Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Yaklaşan Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi adayların tanıtım  toplantıları giderek ilgi görmeye başladı. İktidar Partisi SPD’nin adayları özlellikle Bayvyera’da oylarını artırmak adına kampanyalara hız verdiler.

 

Haftasonu Würzburg’da hareketli bir seçim kampanyası ayağı gerçekleştiren SPD adayları Tanyel Taş moderetörtlüğünde AB seçimlerine yönelik açıklamalarda bulundular. Würzburg Kolpinghaus’da yapılan toplantda görüş açıklayan adayların moderatörtlüğünü yapan Tanyel Taş özellikle göçmen kökenli seçmenlere seslenerek  SPD’nin göçmen kökenli Alman Vatabdaşlatinın mutluluguna yönelik proğram ve hedefleri olan güçlü bir siyasi parti olduğunu belirtti. Ülkedeki genel siyasetin iyi takip edildiğinde bundan göçmenler, Almanya ve Avrupa kazanacaktır” şeklinde konuştu.

 

Sempatik tavırları ile dikkat çeken Taş devamla, “Göçmen kökennli bir ailenin çocuğu olarak yine çok sayıda göçmenin çalıştığı bir işyerinde sendikacılık yapıyorum. Dolayısı ile göçmenlerin sorunlarını bilenlerden biriyim. Bu bağlamda SPD politikalarının göçmen kökenlilerin sorunlarına en doğru yaklaşım gösteren parti olduğuna inanarak başta Türkiye kökenli hemşerilerim olmak üzere tüm göçmenlerden oy desteği bekliyorum.” dedi.

 

Avrupa ailesinin temel fikrinin saygı ve dayanışma olduğunu belirten Tanyel Taş açıklamalarında, “Avrupalılık bizim için temel değerdir. Bölgemizden ve ülkemizden götüreceğim sosyal demokrat görüşleri sunabilecek olmamdan çok mutluyum. AB Parlamentosunda güçlü bir SPD grubu ve aynı şekilde güçlü bir Almanya hepimizin ortak geleceği için çok önemlidir. Desteginizi bekliyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

 

 

 

 

 

 

 

Bavyera Eyaletindeki göçmenlere karşı sempatik tavırlari ile bilinen ve Türk toplumu tarafından çok sevilen Bavyera Eyalet Hükümeti Entegasyon Sorumlusu Karl Straub, Almanca, İngilizce, Türkçe, Fransızca ve Arapça dillerinde verdiği mesaj Aschaffenburg’dan Passau‘ya, Hof’dan Rosenheim’a ve Bad Kissingen’den Lindau’ya kadar ilgi ile karşılandı.

 

Türk derneklerinin lokalllerinde bayram kutlaması ile ile ilgili olarak görüş açıklayan dernek yöneticileri ve sade vatandaşlar, “Bizler bu ülkenin asli unsurlarıyız. İçimizde Alman vatandaşı olsun ya da olmasın, yüzbinlerce Müslüman’ın eyalette mutlu yaşaması ve bazramının kutlanması çok önemlidir. Entegrasyonun başlangıcı ise güleryüz ile kabullenmek ve ve bunun mutluluğunu yaşamaktır. Biz Müslüman göçmenler de en az Alman komşularımız kadar eyalette uyum ve entegrasyon için çaba gösteriyoruz. Dini Bayramımızdaki bu kutlama ise Bavyera’nın her iyilik ve güzellikte hep en önde olduğunun işaretidir” şeklinde konuştular.

 

 

 

 

 

Avrupa Birliği (AB), Yunanların ve Rumların tüm girişim ve baskılarına rağmen Aralık ve Mart zirvelerinde AB-Türkiye ilişkilerini ele almaktan kaçındı ve daha sonraki zirvelere erteledi.  17-18 Nisan'da Brüksel'de gerçekleştirilen AB Devlet ve Hükümet Başkanları Nisan Özel Zirvesi'nde de Yunan ve Rumlardan gelen baskılar nedeni ile konuyu kerhen “stratejik tartışma” kapsamında ele aldı.

 

AB Devlet ve hükümet liderleri, Ankara ile ilişkilerin ilerletilmesi için gerekli çalışmaların başlatılmasını kararlaştırırken bunun kuyruğuna da “50 yıldır dile getirilen Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler (BM) parametreleri çerçevesinde çözümü için müzakerelerin yeniden başlatılması gerektiği” cümlesini eklediler. Oysa bu cümle Nisan zirvesinin sonuç bildirisinde olsa da, olmasa da değişen bir şey yok, olmayacak…

 

