve üye olmalarını veto etti. Kabul şartlarını da masanın üstüne koydu.

 

Geçtiğimiz haziran ayında -NATO zirvesi öncesi-Türkiye’nin kabul şartları ile ilgili Finlandiya, İsveç ve Türkiye arasında üçlü muhtıra imzalandı ve söz konusu ülkeler terör örgütlerine, özellikle de PKK/YPG ve FETÖ’ye karşı daha sert adımlar atmayı taahhüt ettiler.

 

Türkiye’nin terör örgütleri konusundaki kararlılığından ve İsveç ile Finlandiya üzerindeki baskısından hoşlanmayan ABD, Türkiye’nin bu tavrını beğenmedi ve konuyu çözmenin yollarını aramaya başladı lakin ABD’nin, Türkiye’ye karşı NATO içinde yapabileceği bir şey yok. NATO’nun kuruluş anlaşmasına göre üye ülkelerin üyeliklerine son verilemiyor, herhangi bir üye ülkeyi oy çokluğu veya oy birliği gibi kararlarla üyelikten atmak veya da herhangi bir üyenin elinden veto yetkisini almak mümkün değil. Türkiye’yi NATO’dan atmakla tehdit edip, veto isteğini kaldırtması da mümkün değil.

 

Yıllarca Türkiye’yi hizaya sokmak için acımasızca uyguladığı “Silah Ambargosu” sopası da artık geçerliliğini yitirince kala kala geriye İsveç ve Finlandiya’ya gözdağı vererek Türkiye’nin isteklerine karşı durmalarını sağlamak kalıyor.

 

Nitekim bunda başarılı olmuş olacak ki, eli kanlı terör örgütü PKK ve FETÖ'cülerin sığınağı haline gelen ve bu nedenle Türkiye'nin NATO üyeliğine karşı çıktığı İsveç ve Finlandiya ile teröristlerin iadesi için gerçekleştirilen görüşmeler devam ederken, aniden ve hiç beklenmedik bir anda İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’dan dikkat çeken bir açıklama geldi. 

 

Başbakan Ulf Kristersson bu açıklamasını, İsveç'te ünlü bir savunma düşünce kuruluşu tarafından düzenlenen bir konferansta yaptı. İşin önemli tarafı bu toplantıda NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İsveç ile birlikte NATO’ya girmek isteyen Finlandiya’nın Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto da hazır bulunmaktaydı. Bana göre, bu konferansta NATO Genel Sekreterinin de bulunması pek de tesadüf değil ve işin perde arkası biraz farklı.

 

Aralık ayının ortalarında Fransa’da Vatansever Partisi’nin, “NATO’dan çıkalım, AB’den çıkalım, özgür Fransa” sloganlı mitingi yapması, Cumhurbaşkanı Macron’un, birkaç gün sonra "Bağdat İş birliği ve Ortaklık Konferansı" sonrasında ülkesine dönerken başkanlık uçağında; "Daha güçlü bir Avrupa'nın NATO içinde ittifaka bağlı olmadan hareket edebileceğini… İttifak bağlı olmam gereken bir şey değil, seçmem gereken ve birlikte çalıştığım bir şey. Stratejik özerkliğimizi yeniden düşünmeliyiz" sözlerini sarf etmesi, ABD için “ipler elimden gidiyor” uyarısı ABD’nin AB ile ters düştüğü izlenimini veriyor.

 

Çok kısa bir zaman sonra Fransa'nın başkenti Paris'te Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi'nin bulunduğu Enghien Caddesi'nde silahlı bir saldırının gerçekleşmesi pek de tesadüf değil. Bu saldırıda 3 kişi yaşamını yitirmesi ve YPG/PKK taraftarlarının Paris’i yakıp yıkmaları, gerçekte ABD’nin Fransa’ya yaptığı bir uyarıydı. “Bağımsızlık senin neyine. Ayağını denk al. Bir dahaki sefere Fransa’ya bunun bedelini daha ağır ödetirim” mesajıydı aslında verilen.

 

İşte ABD’nin Türkiye’nin vetosuna karşı kullanabildiği yaptırım bu. ABD, Türkiye’ye sözünü geçirtip Veto’yu kaldırtamayınca, çareyi İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’a tükürdüğünü yalatmakta buldu.

