Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Bütün ajanslar son günlerde Türkiye’nin gıda krizini önlediğine yönelik haberleri veriyor. Bunlar elbette gurur verici. Olası bir gıda krizinin çözümüne ilişkin önemli bir adım olan Ûstanbul mutabakatı kapsamında tahıl ve gıda maddeleri, Ukrayna’ya ait 3 liman üzerinden emniyetli bir şekilde Ûstanbul ve Türk boğazları üzerinden denizden nakledilecek. Konunun sevk ve idaresi İstanbul’da kurulacak Müşterek Koordinasyon Merkezi’nden yapılırken, Türkiye tüm ticari gemilerin kontrolünü gerçekleş tirecek.

 

Büyük ölçüde Rusya ile Ukrayna tarafından karşılanan dünyadaki tahıl arzı, iki ülke arasında şubat ayında başlayan savaş nedeniyle sekteye uğradı. Ukrayna limanlarında kalan gemiler nedeniyle tahıl ve diğer gıda ihracatın daki duraksama, küresel riski artırdı. Açlık ve güvenlik sorunu anlamına gelen krizin çözümü için Ukrayna’da bekleyen 25 milyon tondan fazla tahılın sevkiyatı için limanlarda bekleyen tahılın denizden emniyetli şekilde sevkine yönelik "koridor" fikri oluştu.

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile görüşmelerinin ardından Türkiye harekete geçti. Kamuoyunda "kırmızı hat" olarak nitelendirilen Türkiye ile Ukrayna ve Rusya arasında doğrudan temas hattı hayata geçirildi.

"Kırmızı hat" diplomasisi çerçevesinde ülkeler birer general belirledi. BM'nin de bir görevlendirme yapmasının ardından görüşmeler, ikili olarak başladı. Bu kapsamda 21 Haziran'da Moskova'da atıldı. Moskova’da yapılan askeri heyetler toplantısı sonrası "Azov Concord" gemisi, Mariupol’dan ayrıldı. Böylece Ukrayna limanlarından ilk gemi ayrılmış oldu.

İnsanlığın ortak geleceği ile ilgili çok önemli kararların hikayesi işte böyle süregeldi. Burada Türk hariciyesinin önemi bir defa daha ortaya çıkıyor. Ortadaki başarının çok önemli tarafıda bütün gücü ile inisiyatifi eline alan Cumhubaşkanı Erdoğan’dır. Rusya - Ukrayna krizinin en başından beri tarafsızlığını ilan eden Türkiye şu an her iki tarafın da en güvendiği ülkedir.

 

Türkiye, Rusya ve Ukrayna savunma bakanlıklarına bağlı askeri heyetlerle BM heyetleri 13 Temmuz’da İstanbul Kalender Kasrı'nda ilk toplantıyı gerçek leştirdi. Ertesi hafta ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın himayesinde BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'ın katılımıyla "Tahıl ve Yiyecek Maddelerinin Ukrayna Limanlarından Emniyetli Sevki Girişimi Belgesi" taraflar tarafından imzalandı.

 

Bu durum Türkiye'nin diplomasi başarısıdır. Dünya kamuoyu tarafından memnuniyetle karşıla-nan anlaşma ile ihraç edilecek tahıl ve benzeri gıda ürünlerinin Ukrayna’ya ait 3 liman üzerinden emniyetli bir şekilde denizden nakliyatının yapılacağı belirtildi. Odessa, Çernomorsk ve Yujniy limanlarından yapılacak sevkiyatı içeren mutabakatla ilk olarak BM ve taraflarca belirlenen sayıda temsilci ile İstanbul’da Müşterek Koordinas yon Merkezi'nin hayata geçirileceği belirtildi. Ûstanbul’da onay-lanan uluslararası program dahilinde söz konusu limanlara intikal eden, giren ve çıkan gemilerin kontrolü sağlanacak. Gemilerin koridordan intikali taraflarca da uzaktan en sıkı şekilde takip edilebilecek.

İnsani maksatlı olması esas alınacak faaliyet kapsamında Türkiye, tüm ticari gemilerin kontrolünü yapacak. Türkiye’nin başarısı ile bütün dünyada mil-yarlarca insan da gıda kıtlığı riski yaşamayacak.

 

Son günlerde Avrupa’nın her türlü enerji ve stratejik ihtiya cı için açılan tartışmalarda içinde Türkiye’nin mutlaka bir şekil de yer alıyor olması dikkat çekici. Türkiye karşıtı odakların Türkiye’nin AB ülkeleri için oldukça önemli olduğunu söyleyebilmek adına Türkiye aleyhtarı cümleler kurmak için kendilerini zorladığını görüyorum. Kısaca bir cümle kurmam gerekirse, ne Türkiye’yi kendilerine yaklaştır mak istiyorlar, ne de Türkiye’den vazgeçebiliyorlar.

