Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Saray ve tekke gibi iki önemli eğitim ve icra kurumunun yanı sıra toplumun kültürlü üst tabakala rı arasındaki hamillerini de kaybeden ve resmi kurumlarda eğitimi kesin olarak yasakla nan bir müzik geleneğinde bir seviye düşmesi yaşanması kaçınılmazdır. Bununla birlikte geleneksel müzik çevrelerinin sine-i millete dönerek halk zevki içinde kendilerine bir dayanak ve sığınak bulma çabası, sadece bir seviye düşmesine değil, popüler formlar çerçevesinde özgün sentezlere de yol açmış ve bu yöndeki çalışmalar halktan büyük bir ilgi görmüştür. Klasik Türk müziğinin resmi çevreler ve alafrangacılar tarafından meyhane müziği, piyasa müziği, hatta adi müzik gibi sözcüklerle aşağılanan bu popülerleşmiş koluna karşı başlatılan saldırı, bizlerce Osmanlı Türk müziği geleneğinin sosyal tabanını kurutmayı amaçlamaktadır. Bu konuda yazı yazan ve söz söyleyen bir çok kişinin Türk müziğindeki seviye düşmesi ile ilgili samimi kaygılar taşımış olması elbette mümkündür. Ancak bilhassa resmi görüşün sözcülerinin esas kaygısı bu olsa, Türk müziği eğitimi ile ilgili daha kurumsal tedbirler önermeleri şüphesiz daha mantıklı bir tavır olurdu. Yüzlerce yıllık büyük bir müzik geleneğinin eğitimini yasaklayanların ondaki seviye düşmesinden şikayet etmeleri, hatta bu şikayeti en yüksek perdeden hakaretlerle dile getirmeleri, samimi ve iyi niyetli bir eleştiri ile açıklanabilecek bir durum değildir. Nitekim daha 1926’daki eğitim yasa başladığında resmi kurumlar gidişatın alaturka musiki içinde hakiki sanat eserleri aleyhine mütereddi Meyhane musikisinin güç kazanması yönünde olacağını hazırladıkları bir raporda tespit etmişlerdir. Milli eğitim Bakanlığının talim ve terbiye heyetinin 15 Kasım 1926’da Maarif Vekiline gönderdiği rapora göre alaturka musiki bu ilga dolayısıyla ortadan kalkmayacaktır. Çünkü, ondan mütehassıs olan bir kütle kaldıkça bu musiki hususi surette devam  gidecektir. Ancak hakiki sanat eserleri değil, sadece mütereddi meyhane musikisi yaşayacaktır.

     Meyhane müziğine veya adil müziğe karşı açılan savaşın aslında sosyolojik olarak hangi amaca veya sonuca tekabül ettiğini anlamak için Gültekin Oransayın tespitine başvurabiliriz: yıllardır devlet ileri gelenlerinden destek göremeyen, toplumun beğenisini de getirmiş bulunan fasıl müziği giderek unutulurken geleneksel Türk sanat küğünün (müzik melodi vb.) altı dalından sadece piyasa küğü canlılığını koruyabildi.

     Orhan Sayın kendi terminolojisi çerçevesinde fasıl müziği sözcüğüyle kastettiği müzik türü, klasik Osmanlı Türk müziği veya ders notlarının başlığındaki ifadeyle Divan Küğüdür. Piyasa küğü dediği şeyse temelde meyhane müziği adi müzik diye aşağılanan ve Osmanlı müziğinin popülerleşerek canlılığını korumaya devam eden koludur. Başka bir değişle aşağılanan bu müzik, aslında resmi politikalar tarafından dışlanan Osmanlı Türk müziğinin sosyal tabanını oluşturmakta ve gelenekte öyle ya da böyle bu tabanın genişliği ölçüsünde kendisini yeniden üretebilmektedir. Geleneğin süreklilik ve canlılık kayna büyük ölçüde toplumla kurduğu bu ilişkidir.

     Resmi söylemin adi müziklere karşı açtığı savaşta muhaliflerinden destek istemesi ilginçtir. Örneğin Gazimihal adi musikiler söz konusu olduğunda alaturka alafranga ayrımını bir yana atmakta, geniş bir Güzideler zümresinin ortak mücadelesinden bahsetmektedir: Her türlü en İnhisarcı görüşten kurtulan... Bir geniş Güzideler zümresine muhtacız. Bu zümrenin ilk işi, ne Avrupa ne de eski Türk musikileri ile manen ve maddeten hiçbir münasebeti bulunmayan bugünkü gramofon ve radyo musikilerine alaturka sıfatını vermemek, onları millileştirmemek, halkın milli vicdanını iğfal tarihi ile sanat sevgilerini dalalete saptırmamak olmalıdır. Adi musikilerle mücadele meselesinin sözde bırakılması çok temenni olunur.

