Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Das Team des Tiergartens hat gemeinsam mit Schülerinnen und Schülern der Grundschule Schwaig eine Hecke auf Gut Mittelbüg, der Außenstation des Tiergartens mit bio-zertifizierter Landwirtschaft, gepflanzt. Damit haben sie einen Rückzugs- und Lebensraum für Rebhühner, Fasane, anderes Niederwild, Vögel und zahlreiche Insekten geschaffen. 

Die auf insgesamt 1.800 Quadratmeter angelegte Pflanzung, bei der die Kinder mit anpacken, entsteht entlang eines Ackers. Wichtig ist dabei, dass die Hecke parallel zur Bearbeitungsrichtung des Ackers wächst, damit Aussaat, Ernte und Bodenbearbeitung nicht erschwert werden. Bei der Planung der Hecke mussten die Verantwortlichen einige weitere Punkte beachten: "Die Pflanzen dürfen der Verrohrung der Beregnungsanlage nicht zu nahe kommen, damit ihre Wurzeln dem System nicht schaden", sagte der Futtermeister des Tiergartens, Gerd Schlieper, der auch für den Bio-Bauernhof zuständig ist. "Auch die querende Gastrasse müssen wir bei der Pflanzung freilassen."

Weil die Flächen im Überflutungsbereich der Pegnitz liegen, musste neben den Umweltbehörden auch das Wasserwirtschaftsamt Nürnberger Land das Vorhaben prüfen und genehmigen. Schließlich ging es darum, die richtigen Pflanzen für die Bedingungen vor Ort auszuwählen: Kinder und Tiergartenteam setzten unter anderem Wildäpfel, Echte Wildbirnen, Stieleichen, Gemeine Ebereschen, Elsbeeren und Kornelkirschen.

Das Projekt macht deutlich, wie komplex der Schutz von Arten und das Bemühen um die Bewahrung der Biodiversität ist. So müssen die jungen Pflanzen vor dem Verbiss durch Biber geschützt werden, die nach jahrelangem Bemühen von Naturschutzorganisationen wieder eine Heimat im Pegnitztal gefunden haben und die ebenfalls eine wichtige Rolle im Ökosystem einnehmen.

 

Appell an Hundebesitzer

Zugleich sollen mit der Heckenpflanzung wieder Lebensräume für Fasane und Rebhühner im Pegnitztal entstehen. "An drei Standorten im Pegnitztal vermehren sich bereits Fasane, die wir ausgewildert haben", sagte Oliver Pürkel, Tiergartenmitarbeiter und zugleich Jäger im Revier Schwaig/Rückersdorf/Wetzendorf. "Es wäre schön, wenn wir es mithilfe der Hecke schaffen würden, die Vögel auch in Mittelbüg wieder anzusiedeln." Er appelliert dabei an die Hundebesitzer der Region, das Vorhaben zu unterstützen und ihre Hunde speziell in der Brutzeit von März bis September an die Leine zu nehmen.

Dass die Kinder die Natur als Gleichgewicht, Lebensgrundlage und schützenswertes Gut kennen- und lieben lernen ist eine der Zielsetzungen ihrer Mitarbeit bei der Pflanzung. Die Grundschule Schwaig besucht im Rahmen ihrer Ganztagsbetreuung regelmäßig den Bio-Bauernhof des Tiergartens Nürnberg: Die Nürnberger Zoopädagogik entwickelt seit einigen Jahren Gut Mittelbüg als weiteren umweltpädagogischen Standort.

"Gut Mittelbüg bietet eine hervorragende Struktur, um ein Bewusstsein für Natur, Tiere und Umwelt zu entwickeln", sagte Zoopädagogin Barbara Reinhard. Neben dem Mehrwert, den die Hecke für Tiere und Pflanzen in Mittelbüg bringt, sammelt der Tiergarten damit auch Punkte für sein Ökokonto. Damit kann er Maßnahmen ausgleichen, die einen Eingriff in die Natur bedeuten – etwa den Bau eines neuen Geheges im Tiergarten.

Erstellt von Anna Böhm

 

 

Schülerinnen und Schüler der Grundschule Schwaig pflanzen gemeinsam mit Tiergartenmitarbeitern und Jägern des Reviers Wetzendorf/Rückersdorf/Schwaig eine Hecke

 

 

1945 sonrası Almanya’nın geldiği noktayı hemen herkes ya okul yıllları, ya da ileri yaşlardaki  sosyo-kültürel merakı sonucunda öğrenmiştir. Savaşın verdiği acıları ve insanlığın birbirini yok etmesini elbette tekrar tekrar gündeme getirmek istemesek te, 9 Mayıs günü  kayıtsız şartsız teslim olan Almanya’da  altyapı, binalar, yollar, fabrikalar ve evleri yeniden ayağa kaldırabilecek bir nesil  kalmamıştı. Moskova önlerinden Normandiya’ya, Norveç’ten Ege Denizi ve Kuzey Afrika’ya kadar milyonlarca kilometrelik alanda gencecik insanlarını kaybeden Almanya, ülkesi içinde de büyük bir yıkım ile karşı karşıya kalmıştır. İşgale uğrayan ülkemizdeki acı son ile toplumsal mağduriyetin dış yardım olmadan ortadan kaldırılması ise mümkün görünmüyordu.