 

Rusya-Ukrayna krizinde başlangıçta Türkiye’nin kendilerinden ayrı bir politika izlemesinin büyük bir politik çıkmaz olduğunu, bu alanda Türkiye’ye müsade edilmemesi gerektiği ve Türkiye’nin AB ruhuna ihanet ettiğini belirtecek kadar ileri giden Avrupa borazanları, Türkiye’nin izlediği “Komşular arası taraf tutmama” politikasına alışmaya mecbur kaldılar. Türkiye Íubat ayında tüm Avrupa ile birlikte krizde Rus karşıtı bir politika izlese idi, ortaya çıkabilecek yeni sorunlar Avrupalıları zaten ilgilendirmiyordu.

 

Bir defa Suriye’de bozulacak Türk - Rus ilişkilerinin varacağı boyut batı başkentlerindeki hiç bir siyasetçiyi ilgilendirmiyor. An itibarı ile Ûngiltere’nin tilki siyasetçilerinden başka hiç kimse bu konuda üç adım ilerisini düşünebilecek kapasitede değil. Türkiye taraf olsaydı, güneydeki kargaşanın boyutu çok derin olacaktı. Olası her türlü kargaşa ve senaryo sadece ve sadece bir ülkenin, en güçlü ülkenin işine yarayacaktır. Çünkü dünyanın süper gücü yeni bir oyun kurabilmesi için onlara kaos coğrafyaları gereklidir. Ancak oralarda oyun kurup, sınır çizip kendi hayallerini ortaya koyabilirler. Emperyalizmin bölüp, parçalayıp yutabilmesi için sürekli tekrarlanan oyun da budur.

 

Avrupalıların şaşı bakışının bir diğer noktası ise ortaya çıkan tahıl koridorundaki Türkiye’nin başarısıdır. Türkiye’nin ortaya koyduğu çabaların önemini anlayabilmek adına özellikle BM Genel Sekreteri António Guterres’in sözlerine kulak vermek gereklidir. Uluslararası siyasetin en saygın diplomatların dan olan Guterres, “Eğer ki bu anlaşma yapılıp, bu koridordan tahıl çıkarılabiliyorsa, bunun arkasında Türkiye’nin bitmez tükenmez enerjisi vardır" şeklinde konuşmaktadır.

 

Dünya enerji krizi Avrupa ülkelerini tir tir titretmektedir. Bu kışı nasıl geçireceğini bilmeyen ülkeler kapı kapı gezmektedirler. AB’nin Alman asıllı komisyon başkanı von der Leyen ve Belçika asıllı AB  Konseyi Başkanı Charles Michel geçtiğimiz hafta Bakü’ nün kapısını çalarak  enerji ve gaz arayışındaki çabalarını yana yakıla Aliyev’e anlattlar. Ûlginçtir Azeri lider kendilerine iyi hoş ta, gidin Türkiye ile konuşun önce dedi. Neden dediklerinde aldıkları cevap basit idi; “Öncelikle stratejik olarak boru hatlarının yolu Anadolu’dan geçiyor. Ayrıca, Azeri gazını Avrupa’ya taşımak için planlanan TANAP projesinin ana ortağı Türkiye’ dir ve bu ülke enerjinin dağıtımında  söz sahibidir” şeklinde cevap verilerek kendilerine “Günaydın” denildi.

 

Batı artık şunu anlayabilmeli, ikinci lig devletler kendi politikalarını ortaya koyarak büyüklerin baskısına direnemediği müddetçe dünya barışı temin edilemez. Belli ki, Emperyalizmi sorgulamayan halklar bu kış çok üşüyecekler.

 

Son zamanlarda yaygınlaşan sokak röportajı türünden programlarda mikrofonu kapan istediği gibi konuşuyor; asıyor, kesiyor, dünyaya nizamat veriyor. İzlenme sayısını arttırmaktan başka düşüncesi bulunmayan Youtube ve benzeri kanallarda bu söyleşiler özensiz ve sorumsuz şekilde yayınlanıyor ve kısa sürede de büyük sayılarda izleyiciye ulaşıyor.

