Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), sivil toplum kuruluşları ve dini cemat temsilcileri ile iş, sanat, siyaset, spor ve bilim dünyasından birçok insanı Ramazan iftar sofrasında bir araya getirdi.

Köln DİTİB Genel Merkez Konferans Salonu’nda gerçekleşen iftar yemeğine Köln Anakent Belediye Başkanı, Türkiye’nin Essen, Köln ve Münster Başkonsolosları, ABD’nin Düsseldorf Konsolosu, sivil toplum kuruluşlarının ve Müslüman teşkilatların genel başkan ve yöneticileri, DİTİB yönetim kurulu üyeleri, dini danışma kurulu başkanları ve eyalet birliği başkanları ile çok sayıda davetli katıldı.

 

Ramazan: Toplumsal Uyumun Temel Taşı ve Dayanışmanın Güçlendiricisi

Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan iftar programının açılış konuşmasını DİTİB Genel Başkanı Dr. Muharrem Kuzey yaptı. Kuzey, Ramazan ayının ortak bir sofrayı paylaşmak, toplu ibadetler, buluşmalar, paylaşım yoluyla dayanışma ve hayırseverliğin önemli bir alanı ve sosyal uyumun temel taşı ve insanlar arasındaki bağların güçlendiricisi olduğunu söyledi.

 

Ramazan Sofraları: Sosyal Sorumluluğun Birleştirici Gücü

Ramazan ayının şefkat, dayanışma ve merhamet ayı olduğuna vurgu yapan Kuzey, “Ramazan, birlikteliğin temeli olan ortak sosyal sorumluluk için de büyük önem taşımaktadır. Ramazan sofraları bizi Avrupa'daki milyonlarca ve dünya çapındaki milyarlarca Müslümanla birleştirir. Bizleri bu gezegendeki tüm insanların açlığına, ihtiyaçlarına ve varoluşsal korkularına karşı duyarlı kılar. Bir ibadet biçimi olarak yiyecek, içecek ve diğer fiziksel zevklerden uzak durarak hem Allah'a,  hem de insanlığın bir parçası olarak ihtiyaç sahibi herkese yaklaştırır” dedi.

 

Kriz Bölgelerine Yardım Çağrısı: Barışı Birlikte İnşa Edelim

Geçen yılın Ramazan ayında Türkiye ve Suriye'de yaşanan şiddetli depremler nedeniyle dünya genelinde insanların bir araya gelerek dayanışma sergilediği bir dönemin yaşandığına işaret eden Kuzey, “Bizler kültür, din, dil, etnik köken ne olursa olsun birbirimize yardım eli uzattık, birbirimizin umudu ve güveni olduk. Bugün savaş ve kriz bölgelerinde yaşayan insanlar için Ramazan ayını hayal etmek bize içimizi sızlatıyor. Bu nedenle küresel topluma, özellikle Gazze’deki savaşların sona erdirilmesi ve kriz bölgelerine yardım edilmesi için elinden gelen her şeyi yapması çağrısında bulunuyoruz. Küresel toplumu barışı ve ateşkesi müzakere etmeye ve çatışmanın taraflarını masaya gelip ortak çözümler bulmaya çağırıyoruz.“

 

DİTİB 40 Yaşında

DİTİB, 5 Temmuz’da 40’ıncı kuruluş yıl dönümünü kutlayacağını belirten Kuzey, konuşmasını şöyle sürdürdü: “40 sayısının semavi dinlerde özel bir anlamı vardır. Bu sürenin derin düşünme, tövbe ve yeni başlangıç, İslam’da da 40 yaş olgunluk ve tefekkür anlamına geliyor. DİTİB'in 40 yıllık geçmişi boyunca önemli değişimler yaşandı, mimari yapıları gelişti ve toplumsal etkinlikleri de bir o kadar arttı.  Son kırk yılda inanılmaz miktarda değişim ve gelişim yaşandı. Tabii ki bu durum DİTİB için de geçerli. Gençlere, kadınlara, velilere yönelik temsili 16 eyalet birliği ile 1 milyondan fazla Müslümanı ve 30 binden fazla aktif gönüllüyü DİTİB’e bağlı 858 camimizde birleştiriyoruz. 40 yıldır bu gelişimi hiç aksatmadan tamamlamayı başardık. İnanç anlayışımız, cemaatlerimiz ve imamlarımız, 40 yıllık tarihimizle, siyasallaşmadan, radikalleşmeden, araçsallaştırmadan uzak, özgün ve dengeli bir din anlayışının garantisidir. Dolayısıyla, Almanya’daki Müslümanlar özellikle DİTİB sayesinde ılımlı ve barışçıl bir tarihe sahipler.”

Köln Merkez Camii'nin önemi ve ziyaretçi sayılarıyla başarısına dikkat çeken Kuzey, “İki yıldır Köln’de Cuma günleri hoparlörden ezan okunmasına izin veren Köln Belediye Başkanı Henriette Reker’e teşekkür ediyorum. Köln ve Frankfurt’un işlek caddelerine Ramazan ayına özel yapılan süslemeler ve aydınlatmaların, Müslümanların bu şehre, bu ülkeye ait olduğunu gösterme açısından önemli bir adımdır” diye konuştu.

 

DİTİB: Toplumsal Uyumun Köprüsü, 40’ıncı Yıl Dönümü

 DİTİB’in 40 yılda Almanya’da güçlü bir sosyal bağı olan büyük bir kuruluş olduğuna vurgu yapan Köln Başkonsolosu Turhan Kaya da “DİTİB sadece bir Türk dini kuruluşu değil, çok daha fazlası bir büyük bir teşkilattır. Gençlik ve kadın çalışmalarıyla, kültürel faaliyetleriyle, mültecilere yardım ve uyum çalışmaları, aile ve sosyal danışmanlık, cenaze merasimi ve dinler arası çalışmalarla toplumda kritik bir rol oynamaktadır. Bu vesileyle DİTİB’in 40’ıncı kuruluş yıl dönümünü kutluyorum“ dedi.