     Gazimihal alaturkacıları ikna etmek için, alaturka firması altında sağda solda her evde dinlenen, saf Anadolu köylüleri arasına kadar sokulan gramofon fabrikalarda, radyoları ihya eden musikilerin milli bir kıymeti bulunan ve tarihi Türk Mİsikisi’ne mensubiyet iddia edebilecek kuvvette olmadığını söyler. Hakiki Türk müziğinin ölümüne sebep, Mahmut Ragıp Gazimi-hal’e göre batıcı politikalardan ziyade zevkleri takriben başka bir işe yaramayan bu pespaye icatlardır. En münzevi köşelere çekilmiş hakiki Türk müziği mensupları bunlardan uzak durmalıdır. Yalnız sadece bu öz denetim yetmez, devlet de duruma müdahale etmeli, Muzır cephesini yok etmek için müfettişler eliyle radyo yayınlarını, plakları, besteleri ve eğlence yerlerindeki musikilerin repertuvarını şiddetle kontrol etmelidir. Yaklaşık 20 ay boyunca her türden Türk müziğinin de saklandığı radyoda program müdürlüğü yapan Ercüment Behzat Lav’ın nota dergisinin yarının beynel-minel Türk musikisinin temellerini atmak amacıyla açtığı ankete verdiği cevapta, herkesi meyhane ve caz musikisie karşı harbe çağırması, aynı mantığın resmi çevrelerde ne kadar yaygın olduğunun bir göstergesidir.

Uzun yıllar Almanya ve Avrupa siyasetinin duayeni konumuna gelen Angela Merkel’in yokluğunu dün bir daha hissettim. Birleştirici ve öğüt verici kimliği ile bilinen, yerine göre yumruğunu masaya vurup “doğru yapmıyorsunuz” diyen bir kişiliğe sahipti Almanya’nın eski şansölyesi. Yunanistan bunu bir kaç defa duydu eski Alman başbakanından. Yıllarca dünyanın en güçlü kadını seçilen, uluslararası siyasetin efsanevi lideri  Hristiyan Demokrat politikacı Merkel, Türkiye’nin değerini ve Yunanistan’a ayar vermeyi çok iyi başarabilen efsanevi bir lider idi. İki ülke arasında kurduğu dengeyi en son Doğu Akdeniz’deki sıcak yaz günlerinde hem AB, hem de Türkiye kamuoyunu yakından takip etmişti. Fransa - Yunanistan iklisinin kışkırtıcılığına karşı “Yanlış yapiyorsunuz” diyebilen güçlü lider konumunda idi.

Merkel politikalarını elbette Türkiye de arıyor. Hatta Almanya’da devletin dış politikaları fazla bir değişim göstermez diyenler de yok değildi. Türkiye ile Almanya arasında tutturulan saygıya dayalı dengenin devamının saglanacağı ümidi vardı. Özellikle NATO dayanışmasının  önemli olduğu şu günlerde Almanya ve Türkiye’nin samimiyeti sarsıcı açıklamalardan uzak durması gerekiyor. Atina’yı şımartacak açıklamalar herşeyden önce dostluğa zarar verir.  Almanya sadece hakkaniyet ölçülerinde ve sorunlara NATO müttefikliği çerçevesinde bakmalıdır. Bu da hiç o kadar zor değil. Son 20 yılda Ege ve Kıbrıs’ta her Türk ve Yunan politikalarına saygı duyan bir politika izle-yen bir Berlin çözümde de önemli  rol oynayabilir. Yunanistan’ı Ege kıta sahanlığı konusunda şımartacak açıklamalar mesnetsizdir ve Türk-Alman ilişkilerinde kırgınlıklara yol açar. Bu durumda Türkiye ile yakın ilişkileri arzulayan İngiltere, bölgede Almanya’nın “güvenilir müttefik” rolünü kaptırdı. Türkiye bizim için önemli değildir diyecek bir Almanya’yı hayal edemiyorum. Kohl – Schröder – Merkel çizgisinin sanırım Scholz Hükümeti’nin tam olarak kavrayamadığına inanıyorum. Özellikle dışişleri bakanı Baerbock hassas bir güven dengesini gerektiren Yunanistan – Türkiye ilişkilerinde dikkatli olmalı.  Uluslarası ilişkilerde güçten önce güven gelir. Çünkü dostluk için en önemli terazidir güven. Terazinin topu kaçarsa bundan herkes zarar görür. En çokta 3 asırlık  müttefikliği olan Türkler ve Almanlar.