Almanya birkaç yıllık işgal sonrasında müttefikler arasında pay edildi. Zamanla değişik çizgilere evrilerek ideolojik karşıtlığa düşen  Rusya ve ABD’nin başını çektiği  gruplar, Almanya’yı ikiye bölünce savaşın ödenmeyen faturaları bizim neslin önüne koyuldu. Elbette bizim için de zor yıllar idi. Ancak yapacak birşey yok ve bizden öncekilerin hataları da dahil Almanya’nın imari için kolları sıvamalıydık. Çünkü bir ülkenin gençliği ülkesinin kaderine el koymadıktan sonra ülkenin ayağa kalkarak geriden gelen gelecek nesillerin yaşaması mümkün değildi.

Yakın Avrupa ülkelerinden işçiler getirildi ve  alt yapı öncelikli olmak üzere Almanya’nın imarına start verildi. Ancak işler çok ağır gidiyor ve Almanya’da savaşın verdiği hasar çok büyük idi. İtalyanlar ile başlayan yaban cı işcilerin Almanya’ya davet edilmesi Yunan, Portekiz, İspanya ve Yugoslav ile devam etmişti. Ülkemizin artan ihracatı, ekonominin dönen çarkları ve acıları unutan Almanya, daha çok yabancı işciye ihtiyaç duyuyordu. Bu durum

Almanya ekonimisi mucizeler yaratıyor, yeni dönemin barış ülkesi olarak bizim nesil ülkesinin kalkınma hamlesi ile “Made in Germany” ın dünyanın her yerinde aranan marka olmasına şahitlik ediyordu. Almanya’nın ikinci dünya savaşı sonrası yabancı işçiler ile tanışmasının üzerinden 10. yılında ülkemiz bu sefer Türkler ile tanıştı. Aslında Almanya’da Türk İşçileri zaten çok sayıda var idi. Türkler ile ilişkimiz ise asırlardır devam ediyordu. Almanya’da herkesi Türkle rin bize dost olduğunu bildiği için onlara hiç yabancılık çektirmediler. Ancak ne de olsa ülkemize gelenler için Almanya yeni bir ülke ve değişik bir kültür idi.

Özellikle kömür, demir-çelik, inşaat ve otomobil sektöründe Türk işçilerinin harikalar yarattığı Alman basınında sıkça yer alınca ülkemizdeki Türk işçilerinin sayısı giderek arttı. Benim için ilginç olan o yıllarda Almanca bilmedikleri halde uyumsuzluklarından hiç bahsedilmeyen Türklerin bu gün çok iyi Almanca konuştukları halde sürekli olarak entegrasyon tartışmalarının odak merkezine konulmalarını pek te anlayamı yorum. Ancak sosyal tartışmalarda dönemsel etkilerin de çok önemli olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Íurası bir gerçekki, Almanya’nın kalkınmasında  Türklerin hakkı inkar edilemez.

Savaşların, kıyımların, katliamların, haksızlıkların bitmediği dünyamız, her an yeni bir acıyı, faciayı, dramı yaşıyor. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile başlayan ve nerede duracağı bilinmeyen sıcak savaş, yeni bir mülteci probleminin de gündeme oturmasına yol açtı. Rus saldırıları karşısında canını, çoluğunu çocuğunu kurtarmak için milyonlarca insan başta Avrupa olmak üzere kendilerini emin hissedebilecekleri yerlere ulaşmaya çalışı-yorlar. Birleşmiş Milletler yetkililerinin açıklamalarına göre Ukrayna’yı terk ederek mülteci durumuna düşenlerin sayısı şimdiden 3,5 milyonu buldu. Savaşın devamı halinde bu rakamın 10 milyonu bulabileceği korkusu yaşanıyor.

Henüz Avrupa ülkeleri kadar yoğun yaşanmasa da, Türkiye’nin de yeni bir mülteci dalgasının hedefi olabileceği düşünülüyor. Irak, Suriye, Afganistan’daki savaşlar ve karışıklıklar sebebiyle dünyanın en çok mülteci barındıran ülkesinin Türkiye olduğu biliniyor. Aynı şekilde mülteci kabulü ve bunlara yapılan muamele konusunda -bir hayli iç tepkiye sebebiyet verecek şekilde- bonkör davranıldığı da kamuoyunun malumudur.

Ukrayna’dan Avrupa’ya mülteci akınının ilk durağı, komşu olması dolayısıyla Polonya. Ondan sonraki en önemli durağın ise Almanya olduğu biliniyor. Almanya, savaş ve yoksulluktan, ülkelerindeki siyasi takibatlardan kaçanların gelmek istedikleri ülkelerin ilk sıralarında yer alıyor. Ekonomik şartların iyiliği ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Anayasa ve kanunların mülteci dostu diyebileceğimiz özellikleri bu cazibeyi arttırıyor.

Bütün bunlara rağmen Alman ya’nın hatta hiçbir ülkenin mülteciler için bir Cennet olmadığı açık. Bazı durumlarda istismarlar yaşansa da mültecilik ‘Allah düşmanımın başına vermesin’ diyebileceğimiz bir mecburiyettir. Çünkü hiç kimse doğup büyüdüğü, havasını teneffüs edip suyunu içtiği, ait olduğu ve kendisine ait olduğunu düşündüğü ülkesini, kentini, köyünü, mahallesini, dost ve akrabalarını terk edip başka okyanuslara yelken açmaz. Şartlar ne kadar güzel görünürse görünsün özünde hiçbir yabancı memleket insanın kendi ülkesi gibi değildir.