 

Birlikte Çeşitliliği Kutlayalım: Ramazan Ayı Toplumsal Uyumun Farkındalığı

Çeşitliliğin bir zenginlik olduğuna dikkat çeken Kaya konuşmasını şöyle sürdürdü: “Kökenimiz, dilimiz veya dinimiz ne olursa olsun, sadece birlikte barışçıl bir gelecek inşa edebiliriz. Başkalarına açık olup iletişim kurarsak engelleri aşabiliriz ve önyargıları yıkabiliriz. Çeşitliliğin zenginlik olduğuna yürekten inanıyorum. Önemli olan bu çeşitlilikten uyum ve birlik yaratmaktır. Ramazan ayı da buna vesile olabilir. Oruç tutma zamanı, insanlara toplumu geliştirmeyi hatırlatır; aile, arkadaşlar ve komşularla, sadece bireysel olarak değil, aynı zamanda ve özellikle toplumsal anlamda bir arada olmanın önemini hissettirir.“

 

İnsanlık Kardeşliği: Saygı ve Sevgiyle Birlikte

Alman Piskoposlar Konferansı adına Dr. Alexander Kalbarczyk ise, “İnanç, insanların birbirlerini destekledikleri ve sevdikleri bir kardeş görmelerini sağlar. Tanrı'nın yaratıkları olarak tüm insanların kardeşliğine ilişkin bildirisinde vurgulanan nokta, insanlar birbirlerinin kardeşidir, bu nedenle, insanlar birbirlerine saygı ve hürmet borçludurlar” dedi.

 

Dini Tolerans ve Diyalog: Birlikte İlerlemek İçin Ortak Çaba

Tanrı adına şiddetin, terörün ve savaşın her zaman adaletsizlik olduğunu söyleyen Kalbarczyk, “Almanya'da, Orta Doğu'daki çatışmaların ülkedeki dini cemaatler arasındaki ilişkileri zorladığını gözlemliyoruz. Bu dönemde, düşmanlık ve ayrımcılık döngüsünden kurtulmak için ilk ve önemli adımın empati ve takdir gerektirdiğine inanıyoruz. Farklı dini inançlara sahip insanlar arasındaki iyi ilişkilerin büyük bir değer taşıdığının farkındayız. Katolik Kilisesi'nin bir temsilcisi olarak, bu zamanlarda daha fazla karşılaşma ve diyalog, daha fazla ortak çaba ve etkinliklere ihtiyaç olduğunu açıkça ifade etmek istiyorum. Ortak çabalarımızı sürdürerek, ırkçılığa karşı uluslararası haftalara, kültürlerarası etkinliklere ve insanların bir araya gelip diyalog kurduğu her türlü platforma katılarak, birlikte ilerlemeliyiz. Antisemitizmle mücadele ile Müslümanlara yönelik düşmanlığın birlikte ele alınması gerektiğine inanıyoruz. Alman Piskoposlar Konferansı adına, size mübarek bir Ramazan ve mutlu bir bayram diliyorum.” ifadelerini kullandı.

 

Dini Çeşitlilikte Birlik: Gazze'de Barış İçin Ortak Çaba

Farklı geçmişlere ve dinlere sahip insanların bir masada etrafında bir araya gelmesini çok anlamlı bulduğunu ifade eden Almanya Protestan Kilisesi Dinlerarası Diyalog Danışmanı Dr. Andreas Herrmann ise, “İçinde bulunduğumuz dönemde, daha fazlasına ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Gazze Şeridi'ndeki savaş, dini çeşitlilik içinde bir arada yaşamayı, Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların bir arada yaşamasını etkiliyor. Bu tür zamanlarda, insanların eşitlik temelinde bir araya gelip gerçekten yeni programlar geliştirerek birlikte hareket edebileceği daha fazla buluşmaya ihtiyacımız var. İbrahimi dinleri bir araya getirmek için daha fazla çaba sarf etmeliyiz, daha fazla çaba göstermeliyiz” diye konuştu.

Almanya Müslümanları Merkez Konseyi (ZMD) ve Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi (KRM) kurucu üyesi Eyüp Köhler de, Ramazan ayına buruk girildiğini ifade ederek, Ramazan ayının barışa ve güzelliklere vesile olmasını diledi.

İftar programı okunan akşam ezanının ardından hep birlikte oruçların açılmasıyla sona erdi.

 

 

 

 

 

Fortbildungs- und Tagungszentrum der Polizei in Freyung - Kabinett billigt Planungen von Innenminister Herrmann: Inbetriebnahme der ersten Stufe noch in 2024 geplant - Im Endausbau bis zu 80 Mitarbeiterinnen und Mitarbeiter mit rund 4.000 Seminarplätzen pro Jahr

 

Bereits im vierten Quartal 2024 soll die erste Stufe des geplanten großen Fortbildungs- und Tagungszentrums der Bayerischen Polizei auf dem Areal der ehemaligen 'Klinik Bavaria' in Freyung in Betrieb gehen. Das hat heute das Kabinett auf Vorschlag von Bayerns Innenminister Joachim Herrmann beschlossen. "Wir wollen so schnell wie möglich starten und werden zum Jahresende in Freyung mit eintägigen Veranstaltungen beginnen", kündigte Herrmann unter der Voraussetzung an, dass der Haushaltsausschuss des Bayerischen Landtags dem Grundstückserwerb zustimmt. Schrittweise sei zukünftig eine Angebotsausweitung auf mehrtägige Veranstaltungen und Seminare mit Unterkunfts- und Verpflegungsbetrieb geplant. "Parallel dazu planen wir für den Endausbau eine Generalsanierung und umfangreiche Umbauarbeiten, Kostenpunkt insgesamt rund 212 Millionen Euro", so Herrmann weiter. Bauminister Christian Bernreiter hob die einmalige Chance durch die frühzeitige Nutzungsaufnahme und auch die Umnutzung eines bestehenden Gebäudes insgesamt hervor: "Es ist eine hervorragende Nachricht für Niederbayern, dass der Betrieb schon in diesem Jahr starten soll. Der Freistaat leistet dabei auch einen wichtigen Beitrag zum Klima- und Ressourcenschutz, da keine neuen Flächen versiegelt werden müssen". 

