Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

SETA'nın Brüksel Ofisi’nde araştırmacı olarak görev yapan Zeliha Eliaçık, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği, Türkiye’deki Suriyeliler için aktarılan fonların işleyişi ve vize serbestisi gibi konulara ilişkin Anadolu Ajansı’nın sorularını yanıtladı.

 

Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel ile Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın davetine icabetle 6 Nisan’da Türkiye’ye gerçekleştirdikleri çalışma ziyaretinin ardından, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA) Brüksel Ofisi’nde araştırmacı olarak görev yapan Zeliha Eliaçık Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği, Türkiye’deki Suriyeliler için aktarılan fonların işleyişi, 18 Mart Mutabakatı, Gümrük Birliği ve vize serbestisi gibi konulara ilişkin Anadolu Ajansı’nın sorularını yanıtladı.

6 Nisan’da AB heyeti Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir açılım mı yaşanıyor?

Türkiye-AB ilişkileri köklü bir geçmişe sahip, ancak bu ilişkilerin yeni siyasi konjonktüre uygun yapısal bir değişikliğe ihtiyacı var. Avrupa ve Türkiye tarafı ilişkiler için yeni bir gelecek arıyor. Çünkü ne Avrupa eski Avrupa ne de Türkiye eski Türkiye; uluslararası güç dengeleri de eskiden olduğu gibi birkaç büyük aktörün uhdesinde ilerlemiyor. Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin giderek oyuna müdahil olduğu ve yön verdiği bir dönemdeyiz. Bu nedenle Türkiye-AB ilişkilerinde uzun yıllardır süregelen asimetrik ilişki biçimi Türkiye’nin lehine değişti. Çünkü Türkiye (başta Suriye ve Libya, yani Doğu Akdeniz olmak üzere) bölgesinde, kara ve deniz sınır güvenliğini ve terör yoluyla iç huzurunu tehdit eden gruplara karşı aktif bir siyaset izledi. Örneğin Libya’da, Doğu Akdeniz’de Türkiye hep meşru bir tavırla başından beri durduğu yerde durdu. Uluslararası kurumlar tarafından tanınan hükümete destek verdi ve bölgeyi stabilize etti. AB ise “bekle gör” siyasetiyle (başta Libya olmak üzere) hiçbir uluslararası çatışmada bir başarı elde edemedi. Türkiye çıkar önceliklerini kendisinin belirlediği “bağımsız Türkiye” vizyonuyla gerek istihbarat gerek güvenlik alanlarında gerekse ordusuyla büyük bir atılım gösterdi.

Göç meselesi de bu denklemde Avrupa ile Türkiye arasındaki bağımlı ilişkide yeni bir işbirliği ve anlaşma alanı açtı. Avrupa bu yeni şartlara alışmakta güçlük çekse de Türkiye artık Batı’nın uzak karakolu değil. AB de Türkiye’nin bölgesel bir güç olduğunu kabul etti. Türkiye AB’nin izlediği el düşürme tuzağına düşmeyerek AB üyelik hedefinden vazgeçmediğini tekrar vurguladı. Bu konuda Avrupa’nın çok ikircikli ve tutarsız ve Birlik ruhundan uzak, bölünmüş bir Türkiye siyaseti izlediğini ve bu bölünmüşlüğü son tahlilde yine kendi çıkarları için bir mazeret olarak kullandığını görüyoruz.

Türkiye ile işbirliğini AB’nin muhtaç olduğu ekonomi ve göç alanlarına indirgemeye çalıştığı görülüyor. Bu sürede de Türkiye’deki siyasi irade, insan hakları ve demokrasi gibi bazı normatif dış siyaset söylemleriyle köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyor. Ama sanırım insan hakları söylemini siyasi bir argüman olarak kullanışlı bulan muhalefet hariç, bu argümanlara artık kimse iltifat etmiyor. AB’nin dış sınırlarından sorumlu Frontex insanlık suçu işlerken Türkiye’ye insan hakları temelli söylemlerde bulunması elbette siyasi bir hareket. Türkiye-AB ilişkileri siyasi olarak da daha rasyonel ve işbirliğine dayalı bir çerçeveye oturtulmak zorunda. Ancak ben AB’nin 2023’ten önce tutarsızlıklarla dolu, çelişkili Türkiye siyasetinde çok büyük adımlar atacağına ihtimal vermiyorum. Zira elbette AB, Avrupalı uzmanları “Güç dengeleri değişti. Erdoğan siyasetini değiştirmedi ama AB tavizler veriyor” tespitini yapmak zorunda bırakan bir siyasi iradeyi değil, kendisini zorlamayan bir siyaseti Türkiye’de iktidarda görmek istiyor.

Göç sorununa ilişkin Türk kamuoyunda bazı “efsaneler” olduğunu söylüyorsunuz. Nedir bunlar?