Ülkelerin dış politikası bir anda değişmez. Türkiye gibi bir müttefik basit parti ideolojileri kapsamında ele alınamaz. Devletin dış politikasını hükümetler yönlendirir ama Alman ya’nın “12 millik Yunan tezlerine destek çıkması doğru  değildir. Almanya Ege’de dikkat etmeli...

Uzun yıllar Almanya ve Avrupa siyasetinin duayeni konumuna gelen Angela Merkel’in yokluğunu dün bir daha hissettim. Birleştirici ve öğüt verici kimliği ile bilinen, yerine göre yumruğunu masaya vurup “doğru yapmıyorsunuz” diyen bir kişiliğe sahipti Almanya’nın eski şansölyesi. Yunanistan bunu bir kaç defa duydu eski Alman başbakanından. Yıllarca dünyanın en güçlü kadını seçilen, uluslararası siyasetin efsanevi lideri  Hristiyan Demokrat politikacı Merkel, Türkiye’nin değerini ve Yunanistan’a ayar vermeyi çok iyi başarabilen efsanevi bir lider idi. İki ülke arasında kurduğu dengeyi en son Doğu Akdeniz’deki sıcak yaz günlerinde hem AB, hem de Türkiye kamuoyunu yakından takip etmişti. Fransa - Yunanistan iklisinin kışkırtıcılığına karşı “Yanlış yapiyorsunuz” diyebilen güçlü lider konumunda idi.

Merkel politikalarını elbette Türkiye de arıyor. Hatta Almanya’da devletin dış politikaları fazla bir değişim göstermez diyenler de yok değildi. Türkiye ile Almanya arasında tutturulan saygıya dayalı dengenin devamının saglanacağı ümidi vardı. Özellikle NATO dayanışmasının  önemli olduğu şu günlerde Almanya ve Türkiye’nin samimiyeti sarsıcı açıklamalardan uzak durması gerekiyor. Atina’yı şımartacak açıklamalar herşeyden önce dostluğa zarar verir.  Almanya sadece hakkaniyet ölçülerinde ve sorunlara NATO müttefikliği çerçevesinde bakmalıdır. Bu da hiç o kadar zor değil. Son 20 yılda Ege ve Kıbrıs’ta her Türk ve Yunan politikalarına saygı duyan bir politika izle-yen bir Berlin çözümde de önemli  rol oynayabilir. Yunanistan’ı Ege kıta sahanlığı konusunda şımartacak açıklamalar mesnetsizdir ve Türk-Alman ilişkilerinde kırgınlıklara yol açar. Bu durumda Türkiye ile yakın ilişkileri arzulayan İngiltere, bölgede Almanya’nın “güvenilir müttefik” rolünü kaptırdı. Türkiye bizim için önemli değildir diyecek bir Almanya’yı hayal edemiyorum. Kohl – Schröder – Merkel çizgisinin sanırım Scholz Hükümeti’nin tam olarak kavrayamadığına inanıyorum. Özellikle dışişleri bakanı Baerbock hassas bir güven dengesini gerektiren Yunanistan – Türkiye ilişkilerinde dikkatli olmalı.  Uluslarası ilişkilerde güçten önce güven gelir. Çünkü dostluk için en önemli terazidir güven. Terazinin topu kaçarsa bundan herkes zarar görür. En çokta 3 asırlık  müttefikliği olan Türkler ve Almanlar.

Ülkelerin dış politikası bir anda değişmez. Türkiye gibi bir müttefik basit parti ideolojileri kapsamında ele alınamaz. Devletin dış politikasını hükümetler yönlendirir ama Alman ya’nın “12 millik Yunan tezlerine destek çıkması doğru  değildir. Almanya Ege’de dikkat etmeli...

 

 

BERLİN (AA) - Almanya’da aşırı sağcı bir suç örgütüne üye olma suçlamasıyla 2 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

Federal Savcılıktan yapılan açıklamada, aşırı sağcı bir örgüt kurmak ve buna üye olmak suçlamasıyla Enrico B'nin bugün, Leipzig’de ve Matthias B'nin de dün Röderaue kentinde gözaltına alındığı belirtildi.