"Unser neues Fortbildungs- und Tagungszentrum ist eine win-win-Situation", betonte Herrmann. "Freyung kann sich auf ein großes Polizeizentrum freuen, das der gesamten Region neue Impulse geben wird." Außerdem könne die Bayerische Polizei ihr Seminarangebot erheblich ausweiten. Das sei gerade angesichts des hohen Personalzuwachses in den letzten Jahren und der geplanten weiteren zusätzlichen Polizeistellen ein großer Gewinn. "Nach Fertigstellung werden wir am neuen Polizeistandort in Freyung bis zu 80 Mitarbeiterinnen und Mitarbeiter fest beschäftigen", erklärte der Innenminister. Etwa 4.000 Seminarplätze seien dann pro Jahr geplant. "In Freyung sind künftig zentrale und dezentrale Fortbildungen, Dienstbesprechungen, Workshops sowie nationale und internationale Fachtagungen denkbar", erläuterte Herrmann. Zudem werden Polizeibeamte aus ganz Bayern ergänzend zu den Angeboten in ihren Heimatpräsidien auch in Freyung ihre Einsatztrainings absolvieren können.

nnenminister Joachim Herrmann: Bayern beschließt Verbot der Gendersprache - Allgemeine Geschäftsordnung für Behörden des Freistaats geändert - Klarstellung zu amtlichen Regeln des Rats für deutsche Rechtschreibung

 

In Behörden in Bayern ist die Gendersprache mit Sonderzeichen zur Geschlechterumschreibung unzulässig. Der Ministerrat hat heute auf Vorschlag von Innenminister Joachim Herrmann eine entsprechende Änderung der Allgemeinen Geschäftsordnung für die Behörden des Freistaates Bayern (AGO) beschlossen.

Herrmann: „Die AGO verpflichtet die staatlichen Behörden bereits jetzt, die amtliche Regelung der deutschen Rechtschreibung im dienstlichen Schriftverkehr anzuwenden.“ Diese Regelung wurde nun nochmals durch eine Anpassung der AGO klarstellend ergänzt: „Mehrgeschlechtliche Schreibweisen durch Wortbinnenzeichen wie Genderstern, Doppelpunkt, Gender-Gap oder Mediopunkt sind nun ausdrücklich unzulässig“, so Herrmann. Das gelte unabhängig von etwaigen künftigen Entscheidungen des Rates für deutsche Rechtschreibung zu der Frage der Verwendung von Sonderzeichen.

Der Rat für deutsche Rechtschreibung hat die Verwendung von Sonderzeichen im Wortinneren zuletzt mit Beschluss vom 15. Dezember des vergangenen Jahres nicht empfohlen und darauf hingewiesen, dass es sich um Eingriffe in Wortbildung, Grammatik und Orthografie handelt, die die Verständlichkeit von Texten beeinträchtigen können. Herrmann: „Daran orientieren wir uns. Rechts- und Verwaltungsvorschriften sollen so formuliert werden, dass sie jedes Geschlecht in gleicher Weise ansprechen, etwa durch Paarformeln oder geschlechtsneutrale Formulierungen. Dabei ist jedoch jede sprachliche Künstlichkeit oder spracherzieherische Tendenz zu vermeiden.“

 

Kürzlich haben sich die im Landkreis Kelheim tätigen Hebammen im Landratsamt getroffen. Auf Einladung von Sabine Eberhart, Koordinierungsstelle für Hebammenversorgung, nahmen die Damen an einer Fortbildung teil. Thema war die Dokumentation und Haftungsvermeidung für freiberuflich tätige Hebammen. Mit Hilfe der Informationen befinden sich die Hebammen in rechtlichen Belangen auf dem aktuellen Stand.

 

„Unser Ziel war es, die Hebammen in ihrem Berufsalltag zu unterstützen. Wir hatten einen konstruktiven Tag und konnten uns gut austauschen.“

Sabine Eberhart, Koordinierungsstelle für Hebammenversorgung

 

Türk-Alman ilişkileri, tarih boyunca çeşitli zorluklara rağmen sağlam temeller üzerine inşa edilmiştir. Ancak, 2024 yılına yaklaşırken, bu iki önemli ülke arasındaki ilişkilerin geleceği konusunda belirsizlikler ve umutlar bir arada bulunuyor. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler, tarih boyunca zorlu dönemlerden geçti. Özellikle ekonomik işbirliği alanında önemli adımlar atılarak, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkiler pek çok kişi tarafından güçlenmiş olarak görülmekteydi. Ancak, son yıllarda ortaya çıkan bazı sorun lar ve farklılıklar, ilişkilerin geleceği konusunda soru işaretleri yaratmıştır.

 

Birinci dünya ülkeleri arasında ekonomik işbirliği, kültürel etkileşim ve güven temelli ilişkiler oldukça önemlidir. Türkiye ve Almanya arasında da benzer bir durum söz konusu. Ancak, özellikle göçmen krizi, terörle mücadele ve insan hakları konularında yaşanan anlaşmazlıklar, ilişkilerin zorlu bir sınavdan geçtiğini göstermektedir.