Almanya’nın mültecilerle ilgili kanun ve uygulamaları ne kadar güzel görünürse görünsün, hiçbir şekilde mükemmel değildir. Zaman zaman bizim de dile getirdiğimiz gibi bir hayli yanlış uygulamalar söz konusudur. İnsan hakları örgütlerinin hemen her yıl hazırladıkları raporlarda bunlar etraflıca dile getirilmektedir.

Hatalı davranışlar içerisinde en çok dikkat çekenlerden birisi mülteciler arasında ayrım yapıldığı konusudur. Almanya yıllardır tam tabiriyle adeta ‘etinden, sütünden, yününden’ yararlanacağı mülteci arayışındadır. Azalan nüfusu dengelemek, ihtiyaç duyulan meslek dallarındaki açığı dışarıdan gelenlerle kapatmak düşüncesi çoğu kez sırıtmaktadır. Diğer yandan oluşturulmak istenen ve başını çektiği Avrupa ortak tavrı konusunda da işin insani ve vicdani özünden ziyade ekonomik ve siyasi hesaplar peşinde koşmaktadır. Mültecilerin AB topraklarına ulaşmasının önlenmesi, gelenlerin -Türkiye ile yapılan anlaşmanın gösterdiği gibi- geri gönderilmesi türünden uygulamalar bu kapsamdadır.

Mültecilerin geldiği ülkelerin genellikle Müslümanların yaşadığı ülkeler oluşu Alman kamuoyunun meseleye yaklaşımı ve kanaat oluşumu noktasında önemli bir husustur. Bazı çevreler işi ‘mülteciler geliyor’dan ziyade ‘Müslümanlar geliyor’ şeklinde ele alıyorlar ve bu çoğu yerdeki gibi Almanya’da da aşırı sağa bir istismar alanı açıyor. Ancak Ukrayna’dan gelenlere karşı bazı çevrelerce takınılan tavır, birçoklarının aslında mültecilere değil Müslümanlara karşı olduğunu açıkça gösterdi. Yeni mültecilerin ‘sarışın ve mavi gözlü’ oluşları bu çevrelerin ne denli ikiyüzlü ve çağın dışında bulunduklarını ortaya koydu.

Bu ortamda birçok Türk ve Müslüman kuruluşun sizden-bizden ayrımına gitmeden Ukrayna’dan gelen mültecileri bağrına basıp, camilerinde, derneklerinde ağırlamaya çalışması aslında sadece Almanya’da değil tüm Avrupa’da örnek alınması, takdir edilmesi gereken bir davranıştır. Çok güzel bir deyimimizin dile getirdiği gibi ‘Düşmez kalkmaz bir Allah’tır.’ Kaldı ki Nazi rejimi döneminde birçok Alman ilim insanı ve entelektüelin sığınağının Türkiye olduğunu bu çevreler gayet iyi bilmektedirler. Umarız Ukrayna meselesi bazı kafaların dünyayı daha insancıl ölçülerle okumasına vesile olur.

 

Avrupa’lı Türkleri  şu ya da bu şekilde 60 yıldır kültürel kimliklerinin yaşamasına gayret ediyorlar. Ancak bu konuda birbirinden haberi olan, birlikte çalışan gelecekte dil ve kültür açısından olabilecekleri bu günden tahmîn edebiliyorlar mı derseniz, cevabım “maalesef” olacaktır. Çünkü Türkler çok dağınık ve kurumsal anlamda Türkye’ye sahip çıkmayı başaramamışlardır. Türkçe dersine devam cetvelleri, dili konuşurken düzgün konuşma özelliklerine baktığımızda Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler maalesef dillerine, dolayısı ile kültürlerinin gelecek nesillere aktarılmasına  gayret göstermemektedirler. Dil konusunda Türk Toplumu ve Türkiye Devleti’nin yapması gerekenleri kısaca özetlemek isterim.

Öncelikle Türk dernekleri bir araya gelerek Türkçe konusunu ele almalılar. Eyâletler düzeyinde yapılan çalışmalar federal düzeyde birleştirilerek koordineli bir çalışma yürütülmelidir. “Alman Anayasası’na göre bu ülkede yaşayan insanların anadilini konuşma ve öğrenme hakkı vardır. Türkler bu hakkı yasal olarak Alman Devleti’nden istemelidir. Hukukî yollara başvurmalı, gerekirse anayasa mahkemesine gitmelidir. Türkçe, bu toplumun bir dilidir. İtalyanca, İspanyolca, İngilizce, Fransızca gibi Türkçe dersleri de yabancı dil statüsünde müfredâta alınmalı, zorunlu ders olarak okutulmalıdır. Öğretmenler, veliler ve bilim insanlarının katılacağı, düzenli eğitim kurultayları organize edilerek gelecek 5 yıllık proğramlar ile eksikler tespit edilip hedefler ortaya koyulmalıdır. Türklerin yaşadığı her ülkede 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı öğretmen ve velilerin toplu katılımı ile birlikte düzenlenmelidir. Herşeyden önemlisi Atatürk gelecek nesillerdeki çocuklarımıza iyi öğretilmelidir.