 

Yurt dışındaki insanlarımızın gurbetçi mi, diaspora mı, yoksa Avrupa Türkleri mi oldukları üzerindeki fikir cimnastiği sürerken literatürümüze gürültülü bir şekilde ‘Gurbetçi Düşmanlığı’ kavramı girdi. Son zamanlarda bilhassa sosyal medyadaki rüzgarlar medyaya da yansıyınca duyarlı çevreler ‘Türkiye’de oluşan ve yükselen bir gurbetçi düşmanlığı mı var?’ sorusu etrafında kafa yormaya ve tartışmaya başladılar.

 

İşin aslı; kendilerinin yurt dışında yaşadığını söyleyen bazı kişilerin sosyal medyada gittikçe artan şekilde Türkiye’de yaşayanları kadir kıymet bilmezlikle, vefasızlık-la, nankörlükle hatta ihanetle suçlamalarına karşı oluşan belli tepkilere dayanıyor. Durup dururken Avrupalı Türkleri hem de alay edercesine Türkiye’nin iç siyasetine karıştırmak öncelikle onlara karşı yapılan en büyük nezaketsizliktir. Avrupalı Türkler bilsin bilmesin maalesef ağzına uzatılan mikro-fona her şeyi konuşmaya mecbur olduğunu sanarak konuşuyor da konuşuyor. Oysa burada yapılan röportaj gevezeliğine verilen görgüsüzlük ve boşlaflardan başka birşey değildir.

           

Gerçekten gurbetçi veya gurbetçi olduğunu söyleyen kişiler tarafından dile getirilen bazı iddialara bilhassa muhalefete mensup kesimlerce tepki gösteriliyor. Çünkü bazı konuşmacılar; Türkiye’de her şeyin çok güzel olduğunu, ucuzluğun hüküm sürdüğünü, herkesin çok rahat yaşadığını, lüks restoranlarda adım atılacak yer bulunmadığını, alış veriş merkezlerinin hakeza aynı durumda olduğunu, işin çok, ancak tembellerin çalışmak istemediğini, özetle hayatın çok ucuz, rahat ve güzel, her şeyin dört dörtlük olduğunu söylüyorlar. Buna bağlı olarak da ‘asgari ücretle geçinemiyorum, çocukların okul masraflarını karşılayamıyorum, kiramı ödeyemiyorum, birikim yapamıyorum’ diye dert yananlara saldırarak onların yalancı, nankör, tembel, şer odakların uzantısı olduğunu iddia ediyorlar.

 

Bunlara tepki gösterenler ise cepte Eurolarla tatile gelip, Türk parasının değer düşüklüğünden yararlanarak iyi bir tatil yapanların bu davranışlarını cehalet ve iktidar yalakalığına bağlıyor ‘madem öyle hadi gelin burada yaşayın, neden 3-4 haftalık izinden sonra hemen Avrupa’ya kaçıyorsunuz’ diyorlar. Hızını alamayan bazıları ise yurt dışındaki insanlarımız hakkında yıllardır dile getirilen peşin hükümleri dillendirip ‘Sizi gidi pis Alamancılar!’ nakaratına sarılıyorlar.

 

Gerçek şu ki Avrupa’ya işçi göçünün başlamasıyla birlikte yurt dışındaki insanlara karşı bir kıskançlık, bir çekememe, bir kompleks daima var olmuştur. Ancak bu dar çevrelidir ve üzerinde derin sosyolojik tahliller gerektirecek seviyede olmamıştır. Köyden çulsuz çıkıp iki sene sonra izne geldiğinde neredeyse köyün ağası gibi görünen, tafra satan ve belki de hava atan kişilere karşı bu tip antipatik duyguların varlığı tabiidir. Ancak ne kadar şiddetli olursa olsun bu duyguların ‘düşmanlık’ denecek bir seviyede ele alınması herhalde ilk defa vuku bulmaktadır. Eskiden de yurt dışındaki insanlarımız arasında iktidardan yana veya muhalefetten yana görüş beyan edenler bulunurdu ancak bunlar hiçbir şekilde gurbetçi düşman-lığına dömüşmezdi. O nedenle 60 yıl sonra geldiğimiz bu nokta ilginç olduğu kadar ürkütücüdür.