 

Belli ki ABD, kendi yarattığı YPG/PKK terör örgütü üzerinden Kıta Avrupası'na ayar veriyor; “Benim sömürgemsiniz ve ben ne dersem o olur…” 

 

 

10 Ocak Dünya Çalışan Gazeteteciler Günü Avrupa Türk Basın camiasında sade kutlamalar ile anılırken Avrupa Saadet’in içten mesajı yüreklere su serpti.

 

Avrupa’da yerleşik Türkçe basının Türk Toplumu|nun kültürel geleceği için çok önemli bir görevi hiç bir destek olmadan yerine getirdiğini belirten Saadet Avrupa Tanıtım Medya ve İletişim Başkanı Murat Gürbüz “Türkçe basın dilimizin ve kültürümüzün gelecek nesillere aktarılmasında önemli bir görevi yerine getirmektedir” şeklinde mesaj yayınlaması Avrupa Türk Gazetecileri arasında sevinçle karşılandı.

 

Tükçe Basın organlarının Avrupa’da yerlesik Türkler için öneminin farkedilmediğine çok üzüldüğünü belirten Murat Gürbüz, “Bir milletin yazılı basını var ise kültürel hazinesini gelecek nesillere aktarabilir. Milli ve manevi değerlerden bahsedenler öncelikle kendi öz medyalarına sahip çıkmalıdırlar. Basın mensubu arkadaşların çalıştıkları zor şartları çok iyi biliyoruz. Bir çok millet kendi dillerinde bir medya topluluğu olmadığından yakınırken 60 yıllık göç tarihimizde içimizden çıkan bir avuç Türk entellektüel tarafından hayata geçen “Türk Diyaspora Medyası” yakın gelecekte Saadet iktidarında ciddi anlamda sahiplenilecek ve kültürel çalışmalarında en çok desteği onlar görecektir. Medya gücü olmayan bir toplumdan başarılı bir diyaspora beklenemez. Bizim ise, Avrupa'da basınımız var olduğu halde ülkemizden en ufak bir destek görmemeleri ise tarif edilemeyecek kadar yanlış bir uygulamadır” şeklinde konuştu.

 

Saadet Avrupa Tanıtım Medya ve İletişim Başkanı Murat Gürbüz Avrupa Türk Medyası ile kurduğu samimi diyalog ile tanınıyor.

Innenstaatssekretär Sandro Kirchner eröffnet Neubau des überbetrieblichen Bildungszentrums in Nürnberg-Wetzendorf des Bayerischen Bauindustrieverbands - Zentrum steht für beste Lehrbedingungen - Bildung ist der Schlüssel für Erfolg und Wohlstand von morgen

 

Bayerns Innenstaatssekretär Sandro Kirchner hat heute in Vertretung des Bayerischen Ministerpräsidenten Dr. Markus Söder den Neubau des überbetrieblichen Bildungszentrums des Bayerischen Bauindustrieverbands in Nürnberg eröffnet. Kirchner hob dabei die Bedeutung der Aus-, Fort- und Weiterbildung in der Branche hervor: „Bildung ist der Schlüssel für Erfolg und Wohlstand von morgen. Gerade im Baubereich herrscht Fachkräftemangel. Umso wichtiger sind qualitativ hochwertige Aus-, Fort- und Weiterbildungsangebote". Das Bildungszentrum Nürnberg-Wetzendorf stehe schon seit Jahrzehnten für Ausbildung und Schulung auf höchstem Niveau. In allen Baufachberufen, in vielen Praxisbereichen sowie in kaufmännischen Berufen biete das Zentrum beste Aus-, Fort- und Weiterbildungsbedingungen.  "Hier werden die Bauprofis von morgen ausgebildet", so Kirchner.