Rumların ve Yunanların, Kıbrıs Türklerini yeni kurulacak devlete ortak yapmamak için olabildiğince savsakladıkları ve incir ipi gibi uzattıkları müzakereler kendilerinin maksimalist talepleri nedeni ile çökünce aniden kendilerinin hiç kulak asmadığı bu BM Parametreleri kıymete bindi ve Atlantik ittifakında yer alan her toplantıdan sonra yapılan açıklamaların kuyruğuna bu tavsiyeyi ekletmeye çalışıyorlar, son elli yıldır konuşulmasına ve uygulanamamış olmasına rağmen…

 

AB’nin tavsiyelerinin, kararlarının ve sair açıklamalarının geçerliliğinin olup olmadığı tartışma kaldırıyor. Eğer bu BM parametrelerinin geçerliliği olsaydı Yunanlar ve Rumlar tarafından çoktan uygulanır, Kıbrıs konusu çözülürdü. Kıbrıs adasını Yunan toprağı yapmak ve Kıbrıs Türklerini ikinci sınıf azınlık konumuna düşürmek için elden geleni yaptıktan sonra baktılar gördüler ki Türkiye bölgede üzerinde baskı uygulanamayacak konumda, AB üyelikleri işe yaramayacak, o zaman elli yıldır uygulamaktan kaçındıkları BM parametrelerini öne çıkarmak gerekti.

 

Gelelim AB devlet ve hükümet başkanları Nisan zirvesinin sonuç bildirisinde yer alan Türkiye ile ilgili bölüme; Kafa karıştıran ve AB-Türkiye ilişkilerine de değinen ortak bildiri, AB Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile AB Komisyonu tarafından hazırlandı.

 

Ortak Bildirinin içinde yer alan tavsiyelerle ilgili bölümde somut bir karar yok, mali kısıtlama yok, uygulama yok, ambargo yok, ticari kısıtlama yok, ekonomik yaptırım yok. Belli ki AB, Türkiye’ye baskı yapmayı ve karşısına almayı göze alamamış ve Yunan ve Rumların ağzını kapatacak bir şeyler yapalım diyerek, sonuç bildirisinin içine “geçerliliği tartışılır” bir tavsiye eklemişler.

 

Rum lider Hristodulidis sonuç bildirinde yer alan AB-Türkiye ilişkileri ile ilgili bu paragrafı, “AB-Türkiye ilişkilerini Kıbrıs konusunda bağladım ve zafer kazandık” gibi kelimeler içeren bir cümle ile kendi halkına yutturmaya çalışsa da işin aslı öyle değil.

 

En az on kez arka arkaya okuduğum bildiride, elli yıldır dillendirilen Kıbrıs sorununun BM parametreleri çerçevesinde çözümü tavsiyesine ilaveten açık ve net olarak “Avrupa Birliği'nin, Doğu Akdeniz'de istikrarlı ve güvenli bir ortamda ve Türkiye ile işbirliğine dayalı, karşılıklı yarar sağlayan bir ilişkinin geliştirilmesinde stratejik çıkarı vardır. Türkiye'nin yapıcı katılımı, ortak bildiride belirlenen çeşitli işbirliği alanlarının geliştirilmesine yardımcı olacaktır” denilmekte.

 

Belli ki çıkar dengeleri 21. Yüzyılın ikinci çeyreğine girilirken Türkiye lehine değişmiş. “Kıbrıs sorununun çözümünde hangi tarafın isteği daha baskın olacak” sorusunun yanıtı da önümüzdeki yıllarda daha net bir biçimde verilecek gibi…

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

Avrupa Birliği (AB), Yunanların ve Rumların tüm girişim ve baskılarına rağmen Aralık ve Mart zirvelerinde AB-Türkiye ilişkilerini ele almaktan kaçındı ve daha sonraki zirvelere erteledi.  17-18 Nisan'da Brüksel'de gerçekleştirilen AB Devlet ve Hükümet Başkanları Nisan Özel Zirvesi'nde de Yunan ve Rumlardan gelen baskılar nedeni ile konuyu kerhen “stratejik tartışma” kapsamında ele aldı.

 

AB Devlet ve hükümet liderleri, Ankara ile ilişkilerin ilerletilmesi için gerekli çalışmaların başlatılmasını kararlaştırırken bunun kuyruğuna da “50 yıldır dile getirilen Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler (BM) parametreleri çerçevesinde çözümü için müzakerelerin yeniden başlatılması gerektiği” cümlesini eklediler. Oysa bu cümle Nisan zirvesinin sonuç bildirisinde olsa da, olmasa da değişen bir şey yok, olmayacak…

 

Rumların ve Yunanların, Kıbrıs Türklerini yeni kurulacak devlete ortak yapmamak için olabildiğince savsakladıkları ve incir ipi gibi uzattıkları müzakereler kendilerinin maksimalist talepleri nedeni ile çökünce aniden kendilerinin hiç kulak asmadığı bu BM Parametreleri kıymete bindi ve Atlantik ittifakında yer alan her toplantıdan sonra yapılan açıklamaların kuyruğuna bu tavsiyeyi ekletmeye çalışıyorlar, son elli yıldır konuşulmasına ve uygulanamamış olmasına rağmen…