Öncelikle şaşırtıcı olan, Avrupa siyasetinin Türkiye’yi —hem de çok haklı olduğu göç gibi bir meselede— köşeye sıkıştırmak için dolaşıma soktuğu bu efsanelerin Türk kamuoyunda itibar görmesi. Maalesef iç muhalefetin sorumsuz tutumu ve Avrupa’nın akademi, siyaset ve medyadaki uzantıları ve oyuncuları eliyle bu söylemler Türk kamuoyunda yayılıyor. Tekrar edelim: Türkiye’nin mültecileri para almak için kullandığı bu mitlerden biridir. Benzer şekilde, Türkiye’nin Avrupa’dan ekonomik çıkar elde etmek için mültecileri kullandığı söylemi de apaçık bir algı operasyonudur. İşin aslı, Avrupa’nın mülteci kabul etmeme ve bu yükü tamamen ve sadece Ankara’ya yükleyerek hiçbir maliyet ödemeden bu işten kaçma “kurnazlığı” içinde olduğudur.

AB başta Cenevre Sözleşmesi ve 18 Mart Mutabakatı olmak üzere uluslararası anlaşmalarla yüklendiği sorumlulukların hatırlatılmasından rahatsız. Kapıları açma bir tehdit değil; AB’nin göç meselesini tek başına Türkiye’ye yükleme siyasetine karşı Türkiye’nin elinde tuttuğu bir haktır. Türkiye mülteciler üzerinden para almıyor; zira ortada zannedildiği gibi bir para değil, tamamen AB kurumları üzerinden projelere aktarılan fonlar var.

18 Mart Mutabakatı’nın imzalandığı günden bugüne kadar geçen süreçte hangi alanlarda ilerleme kaydedildi? Hangi noktalarda sorunlar yaşanıyor?

18 Mart Mutabakatı adından da anlaşılacağı üzere sadece göç meselesini kapsamıyor. Göç meselesinin çözümü yolunda iki taraf karşılıklı sözlerle bazı yükümlülükler altına girdiler. O dönemin şartlarında Gümrük Birliği ve vize serbestisi gibi konularda da AB vaatlerde bulundu. Ancak düzensiz göçün kontrolü hususunda Türkiye üzerine düşeni yaptığı halde, AB bu sözleri tutmadı. Şu an göç mutabakatının yenilenmesi söz konusu. Bu konuda göç meselesinde ciddi yük alan Almanya ve Türkiye tarafı bir irade ortaya koyuyor. Diğer AB ülkeleri ise göçmenlerin ölmesi pahasına, hâlâ “benim sınırlarımdan uzak olduğu sürece benim için sorun yoktur” mantığıyla üç maymunu oynuyor. Oysa göç uluslararası bir sorundur. Göç meselesi Türkiye’de başlamadı ve Türkiye’de de sona ermeyecek.

Fonların aktarımında bazı sıkıntıların yaşandığı zaman zaman basına yansıyor. Bu konuda durum nedir? Mültecilerin ihtiyaçları için ayrılan fonların, AB’nin belirlediği aracı kurumların idari ve operasyonel giderlerine harcandığı ve bu nedenle de amacına ulaşmadığı yönündeki iddialara ilişkin neler söylersiniz?

18 Mart Mutabakatı’yla fonların idaresi konusunda tüm sorumluluk tamamen AB yönetimine verildi. AB’ye sorulmadan hiçbir harcama yapılamıyor. Bu çok ciddi bir sorun. Birincisi, “Suriye’den mülteci akınları Türkiye’de durdurulsun” diyerek Suriyeliler Türkiye’ye teslim edilirken Türkiye’ye güvenen AB, konu mültecilere yönelik mali desteğe gelince Türkiye’yi güvenilmez buluyor. Kendi belirlediği “kayyumlarla” fonları yönetiyor ki ortada doğrudan bir para da zaten yok. Projelere bağlanan bazı fonlar var. Dolayısıyla pratikte bir kilitlenme oluyor. Türkiye de facto olarak sahadaki bu sorunları Cumhurbaşkanlığının gücü ve iradesiyle aşıyor. Ancak Türkiye AB’nin kâğıt üzerinde çözmeye yanaşmadığı konulara sahada pratik çözümler üretmek zorunda değil. Bu süreç artık mutabakatla resmi ve hukuki bir çerçeveye oturtulmalı. Suriyeli mültecilerin sorunlarını Türk hükümeti çözmek zorundaysa, fonların idaresinde de Türkiye söz sahibi olmalı.

Fon yönetiminin tek taraflı olarak AB tarafından yürütülmesi mülteciler için sahada ne gibi sorunlara yol açıyor?