 

Bence bu durum, son yıllarda Türkiye’de hızla yükselen kamp-laşma ve siyasetteki ‘düşman yaratma ve onunla savaşma’ şeklindeki yanlış dizaynının sonucudur. Tam bir kabilecilik tavrıyla bizden olanlar melâike muamelesine tabi tutulurken; rakiplerini yok sayma, aşağılama, her türlü hakaret ve saldırıya layık görme, dışlama ve şeytanlaştırma, ezme ve yok etmeye endeksli siyasi mücadele anlayışı, sadece politik sahnede ölçülerin dağılmasına değil, vatandaşların birbirleriyle münasebetlerinde de büyük kırılmalara sebebiyet vermektedir. Türkiye’de aile fertlerinin birbirleriyle ve akrabalarıyla, komşuların komşularıyla, ayrı görüştekilerin ayrı görüştekilerle, değişik partililerin değişik partililerle, başka inançtakilerin başka inançtakilerle münasebetlerinde gerilim ve düşmanlığı ön plana çıkaran bu yanlış ve tehlikeli tavrın, gün gelip yurt dışındaki insanlarımızı da kapsama alanı içine alması kaçınılmazdı. Siyaset sahnesindeki kirlilik ne yazık ki sistemli şekilde yaygınlaşmakta ve derinleşmektedir.

 

Bu, sürebilir veya sürdürülebilir bir süreç değildir. Siyaset ve toplum hayatımızın hızla normal kodlarına dönmesi gerekmektedir. Bu hususta yeri ve konumu ne olursa olsun herkese düşen görev ve sorumluluklar vardır. İnsanımız siyasette uzlaşma ve yumuşama beklentisi içerisindedir. Ya aklımızı bir an önce başımıza alarak güzel bir geleceğe yönelmeli veya kendimizi gelmesi kaçınılmaz yıkıcı rüzgarların ve sellerin tahribatına hazırlanmalıyız.

 

 

 

Avrupa genelinde havalimanlarında çalışan sayısı azalırken, yolcu ve uçuş sayılarının artması, uluslararası yolcuların bölgeye seyahatini çileye dönüş türmeye devam ediyor.

Tatil sezonunun başlamasıyla hazirandan bu yana bölge ülke-lerinden karşılıklı olarak artan uluslararası uçuşlar, Kovid-19 nedeniyle personelin azaldığı ve mevcut çalışanların grev yaptığı birçok havalimanında krize yol açtı.

Çok sayıda ülkenin uluslararası havalimanlarındaki giden yolcular bölümünde bilet kontrolü ve bagaj yüklemelerde uzun kuyruk lar oluşuyor, gelen yolcular kısmında ise bagaj alımları için uzun süreli beklemeler yaşanıyor.

 

Brüksel Havalimanı'ndan bir gün boyunca uçak kalkmadı

 

Bir aydan fazladır bazı personelin grev yaptığı havalimanlarında ise uçuş iptalleri mey-dana geliyor. Belçika'daki Brüksel Havalimanı'nda 20 Haziran'da güvenlik görevlile-rinin greve gitmesi nedeniyle bir gün boyunca yolcu uçağı kalkamadı. Yolcuların ve bagajların güvenlik taraması yapılamadığı için Brüksel Havalimanı'ndan gidiş yönlü uçuş gerçekleştirilemedi. Havalimanı o gün için sadece gelen yolcu ve kargo hizmeti verebildi. Haziran ortasında da Ryanair'in yanı sıra Brüksel Havayolları çalışanları 3 gün boyunca grev yapmış, Brüksel Havalimanı'nda 500'den fazla sefer aksamıştı.

 

Amsterdam Havalimanı'nda uçuşların yüzde 41,5'inde gecikme yaşandı

 

Hollanda'nın Amsterdam Schiphol Havalimanı yetkilileri nisandan bu yana devam eden yoğunluğa çözüm bulmakta zorlanıyor. Hollanda Kraliyet Havayolları KLM'nin yer hizmetleri görevlilerinin 23 Nisan sabahı başlattığı grev sona ermesine rağmen Amsterdam Schiphol Havalimanı'nda valizlerin birikmesi, gecikmesi ve kaybolması sorunu hala çözülemiyor.

Çok sayıda uçuşun iptal edildiği havalimanındaki uçuşların bir kısmı Rotterdam ve Eindhoven şehirlerindeki çevre havalimanlarına kaydırılıyor.

CNN Travel’in 26 Mayıs-19 Temmuz tarihlerindeki uçuşların rötar durumuna göre oluşturduğu "en problemli havalimanları" listesinde dördüncü sırada yer alan Schiphol’de belirtilen tarihlerdeki uçuşların yüzde 41,5'inde gecikme yaşandığı kaydedildi.