 

AB’nin tavsiyelerinin, kararlarının ve sair açıklamalarının geçerliliğinin olup olmadığı tartışma kaldırıyor. Eğer bu BM parametrelerinin geçerliliği olsaydı Yunanlar ve Rumlar tarafından çoktan uygulanır, Kıbrıs konusu çözülürdü. Kıbrıs adasını Yunan toprağı yapmak ve Kıbrıs Türklerini ikinci sınıf azınlık konumuna düşürmek için elden geleni yaptıktan sonra baktılar gördüler ki Türkiye bölgede üzerinde baskı uygulanamayacak konumda, AB üyelikleri işe yaramayacak, o zaman elli yıldır uygulamaktan kaçındıkları BM parametrelerini öne çıkarmak gerekti.

 

Gelelim AB devlet ve hükümet başkanları Nisan zirvesinin sonuç bildirisinde yer alan Türkiye ile ilgili bölüme; Kafa karıştıran ve AB-Türkiye ilişkilerine de değinen ortak bildiri, AB Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile AB Komisyonu tarafından hazırlandı.

 

Ortak Bildirinin içinde yer alan tavsiyelerle ilgili bölümde somut bir karar yok, mali kısıtlama yok, uygulama yok, ambargo yok, ticari kısıtlama yok, ekonomik yaptırım yok. Belli ki AB, Türkiye’ye baskı yapmayı ve karşısına almayı göze alamamış ve Yunan ve Rumların ağzını kapatacak bir şeyler yapalım diyerek, sonuç bildirisinin içine “geçerliliği tartışılır” bir tavsiye eklemişler.

 

Rum lider Hristodulidis sonuç bildirinde yer alan AB-Türkiye ilişkileri ile ilgili bu paragrafı, “AB-Türkiye ilişkilerini Kıbrıs konusunda bağladım ve zafer kazandık” gibi kelimeler içeren bir cümle ile kendi halkına yutturmaya çalışsa da işin aslı öyle değil.

 

En az on kez arka arkaya okuduğum bildiride, elli yıldır dillendirilen Kıbrıs sorununun BM parametreleri çerçevesinde çözümü tavsiyesine ilaveten açık ve net olarak “Avrupa Birliği'nin, Doğu Akdeniz'de istikrarlı ve güvenli bir ortamda ve Türkiye ile işbirliğine dayalı, karşılıklı yarar sağlayan bir ilişkinin geliştirilmesinde stratejik çıkarı vardır. Türkiye'nin yapıcı katılımı, ortak bildiride belirlenen çeşitli işbirliği alanlarının geliştirilmesine yardımcı olacaktır” denilmekte.

 

Belli ki çıkar dengeleri 21. Yüzyılın ikinci çeyreğine girilirken Türkiye lehine değişmiş. “Kıbrıs sorununun çözümünde hangi tarafın isteği daha baskın olacak” sorusunun yanıtı da önümüzdeki yıllarda daha net bir biçimde verilecek gibi…

 

Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin Duisburg şehrinde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı Merkez Camii, farklı bir etkinliğe ev sahipliği yaptı.

 

Almanya ve Avrupa’nın farklı şehirlerinden gelen motosiklet tutkunları, sezon açılışını Duisburg DİTİB Merkez Camii’nde yaparak sezonuna büyük bir etkinlik ile 'merhaba' dedi.

 

800’e yakın motosiklet sürücüsünün bir araya geldiği sezon açılışında Duisburg DİTİB Merkez Camii Dernek Başkanı Yusuf Aydın, “Rabbim yolunuzu açık eylesin, bela ve kazalardan muhafaza eylesin diye dua ederek, motor kullanırken dikkatli ve duyarlı davranmaları, güvenli olmaları, seyir halindeyken fazla hız yapmamaları konusunda da tavsiyelerde bulundu.

 

Duisburg DİTİB Merkez Camii Din Görevlisi Niyazi Tok tarafından okunan Kur’an-ı Kerim ve yapılan dua ile sezon açılışı yapıldı.

 

Her yıl farklı yerde planladıkları sezon açılışının, bu yıl Duisburg DİTİB Merkez Camii’nde düzenlenmesinden duyduğu memnuniyeti ifade eden motosiklet kullanıcıları derneği başkanı Zeki Kaman ise, bu imkânı bize sunan ev sahibi Duisburg DİTİB Merkez Camii dernek yöneticilerine teşekkür etti.

 

Duisburg DİTİB Merkez Camii avlusu farklı hacimlerdeki motosikletlerle yoğun ilgi gördü. Toplu olarak fotoğraf da çektiren motor tutkunları, konvoy eşliğinde camiden ayrıldı.