Türkçe’nin Avrupa’da Türk Toplumu’nun önemli bir bölümünün konuştuğu olabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti’nin de bazı şeyleri yapması gerekmektedir. Öncelikle Millî Eğitim Bakanlığı tarafından birçok ülkeye dağılmış olan Türk Toplumu için  Türk Toplumunu iyi tanıyan komisyonların çalışmaları ile şekillenen  “Kültür ve Eğitim Proğramı” geliştirip uygulamaya konulmalıdır. Herşeyden önce olumlu örnek teşkîl etmesi açısından Alman makamları ile görüşülerek yeni model uygulamalar geliştirilmelidir. Ailelerin de katılımı ile her türlü bilgi eksikliğini giderecek şekilde öğretmenlerimiz, konsolosluklarımız daha duyarlı  çalışmalıdır. Çünkü Türkçe hem kimliğimiz, hem de ses bayrağımızdır.

Almanya, Türkiye’nin jeopolitik dönemini bilen, ama basit anlaşmazlıklarda bunu görmezden gelen garip bir ülkedir. Doğrusu Almanya, ikili ilişkilerde Türkiye’yi sadece gerekli olduğu anlarda hatırlamaktadır.  Ukrayna krizi ise yeni bir “Hatırlanma Dönemi” başlatmıştır.

Almanya, geleneksel olarak Türkiye‘yi Rusya ile olan kriz dönemlerinde hatırlıyor. Oysa krizlerden daha önce basit anlaş-mazlıklar bir yana bırakılıp özellikle kazan-kazan politikasına yoğunlaşabilseydi, Ruslara bu kadar enerji bağımlısı olmayacaktı. Ukrayna konusunda yeteri kadar sert konuşamayan Berlin, şimdilik korku ile Ukraynalı mültecilere konaklama imkanı sağlamakla meşgul. Türk-Alman enerji işbirliğinin zamana ihtiyaç duyulan önemli bir proje olduğu biliniyor ama uzun vadeli gerçekler çok daha başka özellikler arzediyor.

Türkiye ise Almanya’nın her devirde kendini hatırlamasını istiyor. Türkiye‘yi iyi tanımayan, etki konjonktürünü kabullenemeyen bir Almanya farkında olmadan Rusya’ya bağımlı hale gelebiliyor. Enerji alanında %50 Rusya’ya bağımlı olduğunu maalesef Ukrayna krizi döneminde farkeden bir Alman Hükümeti bu yanlışı düzeltmek için acil Ankara - Berlin hattını canlandırmaya çalıştı. Hatta Ankara‘ya tecrübesiz yeşil dışişleri bakanı Baerbock yerine bizzat Başbakan Olaf Scholz’un gitmesinden Almanya’nın Türkiye’ye verdiği önemi farkedebiliriz. Ancak bu ziyaretlerin dönemsel sorunları değerlendirmekten çok, uzun vadeli Türk-Alman ilişkilerine kalıcı faydalar sağlaması gereklidir. Geçmişte yapılan yanlışların devam etmemesi ise Almanya’nın Türkiye’yi daha sağlıklı değerlendirmesinden geçtiğine inanıyoruz. Bölgesinde güçlü ve iz bırakacak dış politika örneği veren Türkiye ile uzun vadeli bir stratejik çizgi tutturmanın Al-manya gibi bir ülke için önemli ajandalar arasında olması gerektiğine inanıyoruz.

Türkiye ise Almanya ile ilişkilerin iç politikaya konu edilemeyecek kadar önemli olduğunu şimdi daha iyi farkediyoruz. Bölgesel güç olduğu gerçeği yanında rüştünü ispat eden bir Türkiye’nin batıya dönük yüzünün Rusya‘ya evrilmesinin riskleri de iyi hesap edilmelidir. Almanya’nın dikkati Orta Doğu’ya çevrilirse bundan öncelikle Avrupa Barışı kazanır. Almanya ile olan ilişkilerde enerji menfaatleri açıkça ortaya koyulmalıdır. Türk-Alman Stratejik ortaklığı NATO ve AB politikalarının ana omurgasını teşkil ettiği anda, okyanus ötesinden gelen negatif sesler de kısmen hizaya gireceklerdir.

Türkiye, Almanya ile ilişkilerini duygusallığın ötesine geçerek matematiksel anlamda menfaate dayalı bir sirkülasyon düzlemine çekmelidir. Özellikle günümüzün aktüel tartışması olan enerji ihtiyacı ikili ilişkilerin önceliği haline gelecek, her iki tarafa da çok önemli kazançlar sağlayacak bir potansi-yeldir. Her savaşın arkasında bir ekonomik menfaat varsa, her barışın arkasında en az beş menfaat var diyen Türkiye siyaseti, Almanya ile kurulan sıkı ekonomik ilişkilerin enerji denklemi kurulduğunda her iki ülke de bundan ka-zanç sağlayacaktır. Unutmamak gerekir ki, Türkiye’nin kazancı barışın uzun sürmesindedir. Bu yola girmenin ise menfaatleri bölüşerek gerçekleşeceği genel kabul gören bir gerçektir.