 

Zürih Havalimanı'nda her gün 250 bagaj sahibine verilemiyor

İsviçre'de okulların tatile girmesiyle birlikte çok sayıda ailenin bir anda yurt dışına seyahat etmesi, ülkedeki havalimanlarında işleri büyük oranda aksattı. Uçuş yoğunluğundan en çok etkilenen Zürih Havali- manı'nda personel yetersizliği ve bazı uçuş iptalleri dolayısıyla 29 ve 30 Haziran'da bagaj alım kısmında 750 bavul yığıldı. Bunun yanı sıra havalimanında bagaj hizmetlerindeki aksamadan ötürü her gün ortalama 250 bagaj sahibine teslim edilemezken, an itibarıyla 1700'ün üzerinde bagaj, yolcusuna teslim edilmeyi bekliyor.

 

Almanya'da 2 binden fazla uçuş iptal edildi

 

Alman Havayolu şirketi Lufthansa Havayolları, ağustos sonuna kadar Frankfurt ve Münih kalkışlı ya da varışlı 2 bin uçuşunu iptal ettiğini bildirdi. Uçuş iptallerinin hava yolu şirketi ve havalimanı çalışan sayısının eksikliğinden kaynaklandığı kaydedildi. Lufthansa, haziran ayında da uçuşlarının yüzde 4'ünden fazlasını iptal etmişti. Kovid-19 salgını sırasında çalışan sayısını 4 bin azaltan Frankfurt Uluslararası Havalimanı'nda (FRA) temmuz ayı itibarıyla yapılması beklenen uçuşların yüzde 7,8'i iptal edilirken, yüzde 68'inde gecikme yaşandı. Binlerce valizin üst üste yığıldığı havalimanında yönetim, seyahat edenlerden renkli ve dikkat çekici bagajlar tercih etmelerini istedi. Öte yandan, Köln-Bonn Havalimanı'nda, uzayan yolcu kuyrukları ve yığılan valizlerle benzer görüntüler yaşandı.

Havalimanlarındaki personel açığını kapatmak isteyen Alman hükümeti, Türk işçileri çözüm olarak gördü. Bu ayın başında Almanya ile Türkiye arasında imzalanan ikili anlaşma ile Türkiye’den gidecek "misafir işçiler" ile özellikle bagaj alım ve taşımadaki işçi açığının kapatılması bekleniyor. Ancak bu yöntemin, işçi alımlarındaki sıkı güvenlik kontrolleri nedeniyle haftalar alabileceği belirtiliyor.

 

İngiltere'de bilet satışlarına kısıtlama getirildi

 

Kovid-19 önlemlerinin kaldırılması sonrası artan yurt dışı uçuşlarını karşılamak için yeterli sayıda personele sahip olmayan Heathrow Havalimanı'nda yönetim personellerin hızlı bir şekilde işe alımında başarısız oldu.

 

Kaynak: AA

 

 

Bu köşe yazısının başlığını benden önce başbakan Olaf Scholz söyledi. Sanki öncesi böyle değilmiş gibi, diyeceğim ama konunun içinde kalmak adına devam edelim. Almanya Başbakanı Scholz’un sözleri aynen böyle: “Gerçek olan, emperyalizmin Avrupa'ya geri döndüğüdür"

Frankfurter Allgemeine gazetesi için yazdığı makalede, siyasetin gerçeğin görülmesiyle başladığını belirterek "Gerçek olan, emperyalizmin Avrupa' ya geri döndüğüdür" ifadesini kullanan Almanya başbakanı kurtlar sofrasına dikkat çekiyor. Tüm savaşların emperyalist paylaşım kavgaları olduğunu yeni farkediyor olmalı başbakan. Bırakın tarihin gerisini, sanayi devriminden bu yana işadamı, fabrikatör ve multimilyarder kapitalistlerin siyasetçiler eliyle çıkar dıkları büyük yangınların adıdır bu savaşlar. Bütün bu çirkef çabalar da üçüncü büyük dünya yangınının çıkmasına yöneliktir.

 Birçok ülkenin yakın ekonomik ilişkilerin ve karşılıklı bağımlılıkların aynı zamanda istikrar ve güvenliği sağlayacağını umduğunu, ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşla bu umudu gözle görülür şekilde yok ettiğini belirten Scholz, Rus füzelerinin sadece Ukrayna'yı değil, aynı zamanda Avrupa ve uluslararası barış düzenini de moloz haline getirdiğini vurguladı. Putin'in gaz sevkiyatını durdurarak enerjiyi bir silah olarak kullandığını kaydeden Scholz, Sovyetler Birliği'nin bile Soğuk Savaş sırasında bunu yapmadığını ifade etti.