 

 

 

 

 

 

Geçtiğimiz ay yazdığı “60. Yılında Almanya Türkleri” adlı eseri ile sürekli tanıtım, toplantı ve okuma akşamlarına katılan Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Kültür Tarihçisi Dr. Latif Çelik Almanya’nın Fürth şehrinde gençler ile biraraya gelerek ‘Almanya’daki Türk Kültürel Mirası’ ile ilgili konuştu.

  

Geleneksel Bayram yemeği programında yaptığı konuşması ile gençlerin ilgi odağı olan Dr. Çelik’in konuşması özellikle ülkedeki Türkiye kökenli üniversite gençliği ve dernek başkanlarından büyük alkış alırken, değişik şehirlerden toplantıya katılan gençlerin son kitabı ile ilgili soru yağmuruna tutuldu. ‘Türkiye’den gelen ilk neslin kültürel mirası’ konulu çalışmaları ilgi ile izlenen tarihçi yazar son kitabını gençlik grubuna hediye etti.

 

Türk – Alman Kültür Tarihçisi Dr. Çelik gençlere yönelik konuşmasında, “Çok okumalısınız, özellikle sosyal bilimlerde ince eleyip sık dokumalısınız. Sizler farkında olmasanız da iki milletin kültür tarihi ile düşünce analizleri konulu arşivlere Türk Milleti’nin mensupları olarak yazılıyorsunuz. Kültürel genlerinizden kopmayın, düşünce tarihi ile bağları çözülen milletler zamanla sosyal bilimlerin sanat tarihinde, müziğin ezgilerinde, sosyolojinin yorumlaması ve kültürel miras konusunda değişik düşünmeye başlarlar. Bu kopuş, milletlerde sadece kültürel hafıza kaybı değil, anavatan ile olan bağlarındandan da uzaklaşmaları anlamına gelir. Türklerin ve Almanların birbirleri ile olan ilişkilerini ve birlikte yazdıkları ortak tarihi ve ilişkileri iyi bilen gençlerimiz geleceği bu günden yorumlarlamayı başaran, öz güveni tam olan ve kendini ifade ederken eziklik duymayan nesiller olarak yaşam sürerler.” şeklinde konuştu.

 

Dr. Latif Çelik 12. Eseri olan “60. Yılında Almanya Türkleri” ile ilgili çok sayıda konu başlığı ile ilgili izahatlar veren Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik, “Yaşadıklarınızı yazın ki, gelecek nesiler sizi kolay bulabilsinler. Tarihçiler arşiv incelemeleri ile geçmişi bu güne taşırlar. İlk nesil dedelerinizin yaşadıkları zorlukları, kültürel problemleri, entegre olamamanın sıkntıları ve ayakları üzerinde durmaya çalıştıkları yılları aranızda konuşabilmek adına biraraya gelip sözel tarih proğramları düzenleyin, hayatta olanları mikrofona çağırıp onore edin. Sonra bunları yazın ki kimse size 100 yıl sonra sizleri tamamen unutup yok sayamasın. Almanya sosyal bir devlettir ve milletlerin kültürel geçmişine saygı duyulan bir toplumdur. Ama önce siz kendi kültürünüze sahip çıkacakasınız ve bunu Alman dostlarınıza da bir özellik ve güzellik olarak sunacaksınız” dedi.

 

Dr. Latif Çelik 40 yılı aşkın bir süredir Türklerin Almanyadaki Kültürel mirası konulu çalışmasını Almanya IKG Enstitüsü bünyesinde Türk ve Alman akademisyen gurubu ile yürütüyor.

 

 

 

 

 

 

Çorum‘lu Adıgüzel Baklan‘ın çocukları Almanya’da kurdukları gıda imparatorluğu ile Türkiye ve Almanya’nın gönlüne girdi. Türkiye’de tatil sonrası geri dönüşlerinde Türk mutfağının lezzetini unutamayan Almanlara Türkiye’nin damak tadları burada dercesine ilginç bir konsept geliştirdi. 35 yılı aşan ticari tecrübeleri ile Türk gıda ürünlerine Avrupa’dan en önemli ihracat yolunu açan Mustafa Baklan ile Suntat Genel Merkezi’nde görüştük.

 

Birlik:

Mustafa Bey ilk yıllarınızdan ne hatırlıyorsunuz?

Mustafa Baklan:

Babam Adıgüzel Baklan bizi ikinci nesil Türkler olarak Almanya’ya getirdi. 1972 yılında Mannheim’a geldiğimde 16 yaşındaydım. Almanca kursuna başladım. Bunu benden çok babam istiyordu. Belki de babam dil bilmeyenlerin ne kadar ezildiğini arkadaşları arasında en iyi farkeden idi. Üç yıllık kurs sonunda benim girdiğim işte, yaşıtlarımdan çok daha fazla kazanıyordum. Maaşım 900 Alman markı idi ama bu paradan Türkiye’deki aileme bile destek oluyordum.