 

2024 yılında Türk-Alman iliş-kilerinde önemli gelişmeler beklenmektedir. Her iki ülkenin liderleri, karşılıklı çıkarları gözeterek daha sağlam bir temelde işbirliği yapma konusunda adımlar atmaya hazır görünüyor. Bu adımların başında ekonomik işbirliğin güçlendirilmesi, ticaret hacminin arttırılması ve ortak projelerin hayata geçirilmesi geliyor.

 

Türk-Alman ilişkileri, hem bölgesel hem de küresel düzeyde bir dizi sorunla yüzleşmektedir. Özellikle Orta Doğu'daki gelişmeler, göçmen krizi ve terörle mücadele, her iki ülkenin de güvenlik ve dış politika stratejilerini etkilemektedir. 2024 yılında, Türkiye ve Almanya'nın bu konularda daha yakın işbirliği yapma ihtimali, hem bölgesel hem de küresel  istikrar açısından önemli bir rol oynayabilir.

 

Türkiye ve Almanya'nın sadece ekonomik alanda değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal alanda da işbirliği yapmaları önemlidir. Kültürel etkileşim, toplumlar arasında anlayışı artırabilir ve uzun vadeli dostlukların temelini oluşturabilir. Bu nedenle, kültürel etkileşimi artırmak için ortak etkinlikler ve projeler düzenlenmesi, ilişkilerin derinleştirilmesine katkı sağlayabilir.

 

Ancak, her iki ülkenin de dikkate alması gereken bazı hassas konular bulunmaktadır. Özellikle insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerler konusundaki farklılıkların giderilmesi ve ortak bir anlayışın oluşturulması, gelecekteki ilişkilerin sürdürülebilir olması açısından kritik öneme sahiptir.

 

Ortak çıkarları gözeterek, Türkiye ve Almanya'nın terörle mücadelede daha etkili bir işbirliği yapmaları beklenebilir. Ayrıca, sığınmacı kriziyle başa çıkma konusunda da ortak stratejiler geliştirilmesi, hem insanlık adına hem de bölgesel istikrar açısından önemlidir. Bu konuda ortak projeler, eğitim ve istihdam olanakları gibi alanlarda işbirliği, sığınmacıların entegrasyonunu kolaylaştırabilir.

 

Türk-Alman ilişkilerindeki bir diğer önemli boyut da enerji ve çevre politikalarıdır. Her iki ülke, sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelik ortak projeler geliştirerek, enerji güvenliği ve çevresel sürdürülebilirlik konularında işbirliği yapabilir. Bu, hem ekonomik kalkınma hem de çevre koruma açısından önemli bir adım olabilir.

 

Ancak, tüm bu olumlu noktalara rağmen, Türk-Alman ilişkilerinin geleceğini şekillendirecek en önemli faktörlerden biri de siyasi istikrardır. Her iki ülkede de siyasi arenada yaşanan belirsizlikler, ilişkilerin seyrini etkileye bilir. Bu nedenle, demokratik normlara ve hukukun üstünlüğüne saygı, hem Türkiye hem de Almanya için güvenilir bir temel oluşturacaktır. İkili ilişkilerin 2024 yılında belirgin bir dönüm noktasına gelip gelmeyeceği, her iki ülkenin de çabalarına ve ortak iradesine bağlıdır. İşbirliği, ekonomik, siyasi, kültürel ve güvenlik alanlarında derinleşirse, Türk-Alman ilişkileri yeni bir döneme girebilir ve daha sağlam temeller üzerine inşa edilebilir

 

Türk-Alman ilişkileri belirsizliklerle dolu olsa da, her iki ülkenin de çıkarları gözetilerek yapılacak akıllıca adımlarla olumlu bir yönde ilerleyebilir. Ekonomi, kültürel etkileşim ve ortak değerlere dayalı bir işbirliği iki ülkenin gelecekteki ilişkilerini güçlendirip ortak bir geleceğe yönelik umutları artırabilir.

Almanya, ekonomik gücü, teknolojik altyapısı ve kültürel zenginlikleri ile dünyanın önde gelen ülkelerinden biridir. Bu nedenle, birçok Türk işadamı için Almanya, uluslararası iş dünyasında önemli bir pazar haline gelmiştir. Ancak, farklı kültürler arasındaki iş yapma süreçleri ve beklentiler konusundaki farklılıklar, başarılı bir iş yapma deneyimi için dikkate alınması gereken unsurlardır.

 

  1. Kültürel Farklılıklara Saygı:

Alman iş kültürü, disiplinli, planlı ve detay odaklı bir yaklaşımı benimser. Türk işadamları, bu kültürel farklılıkları anlamalı ve saygı göstermelidir. İş toplantılarında zamanın önemli olduğu, planlamanın titizlikle yapıldığı unutulmamalıdır.

 

  1. Hukuki Çerçeve ve İş Kuralları:

Almanya'nın sıkı hukuki düzenlemeleri ve iş yasaları vardır. Türk işadamları, Alman hukuki çerçevesini iyi anlamalı, vergi yükümlülüklerini yerine getirmeli ve iş yapma süreçlerinde gerekli tüm yasal izinlere riayet etmelidir.

 

  1. Dil Becerisi ve İletişim:

Almanca, Alman iş dünyasında resmi dil olup, iş ilişkilerinde etkili iletişim için önemlidir. Türk işadamları, Almanca'yı öğrenerek iletişim becerilerini güçlendirebilir ve bu da iş ilişkilerini olumlu yönde etkileyebilir.

 

  1. İş Ahlakı ve Güven:

Alman iş kültüründe güven, uzun vadeli ilişkilerin temelidir. Türk işadamları, iş ahlaklarına ve güvenilirliğe büyük önem vermelidir. Söz verilen işleri yerine getirmek ve anlaşmalara sadık kalmak, uzun vadeli başarı için kritik öneme sahiptir.