Alman ordusunun ve sivil savunma yapılarının durumu ile Rus enerjisine olan aşırı bağımlılığa işaret eden Scholz, tüm bunların Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra yanlış bir güvenlik duygusu içinde olunduğunu göster diğini belirtti.

 

"Ne kadar çok enerji tasarrufu yaparsak o kadar iyi”

 

Scholz, Almanya'yı daha güvenli ve dirençli, Avrupa Birliği'ni de daha egemen ve uluslararası düzeni daha sürdürülebilir hale getirmeleri gerektiğini vurgularken

küresel ekonominin onlarca yıldır görülmeyen bir zorlukla karşı karşı ya olduğunu kaydederken, "Kırık tedarik zincirleri, kıt ham maddeler, savaşın neden olduğu enerji piyasalarındaki belirsizlik, tüm bunlar dünya çapında fiyatları artırıyor. Dünyada hiçbir ülke böyle bir gelişmenin karşısında tek başına duramaz. İşverenler, sendikalar, bilim ve siyasi karar alıcılar arasındaki uyumlu eylemin bir parçası olarak bu ülkede kararlaştırdığımız gibi, birbirimize bağlı kalmalı ve el ele vermeliyiz. O zaman krizden girdiğimizden daha güçlü ve bağımsız çıkacağımıza inanıyorum. Hedefimiz bu" derken aslında Almanya’da yaşayan herkese sıkıntıların büyüklüğünü anlatıyor.

 

Alman halkına, "Önümüzde ki aylarda hepimiz; sanayi, haneler, kasabalar ve topluluklar ne kadar çok enerji tasarrufu yaparsak o kadar iyi" çağrısında bulundu. Başbakan ülkenin geleceğin den sadece ben değil, hepimiz sorumluyuz demek istiyor. Sorunların şeklini tarif ederek çare için bana yardım edin diyor. Putin'in saldırganlığına karşı koyulması gerektiğini vurgulayan Scholz, "2008'de Gürcistan'ın işgali, ardından 2014'te Kırım'ın ilhakı, Doğu Ukrayna'ya yapılan saldırı ve nihayet bu yılın şubat ayında tüm ülkeye yapılan saldırıda bunu gördük. Putin'in bundan kurtulmasına izin vermek, şiddetin yasaları neredeyse hiçbir sonuç olmadan çiğneyebileceği anlamına gelir. O zaman nihayetinde kendi özgürlüğümüz ve güvenliğimiz de tehlikede olacaktır" ifadelerini kullanırken Avrupalıların Ruslara karşı durmalarının önemini ortaya koyuyor.

 

 AB ülkelerinin basit kavgalarının topluluğu zayıflattığını belirten başbakan, ”Son yıllarda, AB'nin jeopolitik bir aktör haline gelmesi için sık sık ve haklı olarak çağrılar yaptık. Putin'in neo-emperyalizmi başarılı olmamalı. Hedefimiz, Avrupa'da çok uzun süredir çözümler için mücadele ettiğimiz tüm alanlarda saflarımızı sıklaştırmak olmalıdır; örneğin göç politikasında, örneğin bir Avrupa savunmasının inşasında, teknolojik egemenlik ve demokratik dayanıklılıkta. Jeopolitik bir AB için kararımızın sonuçlarının çok farkındayız. Avrupa Birliği, emperyalizm ve otokrasinin yaşayan antitezidir. Üye devletler arasındaki ayrılıklar bizi zayıflatıyor” şeklinde sona eren makalesinde “Emperyalizm Avrupa’ya geri dönmüş” demesi dikkat çekiciydi.

 
PEKİN (AA) - Tayvan Savunma Bakanlığı, dün, gün içinde Çin'e ait 29 savaş uçağı ve 6 savaş gemisinin Ada çevresinde görüldüğünü bildirdi.
 

Bakanlıktan yapılan açıklamada, Ada çevresinde görülen uçaklardan 13'ünün, Tayvan Boğazı'nda tarafların etki alanlarını sınırladığı kabul edilen hava ve deniz hattının doğusuna ve Tayvan'ın hava savunma tanımlama bölgesinin (ADIZ) güneybatı bölümüne uçtuğu belirtildi.

Açıklamada, hava ve deniz araçlarının, elektronik takip araçları, devriye uçakları, gemiler ve yer füze sistemleriyle izlendiği belirtildi.

 

Çin, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin 2 ve 3 Ağustos'ta Tayvan'a gerçekleştirdiği ziyaretin ardından Ada çevresinde askeri tatbikatlar yapmıştı. 6 bölgede yürütülen tatbikatlar, Ada'nın çevresinde fiili bir abluka oluşturmuştu.