Enrico B’nin, Matthias B. ile Ağustos 2018’den beri suç örgütünde faaliyet gösterdiği aktarılan açıklamada, örgütün amacının “Der Schelm” isimli yayınevinin çatısı altında özellikle kitapları satarak Nasyonalsosyalist ve Yahudi düşmanı bir ideolojinin yayılmasını sağlamak olduğu ifade edildi.

Açıklamada, bu şekilde halkı kışkırtma suçunun işlenmesinin sürdürüldüğü kaydedildi.

Örgütte önemli bir görevi bulunan Matthias B’nin internetten aldığı siparişleri işleme aldığı ve diğer grup üyelerine kitapların gönderilmesi talimatı verdiği bilgisi paylaşılan açıklamada, Enrico B’nin ise kitapların depolanmasından ve gönderilmesinden sorumlu olduğu belirtildi.

Açıklamada, Matthias B’nin bugün hakim karşısına çıkarılarak tutuklandığı, Enrico B’nin de yarın tutuklanma talebiyle hakim karşısına çıkarılacağı aktarıldı.

Açıklamada, polisin Brandenburg ve Saksonya eyaletinde dün 4 kişinin evinde arama yaptığı bilgisi paylaşıldı.

Alman hükümeti, martta aşırı sağ ve ırkçılıkla mücadele için eylem planı açıklayarak, aşırı sağ tehdidine karşı önlemler alınacağı sözü vermişti.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, ülkede demokrasi için en büyük tehdidin aşırı sağ olduğunu belirterek, "Aşırı sağ ile önlem alarak ve sertlikle, bir bütün olarak ve erken bir aşamada mücadele etmek istiyoruz." ifadesini kullanmıştı.

Aşırı sağcı fanatik Yahudi yerleşimcilerin geçen hafta işgal altındaki Doğu Kudüs'te düzenledikleri provokatif "bayrak yürüyüşü"ne karşılık abluka altındaki Gazze'de hafız genç kızlar "Filistin bayrak yürüyüşü" gerçekleştirdi. Hafızlık eğitiminin tamamlanmasının ardından icazet töreni kapsamında yürüyüş yapan genç kızlar, Filistin bayrakları ile Kuran-ı Kerimler taşındı.
İklim elçileri, Cumhurbaşkanlığında çevreye ilişkin taleplerini ve projelerini anlattı.
Emine Erdoğan: "Çok duygulandırdı sizin varlığınız beni. Bu toplantıları sürekli hale getirsek daha verimli olur. Bu projeler artık sizin. Benden çıktı size ait"
 

ANKARA (AA) - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, üniversitelerin iklim elçileriyle bir araya geldi.

Emine Erdoğan'ın öncülüğünde hazırlanan ve 28 çevre gönüllüsünün ilham veren hikayelerinin yer aldığı "Dünya Ortak Evimiz" kitabının tanıtım programı dün Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Devlet Konukevi bahçesinde yapıldı. Program kapsamında iklim elçileriyle görüşen Emine Erdoğan ve Bakan Kurum, öğrencilerin tek tek proje ve taleplerini dinledi.

Trakya Üniversitesi iklim elçisi Başak Gençler, üniversitesinde geri dönüşüm kutularını yaygınlaştırmaya çalıştıklarını ancak atıkların tamamının aynı yere boşaltıldığını gördüklerini ve bundan duydukları üzüntüyü dile getirdi.

Emine Erdoğan da "Çok doğru söylediniz aynı şeyden ben yıllardır çok muzdaribim." dedi. Bu konuda devamlı denetim yapılmasının gerekliliğini vurgulayan Emine Erdoğan, "İnşallah söyleye söyleye bu işi başaracağız. Bu en önemli mevzu gerçekten. Alınıyor bütün atıklar götürülüyor ama aynı yere boşaltılıyor. O zaman evdeki neden ayrıştırılsın, daha kolay değerlendirmesi için ayrıştırıyoruz ve tavsiye ediyoruz. Bu geri dönüşüme karışık bir şekilde gidiyorsa yazık oluyor." dedi.

Emine Erdoğan, bu işin belediyelerle çözülebileceğine işaret ederek Bakan Kurum'dan belediyelere bu konunun daha iyi anlatılması için yeniden bir toplantı yapılmasını istedi.