 

  1. İnsan Kaynakları Yönetimi:

Almanya'da iş yaparken, iş gücü yönetimi ve insan kaynakları politikalarını anlamak önemlidir. Çalışan haklarına saygı göstermek, çeşitlilik ve eşitlik pren-siplerine uymak, uzun vadeli başarının anahtarıdır.

 

  1. Teknolojik Altyapı ve İnovasyon:

Almanya, dünya çapında teknoloji ve inovasyon liderlerinden biridir. Türk işadamları, Almanya'nın teknolojik altyapısını ve inovasyon kültürünü takip etmeli, iş süreçlerini güncel teknolojilere entegre etmelidir.

 

  1. Pazar Araştırması ve Rekabet Analizi:

Almanya'da başarılı olmak için pazar araştırması yapmak ve rekabet analizi gerçekleştirmek önemlidir. Pazar trendlerini takip etmek, müşteri beklentilerini anlamak ve rekabet avantajları oluşturmak, işadamlarının başarı şansını artırabilir. Pazar araştirmasi  olmaysa olmaylardan biridir.

 

  1. Sürdürülebilirlik ve çevre sorumluluğu

Almanya'da iş yaparken sürdürülebilirlik ve çevresel sorumluluk, giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Türk işadamları, çevresel standartlara uyma ve sürdürülebilir iş uygulamalarını benimseme konusunda duyarlı olmalıdır. Ayrıca, Alman iş dünyasında iş etiği ve kurumsal sosyal sorumluluk, iş ilişkilerinin temelini oluşturur. Türk işadamları, bu değerlere uygun davranarak, iş dünyasında daha etkili ve kabul gören bir konum elde edebilir.

 

  1. İstikrarlı büyüme

Almanya'nın ekonomik yapısındaki istikrar ve rekabetçilik, Türk işadamları için önemli fırsatlar sunsa da, piyasa dinamiklerini anlamak ve hızlı değişimlere uyum sağlamak da kritik öneme sahiptir. Dijitalleşme, e-ticaret ve lojistik gibi alanlarda yeniliklere açık olmak, iş süreçlerini daha verimli hale getirebilir ve rekabet avantajı sağlayabilir.

 

Sonuç olarak, Almanya'da iş yapmak isteyen Türk işadamları, kültürel farklılıkları anlamak, yasal düzenlemelere uymak, etkili iletişim kurmak ve uzun vadeli iş iliş kilerine odaklanmak gibi unsurlara özel önem vermelidir. Başarılı bir iş deneyimi için yerel normlara saygı göstermek ve sürekli öğrenmeye açık olmak, Almanya'da uzun vadeli ve sürdürülebilir bir iş yapma yolunda kilit faktörlerdir.

 

Latif Çelik’le hemen aynı kaderi paylaşıyoruz. O benden, iki yıl önce bu dünyaya teşrif etmiş. Yani, 1980’nin Eylül’ü, ikimizin de hayatının dönüm noktasıdır.

Yaklaşık üç hafta önce, Almanya’dan değerli dostum araştımacı yazar Dr. Latif Çelik’in, “Almanya Türkleri” kitabının elime ulaştığını, sosyal medya hesaplarımdan duyurmuştum.

 

Paylaşımda şu cümlelere yer vermiştim: “…Büyük bir emekle hazınlanan bu kitabın, Hollanda, Belçika, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerindeki Türklere örnek olacağından şüphe duymuyorum. Kendisini tebrik eder, başarılarının artarak devamını dilerim.”

 

Şimdi sıra kitabın içeriğine geldi. Ancak, kitabın içeriğine geçmeden önce, Latif Çelik ile ilgili kısa bilgi vermek istiyorum.

 

Latif Çelik’le hemen hemen aynı kaderi paylaşıyoruz. O benden, iki yıl önce bu dünyaya teşrif etmiş. Yani ağabey. Yaşıtlarımız, sinemaya giderken, o Adana’da ben Konya’da Atatürk’ün, “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” emri doğrultusunda, vatan, millet ve devlet meselelerinin tam göbeğinde bulmuşuz kendimizi. İlginç olan ise, aynı yıl ve aylarda ben Hollanda’ya, o da Almanya’ya göç etmişiz.

 

1980’nin Eylül’ü, ikimizin de hayatının dönüm noktasıdır.

Bir başka ilginç gelişme de, o 1990 yılında Almanya’da, “Türk-Alman Kültür Derneğini” kurarken ben de Hollanda’da, “Türk Akademisyenler Birliği Vakfı’nı” kurmuşuz.

 

O, 1992 yılında Birlik Gazetesini yayınlamaya başlarken, ben de Türkevi Dergisini yayınlamaya başlamışız.

….Ve yayınlanan kitaplar, orga nize edilen konferanslar, tam 40 yıldır sürüyor. Bu kısa girişten sonra Almanya Türkleri kitabının içeriği ile devam edebiliriz.

 

“Almanya Türkleri; 60. Yılında Almanya Türkleri” başlığını taşı yan kitap, alt başlığında da yer aldığı gibi, Türklerin Alman ya’ya göç edişlerinin 60’ıncı yılına  armağan olarak yayınlanmış. Büyük boy, ciltli, her sayfasında fotoğrafın yer aldığı ve her haliyle bir prestij kitap olan çalışma, önsöz ile birlikte 14 bölümden oluşuyor.

Kitabın Önsöz’ünde şu cümleler dikkat çekiyor: “Sirkeci’den başlayan göç, Türkiye tarihinin en önemli sosyo lojik olaylarından biridir… İşçilerin dövizlerine gösterilen ilginin, kendilerine gösterilmediği gerçeği göz önüne alındığında, dönemin sıkıntılarını, tarihin vicdanı ile başa başa bırakıp önümüze bakmak daha doğru olacaktır…

 

Bu gerçeğe rağmen, “60 yıl önce gelen Türklerin çocukları nın ve torunlarının, bugün Almanya’da hemen hemen bütün iş kollarında aktif olmaları, söz konusu göç hareketinin her iki taraf için hem sosyolojik hem de ekonomik anlamda en somut ve en güzel yansımalarıdır” tespiti, Almanya örneğinden hareketle, Avrupa Türklerinin yaşadıkları ülkelerdeki durumunu anlatmaktadır.