Çin ordusu, 10 Ağustos'ta tatbikatların tamamlandığını duyurmuş ancak Tayvan Boğazı'ndaki askeri devriye faaliyetinin devam edeceğini bildirmişti.

 

Pelosi, Çin ile egemenlik ihtilafı içindeki Ada'yı 25 yıl aradan sonra ziyaret eden ilk ABD Temsilciler Meclisi Başkanı olmuştu. Daha önce 1997'de Newt Gingrich, bu görevi yürütürken Tayvan'ı ziyaret etmişti.

 
Kolombiya'nın başkenti Bogota'da bulunan Bogota'daki Santa Maria Boğa Güreşi Alanı, kumsal sporlarının yapıldığı bir sahaya dönüştürüldü. Kolombiya'da boğa güreşlerinin yasaklanması görüşülürken, Santa Maria arenası yaz festivali boyunca kumsal sporlarına ev sahipliği yapıyor.
 
 
 
 
 
 
 

Starkregen abpuffern, das Niederschlagswasser temporär und kontrolliert zurückhalten und gedrosselt ableiten oder als Gießwasser dem Gartenamt zur Verfügung stellen: Zunächst provisorisch an der tiefsten Stelle des neuen Baugebiets an der Waidmannsteige in Lengfeld angelegt, wird das Retentionsbecken im Zuge der weiteren Entwicklung des Baugebiets noch umziehen, größer werden und dann das Niederschlagswasser des gesamten Baugebiets aufnehmen. Stadtbaurat Benjamin Schneider und Tiefbau-Chefin Annette Messerer konnten nun die Fertigstellung der Erschließungsmaßnahmen des Bebauungsplans Lengfeld 22A verkünden, in Kürze wird die Vermarktung der 30 Baugrundstücke beginnen. Erst vor einem Jahr waren die beiden an der gleichen Stelle, um die vorbereitenden Erschließungsmaßnahmen zu begutachten. „Wir sind hier, trotz Materialknappheit, richtig schnell vorangekommen“, freute sich der Baureferent. In der Bauzeit von Mai 2021 bis August 2022 wurden 635.000 Euro verbaut, 1.500 m³ Boden bewegt, 2.900 m³ Boden verbessert, Pflaster- und Asphaltflächen eingebaut und 30 Bauplätze für 12 Einfamilienhäuser geschaffen, davon vier in Erbbaurecht, 12 Doppelhausgrundstücke und sechs Reihenhäuser. Die Infrastruktur wurde mit dem Entwässerungsbetrieb der Stadt Würzburg, der Mainfranken Netze GmbH und der Telekom hergestellt. Insgesamt umfasst das Baugebiet 12.350 m².

Eine weitere Besonderheit in diesem neuen Baugebiet ist der nunmehr erst zweite stadtweite Einsatz des „Stockholmer Systems“. Das Stockholmer System wurde speziell für versiegelte Bodenbeläge in der Stadt entwickelt. Das Straßenoberflächenwasser wird direkt in eine Grünfläche geleitet und dort über ein Puffersystem aus Schotter und Kohle im Untergrund für die Bepflanzung gespeichert. Das Prinzip wurde in Stockholm in den 1990-er Jahren, speziell für versiegelte Bodenbeläge in der Stadt entwickelt. Grund dafür waren und sind die geringe Vitalität, die Windbruchgefahr und die verkürzte Lebensdauer von Stadtbäumen aufgrund Wasser- und nährstoffarmer Böden.

Die Stadt Würzburg hatte das Grundstück von Privateigentümern erworben, um aus der Fläche, auf der sich ein Wohnhaus und Nebengebäude für landwirtschaftliche Zwecke befanden, Baugrund zu entwickeln. Der Landwirtschaftsbetrieb war schon länger nicht mehr als solcher genutzt worden. „Nun wird einerseits eine Lücke der baulichen Struktur am Ortsrand von Lengfeld geschlossen. Andererseits diese mit Wohnbebauung gefüllt“, sagt Annette Messerer, Leiterin des Fachbereichs Tiefbau und Verkehrswesen. „Alles in allem eine schnell umgesetzte Win-Win-Situation und bald können sich hier Familien den Wunsch vom naturnahen Wohnen mit infrastruktureller Anbindung an die Kernstadt erfüllen.“

Die Baugrundstücke werden im Herbst 2022 in die Ausschreibung gehen, die Unterlagen können dann auf www.wuerzburg.de heruntergeladen werden.