- "Kompost çok değer verdiğim bir proje"

Kahraman Maraş Sütçü İmam Üniversitesi iklim elçisi İrem Ayranpınar da üniversite yerleşkesindeki atıkları değerlendirip kompost elde etmeye başladıklarını, üniversitenin çiftliğinde bulunan hayvan atıkları, budama atıkları, yemekhaneden çıkan çiğ sebze, meyve atıklarını toplayarak kompost gübre elde ettiklerini anlattı.

Emine Erdoğan da kompost atıkların doğaya faydası olacağına dikkati çekerek "Bunu inşallah bütün üniversitelerden, sizlerden rica ediyorum. Kompost çok değer verdiğim bir proje. Çünkü hem israfı önleyecek hem de kimyasal gübreden kurtaracak olan büyük bir proje. Hepinizden rica ediyorum, bunu uygulamanızı, desteklemenizi." ifadelerini kullandı.

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi iklim elçisi Pınar Soyoğuz'un da Sıfır Atık Projesinin bir parçası olmak istediğini belirtmesi üzerine Emine Erdoğan, "Çok duygulandırdı sizin varlığınız beni. Bu toplantıları sürekli hale getirsek daha verimli olur. Bu projeler artık sizin. Benden çıktı size ait." diye konuştu.

Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi iklim elçisi Ayşe Naz Cerit de Biyomühendislik Bölümü'nde okuduğunu belirterek 14 laboratuvarda çok fazla plastik atık çıktığını anlattı. Cerit, "Biz plastik atıklarımızı satın alan şirketle bir anlaşma yaptık. Tekrardan kullanılabilecek plastiklerin listesini istedik. Tek kullanımlık ürünler var ama bunların tekrar kullanılabileceğini gördüğümüzde sterilizasyon üniteleri geliştirip, oraları sterilize edip tekrar kullanmaya başladık. Bunu düzenlediğimizde aylık 14 kilo olan plastik atığımız 1 kiloyu bulmamaya başladı. Biz bunun bütün biyomühendislik ya da biyoloji okuyan üniversitelere duyurulmasını, bu listenin onlara da gitmesini, bu şekilde tekrardan kullanılabilecek plastiklerin kullanılmasını istiyoruz." dedi.

Cerit'i tebrik eden Emine Erdoğan, Cerit'in Yükseköğretim Kuruluyla (YÖK) buluşturulup deneyimlerini paylaşması gerektiğini, YÖK'ün de üniversiteleri bu konuda bilgilendirmesinin faydalı olacağını kaydetti.

- 81 ilde tohum topu isteği

Bursa Uludağ Üniversitesi iklim elçisi Semanur Öztürk de iki ay önce "daha çok yeşil" olması amacıyla tohum topu yaptıklarını, bunu 81 ilde 209 üniversitenin iklim elçileriyle eş zamanlı yapmak istediğini söyledi.

Emine Erdoğan da bu talebi memnuniyetle karşılayarak "Biz de yapalım." ifadesini kullandı.

İklim elçileri, atık yağların bioyakıta çevrilmesi, üniversitelere atıkları hayvan mamasına dönüştüren makine alınması, sıfıra yakın enerjili binalarla ilgili öneri ve isteklerini de iletti.

Frankfurt Başkonsolosu Erdem Tunçer: "Festivalimiz Frankfurt'un çok kültürlülüğüne ve çeşitliliğine de katkı sağlıyor"
 
Festivalin Onursal Başkanı Tamer Levent: "Festival bünyesinde yeni düşüncelerle yeni oyunlar yazılabileceğini, yeni oyunları sahneleme durumlarının gelişeceğini, işbirliklerinin oluşacağını düşünüyorum"
 

FRANKFURT (AA) - Her yıl Türk tiyatrosunun önemli isimlerini ve eserlerini konuk eden "8. Frankfurt Türk Tiyatro Festivali"nin açılışı, Gallus Theater'de gerçekleştirildi.

Russelsheim Belediye Meclis Başkanı Jens Grode, İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşegül İşsever, İBB Şehir Tiyatroları ve İstanbul Devlet Tiyatrosu oyuncularının yanı sıra UİD Hessen Bölge Başkanı Erkan Arslan, Amsterdam Rast Tiyatro Kurucusu Şaban Ol, 1001 Sanat Genel Sanat Yönetmeni Kerem Yılmaz, Kulis Tiyatro Dergisi yöneticisi Osman Doğan ve Frankfurt iş, sanat, siyaset dünyasından birçok isim katıldı.