Bu fonları yöneten 25-30 aracı kuruluşun hepsi Avrupalı. Ne Türk ne de Suriyeli Arap sivil toplum örgütleri bu alana giremiyor; çünkü mevzuat böyle. Mevzuattaki bazı maddeler Türkiye’deki STK’ların işin içine girmesini engelliyor. Aracı kurumlarda da “üç yıl Avrupa’da çalışmış olma, dört yıl şunu yapmış olma” gibi şartlar aranıyor. Türkiye’de böyle bir personel bulmak zor. Avrupa kendi şartlarını dayatarak, gerçeklerle uyuşmayan bazı taleplerde bulunuyor. Bunu şöyle okumak mümkün: Elindeki tüm araçlarla proje yönetimini ve fon dağıtımını bilinçli bir biçimde yavaşlatıyor. Artık şark kurnazlığı lafını “garp kurnazlığı” şeklinde değiştirmenin vakti geldi belki de. Zira bununla hedeflenen şey, projeleri uzun zamanlara yayarak yeni fon aktarımı ve proje oluşumunu geciktirmek.

Bencil bir tutum var ortada. Türk STK’larla işbirliği yapılsa, bu aynı zamanda Türkiye’deki sivil toplum kültürünü de güçlendirir. Sivil toplum yönetimi onlardan örnek alırdı, rol model olurlardı. Çünkü yıllardır sahadalar ve tecrübeliler. Fakat bunu yapmıyorlar. Avrupalı aracı kurumlar görevini yapıp sahadan çekilmeli ve yerini yerli STK’lara bırakmalı.

Suriyeliler için burada projeler hangi kriterlere göre yönetiliyor? Bunu da AB mi belirliyor?

Bu konuda bir ihtiyaç analizi yapılması ve ortak işbirliğiyle projelerin yönetilmesi gerekiyor. Eğitim, sağlık, sosyoekonomik koruma sektörlerinde fonların ihtiyaçlara göre aktarılması gerekiyor. Türkiye burada üzerine düşeni yapıyor. Fakat sorun yerli kurumların sistem dışı kalması. Aracı kuruluş olmadığı için, yabancılar da pahalı çalışıyor. Türkiye’yi tanımayan, sahayı bilmeyen Avrupalı aracı kurumların idari harcamalardaki dengesizliği nedeniyle, fonların büyük kısmı operasyonel ve idari masraflara gidiyor ve hedef kitle olan Suriyelilere ulaşmıyor. Oysa Türkiye’deki kurumlar bunu daha iyi yönetirler, çünkü sahayı iyi biliyorlar. Burada özellikle proje idaresinde, Avrupa tarafının siyasi ve ekonomik çıkarlarını gözeten projelerin (örneğin Suriyelileri Türkiye’de kalıcı kılmaya yönelik) değil, Türkiye’nin ve mültecilerin ihtiyaçları ve geri dönüşlerini gözeten projelerin desteklenmesi gerekiyor.

Mültecilere Türkiye’deki Sığınmacılar için Mali Yardım Programı (FRIT) fonlarının ulaştırılması ve Türkiye’ye aktarımı sürecinin yavaş işlediği konusunda Türk tarafının şikayetleri olduğunu biliyoruz. Bu durum mültecileri nasıl etkiliyor ve bu sorun nasıl aşılabilir?

Evet, en büyük sorun AB’nin fonları ve projeleri yavaş ilerletme politikası. Çünkü Avrupalılar söz verdikleri destek çerçevesinde tekrar mali destek vermemek için, kamuoyuna “orada para var” şeklinde bir görüntü vermek adına, fon aktarımını ve projeleri bilinçli şekilde yavaşlatıyor. Normalde AB’nin işleyişi zaten yavaş, ama bu konuda fazladan bir yavaşlamanın söz konusu olduğu anlaşılıyor. Burada AB’nin Suriyelilere tahsis edilen fonları, Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) fonlarını yönettiği gibi yönetmeye çalıştığı görülüyor. Oysa bu bir insani yardım, bir “kalkınma” yardımı değil. Burada 5 milyona yakın mülteci bulunuyor; dolayısıyla bu mültecilere yemek verilmek zorunda. IPA mantığıyla bunu sağlamak mümkün değil. Bunun değiştirilmesi lazım. AB’nin kendini yenilemesi ve IPA mantığını aşması gerekiyor.

Bu konuda Türk tarafı mültecilerle birlikte Türk vatandaşlarını da sürece dahil ederek uyum ve paylaşım siyasetini ikame ediyor diyebilir miyiz?

Elbette. Örneğin bir mahallenin 10 bin nüfusu var; 3 bini Suriyeli ise 7 bini Türk. Burada sunulan altyapı hizmetine, diğer giderlere Suriyeli göçmenler de ortak doğal olarak. Dolayısıyla buradaki fon ve proje dağılımının herkesin faydalandığı bir mekanizmada ilerlemesi gerekiyor. Bu nedenle Türk tarafı bu fonlardan özellikle istihdam konusunda Türklerin ve diğer göçmenlerin de istifade etmesi için gayret sarf ediyor.