Türk eğitim sistemince öğretilen “Türk-Alman Dostluğu Ütop-yası”nın “İki Ülkenin Ortak Menfaat leri”ne doğru evrilmesinde fayda vardır. Türkiye’nin devlet aklı dostluk kelimesinden vazgeçmese de gerçekler dostluğun menfaatleri bölüşmede olduğunu işaret ediyor. Türkiye’den gelen binlerce firma temsilcisinin Almanya’nın dört bir yanında ürünlerini tanıttığını görünce insanın “Dostluklar potansiyelleri bölüşünce sağlamlaşır” demek içinden geliyor. İki ülke siyaseti basit tartışmalar yerine uzun vadeli prog-ramları masaya yatırarak yaşadı ğımız 21.yüzyılın son üç çeyre-ğinin iki ülke elinde şekillenmesi gerektiğinin farkında olmalıdırlar. Öncelikle iki tarafa ilişkileri defakto durumun çok ötesine taşımalı ve buna istekli olduk larını göstermelidirler. Tarihsel boyutu ile Türk Alman ilişkilerinin İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşadıkları mutlaka medyada konu olmalı, bu alanda etkin isimlerin makaleleri yayınlanmalı. Medya etkin olarak kullanılmalı ve ikili menfaatler toplumsal belleğe bol malzeme ile bilrikte sunulmalıdır. Mevcut ilişkilerin farklı boyutlarda daha ileri düzeye çekmesi için medya aktörlerine gelecek nesiller adına önemli sorumluluklar düşmektedir. Basit, kulaktan dolma ve Türkiye’den sorunlu ayrılan kalem- lerin gösterdiği faaliyetler ile Türk-Alman İlişkilerine de ciddi zararlar verilmektedir.

İki ülke medyası karşılıklı haberlerde mümkün olduğu kadar abartıyı ve tek bir açıdan bakmayı bırakmalıdırlar. Medya eleştirel hakkını mutlaka kullanmalı ama mümkün olduğunca gerçeğin merkezinden uzaklaşmamalıdır

21. yüzyılın başında Irak Savaşı ile başlayan uluslararası rekabetin bir gün silahlı çatışmaya doğru gideceği elbette tahmin ediliyordu. Eski Sovyet İmparatorluğu hayali ile yaşayan Rusların bunu hayata geçirmek için öncelikle kendi arka bahçesi olarak gördüğü komşuları ile işe başla-yacağını ABD tahmin edemediyse bu onun kendi eksikliğidir. Rusların yayılmacılığını tahmin edemeyen, ittifakın önemli askeri yükünü 75 yıl sırtında taşıyan Türkiye’nin teröre karşı yalnız bırakılmasının tek sorumlusu Amerika’ dır. NATO içinde ve Avrupa özelinde Türkiye ve Almanya bueksiklikleri mutlaka kendi aralarında gerçekçi bir göz ile masaya yatırmalı, kendi aralarında bir “yeniden hatırlanma” dönemi başlatmalıdırlar.

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Turan Gökçe: – “705 yıl boyunca İzmir, bünyesinde barındırdığı farklılıkları zenginlik sayan, onları bir arada tutan hoşgörü ortamını ideal ölçülerde yaşatan gerçek anlamda bir şehir oldu” – AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ: – “Bu şehrin Müslüman ve Türk kimliği ön planda, bu 1081 yılından itibaren bu şekilde”

 

İZMİR (AA) – Türk Tarih Kurumu (TTK) ve İzmir Katip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) tarafından düzenlenen ve dört gün sürecek, “Şehir Kültür ve Medeniyet: Çaka Bey’den Günümüze İzmir” sempozyumu başladı.

İKÇÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Turan Gökçe, üniversitedeki Prof. Dr. Fuat Sezgin Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen programın açılışında yaptığı konuşmada, İzmir’in Malazgirt Zaferi’nden 10 yıl sonra Türk varlığına sahne olduğunu ve Çaka Bey ile tesis edilen Türk hakimiyetinin 17 yıl sürdüğünü anlattı.

 

 

Gökçe, İzmir’i gerçek anlamda tanıtabilmek adına bu sempozyumu düzenlediklerini ifade ederek, 4 gün boyunca kenti her yönüyle ele alacaklarını dile getirdi.

 

Çaka Bey’in İzmir ve çevresinde, şehir kültüründe önemli izler bıraktığını sonrasında kentin Aydınoğulları tarafından yeniden fethedildiğini aktaran Gökçe, şunları belirtti:

“Aydınoğlu Mehmet Bey 1317’de Kadifekale ve çevresini ele geçirerek, İzmir’de kısa süren işgal dönemi hariç olmak üzere, kesintisiz 705 yıl devam eden Türk hakimiyetinin kurucusu oldu. Kadifekale’de inşa edilmiş olan mescit, fetih sonrasında İzmir’in imar ve iskan hareketleriyle tipik bir Müslüman Türk şehrine dönüşüm sürecinin sembolü oldu. 705 yıl boyunca İzmir, bünyesinde barındırdığı farklılıkları zenginlik sayan, onları bir arada tutan hoşgörü ortamını ideal ölçülerde yaşatan gerçek anlamda bir şehir oldu.”

 

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ, İzmir için Çaka Bey, Aydınoğlu Mehmet Bey ve Umur Bey gibi isimlerin çok önemli yere sahip olduğunu vurgulayarak, bunları ön plana çıkaracak çalışmalar yapılması gerektiğini aktardı.