Açılışta tiyatroseverleri selamlayan Frankfurt Başkonsolosu Erdem Tunçer, festivalin artık gelenekselleştiğini ve açılışta olmaktan dolayı mutluluk duyduğunu ifade etti.

Tunçer, festivalle birlikte Frankfurt'un kültürel hayatının zenginleştiğini belirterek, "(Festival) Hessen eyaletinde yaşayan tiyatroseverlerin Türk tiyatrosunun en yeni ve en seçkin örneklerini canlı izlemesine olanak sağlıyor. Bu da Türk tiyatrocuların Almanya'daki muhataplarıyla ve buradaki seyircileriyle iletişim içine girmesini beraberinde getiriyor. Diğer yandan tiyatro festivalimiz Frankfurt'un çok kültürlülüğüne ve çeşitliliğine de katkı sağlıyor." dedi.

Erdem Tunçer, ayrıca Dışişleri Bakanlığının destekleriyle "Türkiye'nin Güzellikleri" başlıklı fotoğraf sergisini festivale görsel bir zenginlik katması amacıyla sanatseverlerin beğenisine sunduklarını söyledi.

- "Türkçe, sadece geldiğimiz toprakların dili, aile ve günlük dilimiz olmaktan öte kültürlerarası söylemin dili oluyor"

Frankfurt İl Genel Meclisi Başkanı Hilime Aslaner de festival ekibinin her yıl etkinliği gönüllü olarak hazırladığına dikkati çekerek, "Tiyatro ekibinin Ren-Main bölgesine kesintisiz bir şekilde Türk dili ve kültürünü getirmelerinin büyük başarısını takdir etmek istiyorum." ifadesini kullandı.

Aslaner, sadece Frankfurt'ta 50 Bin Türkiye asıllı insanın yaşadığını aktararak, şunları kaydetti:

"Türk tiyatrosunun, bu bölgenin kültürel yaşantılarının daimi unsuru olmasının ve olması gerektiğinin iki önemli nedeni var. Birincisi, ilk ve aile dilleri Türkçe olanlar için önemli. Türkiye'deki toplumsal gelişmelerle ve kendi dilleri ile bağlantılarını kaybetmiyorlar. Çünkü her tiyatro parçası, yazıldığı dilin toplumsal akışının ve o ülkenin soru ve sorunlarının bir aynasıdır. İkincisi, Türkiye asıllı insanlar Frankfurt'un ortasında Türkçe tiyatroyu bir nevi kültürel tanınma olarak yaşıyorlar. Bunu söyleyebilirim, çünkü ben de aynen böyle hissediyorum. Türkçe o zaman sadece geldiğimiz toprakların dili, aile ve günlük dilimiz olmaktan öte, kültürlerarası söylemin dili, sahne dili oluyor. Özgüveni arttırıyor ve bulunduğumuz topluma kabul edilme, onun önemli ve vazgeçilmez bir parçası olma algısını kuvvetlendiriyor. Bizim dilimiz, kültürümüz buraya aittir. Almanya ve Türkiye arasındaki işçi sözleşmesinin 60. yılında biz sadece iş gücümüzle değil, aynı zamanda kültürümüzle de vardık. Bugün burada Türkiye asıllı insanlar haricinde de seyirciler olmasına çok sevindim. Herkes tarafından anlaşılması için Tiyatro Frankfurt ekibi bizlere üst yazı hazırladılar."

- "Türk ve Alman yazarların birlikte yazacağı ortak oyun yapılabilir"

Festivalin Onursal Başkanı Tamer Levent, "Sekiz yıldır sürüyor Frankfurt Türk Tiyatro Festivali. Bu tür festivallerde beş yıl önemlidir. Ama sekiz yıl artık rüştünü ispat ettiğini kanıtlıyor. Bundan sonraki aşamalarda içinde bulunduğumuz yüzyılda insanların pek çok farklı şey yaşadığını biliyoruz. Bunları da tiyatroyla anlatarak yeni bir düşünme biçimi oluşturulması gerekiyor." diye konuştu.