 

Der Innenstaatssekretär bezeichnete das duale Ausbildungssystem in Bayern als wahres Erfolgsmodell. „Unser bayerisches Credo lautet: wir begleiten jedes Talent auf seinem Weg.“ Das duale System halte die besten Zukunftschancen für junge Leute bereit. „Theorie und Praxis gekonnt miteinander verzahnt, liefert den Betrieben das, was sie am dringendsten brauchen: Passgenau ausgebildete Fachkräfte. Die Betriebe sind dabei wichtige Partner als Arbeitgeber und Ausbilder.“

 

Kirchner ging beim Bauindustrieverband auf die vielen wichtigen Bereiche der Baubranche ein und stellte dabei fest, dass viele politische und gesellschaftliche Ziele, wie zum Beispiel Klimaschutz, Infrastruktur, Energieversorgung und vor allem Wohnungsbau nicht ohne die Baubranche respektive dem Handwerk umgesetzt werden können.: "Das Gebot der Stunde lautet: Bauen, bauen und nochmals bauen und zwar überall in Bayern", so Kirchner. Denn damit verbunden ist der weitere Fortschritt des Landes, die Stärkung der Wirtschaft und die Erfüllung von elementaren Grundbedürfnissen, wie zum Beispiel Wohnen und ein funktionsfähiger Wohnungsmarkt.  Dies seien Voraussetzungen für gesellschaftliches Miteinander und Lebensqualität.

 

Neben der dualen Ausbildung und der überbetrieblichen Aus-, Fort- und Weiterbildung unterstützt der Freistaat bei der Gewinnung qualifizierter ausländischer Arbeitskräfte. Hier hat die Staatsregierung mit der Zentralen Stelle für Fachkräfteeinwanderung (ZSEF) in Nürnberg eine wichtige Einrichtung geschaffen. Eine weitere wichtige Unterstützung sind die Energie-Härtefallhilfen und Entlastungspakete. Kirchner versichert: "Für die Bayerische Staatsregierung ist es oberste Pflicht, eine bezahlbare Energieversorgung sicherzustellen. Der Freistaat Bayern unterstützt die Baubranche, wo er kann. Alles, was Bayern tun kann, wird getan!"

 

Die Stadt Würzburg hat dem Büro hutterreimann Landschaftsarchitektur aus Berlin den ersten Preis für den besten Entwurf für das Heidingsfelder Mainufer überreicht. Hutterreimanns Augenmerk lag in erster Linie auf der Verknüpfung des Uferweges mit dem Altort Heidingsfelds, wie auch der Öffnung einer Achse zum Ufer, um einen Raumüberblick zu schaffen. Die Uferpromenade soll, nach den ersten Entwurfsideen, mäandernd den Schwung des Flusses und der Landschaft aufnehmen und mit Richtungswechseln auch andere Blickrichtungen ermöglichen. Barbara Hutter sprach von einer „kleinen Konversion“. Das Berliner Büro ist in Würzburg nicht unbekannt, es entwickelte das Landesgartenschaugelände am Hubland landschaftsarchitektonisch.

 

Oberbürgermeister Christian Schuchardt sprach bei der Preisübergabe von einem der zentralsten Projekte Heidingsfelds und der Chance, das Ufer zurückzugewinnen und mit dem Städtle zu verbinden. Auch die Qualitäten im Detail seien maßgeblich gewesen, so Stadtbaurat Benjamin Schneider für das Preisgericht, dem auch Manfred Grüner (Regierung von Unterfranken, Städtebau) und Mitglieder des Stadtrates angehörten. Professor Ulrike Kirchner beglückwünschte sowohl die Stadt Würzburg als auch das Gewinnerbüro und betonte die Wichtigkeit von Architektenwettbewerben. Hierbei würden viele Denkansätze und Fragestellungen geschärft. Den Wettbewerb betreute Thomas Wirth vom Büro Arc.grün Kitzingen.

 

Claudia Kaspar (Fachbereichsleiterin Stadtplanung Stadt Würzburg), André Dorscheid (Fachabteilung Projektentwicklung und Stadtgestaltung), Manfred Grüner (Regierung von Unterfranken, Städtebau), Stadtbaurat Benjamin Schneider, Oberbürgermeister Christian Schuchardt, Stadträtin Christiane Kerner, Barbara Hutter (hutterreimann Landschaftsarchitekten Berlin), Prof. Ulrike Kirchner (Preisgerichtsvorsitzende), Tamara Zimmermann (hutterreimann), Stadträtin Barbara Meyer, Stadtrat Udo Feldinger, Thomas Wirth (Büro Arc.grün Kitzingen, Wettbewerbsbetreuung), Stadträtin Simone Haberer, Stadtrat Willi Dürrnagel.