 

Birlik:

Babanızın ilk yıllarından neler hatırlıyorsunuz?

Mustafa Baklan:

 

Öncelikle Babam ve arkadaşlarının çok ama çok çalışkan olduğunu iyi hatırlıyorum. Bitmez tükenmez enerjileri ile burada Almanya‘da, yemeyip içmeyip aylıklarının geri kalan kısmını da Türkiye’ye göndererek ülkemiz Türkiye için çalıştılar. Keşke o nesil yaşasaydı ve onların hikayesini onlardan dinleseydik. Şakaları, anlattıkları hikayeler, Türkiye’deki ailelerinin sorunlarını dinlediğim sohbetlerde öğrenirdim. Şimdi düşünüyorum da, Türklerin Almanya’daki varlığı tam olarak tarih  süzgecinden geçerek arşivlere girmiş değil.

 

Birlik:

Tarihe geçecek cümleler kuruyorsunuz. Size göre Türkler Alman tarihinin neresinde olmalı?

Mustafa Baklan:

Bizimkiler davet edildiğinde İtalyanlar ve İstpanyollar 5-6 yıldır Almanya’da. Yanlış anlaşılmasın ama başarısızlar, adeta Almanya sokaklarında dalga geçilerek sürekli kriminal olaylara karışanlar var bu ülkede. Tarihçi dostlarımdan dinlediğimde Almanya’nın savaşta tahrip olan altyapısı tam olarak yeniden hayata geçirilememiş. Bizimkilere ciddi anlamda ihtiyaç var.

 

Birlik:

5 yıl sonra Türkler geldiğinde işlerin farklı olduğunu söylüyorsunuz?

Mustafa Baklan:

Tabi bu bilgileri geçmişi iyi tahlil ve analiz eden Türk ve Alman tarihçisi dostlarımdan öğreniyoruz. Bizimkileri belki de deneme amaçlı davet eden Almanya o kadar mennun kalıyorki, 1980 yılına kadar Alman basınında sürekli bizim çalışkanlığımızdan bahsedilirdi. Ama ilk nesil Türkler ciddi anlamda işine sadık, söyleneni yapan ve hileyi hurdayı bilmeyip hatta günah sayan insanlar idi.

 

Birlik:

Gıda konusuna nasıl girdiniz, nereden aklınıza geldi bu kadar detaylı bir şekilde bir gıda trenini bütün Avrupa ülkelerine doğru harekete geçirmek?

Mustafa Baklan:

Hepimiz biliyoruz ki ilk yıllarda gıda konusu açılınca Almanya’daki şu kadar milyon Türk’ün ihtiyacı olarak ortaya çıktı. Bizim yaptığımız konsept çok değişikti.

 

Birlik:

Merak ettim, Siz bunu nasıl tespit ettiniz?

Mustafa Baklan:

1982 yılında iktidara gelen Turgut Özal’ın liberal ekonomi modeli Türkiye yönüne ciddi bir türizm akışının başlamasına neden oldu. Tatil sonrası geri gelen Alman turistler ile birebir görüşmeler yaptım ve memnuniyet oranı 100% idi. Tabi gururlanıyoruz ve sürekli Türk ve Alman medyası bu konuda yayınlar yapıyor. Ama biz bu memnun turist kitlesini nasıl bir ticari ilişkiye gireriz diye düşündüm hep.

 

Birlik:

Konuştuklarınız tarihe geçiyor Mustafa Bey?

Mustafa Baklan:

O zaman unutmadan devam edeyim. O yıllarda işlerimizi kardeşlerim ile birlikte giderek büyütüyoruz fakat mahalli bazdayiz yinede. Mannheim bölgesi Adigüzel Baklan’ın çocuklarının ticari faliyetini tanıyor ama Hamburg’un bizden haberi yok. Yani zincirleri kırmak adına vites büyütmeye mecbur idik.

 

Birlik:

Ama riskte alıyorsunuz bu durumda?

Mustafa Baklan:

Zarar ile kâr kardeştir. Ticarette 3 – 5 aranmaz. Büyük Alman gıda zincirleri ile görüştüm, onlara dedim ki, “Bakın şu kadar milyon insan Türkiye’ye gidiyor ve bir tane memnun olmadan geri dönen yok. Bunlar Akdeniz, dolayısı ile Türk mutfağına bayılıyorlar, hatta buraya gelince bu lezzeti ilk olarak biz Türk marketçilerine soruyor” dedim.

 

Birlik:

Konuştuklarınız kimler?