 

Text und Fotos: Claudia Lother

 

 

Fachlicher Blick ins Retentionsbecken. Dieses wurde provisorisch für die Zeit der Erschließung angelegt und wird später verlegt und vergrößert werden, um das gesamte Niederschlagswasser des neuen Baugebiets aufzunehmen.

 

Zentrale Forderungen unserer Zeit sind Inklusion, Diversität sowie die „volle, wirksame und gleichberechtigte Teilhabe am Leben in der Gesellschaft“!

 

Der Landkreis Kelheim, die seit Jahrzehnten im Landkreis engagierten sozialen Träger sowie in Selbsthilfegruppen organisierte, engagierte Betroffene haben sehr erfolgreich dazu beigetragen, ein inklusives Bewusstsein zu vermitteln und die Rahmenbedingungen für Menschen mit Behinderung zu verbessern. Genau diese jahrzehntelange geschichtliche Entwicklung der Teilhabe von Menschen mit Behinderungen im Landkreis Kelheim wird nun auf einer Informationstafel dargestellt.

 

Mit großem Engagement und fachlichem Wissen wurden in den letzten Monaten unter der Federführung von 6 „Urgesteinen“ (namentlich handelt es sich bei den „Urgesteinen“, die stellvertretend für die Arbeitsgruppe Inklusion im Landkreis Kelheim tätig wurden, um Sonderschulrektor i.R. Josef Stahl, Dipl.-Soz.päd. Albert Steber, Dipl. psych. Edmund Klingshirn, Josef Fleischmann, MA Christiane Lettow-Berger, Prof. Dr. Hans Weiß und Prof. Dr. Joachim Hammer) der Behindertenarbeit im Landkreis Kelheim die Daten gesammelt und entsprechend in Form gebracht. Die so entstandene Übersicht ist nun für Wartende gut sichtbar vor dem Büro von Landrat Martin Neumeyer angebracht. Des Weiteren werden die Informationen demnächst auch als Flyer zur Verfügung stehen.

 

Generell können sich alle Bürgerinnen und Bürger bei Fragen zum Thema Teilhabe von Menschen mit Behinderung im Landkreis Kelheim immer gerne an die Koordinationsstelle Inklusion, Frau Heike Huber, Donaupark 12, 93309 Kelheim, Tel. 09441/207-1042, per Email an Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!wenden.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Landrat Martin Neumeyer und Josef Stahl bei der Vorstellung der Tafel

 

 

Die Mitglieder der Arbeitsgruppe Inklusion vor der Informationstafel

Ob Feuerwehr, Jugendarbeit, Naturschutz, das Training im Sportverein
oder Kulturveranstaltungen und Konzerte: all das und noch vieles mehr
wäre ohne die zahlreichen ehrenamtlich engagierten Menschen in
Würzburg nicht möglich. Mit dem Bürgersozialpreis, welcher alle 2
Jahre vergeben wird, würdigt die Stadt Würzburg dieses ehrenamtliche
Engagement in Würzburg.

Der Bürgersozialpreis ist als symbolisches Dankeschön mit 1.500 Euro
dotiert. Die Eingabefrist wurde auf den 31. August 2022 verlängert. Das
Aktivbüro der Stadt Würzburg, welches mit den Vorbereitungen betraut
ist, freut sich über weitere Einsendungen und Nominierungen. Eine
Findungskommission, bestehend aus Sozialreferentin Dr. Hülya Düber sowie
weiteren Mitgliedern aus dem Sozial- und Jugendhilfeausschuss, wird die
Bewerbungen sichten und dem Stadtrat einen Vorschlag für die
Preisvergabe vorlegen. Die festliche Verleihung wird derzeit für
Dezember im Ratssaal des Würzburger Rathauses geplant.

Für den Bürgersozialpreis kommen Einzelpersonen, Organisationen,
Initiativen, Gruppen oder Projekte aus der Stadt Würzburg in Frage, die
sich in vorbildlicher Weise im Sozial-, Jugend- oder Gesundheitsbereich
ehrenamtlich engagieren. Oberbürgermeister Schuchardt ruft daher alle
Bürger:innen, Vereine, Verbände und Organisationen dazu auf,
Vorschläge für den Bürgersozialpreis einzureichen.

Bewerbungen und Vorschläge sind formlos möglich und können bis zum 31.
August an das Aktivbüro der Stadt Würzburg, Karmelitenstraße 43, 97070
Würzburg, gerichtet werden. Mehr Informationen finden Sie unter
www.wuerzburg.de/aktivbuero. Ansprechpartnerin für Fragen: Frau Funk,
Telefon: 0931 – 373936 oder per Mail: Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!.