 

Göçün ilk on yıllarında,  ihmallere rağmen, Anadolu’nun bağrı yanık evlatları, ontolojik olarak sahip oldukları “kök yazılım” gereğince, Avrupa’da kendilerine has yeni bir dünya inşa etmişlerdir.

 

Kitabın giriş bölümünden sonra, başlayan birinci bölüm, yazarın mesleğinden de tahmin edilece ği gibi, “Tarih boyunca Türkler ve Almanlar’ın ilişkileri”ni oluşturuyor. Zira, yazar, neredeyse bir ömür harcadığı Almanya’da, Avrupa’da Türk izlerini bu bölümde derli toplu okuyucuya sunuyor.

 

Buna göre, Almanlarla Türklerin tarihte ilk karşılaşmaları Konya’da, Anadolu Selçuklu Devleti döneminde başlar. Türklerin Almanya’ya gelmeleri ise 13’üncü yüzyıla kadar geri gitmektedir. 7 asır önce, Selçuklu subaylarından Mehmet Sadık Selim, Akdeniz üzerinden Güney Almanya’ya esir olarak getirilen ilk Türk’tür. Mehmet Sadık Selim’in soyu bugün ‘Soldan’ (Sultan) ailesi olarak devam etmektedir.

 

Türklerle Almanların tarihsel ilişkilerinden sonra, şimdi sıra, ‘yirminci yüzyılın en önemli Türk iş gücü göçü’ olarak tarihe geçecek olan Avrupa Türklerine gelmiştir.

Yazarın, “Almanya Yeni Vatan” olarak isimlendirdiği bölüm, 30 Ekim 1961’de Sirkeci’den güneşin battığı yöne doğru başlayan Türklerin göç hikayesi anlatılmaktadır.

 

Göçün ilk yıllarının geniş bir şekilde anlatıldığı ve bir o kadar da görsellerle süslendiği ikinci bölüm, göçün ilk yıllarının hikayelerini okuyucuya sunmaktadır. Sıkı sağlık kontröllerinden geçen delikanlılar, henüz askerden yeni dönmüşlerdir. O yıllarda, Almanya’ya giden kadın işçılerin sayısında da bir hayli artma olmuştur.

 

Kitabın, bundan sonraki bölümleri, Türklerin misafir işçilikten yerleşik hayata geçiş dönemine ayrılmış. Yerleşik hayata geçiş elbette bir taraftan Türklerin küçük ölçekli de olsa iş yerleri açmaları, diğer taraftan da sosyal, kültürel ve dini ihtiyaçların giderilmesi için farklı kurumların teşekkül etmesini beraberinde getirmiştir.

 

…Ve ilerleyen yıllarda, Türkler tarafından kurulan fabrikalar ve Türk girişimci sayısının artması, Türklerin Alman ekonomisinde yer almalarını sağlamıştır. Bu süreçte, Türkçe medyanın üstlendiği rol ise ayrı bir bölüm olarak ele alınmaktadır kitapta.

 

Latif Çelik, kitabın ilerleyen bölümlerinde, Türklerin Almanya’ya çok yönlü katkıları, Türkiye ekonomisine katkıları, Türkiye-AB ilişkilerinde oryadıkları rol, Alman toplumunda yükselen ve başarılı olan Türkler, Türkler ve siyaset gibi alt başlıklara Almanya Türklerinin sosyolojisini anlatıyor.

 

Kitap bu haliyle, tam bir arşiv, veri, bilgi, tecrübe ve uzmanlık senteziyle tarihe not düşmenin somut örneğini oluşturuyor.

YTB tarafından da desteklenen bu çalışma, her haliyle bu yıl göçün 60’ıncı yıl dönümünü kutlayacak olan Hollanda, Belçika ve Avusturya Türklerine örnek teşkil etmektedir.

 

2024 yılı, Avrupa ekonomisinin beklenen ve ön görülen dinamik değişimlerle karşılaşacağı bir döneme işaret ediyor. Bu dönemde, bölgenin ekonomik peyzajını şekillendirecek çeşitli faktörler göz önüne alındığında, Avrupa Birliği (AB) ve üye ülkeleri, sürdürülebilirlik, dijitalleşme, pandemi sonrası toparlanma, Brexit sonrası ticaret ilişkileri ve enerji politikaları gibi konularda stratejik adımlar atma ya hazırlanıyor.

 

AB'nin öncelikli hedeflerinden biri olan yeşil dönüşüm, 2024 yılında daha belirgin bir şekilde karşımıza çıkabilir. AB, karbon nötr olma taahhüdünü güçlendirmek ve iklim değişikliğiyle mücadele etmek amacıyla yeşil enerji projelerine yönelik yatırımları artırabilir. Aynı zamanda, çevresel sürdürülebilirlik odaklı ekonomik politikalarını daha da pekiş tirerek, yeşil teknolojilerin benimsenmesini teşvik edebilir.

 

Teknolojik gelişmelerin Avrupa ekonomisine etkisi de göz ardı edilemez. 2024 yılında, yapay zeka, siber güvenlik ve dijital altyapıya yapılan yatırımların artarak devam etmesi bekleniyor. AB, dijital ekonominin önemini vurgulayarak, inovasyonu destekleyecek politika ve programları hayata geçirebilir. Bu, bölgenin rekabet gücünü artırarak, yeni iş olanakları ve endüstrilerin ortaya çıkmasını sağlayabilir. Aksi halde AB ekonomileri yeni masraf ve giderleri kaşı⁄layamaz duruma gelebilir. Özellikle güçlü motorlar olan Almanya ve Fransa’ya bu alanda büyük iş düşmektedir. Özellikle yapay zeka AB ülkeleri için vazgeçilmez hale gelecektir.