Sempozyumun bu anlamda çok değerli olduğunu vurgulayan Dağ, “Bu şehrin Müslüman ve Türk kimliği ön planda, bu 1081 yılından itibaren bu şekilde. Her dinden her kültürden insanlar burada yaşamışlar ve yaşamaya da devam ediyorlar. Bu anlamda bu sempozyumu İzmir’de bir öncü hareket olarak değerlendiriyorum. Bu hareketin de çok kıymetli olduğunu değerlendiriyoruz.” diye konuştu.

 

 

Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Şeker, İzmir’in tarihini her boyutuyla elbette ele alacaklarını aktardı.

İzmir Valisi Yavuz Selim Köşger ve TTK Başkanı Birol Çetin de “Şehir Kültür ve Medeniyet: Çaka Bey’den Günümüze İzmir” sempozyumunun kentin tarihini ortaya koymak adına çok değerli olduğunu belirterek, öğrencilere tavsiyelerde bulundu.

Açılış törenine, AK Parti İl Başkanı Kerem Ali Sürekli ve MHP İl Başkanı Veysel Şahin de katıldı.

Sempozyumda, 4 gün boyunca İzmir tarihine ilişkin çeşitli paneller ve konferanslar yer alacak. Sempozyum, 27 Mart’ta düzenlenecek Birgi Mahallesi’ne düzenlenecek geziyle sona erecek.

Kaynak : Mynet

 

 

Türk Tarih Kurumu (TTK), üniversitelere ve kütüphanelere verilmek üzere 10 bin tarih kitabı sağladı.

TTK, KKTC üniversiteleri, halk kütüphaneleri ve Milli Kütüphane’ye konulmak üzere, her biri TTK tarafından basılan 10 bin tarih kitabını temin ederek, Milli Eğitim Bakanlığı’na teslim etti.

Milli Eğitim Bakanlığı, Kütüphane Haftası kapsamında teslim edilen 250 set kitabın üniversitelere dağıtımını gerçekleştirdi.

Milli Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu bu çerçevede, Atatürk Öğretmen Akademisi’ni ve Akdeniz Karpaz Üniversitesi’ni ziyaret ederek, temin edilen kitapları kütüphanelere konulmak üzere takdim etti.

Milli Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu yaptığı açıklamada, Türk Tarih Kurumu tarafından düzenlenen kitap setlerini, üniversitelere ve kütüphanelere iletmekten dolayı büyük mutluluk duyduklarını ifade ederek, temin edilen kitap setlerinde çok değerli eserlerin bulunduğu belirtti.

“Değerli katkılarından dolayı Türk Tarih Kurumu’na, Başkanı Prof. Dr. Birol Çetin’e ve kurum üyelerine” teşekkürlerini ileten Bakan Çavuşoğlu, “Birbirinden değerli ve önemli kitapların bulunduğu kitap setlerini üniversitelerimizin kütüphanelerine teslim etmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Böylesi önemli bir bağışın tesliminin Kütüphane Haftası’na denk gelmesi de bizler için çok anlamlı. Bu vesileyle tüm kütüphanecilerimizin Kütüphane Haftası’nı canı gönülden kutluyor, temin edilen eserlerin tüm kitapseverlere hayırlı olmasını temenni ediyorum.” dedi.

Kaynak : www.guncelkibris.com

 
BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’i Kiev’de kabul etmek istemeyişini "rahatsız edici" olarak nitelendirdi.

Scholz, "RBB24 info" radyosuna yaptığı açıklamada, şimdilik Ukrayna’yı ziyaret etmeyi düşünmediğini belirterek savaş çıkmadan kısa bir süre önce bu ülkeye gittiğini ayrıca Zelenskiy ile de sıkça konuştuğunu anlattı.

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Kiev’i ziyaret etme isteğinin reddedilmesine ilişkin bir soru üzerine Scholz, "Almanya Cumhurbaşkanı Ukrayna’ya gitmek istiyordu ve burada Devlet Başkanı (Zelenskiy) ile buluşacaktı. (Steinmeier) Almanya’da devletin başıdır. Bu arada hizmetlerinden dolayı büyük çoğunlukla yeniden seçildi. Bundan dolayı onu kabul etmek iyi olurdu." ifadesini kullandı.

Scholz, bu konuda çok fazla yorum yapmak istemediğini belirterek Steinmeier’in kabul edilmemesinin "kibar söylemek gerekirse biraz rahatsız edici" olduğunu kaydetti.

Steinmeier’i savunan Scholz, Almanya Cumhurbaşkanı'nın Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığını kınadığına işaret etti.

- "Doğru ve makul silahlar" sağlamak istiyor

Ukrayna’ya silah desteğinin verilmesi konusuna da değinen Scholz, bu konuda müttefiklerle yakın koordinasyon içinde olduğunu ifade ederek Almanya’nın tek başına hareket etmeyeceğini söyledi.

Scholz, Ukrayna'ya asker gönderilmesini gerektirmeyecek "doğru ve makul silahlar" sağlamak istediklerini belirtti.

Polonya ve Baltık ülkeleri liderleri, Steinmeier ile Kiev’e birlikte gitmek istemiş ancak Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy'in Steinmeier’i kabul etmek istemediği ortaya çıkmıştı.

 

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) tarafından düzenlenen “YTB Aile ve Sosyal Hizmetler Alanlarında Uzmanlık Bursu” programı yurt dışında yaşayan vatandaşların aile ve sosyal hizmetler konusundaki danışmanlık hizmetini karşılayacak olan insan kaynağının yetişmesine katkı sağlıyor.