Mustafa Baklan:

Alman gıda devleri, şu an piyasadaki en büyük zincirler. Devam edeyim, bize 2 metre büyüklüğünde Türk gıda reyonu yeri verin ve müşteriniz çeşitlensin. Bunu zar zor, belki de bize inanmayarak alabildik. Uzatmıyorum, şimdi Alman gıda toptancılarında 40 kilometreye yakın bizim markamız Türkiye’de imal edilen ürünler satılıyor. Türk ürünleri çok satıldığı için reyonlara Türk bayrağı da koyuyorlar. Sessiz çalışarak Almanya’da Türk gıda ürünlerini satabilmek de sanıyorum ülkemiz adına sessiz bir gururdur.

 

Birlik:

Sizin ürünlerinizi Alman gıda devlerinin marketlerinden alanları, hatta bunların da tamamına yakını Türk olmayanları takip ederek bir inceleme notu tuttum sizinle görüşmeden önce.

Mustafa Baklan:

O zaman ben size sorayım, neler gördünüz?

 

Birlik:

Bizzat gözlemledim, bir Alman bayan Suntat bulguru sordu. Satıcı kendisine Türk reyonu burada, bunların hepsi Suntat imalatı ve aradığınız Bulgur da burada dedi.

Mustafa baklan:

Bizim damak tadımız Almanya’da yerleşiyor, bundan 10, 30 ve 50 yıl sonra neler olacağını hesaplayan AR-GE birimimiz var. Buradaki insanların damak tadı hangi yöne evriliyor onu çok iyi takip edebiliyoruz.

 

Birlik:

Buyrun sizi dinliyorum?

Mustafa Baklan:

Yükselen trend etsiz mamüller. Yani vegan dediğimz yükseliş. Kendi kendime yahu bizim çiğ köfteyi Almanya’da proğrama alayım, bakalım müşterinin tepkisi ne olacak dedim. Ne oldu biliyormusunuz, bütün noktalardan istek yağmuruna tutulduk. Yenilikçiyiz ya, şimdi değişik milletlerden onbinlerce müşteri Suntat çiğ köftesi ile mutlu oluyor. Tüketimi kolay, sindirimi mükemmel ve fiyatı uygun bir yiyecek olarak Alman müşterinin ciddi anlamda tercihi olarak ortaya çıktı.

 

 

Birlik:

Ticari zeka dedikleri bu olsa gerek. Başka hangi üründe Baklan ailesinin izleri var?

Mustafa Baklan:

Biz herşeye kazanç gözü ile bakmayız. Bereketli Anadolu toprağından aldığımız bir kültürel değerlerimiz de bizim için önemlidir. Hatırı 40 yıllık ama  yapması zor olan Türk kahvesi de bizim ile adım attı Almanya’ya. Tiryakilerimiz bu kadar yıl ve 4 nesil sonra asırlık Türk damak tadı kahveyi Almanya’da bulamazlarsa bu doğru olmaz. Kahveyi bir kaç porsiyonluk ve en kısa zamanda kadınlarımıza zahmet olmayacak şekilde hazirlanabilecek bir konsept haline getirerek piyasaya sunduk. Bir de ne görelim, aman Allahım Almanlardan da bir o kadar olduğunu gördük.

 

 

 

Birlik:

Pekiyi sizde ulaşım ve satış noktalarına yetişmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Mustafa Baklan:

Almanya’nın en hızlı lojistik şirketleri ile çalışıyoruz. Akşam saat 17.00’ye kadar bize ulaşan sipariş ertesi gün o işletmeye ulaşmış olur. Elbette kendi lojistik bölümümüz ile direkt işletmelere ulaştırdığımız ayrı bir bölümümüz de var.

  

Birlik:

Gelenekçi bir ailesiniz, özellikle Türk Toplumu‘nda her yörenin her kesiminin Mustafa abisi konumundasınız. Türk gıdalarını getirerek Avrupalı‘ların yemek kültürünü değiştirdiniz. Bir öneriniz varmı bizim insanımız için?

Mustafa Baklan:

Okusunlar, okusunlar ve yine okusunlar. Her meslek önemli, ama o alanda hep en iyisi olmaya baksın gençlerimiz. Biz çalışkan bir milletiz. Bakın hiç Almanca bilmeyen ve çoğunun okur yazarlığı bile olmayan çok sayıda insanımız o şartlarda ayakta kalmışlar ve pes etmemişler. Şimdiki gençlerimiz çok şanslı, annesi yemeği masaya kadar getiriyor. 1965’lerde onların. Heim denen 16 metrekarelik barakalarda sadece makarna yediklerini düşünsünler. Hayat böyle bir şey, direnmek gerek.

 

Birlik:

Son sözünüz?