Levent, festivalin Türkler ve Almanların birbiriyle iç içe kaynaşmasını sağladığını vurgulayarak, "Bu yıl Gallus Tiyatrosu'nda yapılması da bu iş birliğinin çok somut bir örneği. Festival bünyesinde yeni düşüncelerle yeni oyunlar yazılabileceği, yeni oyunları sahneleme durumlarının gelişeceği, işbirliklerinin oluşacağı inancını taşıyorum. Hatta festival bünyesinde belki Türkiye'den gelen oyunların yanı sıra bir iki tane de Türk ve Alman oyuncuların oynayacağı, hatta Türk ve Alman yazarların birlikte yazacağı ortak oyun yapılabilir diye düşünüyorum." değerlendirmesini yaptı.

Frankfurt Türk Tiyatro Festivali'nin bir kültür haline dönüşeceğini dile getiren Levent, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Çünkü festivaller başlar, bir müddet bir heves gider, sonra da biter. Bu bitmemeli. Adeta bir enstitü gibi olmalı ve bu içinde bulunduğumuz çağa ışık tutmalı. Sevgili Kamil (Kellecioğlu) en baştan, Tiyatro Frankfurt zamanından beri bu işin içinde. Ben de o zaman biraz bu işin içine girmiştim. Başkonsolosumuzla konuşmuştum. Bu festivalin başlamasının çok yararlı olacağı kararını vermiştik. 'Yapılabilir mi, yapılamaz mı' derken yapılıyor. Şimdi de sevgili başkonsolosumuzun daha buradaki görevine gelmeden festivalin varlığından haberdar olması ve destek oluyor olması zannediyorum çağımıza da çok ışık tutacak, umut verecektir."

Tiyatro Frankfurt Genel Sanat Yönetmeni ve Festival Başkanı Kamil Kellecioğlu ise, "İyi ki varsınız. Bizi hiç yalnız bırakmayan, festivali sahiplenen seyircimize teşekkürden daha fazlasını sunmak istiyorum. Gerçekten iyi ki varsınız. İyi ki festivalimiz bu yıl sekizincisiyle bizlerle birlikte. Gelecek yılı da heyecanla bekleyeceğiz. İyi ki Türkçe tiyatronun sesi Frankfurt'tan duyuluyor." dedi.

Konuşmaların ardından 30 kişilik festival ekibi sahneye çıkarak seyircilerle birlikte, "Sanata evet" dedi. Açılış kapsamında İBB Şehir Tiyatrolarının "Sen İstanbul'dan Daha Güzelsin" oyunu sahnelendi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Almanya Hessen Eyaleti Bilim ve Kültür Bakanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı, Frankfurt Türkiye Başkonsolosluğu ve Türk Hava Yollarının destek verdiği festival, 8 Haziran'a kadar çeşitli atölye, söyleşiler ve oyun gösterimleriyle devam edecek.

- Başkonsolos Erdem Tunçer sanatçılarla bir araya geldi

Frankfurt Türk Tiyatro Festivali münasebetiyle Frankfurt’a gelen sanatçıları Başkonsolosluk konutunda ağırlayan Başkonsolos Erdem Tunçer, burada yaptığı konuşmada festivalin Türk ve Alman toplumları için önemine değindi.

Hessen Bilim ve Sanat Bakanlığı Müsteşarı Ayşe Asar ise sanatçılarla buluşmada şu bilgileri konuklarıyla paylaştı:

"Tiyatronun ulusal uyum ve barışa çok önemli katkısı var. Türk tiyatrosunu burada yaşayan hem Alman hem Türk uyruklu insanlara sunmamızın bizim için büyük bir etkisi var. Geçen sene ilk defa Türk Tiyatro Festivali'ne katılabildim ve hala hayal gibi hatırlıyorum. Müziğiyle, sözleriyle beni çok etkilemişti. Almanların üçüncü, dördüncü Türk asıllı nesle zengin Türk kültürünü tanıtmanın, barış ve şahsi gelişme için çok büyük önemi var. Şu an birçok konuda tiyatro risk içinde maalesef. Pandemi döneminde çok büyük kayıplara uğradık. Yeni genç nesil iyice uzaklaşıyor. Almanya'da maalesef böyle, Türkiye'de öyle değilmiş çok sevindim. Türk Tiyatro Festivali bu konuda çok önemli çalışmalar yapıyor. Bu açıdan Kamil beye ve ekibine çok teşekkür etmek istiyorum."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
BERLİN (AA) - Almanya’da Bavyera eyaletinin Garmisch-Partenkirchen beldesi yakınlarında dün meydana gelen ve en az dört kişinin hayatını kaybettiği tren kazasında halen 7 kişinin arandığı bildirildi.

Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, Bayern2 radyosuna yaptığı açıklamada, kazada hayatını kaybedenlerin hepsinin yetişkin kadınlar olduğunu söyledi.

Herrmann, yaralıların ise hayatı tehlikesi bulunmadığı bilgisini paylaşarak "Yakınlarının aradığı halen 7 kişi kayıp." dedi.

Bunların yaralılar arasında bulunabileceğini veya kendiliğinden olay yerinden ayrılmış olabileceklerini belirten Herrmann, raydan çıkan tren vagonlarının enkazının henüz kaldırılamadığına işaret ederek, vagonların altında halen hayatını kaybedenlerin yer alabileceğini söyledi.

Alman basının, olay yerinde bulunan Bavyera polisine dayandırdığı haberlere göre, kazada 3’ü ağır 40 kişi yaralandı. Daha önce ağır yaralı sayısı 15 olarak ifade edilmişti.

Ölen 3 kişinin cesedinin enkazdan çıkarıldığı bildirildi. Bir kişinin de dün hastaneye götürülürken hayatını kaybettiği aktarıldı.

Enkazda arama kurtarma çalışmaları devam ediyor. Polis yetkilileri tren vagonlarının devrilmesi ve hasarlı olduğu için kurtarma çalışmaların zor ilerlediğini belirtti.

Kazanın sebebi henüz bilinmiyor.

Garmisch-Partenkirchen beldesinde Münih'e giden iki katlı tren raydan çıkmış, bazı vagonların devrilmesi sonucu en az 4 kişinin hayatını kaybettiği açıklanmıştı.

Yaklaşık 140 yolcunun arasında çok sayıda öğrencinin bulunduğu belirtilmişti.

Yalova'da bu yıl ilki gerçekleştirilen "My Yalova Vizyon Ödülleri" töreninde, yılın başarılı kurum ve kişileri ödüllerini aldı. My Yalova Dergisi tarafından kentteki bir otelde düzenlenen ödül töreni, jüri ve sosyal medya üzerinden vatandaşların oylarıyla belirlenen 5'i belediye başkanı 25 kişi ve kuruma ödül verildi.
 
 
 
 
 
 
 

BERLİN (AA) - Alman Federal Meclisi, hükümetin, ordunun modernizasyonu ile silah ve teçhizat alımı için ayırmayı planladığı 100 milyar avroluk özel fona onay verdi.

Hükümeti oluşturan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti ile muhalefetteki Hristiyan Birlik Partisi'nin (CDU/CSU) orduya 100 milyar avroluk özel fon sağlanmasına ilişkin tasarısı, Federal Meclis’te 80’e karşı 593 oyla kabul edildi, 7 milletvekili çekimser kaldı.

Milletvekilleri, daha önce, özel fon sağlaması amacıyla hükümetin yeni krediler alabilmesine imkan sağlamak için Anayasa’nın 87/a maddesinde değişiklik yapılmasını 567 oyla kabul etti. Söz konusu maddenin değişmesine 96 milletvekili "hayır" oyu kullanırken, 20 milletvekili de çekimser kaldı.

Anayasa’da değişikliğin yürürlüğe girmesi için Federal Eyalet Temsilciler Meclisinin (Bundesrat) de 3’te 2’lik çoğunlukla onay vermesi gerekiyor.

Böylelikle Alman ordusunun söz konusu fonun oluşturulması anayasa ile de güvence altına alınmış olacak.

Özel fonun oluşturulmasıyla hava ve kara kuvvetleriyle donanmanın güçlendirilmesi ve ordunun hareket kabiliyetinin artırılması hedefleniyor.

Alman hükümeti fonu, Eurofighter ve "F-35" tipi savaş uçakları, nakliye helikopterleri, savaş gemileri ve tanklarının alınmasının yanı sıra “Heron" tipi insansız hava araçlarının silahlandırılması, askerlerin ihtiyaç duyduğu teçhizatın sağlanması ve savunma sistemlerinin geliştirilmesi gibi projeler için kullanmayı planlıyor.

Almanya Savunma Bakanı Christine Lambrecht, oylama öncesinde yaptığı konuşmada, fonun oluşturulmasını savunarak "Güvenliğin bir bedeli var." dedi.

Yıllardan beri ordunun ihmal edildiğini vurgulayan Lambrecht, 100 milyar avroluk fon ile ordunun, temel görevi olan ülkeyi savunmasını yerine getirebilecek şekilde donatılacağını kaydetti