 

Pandemi sonrası toparlanma süreci, 2024 yılında da önemli bir gündem maddesi olmaya devam edecek gibi görünüyor. Ukrayna ve Ortadoğu krizi ise yıl sonuna kadar en sıcak konu olmaya devam edecektir. Avrupa ülkeleri, sağlık ve güvenlik konularına odaklanarak, turizm, perakende ve benzeri sektörlerde ekonomik toparlan mayı hızlandırmak için çeşitli politika önlemleri alabilir. Ancak, küresel ekonomik belirsizlikler ve ticaret gerilimleri, bu toparlanma sürecini etkileyebilir.

 

Brexit sonrası ticaret ilişkileri, 2024 yılında da dikkat çeken bir konu olmaya devam edebilir. Birleşik Krallık ile AB arasındaki ticaret anlaşmalarının detayları ve uygulanabilirliği, ekonomik ilişkilerin seyrini belirleyecek önemli faktörler arasında yer alabilir. AB ile İngiltere arası otomobil pazarı ise genişlemeye devam edecektir.

 

Enerji sektöründeki gelişmelerde Avrupa ekonomisinin yönünü etkileyebilir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, sürdürülebilir enerji politikalarının benimsenmesini gerektirirken, enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar ekonomik büyümeyi etkileyebilir. Buna paralel olarak, enerji güvenliği konuları da önem kazanabilir.

 

Sonuç olarak, Avrupa ekonomisinin çeşitli dinamiklerini içeren karmaşık bir döneme işaret ediyor. Sürdürülebilirlik, dijitalleşme, topar lanma ve ticaret ilişkileri gibi faktörler, bölgenin ekonomik geleceğini şekillendirecek temel unsurlar olarak öne çıkıyor. Ancak, küresel belirsizlikler ve olaylar da göz önünde bulundurularak, ekonomik yöneticilerin esnek ve adaptasyon yeteneklerini koruması önem arz ediyor. Avrupa, bu dönemde gerçekleşecek değişimlere uyum sağla yarak, sürdürülebilir ve rekabetçi bir ekonomik geleceği şekillendirebilir.

 

Almanya, Avrupa'nın öncü ekonomilerinden biri olarak bilinir ve ülkenin ekonomik başarısında inşaat sektörünün oynadığı rol, göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Bu sektör, istihdam yaratma, altyapıyı güçlendirme ve ekonomik büyümeyi destekleme açısından stratejik bir öneme sahiptir.

 

Almanya'daki inşaat sektörü, genellikle büyük altyapı projeleriyle dikkat çeker. Yüksek hızlı tren hatları, otoyolların genişletilmesi ve enerji altyapısı projeleri gibi büyük ölçekli inşaat faaliyetleri, ülkenin rekabet gücünü artırmak ve ulusal ekonomik büyümeyi sürdürmek adına kritik bir rol oynamaktadır. Bu projeler, binlerce kişiye istihdam sağlarken, inşaat sektöründeki diğer alt sektörleri de canlandırmaktadır.

 

Almanya'nın sürdürülebilirlik odaklı politikaları, inşaat sektöründe çevre dostu uygulamaların benimsenmesini teşvik ediyor. Enerji verimli binaların inşası, atık yönetimi ve çevre dostu malzemelerin kullanımı gibi uygulamalar, ülkenin karbon ayak izini azaltarak küresel çevresel hedeflere katkı sağlıyor. Bu yönde atılan adımlar, inşaat sektörünü sürdürülebilirliğe yönlendirmekte ve sektördeki paydaşları çevresel sorumluluk almaya teşvik etmektedir. Almanya  yeni dönemde yeni bir inşaat politikası ile devm etmeye mecburdur.

 

Almanya'da konut talebindeki artış, inşaat sektörünü şekillendiren önemli bir faktördür. Nüfusun artışı, şehirleşme trendleri ve göç, konut ihtiyacını sürekli artırmaktadır. Bu durum, inşaat sektöründeki firmaların çeşitli konut projelerine olan talebi karşılamak üzere yenilikçi çözümler üretmelerini ve rekabet avantajı elde etmelerini teşvik eder. Aynı zamanda, konut projelerinin çeşitlendirilmesi, sosyal konut ihtiyacını karşılamak adına önemli bir stratejidir.

 

Ancak, inşaat sektörü, malzeme fiyatlarındaki dalgalanmalar ve iş gücü maliyetlerindeki değişiklikler gibi ekonomik zorluklara da maruz kalabilir. Küresel ekonomik belirsizlikler, hammade tedarikindeki sıkıntılar ve döviz kuru dalgalanmaları, inşaat sektöründeki kar marjlarını etkileyebilir. Bu nedenle, sektörde faaliyet gösteren firmaların ekonomik dalgalanmalara karşı dirençli olabilmek adına stratejik planlama yapmaları önemlidir.

 

Almanya'nın altyapı projelerine odaklanması, sadece ülke içinde değil, aynı zamanda uluslararası arenada da rekabet avantajı sağlama amacını taşır. Yüksek teknoloji altyapısı ve sürdürülebilir enerji projeleri, Alman inşaat sektörünün küresel pazardaki lider konumunu güçlendirebilir.

 

İnşaat sektörünün Almanya iç piyasasına etkileri, sadece ekonomik büyümeyi desteklemekle kalmayıp aynı zamanda çevresel ve toplumsal dinamik leri de şekillendirmektedir. Sektör, sürdürülebilirlik, konut talebi, altyapı projeleri ve küresel ekonomik faktörler gibi birçok faktörle bir araya gelerek ülkenin ekonomik kalkınmasına katkı sağlamaktadır. İnşaat sektöründeki firmaların, bu dinamikleri anla mak ve bu değişkenliklere uyum sağlamak için stratejik bir vizyon geliştirilmesi önemlidir.