 

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) tarafından hem yurt dışında yaşayan vatandaşlara yönelik aile ve sosyal hizmetler konusunda; danışmanlık, destek ve terapi gibi hizmetlerin artması hem de hizmet sağlayacak insan kaynağının yetiştirilmesi için hayata geçirilen “YTB Aile ve Sosyal Hizmetler Alanlarında Uzmanlık Bursu” programının başvuruları devam ediyor. 

 

Programa yurt dışında ikamet eden ve bu ülkelerde bulunan aile ve sosyal hizmetlere uygun bölümlerde (pedagoji, sosyal pedagoji, pedagojik psikoloji, psikoloji, klinik psikoloji, tıp vb.) üniversite eğitimi almış kişiler başvurabilecek. Programla birlikte terapi ya da danışmanlık gibi özel alanlarda adayların uzmanlaşmalarını sağlayacak mesleki sertifika programlarının desteklenmesi amaçlanıyor.

 

HİZMET YERİ VE SÜRESİ BURSİYER İLE YTB TARAFINDAN PLANLANACAK

 

Bursiyerliğe hak kazanan adaylardan yurtdışındaki bir STK bünyesinde uzmanlık alanına uygun olarak gönüllü danışmanlık hizmeti vermesi de bekleniyor. Hizmet yeri ve süresi bursiyer ile YTB tarafından planlanacak. Sağlanan bilgilendirme faaliyetleri ve verilen danışmanlık hizmeti YTB’ye düzenli olarak raporlanacak. 

 

10 BİN AVRO BURS

 

Verilen burs sadece adayın alacağı sertifika programının ücretini kapsayacak. Bursun azami tutarı 10 bin Avro veya 10 bin Avroya denk gelen ilgili ülke para birimi tutarı kadar olacak.  Burs ödemesi sertifika programının uzunluğuna göre program bitiminde ya da belli aralıklarla ödenecek. Bursun devamlılığı, sertifika/eğitim programındaki devamlılığa ve başarıya bağlı olacak.

Programa Türk Vatandaşı veya Mavi Kart sahibi olanlar başvurabilecek. İlgili ülke makamları tarafından resmi olarak kabul edilen bir uzmanlık eğitim programından kabul almış olmak başvuru şartları arasında yer alıyor. Burs programına 01.01.1982 ve sonrası doğmuş olanlar kabul edilecek. 

 

SON BAŞVURU TARİHİ 02 MAYIS 2022

 

Programa ilişkin detaylı bilgiler https://www.ytb.gov.tr/duyurular/aile-ve-sosyal-hizmetler-alanlarinda-uzmanlik-bursu adresinde yer alırken, son başvuru tarihi ise 02 Mayıs 2022 olarak belirlendi. Adaylar bu tarihe kadar başvurularını online olarak YTB Online Başvuru Sistemi sayfasından yapabilecek.

Neben großer Produktvielfalt und spannenden Sonderschauen begeistert Deutschlands größte Regionalmesse vom 30. April bis 10. Mai mit den beliebten Tierlehrschauen – Hochkarätiges Maimarkt-Reitturnier erstmals mit Nationenpreis

 

Prächtige Zuchttiere, niedliche Tierkinder, atemberaubende Reit-Vorführungen und Wissenswertes für Verbraucher: Tiere sind seit über 400 Jahren Tradition und Attraktion des Maimarktes. Heute sind es die Tierzuchtverbände, die nicht nur den kleinen Maimarkt-BesucherInnen zeigen, dass Honig und Eier hochwertige Naturprodukte sind, und wie man Kaninchen, Geflügel oder Bienen züchtet.

 

Der moderne Garten inmitten der Teichanlage

Eine Erholung fürs Auge ist die schöne Teichlandschaft der Garten- und Landschaftsbau-Azubis der Stadt Mannheim. Die Gartenanlage wurde in einem modernen Stil gestaltet. Klare geometrische Linien, reduzierte Vielfalt, minimalistische Flächengestaltung bilden die Grundlage. Ein Bachlauf, der mit Wasser aus einem Brunnen gespeist wird, und eine Bepflanzung aus Säulenzypressen runden die Gartenanlage ab.

     

 

      

 

Mutter-Kuh mit Kalb und Bulle

Kühe gehören einfach zum klassischen Bild des Bauernhofs. Im Streichelzoo können Besucherinnen und Besucher gleich mit einer ganzen Kuh-Familie Bekanntschaft schließen: einer Hinterwälder Mutter-Kuh mit Kalb und Bulle. 

 

Fleißige Bienen – gesunder Honig

Wie wäre es mit köstlichem Honig aus eigener Herstellung? Beim Bienenzüchterverein Mannheim erhalten Interessierte alle wichtigen Infos. An den Samstagen berichten Jungimker von 10 bis 18 Uhr am Maimarktstand über ihre Erfahrungen mit dem süßen Hobby und über die gewaltige Bestäubungsleistung der fleißigen Insekten. Im Schaukasten sind rund 3.000 Carnica-Bienen versammelt. Die Vereinsmitglieder erläutern die Handhabung von Imkerwerkzeugen wie Entdeckelungs-Geschirr, Abkehrbesen und Schleuder. Außerdem werden neben Honig und Kerzen auch Kosmetik-Artikel wie hautfreundliche Seife, Body-Lotion, Zahncreme sowie Shampoo mit Honig angeboten.

           

Huhn, Küken, Ei – viele Rassen sind dabei!

Flatternd und gackernd gibt sich das liebe Federvieh auf dem Maimarkt. Ein Musterhühnerstall mit Auslauf zeigt, wie Hühner artgerecht gehalten werden. Hier warten Tiere der Rasse „Italiener Goldfarbig“. Zwerg-Minorka, Zwerg-Friesenhühner und Zwerg-Dominikaner werden in den Volieren präsentiert. Echt süß sind die Küken, die unter dem wärmenden Rotlicht piepsend im Streu scharren. Wieso legt das Huhn entweder braune oder weiße Eier? Fachleute vom Verband Badischer Rassegeflügelzüchter geben Auskunft und vermitteln Adressen von Züchtern, die z.B. Bruteier abgeben.     

           

Kuschelige Kaninchen kraulen

Kaninchen gehören nach Katze und Hund zu den beliebtesten Haustieren. Sie lassen sich für die Wohnung stubenrein dressieren. Im Maimarkt-Streichelzoo kann man die Prachtexemplare mit ihren Jungtieren bewundern. Manche der kuscheligen Freunde lassen sich gerne das Fell kraulen. Die Züchter geben Hinweise zu Futter und Pflege und erklären, wieviel Platz ein Kaninchen benötigt und wie schnell die Zähne wachsen.           

           

Meckern und mähen

Fleisch, Käse, Milch, Zugtier und Gärtner – die Ziege war eines der ersten wirtschaftlich genutzten Haustiere des Menschen. Heute ist Ziegenmilch auch eine Alternative für Allergiker. In der Landschaftspflege haben die  Ziegen eine neue Aufgabe gefunden, da sie Büsche und Bäume verbeißen, die Rinde schälen und somit zurückdrängen. Im Maimarkt-Streichelzoo dürfen sich die Besucherinnen und Besucher auf die Walliser Schwarzhalsziege freuen.          

           

Warm- und Kaltblüter

Über alle elf Maimarkt-Tage können Besucher vier Pferderassen der Züchter aus Baden-Württemberg mit jeweils zwei Exemplaren aus nächster Nähe beobachten. Vorgesehen sind Schwarzwälder Kaltblut, Fjordpferde, Haflinger und als Warmblüter das Deutsche Reitpferd.

 

           

Tiere als Helfer der Polizei

Pferde sind stattliche, aber von Natur aus scheue Tiere und ergreifen die Flucht, wenn sie Gefahr wittern. Im Polizeieinsatz müssen sie aber auch bei Bränden oder Explosionslärm Nervenstärke bewahren. Hunde sind aufgrund der dem Menschen überlegenen Sinneswahrnehmungen zu unentbehrlichen Helfern in der Polizeiarbeit geworden. Gemeinsame Einsatzsituationen mit Feuer, Böllerschüssen, Flatterbändern oder gewalttätigen Personengruppen verlangen Mut und Härte und werden intensiv trainiert. Auf dem Maimarkt zeigen die Polizeireiterstaffel und die Polizeihundeführerstaffel am 4. Mai von 15 bis 16 Uhr Höhepunkte aus ihrem anspruchsvollen Ausbildungsprogramm.           

 

Kleine ReiterInnen

Reiten fast wie die Großen: Neben dem Turnierplatz dürfen sich Kinder einmal selbst aufs Pony schwingen und eine geführte Runde drehen – und dabei viel Wissenswertes über das Tier erfahren. Das Angebot ist kostenlos, der Reiter-Verein Mannheim freut sich über eine Spende für Therapeutisches Reiten.

           

Reitsport der Spitzenklasse

Das 58. Maimarkt-Turnier bringt Springen, Dressur und Para-Dressur der Spitzenklasse: Auf der „Mannheimer Pferdewoche“ können Besucher in spannenden Wettkämpfen Nachwuchs-Reiter, Talente aus der Region, internationale Stars, Olympiasieger, Weltmeister, Jumping Riding Ambassadors und die besten Pferde hautnah erleben. 2022 wird erstmals im Rahmen des Maimarkt-Turniers auch ein Nationenpreis ausgerichtet: Am 8. Mai treten internationale Springreiter-Teams in dem traditionsreichen Mannschaftswettbewerb an. Weitere Highlights im Springen sind das Maimarkt-Championat von Mannheim am 7. Mai und der Große Preis von MVV Energie – Die Badenia am abschließenden Maimarkt-Dienstag. Die Dressurprüfungen finden an drei Tagen statt. Die Dressur-Kür am 10. Mai wird zu Musik geritten. Bewertet werden unter anderem Rhythmus, die Harmonie zwischen Reiter und Pferd, Choreographie, Schwierigkeit der Kür, Musik und Interpretation.

Die Termine 2022:

  1. April bis 1. Mai und 6. bis 10. Mai – Springprüfungen
  2. Mai Pony-Führzügelklasse mit Kostüm
  3. bis 5. Mai – Dressurprüfungen für behinderte Sportreiter (Para-Equestrians)
  4. bis 10. Mai – Internationale Dressurprüfungen

 

Stand: 13.04.2022 – Änderungen vorbehalten!

 

info:

Maimarkt Mannheim

  1. April bis 10. Mai, täglich von 9 bis 18 Uhr

Mehr Infos und Pressebilder zum Download unter www.maimarkt.de