Mustafa Baklan:

Çok çalışalım ve en iyisini biz yapmalıyız diyelim. Saygın insanlar olalım. Başkaları bizi takdir etsin. Çorum‘lu Baklan kardeşlerin getirdiği yeni damak tadlarını Almanlar unutmasınlar ve bizimkiler gurur duysunlar. Türkler ve Türk ürünleri deyince herkes bizden memnun olsun. Sadece ticaret yapmıyor, bir kültürü, bir milleti ve ülkemizin ürünlerini de biz temsil ediyoruz.

 

Birlik:

Çok teşekkür ediyoruz.

Mustafa Baklan:

Duyarlı sorularınız için ben teşekkür ediyorum.

 

 

 

 

 

 

Landrat Neumeyer setzt sich für MINT-Bildung im Landkreis ein: Gewinner der Bildungsfahrten ausgelost

 

Schüler der Anton-Balster-Mittelschule aus Neustadt an der Donau sind die glücklichen Gewinner der MINT-Bildungsfahrt zur Experimentierwerkstatt in Langquaid. Aufgrund einer begrenzten Platzzahl hat im Sinne der Chancengleichheit das Los entschieden, das Landrat Martin Neumeyer persönlich gezogen hat.

 

Das Amt für Ernährung Landwirtschaft und Forsten Abensberg-Landshut stellt den Jugendliche der sechsten Klasse der Mittelschule lernen am 23. April das Thema „Boden und Wasser“ spielerisch mit informativen Experimentier- und Mitmachstationen vor. Die Schülerinnen und Schüler können selbst herausfinden, welches Wechselspiel zwischen Böden und Wasser stattfindet, und wie dies unsere Umwelt beeinflusst.

 

Eine weitere MINT-Bildungsfahrt findet Mitte Mai, ebenfalls in die Experimentierwerkstatt, statt. Den Zuschlag hierfür hat eine 9. Klasse des Donau-Gymnasiums Kelheim erhalten. Die Schülerinnen und Schüler erhalten von Dr. Jürgen Fritsch (Universitätsklinikum Regensburg) einen Vortrag zum Thema „Was ist/Was kann moderne Biologie? Wie wird man Biologe?“. Anschließend erhalten sie noch praxisnahe Anwendungsbeispiele der modernen Biologie.

 

Die MINT-Bildungsfahrten werden vom Regionalmanagement des Landkreises Kelheim organisiert. Sie sind Teil eines vom Bayerischen Staatsministerium für Wirtschaft, Landesentwicklung und Energie geförderten Projektes, welches sich gebündelt handwerklich-technischen und berufsorientierten Themen widmet.

 

Aşaĝı Saksonya Eyalet Başbakanı Stephan Weil’ın ev sahipliğinde geleneksel bayram resepsiyonu verildi.

Ramazan Bayramı münasebetiyle verilen resepsiyon, yoğun katılımla gerçekleşti. Tarihi başbakanlık konutunda düzenlenen resepsiyona; Hannover Başkonsolosluğu Muavin Konsolosu Ahmet Bekir Göksu, Aşağı Saksonya ve Bremen DİTİB Dini Danışma Kurulu Başkanı Tevfik Altınpınar, Eyalet Birliği Başkanı Hacı Mehmet Yabaş’ın yanı sıra, dini cemaatlerin başkan ve yöneticileri ile iş, sanat, siyaset ve bilim dünyası ile farklı kuruluşlardan iki yüze yakın davetli katıldı.

 

Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanı Stephan Weil, uzun yıllardır eyalette yaşayan Müslüman kuruluşların temsilcilerini her yıl geleneksel olarak resepsiyona davet ettiklerini belirtti. Düzenledikleri bu etkinliğin her sene planlandığını ve katılımın kendileri için önemli olduğunu vurgulayan Başbakan Weil, 2013'te başlayan bu geleneğin başlangıcından bu yana her şeyin daha iyiye gittiğini, maalesef savaşların yaşandığını ve bu durumun herkesi üzdüğünü dile getirdi.

Başbakan Weil, “Hannover'de yaklaşık 40 bin, Aşağı Saksonya genelinde ise 450 bin Müslüman yaşıyor. Ramazan ayı boyunca birçok Müslüman, dayanışma ve birlik duygularını güçlendirmek amacıyla her akşam dostlarını ve komşularını iftar sofralarına davet etti. Misafirperverlik ve karşılıklı saygının sembolü olan bu ortak yemeklerde barışın, huzurun ve birlikte yaşamın önemini vurguladı ve Hannover’i herkesin evi olarak nitelendiriliyorum” dedi.

 

Hoşgörü ve güven ortamı oluşturulması gerektiğini vurgulan Başbakan Weil, özellikle Filistin'deki dramın Müslümanları derinden etkilediğini söyledi. Başbakan Weil, Federal Almanya başta olmak üzere eyalette yaşayan Müslümanların topluma katkılarından memnuniyet duyduklarını ve sürekli olarak daha iyi şeyler yapma konusunda diyalog içinde olduklarını vurguladı. Weil konuşmasını, Müslüman topluluğun bayramını tebrik ve katılımcılara da teşekkür ederek sonlandırdı.

Resepsiyonda Müslümanlar adına bir konuşma yapan Aşağı Saksonya ve Bremen Eyalet Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Şaban Yabaş ise, geleneksel davet için Eyalet Başbakanı Stephan Weil’e teşekkür etti. Almanya'da on binlerce Müslümanın gönüllü olarak çalıştığını ve ortak projelere katkı sağladığını belirten Yabaş, Filistin'deki şiddetin son bulması ve barışın sağlanması gerektiğini, İslam dininin ve diğer dinlerin barıştan yana olduğuna dikkat çekti. Kendisinin Müslümanlar adına konuşmacı olarak seçilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getiren Yabaş, Mübarek Ramazan Bayramı'nı kutlayarak, davet için Eyalet Başbakanı Stephan Weil’e teşekkür etti.

 

Kabak ve bendir ile enstrümantal müzik sunumunun yapıldığı program karşılıklı sohbetlerle devam etti.

 

 

AKPM İlkbahar Olağan Genel Oturumu’na paralel gerçekleştirilen çalışma ziyaretinde ABTTF Başkanı Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ile görüştü.

 

Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF), Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) İlkbahar Olağan Genel Oturumu’na paralel olarak 15-17 Nisan 2024 tarihlerinde Strazburg’a çalışma ziyaretinde bulundu. 

 

ABTTF Başkanı Halit Habip Oğlu ve ABTTF Uluslararası İlişkiler Direktörü Melek Kırmacı Arık’tan oluşan ABTTF heyeti, AKPM üyesi parlamenterler ve Avrupa Konseyi organları ile yaptığı görüşmelerde Batı Trakya Türk toplumunun örgütlenme özgürlüğü ile ilgili olanlar başta olmak üzere güncel sorunlarını dile getirdi. 

 

Üç günlük çalışma ziyaretinde ABTTF Başkanı Habip Oğlu, 1 Nisan’da görevine başlayan Avrupa Konseyi’nin yeni İnsan Hakları Komiseri Michael O’Flaherty ile makamında görüştü.

 

Strazburg’daki temasları çerçevesinde ABTTF heyeti, AKPM Norveç Ulusal Heyeti Başkanı ve AKPM’de Avrupa Halk Partisi (EPP) Grubu Başkan Yardımcısı Ingjerd Schie Schou, AKPM Türk Heyeti Başkanı Yıldırım Tuğrul Türkeş, AKPM Türk Heyeti üyeleri Abdurrahman Babacan, Mehmet Akalın, Mustafa Canbey, Sena Nur Çelik Kanat, Yunus Emre ve Zeynep Yıldız ve Avrupa Konseyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kararları İcra Dairesi ile görüştü. 

 

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ve siyasilerle yapılan görüşmelerde ABTTF Başkanı Habip Oğlu, Yunanistan’da hukukun üstünlüğünün son dönemde ciddi bir biçimde tehdit altında olduğunu ve sistematik olarak ihlal edildiğini belirterek, Mart 2024’te yapılan bir ankete göre ülkede her 10 kişiden yalnızca 3’ünün yargıya ve yargıçlara güvendiğini söylediğini kaydetti. Yunanistan’ın üyesi olduğu Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin (AB) ülkede hukukun üstünlüğünün giderek kötüleşmesini yakından takip ettiğine dikkat çeken Habip Oğlu, Avrupa Parlamentosu’nun Şubat 2024’te aldığı kararla Yunanistan’da hukukun üstünlüğünü tehdit eden ciddi gelişmeler karşısında AB Komisyonu’nu harekete geçmeye çağırdığını ifade etti. 

 

Habip Oğlu, Yunanistan’ın Batı Trakya Türk toplumunun varlığını ve kimliğini inkar ettiğinin altını çizerek, ABTTF dahil Türk toplumunun kurum ve kuruluşları ile önde gelen temsilcilerinin siyaset ve ana akım medyada nefret söylemi ile doğrudan hedef gösterildiğini ve ötekileştirildiğini ifade etti.  

 

AİHM Kararları İcra Dairesi ile yapılan görüşmede ABTTF heyeti, Yunanistan’ın Bekir Usta ve Diğerleri Dava Grubu’ndaki İskeçe Türk Birliği, Rodop İli Türk Kadınları Kültür Derneği ve Meriç İli Azınlık Gençleri Derneği ile ilgili aleyhindeki AİHM kararlarını 16 yıldır uygulamadığını vurgulayarak, bunun hukukun üstünlüğü ilkesinin açık bir ihlali olduğunu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin söz konusu dava grubunu 11-13 Haziran 2024 tarihlerindeki bir sonraki toplantısında yeniden inceleyeceğini kaydetti.