 

Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin 15 Temmuz darbe denemesinden beri eskisi gibi olmadığı biliniyor. Türkiye’den çok sayıda mültecinin Almanya’ya gelmesi, bunların önemli bir bölümünün de Türkiye’de aranan isimler olması iki ülke ilişkilerini bir müddet daha etkileyeceği gerçektir. Aradan geçen yedi yıl sonunda her iki taraf da anlaşamadıkları konuları değil, anlaşıp karşı tarafın da kabulleneceği dosyaları masaya getirmeyi öğrendiler. Türkiye 5 – 6 yıl öncesi gibi Almanya’ya kaçanları geri istemeyi daha sessiz yapar oldu. Daha doğrusu Almanya ile itişip kakışmanın doğurduğu sonuçların da bedelini farketti. Almanya ise, Türkiye’nin batı karşısında eskisi gibi suskun ve kabullen bir politika yerine Ortadoğu coğrafyası ve kendi siyaseti ile ilgili kararları kendi başına alabilecek kabiliyette bir Türkiye’ye alıştı.

Ekim ayı başından beri devam eden İsrail-Filistin anlaşmazlığı konusunda iki ülkenin görüşleri birbirine oldukça uzak olsa da Türkiye ve Almanya birbirlerini dikkatlice dinleyip kendi-lerince yorumlayıp kendi politikalarını oluşturmaya çalışı yorlar. Öncelikle Almanya tarafında, Türkiye’nin İsrail saldırılarına karşı tutumu net olarak anlaşılmış oldu. Erdoğan’ın Berlin’de Şansölye Scholz’un yanında yaptığı açıklamalar sonrası anlaşılmayacak bir konu da kalmadı. Ayrıca Almanya, İsrail-Filistin sorunun geldiği noktada Türkiye’yi çok iyi anladı ve Türkiye’nin almak istediği bir dizi savaşı önleyici tedbirin, ateşkes sonrası kendisinin alabileceği inisiyatiflere yakın olduğunu da fark etti. Türkiye’nin bölgesel aktörlüğünü en iyi bilen ülkelerden biri olan Almanya, saldırılar durduğunda Türkiye’nin de masada olmasını mutlaka iste-yecektir.

 

Türkiye ise Almanya’nın durumunu bir çok yönü ile daha iyi anlamış durumda. Ancak bir defa dile getirilen İkinci Dünya Savaşı’ndaki acı hatıralar bundan sonra tekrarlanmaz ise çok iyi olur. Türkiye-Almanya ikilisi ateşkes sonrası dönemde yeniden yapılanma ve enkazın kaldırılıp Bağımsız Filistin Devleti’nin varlığının devamında rol almaları kuvvetle muhtemel iki önemli ülkedir.

 

Erdoğan’ın son Almanya gezisinde her iki tarafın ilişkilerin güçlü ve sağlam temelinden bahsetmesi, “Biz  artık küçük eleştirilerde alevlenerek ilişkilerin yara almasına fırsat vermeyiz“ manası çıkarılmalıdır. İsrail’i sert şekilde eleştiren Ankara ile, İsrail’e koşulsuz destek veren Berlin’in pozisyonu net olarak anlaşıldığı için İsrail saldırıları nedeni ile hiç bir zaman ili‚kiler yara almayacaktır. Saldırıların Türkiye ve Almanya’yı yakın gelecek te tekrar biraraya getirip diplomatik kanalları ise en üst düzeyde daha çok meşgul edeceği kesindir.

 

Almanya, bir İslam ve bölge ülkesi olarak Türkiye’nin sert eleştirilerini bir çok ülkeden çok daha iyi anlamış durumdadır. Ancak bir çatışma bölgesinde barış olması isteniyorsa burada her iki tarafın da istekli olması gerekir. Bölgenin tarihini bilen Almanya ile, İsrail yayılmacılığına BM kürsüsünde haritalı eleştiri getiren Türkiye çok önceden kararlaştırılmış bir zirveyi gerçekleştirdiler. Berlin zirvesinde Ortadoğu gündemi en çok öne çıkan konu oldu. Maalesef bölgedeki insiyatifin şu an ABD-İngiltere-İsrail üçgeni tarafından bloke edilmesi her iki ülkeye de sadece  dikkatli açıklamalar dışında bir alan bırakmamaktadır. ABD’nin son vetosu her iki ülke basınında oldukça geniş şekilde yer alması ise, Almanya ve Türkiye kamuoylarının duyarlı ve ciddiyetle takip ettiklerini işaret ediyor.                                                              

Türkiye ve Almanya arasında görüşülerek karar bağlanabilecek ve daha sık görüşmeyi gerektiren konular oldukça fazla. AB ile ilişkileri minimize etmeyi hiç bir zaman düşünmeyen bir Türkiye açısından en çok görüşülmesi gereken ülke Almanya’dır. Gümrük Birliği‘nin tekrar aktüalize edilmesi, göçmenler konusunda yeni düzenlemeler, vizenin kaldırılması ve ticaretin artırılmasının en önemli başlıklar olduğunu diplomatik heyetlerin daha çok artmasından farkediyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Almanya gezisi İsrail – Filistin anlaşmazlığı öne çıksa da, heyetlerin yukarıdaki başlık larda mesafe almak adına sürekli çalıştıkları farkediliyor. Erdoğan’ın bu başkanlık döneminde Türk-Alman İlişkileri’nin daha da gelişeceği bir gerçektir. Bu açıdan her iki ülke de şanslıdır ancak, Ankara - Berlin arasındaki ilişkilerin üçüncül uluslararası güçlerin sürekli yakın takibinde olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır.