Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Kısa adı BULTÜRK olan Bulgaristan Türkleri Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk basın bildirisi yayınladı. Bildiriyi aynen yayınlıyorum.
Bugün burada toplanmamızın nedeni, 27 Ekim 2024 tarihinde Bulgaristan’da yapılacak olan erken genel seçimlerle ilgili olarak Türkiye'deki Bulgaristanlı çifte vatandaşlarının oy kullanmama ve seçimi boykot etme kararını açıklamaktır.
Bu karar, yıllardır biriken adaletsizliklere, hayal kırıklıklarının, ihmal edilen hakların ve göz ardı edilen taleplerin sonucudur. Tam 34 yıldır Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşları olarak her seçimde yeni umutlarla sandık başına gittik. Zor şartlarda ve her türlü engellemelere rağmen vatandaşlık sorumluluğumuzu yerine getirdik.
Ne yazık ki, Türk kimliğini kullanarak ajanlık yaptığı kanıtlanan Ahmet Doğan ve ekibi, ne Bulgaristan’daki soydaşlarımız ne de Türkiye’deki Bulgaristan vatandaşları için hiçbir somut adım atmamıştır.
 
Hain Doğan, 34 yılda Türkiye'ye sadece bir kez gelmiştir.
Bu durum bile onun samimiyetini sorgulamak için yeterlidir. Seçim dönemlerinde göstermelik olarak kapımıza adamlarını gönderdiler, ancak seçimden sonra bizleri tamamen unuttular. Türk toplumunun sorunlarına ve taleplerine duyarsız kalan bu tavır, artık kabul edilemez. Haklarımızı korumak, savunmak ve sorunlarımızı çözmek adına hiçbir çaba göstermediler.
Ailelerimiz, yaşlılarımız ve soydaşlarımız Bulgaristan’da tamamen yalnız bırakıldı. Türkiye'den Bulgaristan'a giden vatandaşlarımız, en basit sorunlarını bile çözecek bir yetkili görevlendiremediler. Ahmet Doğan ve ekibi, sadece seçim dönemlerinde sahneye çıkıp vaatlerde bulunurken, seçimlerin ardından tamamen ortadan kayboldular. 34 yıl boyunca ne Türkçemizi koruyabildiler, ne de slav isimlerimizin arşivlerden silinmesini sağlayabildiler. Vakıf mallarımızı geri almak ya da mezarlıklarımıza sahip çıkmak gibi önemli konularda da hiçbir adım atmadılar.
Şimdi hangi yüzle tekrar karşımıza çıkıyorlar? Böylesine utanmazlık, yüzsüzlük ve halka saygısızlık, tarihte ender rastlanan bir durumdur. Seçim dönemlerinde halkın karşısına çıkıp oy isteyen, ancak seçimden sonra ortadan kaybolan Ahmet Doğan ve ekibi, şimdi hangi yüzle tekrar karşımıza çıkabiliyor? Bu derece bir utanmazlık ve yüzsüzlük, dünya siyasi tarihinde gerçekten eşine az rastlanır bir durumdur. Ahmet Doğan, yıllarca "İki sarayım var, bu partiyi ben kurdum" diye övündü durdu.
 
Ancak bugün ortaya çıktı ki, ne saraylar ne de parti gerçekten onunmuş. Saraylardan kovulduğu gibi, partiden de dışlandı. Şimdi ise başka partilerle işbirliği yapma çaresizliğine düştü. Kendi kurduğunu iddia ettiği partide bile mücadele edemeyecek kadar aciz, korku ve panik içinde. Ahmet Doğan’ın asıl derdi para değil; zaten yolsuzluklarla büyük bir servet sahibi oldu. Onun asıl korkusu, işlediği yolsuzluklar ve yaptığı hak ihlallerinin hesabının sorulması.
Bu yüzden, dokunulmazlık zırhına bürünerek kendini korumak istiyor. İçinde bulunduğu panik hali, suçunun büyüklüğünü, halktan ne kadar korktuğunu ve hesap vermekten nasıl kaçmaya çalıştığını açıkça gösteriyor.
34 Yıldır Seçilme Hakkı Neden Verilmedi?
Ahmet Doğan, Türkiye’deki vatandaşlara yalnızca oy kullanma hakkı verdi, ancak seçilme hakkını gündeme getirmeyi hiçbir zaman düşünmedi. Buradan soruyorum: İnsanlarımızı korku altında tutup onları "oy kölesi" haline getirmeyi amaçlayan hain Ahmet Doğan, Türkiye’deki Bulgaristan vatandaşlarına seçilme hakkını neden vermeyi düşünmediniz? Çünkü sizin tek derdiniz, Türkiye’den oy alıp saraylarda lüks içinde yaşamak ve kendi çıkarlarınızı korumaktı. Halkın taleplerini göz ardı ettiniz, umutlarını çaldınız ve onları kaderlerine terk ettiniz.
 
Bugün Ahmet Doğan, Rodoplar’ın incisi olan güzel Kırcaali’yi son 20 yılda adeta yok eden, beton yığınlarına boğan, geri bırakan ve bir köy görünümüne düşüren biri olarak, Türklere karşı hainliği ortaya çıkmışken hangi yüzle Kırcaali’den aday olma cesaretini gösteriyor?
Kırcaali, Bulgaristan’daki Türklerin kalbi ve merkezi konumundadır. Ancak Doğan ve ekibi, bu kutsal toprakları yıllarca ihmal etti; hatta Türk mezarlıklarını hayvan otlağına çevirenler olarak biliniyorlar. Peki, bu bölgeden aday olma cesaretini nereden buluyorlar? Halkı bu kadar küçümsemek, dalga geçmek; insanları aptal mı sanıyorsunuz?
Kırcaali gibi tarihi ve manevi değeri yüksek, Türklüğün sembolü olan bir yerden aday olabilmek için nasıl bir yüzsüzlük gerekiyor? Bu kadarına gerçekten pes denir. Bu halk, seni burada sandıkta gömer ve siyasi hayatının sonunu getirir. Tüm Kırcaali halkına duyurulur: Sandıkta hainlere geçit yok!
Türkiye’deki Vatandaşlarımıza Çağrımız
Değerli Basın Mensupları, biz, Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşı Türkler olarak, tüm onurlu Türk ve Müslüman kardeşlerimize sesleniyoruz: Ahmet Doğan’a oy vermeyin. Kendini bilen, onurlu hiçbir Türk ve Müslüman, Türklere ihanet ettiği kanıtlanmış olan Ahmet Doğan’a asla oy vermemelidir.
 
Bu, sadece bugünkü kuşağa değil, torunlarımıza da yapılmış bir ihanet olacaktır.
BULTÜRK Derneği olarak, bu seçimlerde oy kullanmama kararı aldık. Temsil ettiğimiz Türk vatandaşlarını ikinci sınıf vatandaş olarak görenleri desteklememeye kararlıyız. Bu duruşumuz, seçilme hakkımız tanınana kadar kesintisiz bir şekilde devam edecektir.
Buradan Bulgaristan’daki tüm siyasi partilere sesleniyoruz: Hangi parti, Türkiye’deki Bulgaristan vatandaşlarına seçilme hakkı tanımak için somut adımlar atarsa ve bizi gerçekten temsil edebilecek adaylar gösterirse, gelecek seçimlerde o partiyi destekleyeceğiz. Artık sadece adı veya etnik kökeni nedeniyle değil, Türk halkının çıkarlarını gerçekten savunan ve somut icraatlar ortaya koyan partileri destekleyeceğiz.
Artık yalnızca bir partinin adı veya etnik kökeni nedeniyle destek vermeyeceğiz. Bundan sonra, Türk halkının çıkarlarını gerçekten savunan, somut icraatlarla bunu kanıtlayan ve toplumun beklentilerine yanıt veren partilerin yanında olacağız. Bizi temsil edecek siyasi hareketler, sadece sözde değil, eylemleriyle de Türk toplumunun haklarını savunmalı ve adil bir yönetim anlayışını benimsemelidir. Geleceğimizin ve çocuklarımızın daha iyi bir hayat sürebilmesi için, adaleti ve eşitliği gerçekten sağlayabilecek partilere destek vereceğiz.
 
Bu seçimlerde, ihanet karşısında birlikte durma zamanıdır.
Türkiye'de yaşayan çocuklarımızın neden milletvekili olma hakkı olmasın? Ahmet Doğan’ın yıllardır Türk halkını nasıl kandırdığını ve umutlarını nasıl yok ettiğini hepimiz gördük, yaşadık. Artık bu milletin yakasından düşme zamanı geldi. Türk halkı, kendisine yapılan ihaneti unutmayacak ve gereğini sandıkta yapacaktır.
Ahmet Doğan’a oy veren herkes, bu ihaneti açıkça onaylamış sayılacaktır. Seçim günü, Hain Doğan’a destek veren herkes bu ihanetin bir parçası olacaktır. Ancak mesele yalnızca Doğan ile sınırlı değil; onunla işbirliği yapanlar da tarih sayfalarına geçecek ve unutulmayacaklardır. Onlar, tarihin sayfalarında ihanetin ortakları olarak yer alacaklardır. Bu seçim, ihanetin bedelinin ödeneceği ve hak edenlerin hesap vereceği bir dönüm noktası olacaktır.
Ahmet Doğan'ın ülkemizdeki işbirlikçileri bilsinler ki, kim oldukları eninde sonunda açığa çıkacak ve halkın önünde hesap vereceklerdir.
Bu seçimde, özellikle Kırcaali ve diğer Türk bölgelerinde yaşayan soydaşlarımız bilmelidir ki, hainlere karşı durmak bir zorunluluktur. Doğan’ın ve onun gibilerin devri sona ermelidir. Ahmet Yesevi’nin erenlerinin diyarı olan Kırcaali'de bu ihanete artık "dur" demenin zamanı gelmiştir. Bu, onların son durağı olacak ve halk, gerekli dersi sandıkta verecektir.
 
 BULTÜRK
 
Tarihe Damga Vurma Zamanı: Bu Seçimde Hainlere Gerekli Dersi Verelim
Türk milletine ve soydaşlarımıza ihanet edenlerin hak ettiği ceza, bu seçimde Bulgaristan'da sandığa giderek veya Türkiye'de sandığa gitmeyerek verilecektir. Artık hakkın ve adaletin yanında durma, geleceğimizi ihanetle kirlenmiş siyasetçilerden arındırma vaktidir. Bu seçim, geçmişteki haksızlıkların hesabını sorma ve haklarımızı savunma adına bir dönüm noktası olacaktır. Gelin, birlik olarak bu ihanete dur diyelim ve geleceğimizi onurlu bir şekilde birlikte koruyalım.
Biz, Türkiye'deki Bulgaristan vatandaşları olarak, haklarımızın sonuna kadar takipçisi olacağız. Seçilme hakkımızı elde edene kadar kararlılıkla mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu süreçte hiçbir haksızlığa boyun eğmeyecek, haklarımızı savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Yılmadan, yorulmadan ve kararlılıkla mücadelemizi sürdürecek, her adımda daha güçlü bir şekilde ilerleyeceğiz. Bu mücadele, sadece bugünün değil, gelecek nesillerin de onurlu bir yaşam sürdürebilmesi için verdiğimiz bir hak mücadelesidir.
Bulgaristan’daki kardeşlerimize çağrımızdır: Hain Doğan’a oy vermeyin! Kime oy verirseniz verin, ama ona asla destek olmayın. Bu mücadele, sadece bugünün değil, aynı zamanda geleceğimizin, çocuklarımızın ve torunlarımızın mücadelesidir.
 
 BULTÜRK
 
Onların daha adil, eşit ve özgür bir dünyada yaşaması için bu davaya yürekten inanmalı, cesaretle ve kararlılıkla yolumuza devam etmeliyiz. Hainlere ve onların temsil ettikleri düzene karşı birlikte durarak, geleceğimizi daha aydınlık bir yola taşımak için gereken iradeyi göstermeliyiz.
Gelecek nesillere bırakacağımız en değerli miras, onurlu bir mücadele ve kazanılmış haklardır. Bu yüzden, sadece kendimiz için değil, gelecek kuşakların özgürlüğü ve onuru için de bu yolda yürümeye devam edeceğiz. Buna inanın; birlikte hareket ederek, el ele vererek bu mücadeleyi zaferle taçlandıracağız.
Hak verilmez, alınır! Biz bu mücadeleye hazırız ve kararlıyız.
Neden bizim çocuklarımız da milletvekili olmasın? Onların da gelecekte kendi ülkelerinde söz sahibi olmalarını, halkını en iyi şekilde temsil etmelerini istiyoruz. Gelecek Mart 2025 seçimlerine tüm gücümüzle, birlik ve dayanışma içinde hazırlıklıyız. Bu yolda kararlı adımlarla ilerlemeye devam edeceğiz, çünkü haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz.
 
 

 

Yaklaşık 40 yıldır kültür tarihi üzerine araştırmalar yapan ve bu alanda kaynak eser niteliğinde 12 ayrı kitap yazan Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik, DITIB Kuzey Bavyera Eyalet Birliği’nin yeni genel merkez binasının açılışında konuştu.

DITIB Kuzey Bavyera Eyalet Birliği Başkanı Uğur Cankurt’un takdiminden sonra mikrofona gelen Dr. Latif Çelik, Türk-Alman ilişkileri bağlamında kültür tarihi üzerine yaptığı bilimsel çalışmalarından kısa özetler verdi. Özellikle Almanya genelinde kimlik sorunları yaşayan yüz binlerce gencimizin tarihi nasıl anlaması gerektiğini vurguladığı konuşmasında, “İlk nesil elbette bu ülkede binbir zorluk yaşadı. Onların Almanca bilmediğini biliyoruz. Ancak ikinci ve üçüncü nesil Türkler Almanya’da Almanca’yı Türkçe’den daha iyi konuşur hale geldi. Burada Türkçe’nin unutulma sürecine girdiğini görüyoruz. Her iki dili de iyi konuşmak ve yazmak bizim için gerçek zenginliktir” şeklinde konuştu.

Genç nesil için önemli bir eksikliğin kültürel tarih bilgisi olduğunu belirterek, “Derneklerin ve camilerin önemli bir görevi, Almanya ile Türkiye arasındaki kültürel tarih anekdotlarına daha çok zaman ayırmak olmalıdır. Almanya’yı vatan bilelim ki gençlerimiz başarılı olsun. O zaman Almanya’nın tarihi öne çıkıyor. Ancak bu ülkenin anavatanımız ile olan tarihsel ilişkilerini hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. Bunlar önemli konulardır. Cami derneklerinde Türk-Alman kültür tarihi ilişkilerini öğrenme adına gençlerimize fırsat verildiğinde, onlar çok daha başarılı, kişilik ve kimlik sahibi olacaklardır” şeklinde konuşmasını tamamladı.

 

 

Türkiye’de en çok tüketilen içecek olan siyah çay, kahvaltılarda, yemeklerden sonra pek çok kişinin favori içeceği. Hatta tiryakileri bile var. Doğru miktar tüketildiğinde siyah çayın faydası çok.

 

 

Tadı acı çayı içmeyin

Türkiye’de günde 2.45 milyon bardak siyah çay tüketiliyor. Kişi başına yıllık çay tüketimi ise 3 kg’ı buluyor. Bu miktar da kişi başına bin 240 bardağa eşdeğer. Üstelik doğru demlenen ve kararında içilen çayın sağlığa önemli katkıları var.



Bağışıklığı destekler

Yapılan araştırmalara göre siyah çay kalp sağlığına olumlu katkı sağlar. Siyah çayın içerisinde bulunan flanovidler sayesinde kardiyovasküler riskler yüzde 68 daha düşük çıkar. Ayrıca çay içerisindeki kateşinler ve theaflavinler normal hücre büyümesini engellemeden kanser hücrelerinin çoğalmasını engeller. Çay ve çay polifenolleri bakteri öldürücü ve bakterinin büyümesini engelleyici özellikleri sayesinde güçlü bir bağışıklık sistemini destekler.

 

 

Kafeinin vücuda etkileri

Çay, kafein içeriği sayesinde kan akımına yardımcı olduğu kadar, beyin fonksiyonlarının güçlenmesine de destek verir. Son yapılan çalışmalara göre kateşinlerin ve kafeinin vücut ağırlığına ve enerji harcaması üzerine etkileri bulunur. Kafein bireylerde termogenezi uyarır ve yağ oksidayonunu destekler. Siyah çayda bulunan fitokimyasallar, kemiklerin güçlenmesini desteklediği gibi kemik yoğunluğuna katkı sağlar. Bir çay bardağı çayda 50-70 mg potasyum ve 0.10-0.12 mg flor bulunur. Ayrıca manganez açısından da zengindir. Bir bardakta ortalama 0.1-0.3 mg manganez bulunur.

Bir bardak çay ne kadar kafein içerir?

İnce belli bir bardak çay 50-70 mg kafein içerir. Günlük kafein alım miktarının 300 mg’ı aşmaması gerekir. Günde 2-4 fincan açık ve limonlu tüketilebilir.

Beyin çaya da alışır

Kafeinden dolayı fazla tüketilince sinir sistemi ve dolaşım sistemini hızlandırarak kalbin daha çok atmasıyla birlikte, hızlanmasına neden olur. Çay tüketimi bireyleri zinde ve enerjik hissettirse de bir süre sonra beyin hücreleri buna alışır ve kişiyi uyuşuk bir hale getirebilir.

Kansızlığınız varsa dikkat!

Ayrıca çaydaki okzalat miktarı fazla olduğu için böbreğinde kum veya taş olanların dikkatli tüketmesi gerekir. Fazla tüketimi yüksek tansiyona neden olabilir. Tansiyon sorunu olanların günde 1-2 bardaktan fazla tüketmemeleri gerekir. Yemek sırasında veya yemek sonrasında hemen çay tüketilmemeli. Anemisi olan bireyler, kahvaltılarında çay yerine 1 çay bardağı portakal suyu içebilirler. Bu kişilerin yemekten bir saat sonra açık, limonlu bir çay tercih etmeleri faydalı olur.

Çayı uzun süre kaynatmayın

Uzun süre kaynatılan çayın içerisindeki tein ve tanenler zarar görebilir. Bu duruma maruz kalmış çayın kanserojen etkisi olabilir. Özellikle dışarda tüketilen çaylarda acı bir tat varsa bu durum çayın taze olmadığını, uzun süre beklediğini gösterir. Çayınıza aroma katmak isterseniz, çayı demlerken içine karanfil, tarçın veya vanilya özütü ekleyebilirsiniz.

Kaynak: https://www.acibadem.com.tr/hayat/siyah-cayin-faydalari/

 
 

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir araya gelmesiyle Türk-Alman ilişkilerine dair önemli konuların yeniden ele alınması bekleniyor.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfından (SETA) M. Erkut Ayvaz tarafından kaleme alınan "Şansölye Scholz'un Türkiye ziyaretinin anlamı ve Türk Alman ilişkilerinin geleceği" başlıklı makalede Türk Alman ilişkilerinin son durumu ele alındı.

 

Makaleye göre, Scholz ve Erdoğan'ın bir araya gelmesiyle Türk-Alman ilişkilerine dair önemli hususlar yeniden ele alınacak.

19 Ekim'de İstanbul'a gidecek olan Scholz'un Cumhurbaşkanı Erdoğan ile başta Türk-Alman ilişkilerini, ekonomi politikalarını, Ukrayna’daki savaşı, Orta Doğu'daki mevcut durumu, göç meselesini, ekonomi odaklı hususları ve Eurofighter Typhoon savaş uçaklarının satışını ele alması bekleniyor.

İki ülkenin özellikle ekonomi, ticaret ve enerji alanlarındaki potansiyeli ve iş birliği imkanlarını daha da geliştirmekten yana oldukları biliniyor.

Her ne kadar bu alanlardaki hedefler öne çıksa da uzun bir süredir güncellenmesi gündemde olan Gümrük Birliği ve vize serbestisi konularının da Türkiye açısından öncelikli hususlar arasında olduğu tahmin edilebilir.

 

Türkiye’nin Almanya’dan bilhassa savunma alanındaki iş birliği ve somut beklentilerinin de olduğu unutulmamalıdır.

Son günlerde örneğin Eurofighter Typhoon savaş uçaklarının Türkiye’ye satışının Almanya tarafından engellenmesinin sonlandırılacağına dair sinyaller de söz konusu olmakla birlikte sürecin ilerleyen aşamasının belirleyici olması beklenebilir.

Türkiye ve Almanya arasında farklı politika alanlarında görüş ayrılıklarının devam ettiği de unutulmamalı.

Her ne kadar son zamanlarda diyalog yanlısı bir süreç söz konusu olsa da Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta iki devletli çözüm gibi öne çıkan hususlarda iki ülkenin pozisyon ve politika tercihleri birbirinden farklı olmaya devam ediyor.

Alman hükümetinin kriz bölgelerine yönelik sürdürmekte ısrarlı olduğu son derece tartışmalı tercihleri hem tepkilere yol açıyor hem de dış politikasını inandırıcılıktan daha da uzaklaştırıyor.

 

- İki ülke ticaret hacminde hedef 60 milyar dolar

İki ülke arasında 2023’te 50 milyar dolara yaklaşan ticaret hacminin 60 milyar dolara ulaştırılması hedefi söz konusu.

Ziyarette ele alınması muhtemel bir diğer husus da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeme getirdiği, Akkuyu Nükleer Santrali için Türkiye’ye gelmesi beklenen türbinlerin "Alman gümrüğünde bekletilmesi" meselesi.

Almanya'nın Türk fırkateynler ve torpidoların modernizasyonu için gerekli malzeme ve silah satışına onay vermesi bir yaklaşım değişikliğine dair sinyal olarak yorumlanıyor.

Özellikle Orta Doğu'daki kriz ve gerilimlerin derinleşmesinin yanı sıra Rusya-Ukrayna savaşındaki son gelişmelerden dolayı NATO’nun öne çıkan bir üyesi olarak Türkiye’nin stratejik önemi daha da belirginleşti.

 

Almanya'da hükümet sözcüsünün Türkiye’nin Ukrayna meselesinde "önemli bir ortak" olduğunun altını çizmesi, hükümetin Ukrayna’ya yönelik silah yardımlarını sürdürme yaklaşımının özellikle son aylarda toplumda daha az karşılık bulmaya başlaması, başta Alman aşırı sağ ve popülist partilerin güçlenmesine neden oldu.

Bu yüzden Alman hükümetinin, Ukrayna’daki savaşın sonlandırılmasına ilişkin başta Türkiye gibi etkili ülkelerle daha yakın iş birliğini öncelediği tahmin ediliyor.

Ayrıca Rusya’nın Avrupa’ya yönelik artan tehdidi ile İran-İsrail geriliminin daha fazla büyümesine dair endişeler de Almanya’nın Eurofighter konusundaki engelleyici tutumunu değiştirmeye yönelmesi ihtimalini güçlendiriyor.

Alman kamuoyunda Eurofighter savaş uçaklarının Türkiye’ye satışına yönelik şimdilik olumlu sinyaller gözleniyor. Buna binaen temkinli bir yaklaşımın göz ardı edilmemesi gerekiyor.

 

- Göç meselesi

Eylülde Almanya'nın doğusunda yer alan üç eyaletteki eyalet meclisi seçimlerinde önemli başarılar yakalayan aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi ülke siyasetinde öncelikli siyasi gündemin göç meselesi olmasını sağladı.

Muhalefette bulunan Hristiyan Birlik (CDU/ CSU) partilerinin aşırı sağcıların söylemlerini giderek normalleştirme eğilimi, hükümette yer alan koalisyon üyesi partilerin de özellikle seçim sürecinde popülist söylem ve adımlara yönelmesine neden oldu.

28 Eylül 2025'te düzenlenmesi planlanan Federal Meclis seçimleri öncesinde federal hükümetin bu konuda Alman kamuoyuna yönelik bazı adımlara yönelmesi muhtemel.

Göç politikalarına ilişkin konuların Şansölye Scholz'un Türkiye ziyaretinde ele alınması bekleniyor.

- Frankfurter Allgemeine Zeitung: "Scholz, Türkiye'nin NATO üyesi olduğuna işaret ederek savunma sanayisi ürünlerinde daha fazla işbirliği olacağını bildirdi"
- Deutschlandfunk: "Almanya ve Türkiye itidalli ilişkilerin ardından savunma sanayisi alanında yeniden daha yakın işbirliği yapmak istiyor"
- Tagesspiegel: "Scholz, Türkiye'ye Eurofighter vermek istiyor"
- Welt: "Scholz, NATO ülkesi Türkiye'ye daha fazla silah ihracatı yapılacağını açıkladı"
 
 

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un Türkiye ziyareti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ortak basın toplantısında verdikleri mesajlar, Alman medyasında geniş yer aldı.

Frankfurter Allgemeine Zeitung, "Şansölye Scholz İstanbul'da Ankara'ya daha fazla savunma sanayisi ürünü sözü verdi" başlıklı bir haber yayımladı.

Haberde, Alman hükümetinin, savunma sanayisi ürünlerinin Türkiye'ye tedarik edilmesi konusuna uzak durduğu ancak Scholz'un bu ziyaretle Türkiye'nin NATO üyesi olduğuna işaret ederek savunma sanayisi ürünleri konusunda daha fazla işbirliğine gidileceğini bildirdiği aktarıldı.

Alman hükümetinin Ankara'ya savunma sanayisi ürünlerinin tedariki konusunda gösterdiği yeni tutumla Yunanistan'ı ürküttüğü, bu nedenle Scholz'un, Atina ile Ankara arasındaki ilişkilerin son dönemde gözle görülür bir şekilde yumuşamış olmasını övdüğü de ifade edilen haberde, Berlin'de bir süredir Türkiye ile ilişkilerde "yeni bir başlangıç"tan söz edildiğine dikkati çekildi.

Haberde, özellikle Donald Trump'ın ABD'de başkan seçilmesi ihtimali ve Rusya'nın Ukrayna'ya saldırılarının artması olasılığını göz önünde bulunduran Berlin'in, NATO müttefiki Türkiye'ye bakışını değiştirdiği vurgulandı.

 

Amacın NATO'nun güney kanadını güvence altına almak ve Ukrayna'ya desteğin azalması karşısında güçleri birleştirmek olduğu belirtilen haberde, Berlin yönetiminin gelecekte Erdoğan'ın Kremlin ile iletişim kanallarını kullanabilmeyi umduğu ifade edildi.

Haberde, Almanya'nın Türkiye'ye yakınlaştığının bir diğer işaretinin de Scholz'un en son 2016 yılında gerçekleştirilen yüksek stratejik ortak hükümet istişarelerinin yeniden başlatılacağını duyurması olduğu kaydedildi.

Deutschlandfunk'ta yer alan haberde de Scholz ve Erdoğan'ın silah ve teçhizat sevki konusunda hemfikir olduğu ancak Orta Doğu konusunda farklı düşündükleri belirtildi.

Haberde, Almanya ve Türkiye'nin yıllarca süren itidalli ilişkilerin ardından savunma sanayisi alanında yeniden daha fazla işbirliği yapmak istediği belirtildi, Şansölye Scholz'un, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İstanbul'da yaptığı görüşmenin ardından, NATO ortağı Türkiye'nin Alman silahlarını almasının doğal olduğunu söylediği aktarıldı.

 

- Scholz, Erdoğan ile ilişkilerini geliştirdi

Süddeutsche Zeitung'daki analizde de "Dost olmak istiyor muyuz?" başlığı kullanıldı.

Analizde, Olaf Scholz'un yıldırım bir ziyaret için İstanbul'a uçtuğu, Şansölye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın birbirleriyle iyi anlaştıklarının görüldüğü ayrıca hangi konuların yeni dostluklarını bozacağını da bildikleri kaydedildi.

Şansölye'nin Türkiye Cumhurbaşkanı ile ilişkilerinin geliştiğinin söylendiği ve bunun muhtemelen kişisel sebepleri olduğu zira ikilinin birbirlerini daha iyi tanıdığına işaret edilen analizde, iki liderin uluslararası zirvelerde ve eylülde New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda bir araya geldiği; bunun, Olaf Scholz'un şansölye olduktan sonra Türkiye'ye yaptığı ikinci ziyaret olduğu hatırlatıldı.

 

Tagesspiegel gazetesi de Şansölye Scholz'un Türkiye'ye Eurofighter vermek istediğini yazdı.

Haberde, Orta Doğu konusundaki anlaşmazlık devam etmesine karşın Türk-Alman ilişkilerinin yakınlaşacağı diğer konularda bir hareketlilik olduğunu ifade edildi.

Olaf Scholz ve Recep Tayyip Erdoğan'ın Türk-Alman ilişkilerinde son dönemde yaşanan iyimser havanın, Orta Doğu ihtilafı konusundaki derin görüş ayrılıkları nedeniyle bozulmasına izin vermeme kararlılığı da dahil olmak üzere pek çok konuda mutabık kaldığı aktarıldı.

 

Scholz'un, iyi ekonomik ilişkileri övdüğü ve NATO ortağına Eurofighter savaş uçaklarının teslim edilmesi olasılığını dile getirdiği kaydedildi.

"Scholz, NATO ülkesi Türkiye'ye daha fazla silah ihracatı yapılacağını açıkladı" başlığını atan Welt gazetesi, Scholz'un Türkiye'ye silah ihracatını savunduğunu ve Eurofighter savaş uçaklarının olası teslimatı konusunda da ilerleme kaydedildiğini belirtti.

Scholz'un "Türkiye bir NATO üyesi ve bu nedenle somut teslimatlara yol açacak kararlar almaya devam ediyoruz. Bu tabii ki bir mesele ve son zamanlarda bu tür kararlar da aldık. Ve daha fazlası da olacak" ifadelerine yer verilen haberde, Alman hükümetinin son dönemde Türkiye'ye eskiye oranla daha fazla askeri teçhizat ihracatına izin verdiği hatırlatıldı.

 37 yıl önce bu gün ATIB'i kurmuştuk, O heyacanı hala yaşıyorum... !

 

Bugün 17 Ekim.  Avrupa Türk İslam Birliği’ (ATİB) in 37.kuruluş yıldönümü.

Allah' tan , her dönem görev yapan 

Musa Serdar Çelebi, Fikret Ekin, Selahattin Saygın, İhsan Öner, Durmuş Yıldırım, İmam Çengiz gönüldaşlarıma emeklerinin zayi olmamasını diliyor gelecek için de hayırlı çalışmalar dilerim. 

 

Kısa adı ATIB olan Avrupa Türk Islam Kültür Dernekleri 

Birliğinin Kurucularindan ve genel başkanlarîmız Musa Serdar Celebi, Dr. Ali Batman, Hollanda Türk Islam Federasyonun eski genel başkanı Cengiz Özdemir  ilk  Kurultayımıza girişlerindeki birlik ,beraberlik içindeki o heyacanı hala duyan  ve yaşayanlardanım. 

"Inanlar kol kola yürüyelim hak yola" solağanıyla salon inliyordu.

 

Musa Serdar Çelebi başkan kürsüde adeta ders anlatır gibi 

ATİB Teşkilatının Kuruluş gayesini şiir

Okur gibi anlatıyordu.

 

1960`lı yıllarda başta Federal Almanya olmak üzere Avrupa ülkerine başlayan İşgücü göçü; 1973 yıllarında resmen durdurulmuş olmasına rağmen, artık Misafir İşçi kabul edilen insanlarımız gerek aile birleştirilmesi ve gerekse Avrupa’da dünyaya gelenlerle birlikte önemli bir sayıya ulaşmıştı. Sılaya Dönüş özlemleri de artık yerini yavaş yavaş kalıcılığa bırakmıştı bu yıllarda.. Giderek büyüyen ihtiyaçlar ve bunun getirdiği çözüm arayışları dernekleşme ihtiyacını doğurmaya başlamıştı. Ne var ki, göç eden insanımız Türkiye`de o yıllarda yaşanan politik gruplaşmayı da Avrupa’ya beraberinde getirmişti. Dolayısıyla dernekleşmeler hem sosyal hem de politik gerçeklere dayalı ve Türkiye eksenli olarak ortaya çıkıyordu.

1980`lı yıllara gelindiğinde hemen hemen bütün toplumsal konular Türkiye’deki gelişmelere endekslenmiş durumdaydı. Zaten başlangıçta plan ve proğramsız başlayan Göç‘ün ortaya çıkardığı sosyo-kültürel sıkıntılarından bunalan „Gurbetçilerimiz“ kendi meselelerinden kaçtığı; hatta Türkiye`den kurtarıcı bekleme hayali içinde olduğu gözleniyordu. Ve 1980`li yılların ortalarına gelindiğinde, Avrupa`da kalıcı oluşumuz, bu kalıcı oluşun ortaya çıkardığı meseleler ve bu meselelerin çözümü için yapılması gereken çalışmaların istenilen sonuçları vermesi için ise teşkilatlanmak bir zaruret idi ve bu gerçek her kesimde kendini hissettirmeye başlamıştı artık.

 

 

Bilhassa 1980 Askeri İhtilali dönemiyle birlikte yaşanan olaylar birçok konuda olduğu gibi yurtdışındaki Türk vatandaşlarının da Türkiye açısından önemini ortaya çıkarmıştı. Bu sebeple, işçi göçünün başladığından beri yurtdışındaki vatandaşını hatırlamayan resmi çevreler, bu defa Türkiye endeksli yapılanmaları tek elde toplama gayretlerine girdiler. Ne var ki birleştirme yerine Avrupa Türk`üne yönelik ayırımcı ve bölücü bir tutum sergilendi. Avrupa şartları ve bizim meselelerimiz dikkate alınmadan tepeden inmeci, dayatmacı yaklaşımlara hareket edilince, meseleler dahada katmerlendi. Böyle bir durumda yapılacak şey kendi şartlarımıza uygun, yeni bir yapılanmaya gitmekti...

Demokratik bir ülkede mücadelenin sağlıklı yolu, sivil kitle örgütlenmesi ile güçlü bir toplum oluşturmak ve bu güçlü toplum ile güçler dengesi içinde yer alarak, haklarına sahip çıkmaktır. Bu sebeple, yeni yapılanmanın istişareye dayalı, kamuoyuna açık, kendi değerlerini sahiplenirken, farklılıklara saygılı ve uzlaşmacı bir anlayışla gerçekleştirilmesi gerekliydi. 1987 yılının sonuna doğru gelindiğinde, Avrupa Türk İslam Birliği `ni kuracak olan gönül adamları açısından ortam ve şartlar hazır görünüyordu…

 

Avrupa Türk İslam Kültür Dernekleri Birliği (ATİB) 17 Ekim 1987 tarihinde, Federal Almanya`nın Nieder-Olm/Mainz şehrinde bu ortam ve şartlarda ortaya çıktı. Uzun istişareler ve çalışmalar neticesinde, Göç ün ilk yıllarından itibaren Avrupa`da yaşayan ve kendini Avrupa Türklerine hizmete adamış teşkilatçı insanların ve derneklerin ortak kararıyla; partiler üstü, Avrupa`daki insanımızın gerçeklerine ve taşıdığı değerlere dayalı sivil bir teşkilat olarak, tamamen yola çıkılmıştı.

 

Maiz Nieder Olm`de yapılan kuruluş toplantısında, Avrupa`daki Türklerin artık misafir işçiler olmadığına, tarih boyunca hep Batı`ya doğru yürümüş olan insanımızın Avrupa ülkelerine yerleşmekte olduklarına ve bu sebeple artık „Göçmen Türkler“den bahsetmek gerektiğine dikkat çekerek ; ATİB‘in Türkiye`nin günlük politika konularından uzak kalacağını ve yaşadığımız ülkelerdeki siyasi partilerle işbirliğinin gerekliliğine inandığını duyurmuştu.

Böylece ATİB` i kuran irade, Avrupa`daki Türklerin, yaşadıkları ülkelerde kültürel kimliğini muhafaza ederken, yerli-çoğulcu toplumla uyum içinde yaşamayı, eşit haklara kavuşmuş, eğitimli ve belli bir ekonomik güce sahip bir toplum olmayı hedef göstermişti.

ATİB, tarihin bu dönemecinde Avrupa`daki bütün Türklere ülkümüzün; yaşadığımız ülkelerde örgütlenmiş, eğitimli, zengin ve siyasi hayata katılmış güçlü bir toplum oluşturmak olduğunu dillendirdi. Gelecek yüzyıllarda da kültürel varlığını muhafaza edebilmek; ayakta kalmak, var olmak için takip edilmesi gereken yolu göstermişti.

ATİB bu ülkü ile, hem toplumumuzun tüm fertlerine, hem de özellikle bu topluma öncülük etmek isteyenlere, Avrupa`daki geleceğimizi kurarken daima göz önünde bulundurulması gereken üç ana esası işaret etmiştir:

Birincisi; dağınık, birbirinden habersiz ve içinde yaşadığı toplumdan kopuk fertler olmak yerine, her alanda ve her yaş gurubunda örgütlenmiş, bu örgütler yoluyla birbirleriyle ve içinde yaşadığı toplumla sağlıklı ve sürekli ilişkiler kurarak entegre olmuş bir Türk Toplumu‘na ulaşmak arzusudur.

 

İkincisi; işsiz güçsüz, üretime katılmayan, işsizlik parasıyla adeta tufeyli bir hayat yaşayan insanlardan oluşmus bir toplum yerine; çok çalışan çok kazanan, çocuklarına iyi eğitim aldıran, israfa kaçmadan iyi evlerde oturan, iyi giyinen ve iyi arabalara binen bir toplum olmak dileğidir. ATİB, kısacası kendi varlığı ve geleceği için gereken işleri yapan ve yaptırabilen, etkili, zengin, yani iş-güç sahibi bir toplum olmak hedefini göstermiştir.

Üçüncüsü; örgütlenen ve zenginleşen insanımızın, içinde yaşadığı ülkenin siyasi hayatına katılmasıdır. Herkesce bilinen bir hakikat vardır. Siyasi haklar tamamıyla elde edilmeden ve kullanılmadan sosyal, kültürel ve ekonomik sorunların köklü çözüme kavuşturulması mümkün değildir. ATİB bu gerçekten hareket ederek, Avrupa`da yaşayan tüm Türklere, „yaşadığınız ülkelerdeki derneklerin yönetimine, belediye meclislerine, eyalet ve federal parlamentolara girin; böylece yönetime, dolayısıyla kendi geleceğinizle ilgili kararlara katılın!“ çağrısı yapmıştır.

ATİB yöneticileri, bu ülküyü bu hedefleri kurulduğu günden beri istikrarlı bir şekilde hem hendi mensuplarına anlatmış, hem de derin bir samimiyet ve mütevazilik içinde diğer kardeş kuruluşların yöneticileriyle paylaşmıştır. Bugün dönüp geriye baktığımızda, sevinçle emeklerin boşa gitmediğini görüyoruz.

 

Gayeler

Avrupa Türk-İslam Birliği, fikir ve inançlarını ön plana alarak yaptığı çalışmalarında milli ve islamî varlığın korunması ve yüceltilmesini ana gayelerinden birisi olarak seçmiştir.

Avrupa Türk-İslam Birliği, Müslüman-Türk kimliğinin muhafaza edilebilmesi ve değerlerimizin gelecek nesillere taşınabilmesi için bu ülkelerde kalıcı sosyal ve ekonomik yapılanmaya gidilmesini gerekli görmektedir.

Avrupa Türk-İslam Birliği, Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslüman-Türk insanının sahip olduğu değerleri Avrupa toplumuna tanıtmak, göçmenlerle ilgili politikaların oluşturulmasında önyargı ile eksik ve yanlış bilginin sebep olabileceği hataların önüne geçmek ve yaşadığımız ülkelerde eşit haklara sahip olmak için gayret eder.

Avrupa Türk-İslam Birliği, batı dünyasında özellikle komünizmin iflasından sonra yoğunlaştırılan İslam aleyhtarlığı karşısında İslamiyetin doğru tanıtılması için çalışmalar yapar. Kuruluşlar arası diyaloğun gelişmesine katkıları ile, müslümanların temsili konusunda üst organlarn oluşmasında gayret gösterir, İslam ülkeleri ile sosyal, kültürel ve dinî temaslar geliştirir.

Avrupa Türk-İslam Birliği, Batı Avrupa Türklerinin yaşadıkları ülkelerde meselelerinin çözümünde, vatandaşımız/soydaşımızla yaşadıkları ülkelerin kurumları arasında diyalog sağlamak, akılcı teklifler getirmek ve kamuoyunu harekete geçirmek için çaba sarfeder.

 

Avrupa Türk-İslam Birliği`nin gayelerinden birisi de Müslüman-Türk insanının anavatanımız Türkiye, diğer Türk devletleri ve İslam ülkeleri ile bağlarını güçlendirmek ve kültür bağlarını geliştirmektir.

Avrupa Türk-İslam Birliği, yukarıda kısaca temas edilen gayelere hizmet edecek faaliyetler ile yaşadığımız coğrafyada Müslüman-Türk kimliğinin muhafaza edilmesi ve her manada varlığının sürdürülmesi için tarihi, sosyal ve insani bir sorumluluk hissetmektedir.

Kaynak: Musa Serdar Çelebi’nin konuşma metni 

Fotoğraf:Doğan

 

 

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz, İsrail'in Gazze'deki katliamına rağmen hükümetinin İsrail'e silah ihracatını sürdürme kararını savundu.

Scholz, Brüksel'de düzenlenen Avrupa Birliği (AB)-Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Zirvesi öncesi gazetecilerin sorularını yanıtladı.

 

Orta Doğu'daki son gelişmeleri ve İsrail'e verdikleri desteği ele alacaklarını ifade eden Scholz, "Benim için İsrail'i desteklemenin aynı zamanda örneğin askeri malzeme ya da silah tedarik ederek İsrail'in savunma kapasitesini tekrar tekrar güvence altına almamız gerektiği anlamına geldiği de açıktır." dedi.

Scholz, İsrail'in Hamas'la mücadele ederken uluslararası hukuka saygı göstermesi, Gazze'ye insani yardım ulaştırılmasına izin vermesi ve bölgede daha büyük bir gerilime yol açabilecek adımlardan kaçınması gerektiğini belirtti.

 

- Almanya düzensiz göçün azaltılmasını hedefliyor

Ülke olarak düzensiz göçün azaltılmasını da istediklerini belirten Scholz, geçen yıl Almanya'ya 300 binden fazla düzensiz göçmenin geldiğine işaret etti.

Scholz, "Vasıflı işçiler ve işçiler için göçü mümkün kılarak ekonomimizin sürdürebilirliğini sağlayacak bir sisteme ihtiyacımız olduğu konusunda çok açığız. Biz kanunlarımızla bunu mümkün kıldık. Korunmaya ihtiyacı olanlara koruma sağlamalıyız. Bunu sağlayacağız ve tartışmaya açmayacağız. Ama kimin geleceğini kurallarımıza göre seçebilmemiz gerekiyor." diye konuştu.

Suç işleyen mültecilerin ülkelerine gönderilmesi gerektiği belirten Scholz, "Bu bizim için çok açık. Afganistan'a bir uçuş düzenledik ve daha fazlası da olacak. Ülkedeki suçlular Almanya'da kalamaz ve suçluların ülkelerine geri gönderilmelerini sağlamak için çaba göstermeye devam edeceğiz." ifadelerini kullandı.

 

- Zirveye Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy de katılıyor

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, zirve kapsamında Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ile de bir araya geleceklerini hatırlatarak Ukrayna'yı desteklemeye devam edeceklerini belirtti.

Scholz, Ukrayna'ya verdikleri destek ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e de Ukrayna'nın dostlarının desteğinin azalacağı yönünde spekülasyon yapmaması gerektiğine dair açık bir sinyal gönderdiklerini vurguladı.

 

- Almanya İsrail'e silah ve askeri malzeme satışına devam ediyor

Almanya, İsrail'e silah ve askeri malzeme satışını son haftalarda artırdı.

Alman Haber Ajansına (DPA) göre, Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanlığı, hükümetin İsrail’e bu yıl 13 Ekim itibarıyla toplamda 45,74 milyon avroluk silah ve askeri malzeme satışına onay verdiğini bildirdi.

Bakanlık, hükümetin, İsrail'e bu yıl 21 Ağustos itibarıyla 14 milyon 460 bin avroluk silah ve askeri malzeme satışına onay verdiğini açıklamıştı.

Böylece Almanya, son 8 haftada İsrail’e 31 milyon avro değerinde silah ve askeri malzeme satışına onay verdi.

 

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Almanya'dan temin edilen silahların kullanımında uluslararası insancıl hukuka uyacağına dair İsrail'den mektup aldıklarını itiraf etti.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sebastian Fischer de 14 Ekim'de Berlin'de yaptığı açıklamada, "İsrail'in Gazze'de soykırım yaptığına dair hiçbir emare görmüyoruz." ifadesini kullanmıştı.

Hükümet Sözcü Yardımcısı Wolfgang Büchner de Almanya'nın İsrail'e hiçbir zaman silah yasağı uygulamadığını belirterek, "Bunu bir kez daha vurgulamak isterim, İsrail'e silah ihracatına yönelik bir yasak söz konusu olmamıştır." demişti.

IKG-Kültür, Tarih ve Entegrasyon Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik, “Türk Kahvesinin 300 Yıllık Almanya Yolculuğu” adlı eserini, UCC e.V. – United I Culture I Connection Başkanı Aynur Cronauer ile Esma Yenice’ye hediye etti.


Almanya’nın en önemli orkestralarından olan ve birbirinden güzel eserleri dinleyicilere sunan ekip, Türk müziği harmonileriyle çalışmalarını genişletirken Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr.Latif Çelik ile görüşen, UCC e.V. – United I Culture I Connection Grup Başkanı Aynur Cronauer, “Biz Türkler genelde bireysel çalışmayı yeğliyoruz. Kim bilir, belki de millet olarak genlerimizde var. Ama şunu bilmeliyiz ki başarı bireysel değil, toplumsaldır. Onun için alanında önemli işler yapan arkadaşları bulunca hemen ‘bizim alanımızla nasıl birleştirebiliriz?’ diye düşünüyorum. Bu bağlamda, Dr. Latif Çelik’in on yıllar boyunca ürettiği eserleri incelemek üzere bizzat kendi elinden hediye olarak almak bizim için büyük bir mutluluktur” diye konuştu.


Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik ise, “Türklerin kültür tarihini konu alan eserlerin Türk müziğiyle birlikte seyirciye sunulması elbette bizi de heyecanlandırıyor. Her iki sanatçımızı da tebrik ediyorum” dedi.

Haber: İlhan BABA

 

 

Kısa bir süre önce Rahmet-i Rahman’a kavuşan Milli Görüş hareketinin önder isimlerinden ve Saadet Partisi'nin eski genel başkanlarından Recai Kutan, Avrupa Saadet kadrolarında da derin üzüntüye yol açtı. Birlik gazetesine açıklamalarda bulunan Avrupa Saadet Partisi Genel Başkanı Samet Sami Temel, “Recai Abi, Milli Görüş hareketinin bilge isimlerindendir. Necmettin Erbakan hocamız ile birlikte en uzun yolu yürüyenlerdendir. Partide üst düzey görevlerde bulunduğu yıllarda çok defa kendisini dinledik ve özellikle Milli Görüş hareketinin geniş halk kitlelerinde karşılık bulması için önemli emekler verdiğine şahit olduk. O, küskünleri barıştıran, sevgide yarıştıran ve bu milletin menfaatlerinin zerresinin zayi olmamasını isteyen bir fikir insanıydı. Çeşitli bakanlıklarda yaptığı görevler sırasında bu millete ileride en iyi şekilde hizmet edecek gençlerin yetişmesinin de önünü açtı. Konuşma, seminer ve konferanslarda bize ilk öğrettiği şey kul hakkına riayet etmekti. Onun yolundan yürüyecek ve Saadet kadrolarının dağılmadan sürekli ileriye giden ve büyüyen bir kitle olmasına gayret edeceğiz. Saadet hareketi sadece bizim değil, 85 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti dışında 7 milyonluk Avrupalı Türklerin de en önemli aksiyonudur.” şeklinde açıklamalarda bulundu.

 

Avrupa Saadet Başkani Samet Sami Temel devamla, “Merhum Erbakan hocamızın yol arkadaşı, Milli Görüş davamızın koca çınarlarından olan Recai Kutan beyefendiyi kaybetmenin gerçek bir üzüntüsünü yaşıyoruz.
Recai bey sadece siyasi çalışmalarıyla ve mühendis kimliğiyle ülkemizin altyapısına sunduğu proje ve hizmetlerle mümtaz bir şahsiyetti. 
Kendisi 1952 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi‘nin İnşaat Bölümünden mezun olunca  önce doğduğu İl Malatya’da, DSİ 92. şubede mühendis olarak göreve başladı. Ardından Diyarbakır’a, Devlet Su İşleri 10. Bölge Müdürü olarak atandı. O günden beri; adı Anadolu’da: ‘’Suyu Arayan ve Suya Gem Vuran Adam!‘’ olarak kayıtlara geçti.
Bu idealist, inançlı genç mühendis özellikle Istanbul Teknik Üniversitesi‘nde Erbakan hocayla, arkadaşlarıyla ve idealleriyle tanıştıktan sonra, hedefi Güneydoğu Anadolu’nun geride kalmışlığını yenmekti. Bu insanlar ‘’Su Medeniyeti‘ni” yeniden ihya etmek ve Fırat ile Dicle nehirleri üzerinde barajlar inşa etmek ant içip, hayatlarını bu uğurda feda edecek kadar gözü pek kişilerdi. 
Bölgeyi stratejik tarım ambarı yapmak, bölgenin elektrik ihtiyacını karşılamak onların başlıca  hedefleri arasındaydı. ‘’Yaşanabilir bir Türkiye, Yeniden büyük Türkiye’’ için yeni bir hareketin öncülleri olacaklardı ileride. Bu uğurda arılar gibi çalışıyor, bölgenin gemlenecek baraj yerlerini, haritalar üzerinde işaretliyor ve de katır sırtlarında  bizzat sahaya  inerek o yerlere kazıklar çakıyorlardı.
O günlerden sonra suyun gitmediği, ekinlerin kuruduğu, kurak topraklarımıza rahmet yağsın diye kolları sıvamış, GAP gibi memleketimiz açısından stratejik öneme sahip olan bir projenin mimarı olmuşlardı.
Yine Milli Görüş hareketinin önemli kurumlarından olan Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi'nin temellerini atan isimlerden birisi de Recai bey olmuştur.
Burada merhum Erbakan hocamız başta olmakla kurduğu arkadaşlıklar sonucu Milli Görüş hareketinin meydana gelmesinde önemli çaba ortaya koymuştur.
Recai bey Milli Nizam Partisi döneminden bu yana yılmadan bu davanın içinde omuştur. Gün olmuş bakan olmuş gün olmuş cezaevinde yatmıştır.
Lakin inandığı davasından, benimsediği prensiplerinden asla ve asla sapmayarak örnek bir mücadele biçimi ortaya koymuştur.
Kendisi en zor zamanlarda sınavlardan yüzü ak çıkmıştır. Ve Saadet Partimizin kurucu Genel Başkanı olma gibi şerefli bir görevi üstlenmekte kendisine nasip olmuştur.
Gerek genel başkanlığı döneminde gerekse de yaşının kemale erdiği dönemde yılmadan çalışmalarına devam etmiştir. Rabb'im kendisine gani gani rahmet eylesinç

 

Saadet Avrupa Başkanı Samet Sami Temel, mesajının sonunda, “Recai Kutan bizim için fikir dünyamızı aydınlatan samimi bir öncü ve ışık insan olacaktır. Milli Görüş hareketindeki emeklerini hiç unutmayacağız. Kendisine Cenab-ı Hak’tan rahmet, kederli ailesine de derin üzüntülerimiz ile birlikte en samimi başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz,” dedi.

Bilindiği gibi, merhum Recai Kutan, Milli Nizam Partisi döneminden beri sıkça kapatılan Milli Görüş çizgisindeki partilerin ana eksenindeki temsilcilerinden biri olmuş ve siyasi çalışmalarında Erbakan’dan hiç ayrılmamıştır.