Aktarılan 6 Milyar Avroluk fonlarla ilgili AB Türkiye’ye “Biz parayı verdik” diyor. Türk tarafı diyor ki “Hayır, paranın hepsi gelmedi” Bu anlaşmazlık nereden kaynaklanıyor?

Bu anlaşmazlığın nedeni paraların delege edilmesi ile kullanılması arasında geçen sürenin AB tarafından özellikle uzatılması. Evet, AB 6 milyar avroyu kâğıt üzerinde tahsis etmiş, projelere bağlamış; ama “projeler ilerledikçe parayı serbest bırakırım” diyor. Ancak projenin ilerlememesi için de her türlü engeli çıkartıyor. IPA mantığı ile fon yönetimi AB’nin en büyük yanlışı ve hatta taktiği diyebiliriz. Projeleri öyle zor şartlara bağlıyor ki projeler ilerleyemiyor. Ama sahadaki insanlar para bekliyor, yemek bekliyor, iş bekliyor, eğitim bekliyor. Türkiye sahada sorunları çözmek zorunda ve çözüyor da. Bu noktada ülkemiz gerçekten bir başarı hikayesi yazıyor. “Dünya 5’ten büyüktür” diyen Türkiye hem siyasi irade hem insani tutum hem de sahada sorun çözme kabiliyeti açısından 27 AB ülkesinden büyük olduğunu da gösterdi. Fon yönetiminde AB, Suriyeli göçmenler meselesine IPA mantığıyla bir insani yardım değil de bir entegrasyon ve kalkınma yardımı gibi yaklaştığı için çok yavaş yürüyor. Burada Türkiye’ye karşı oyalama ve pratikte de (literatürdeki tanımla) “teknik kısıtlama” siyaseti uyguluyor diyebiliriz.

Fonlanan projelerin birçoğu 2022 yılında bitiyor. Sonrasında ne olacak? Yeni bir vizyon gerekiyor mu?

Biliyorsunuz 3 milyar avro aktarılmıştı; ancak verilere göre şu an bunun yaklaşık yüzde 85-90’ı harcanmış durumda. Bu da yeni bir fon tahsisi sürecinin gerektiğini gösteriyor ki Von der Leyen büyük ihtimalle yakında böyle bir bütçeyi Türk tarafına sunacak.

Yaptığım araştırma ve görüşmelerden edindiğim bilgiye göre, mülteciler için Türkiye’ye AB ve Türkiye tarafından ortak hazırlanan ihtiyaç analizinden çıkan rakamın çok altında bir para tahsis edildiğini görüyoruz. Yeni bir ihtiyaç analizinin yapılması lazım.

Evet, yeni bir vizyon gerekli. Bu fonlar daha çok Türkiye içinde kullanılıyor. Fakat mesele Suriye’de başladı ve orada bitmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda haritayla detaylıca anlattığı bir güvenli bölge meselesi var. Yani fonların oraya doğru aktarılması, orada kullanılması lazım. Bu sorun pansuman çözümlerle yok olmayacağına göre, 18 Mart Mutabakatı’nda da belirtildiği gibi, Türkiye’ye Suriye içindeki güvenli bölgelerin inşası ve güvenli geri dönüşün sağlanması için lojistik ve ekonomik destek verilmesi gerekiyor.

18 Mart AB-Türkiye Mutabakatı’nın revizyonu için öngörülen değişiklikler neler?

Öncelikle Türkiye’ye vize serbestisi ve Gümrük Birliği’nin revizyonu ile ilgili verilen sözler tutulmalı. Fakat bu konuda da Avrupa’nın bir “Garp kurnazlığı” içinde olduğunu görüyoruz. Bu mutabakatla Gümrük Birliği revizyonunun göç konusunda Türkiye’ye ek yükümlülükler getirilerek şartlara bağlanması maalesef bu kurnazlığın bir göstergesi. Gümrük Birliği’nin yenilenmesi yeni değil, eski bir mesele. Şöyle bir soru sormak gerekiyor: AB çok önceden beri zaten yapması gereken bir düzenlemeyi neden yeni şartlara bağlıyor? Türkiye’nin zaten hakkı olan bir mesele adeta lütuf veya yeni bir söz gibi masaya getiriliyor; üstelik şartlara bağlanarak. Gümrük Birliği uygulanan diğer ülkelere de göçle ilgili bu şartlar getirilmiş mi?

Fonların idaresinde Türk kurumlarına sorumluluk kadar yetki de verecek bir düzenlemeye ve göç meselesinde Suriye ayağına odaklanan yeni bir bakış açısına ihtiyaç var. AB’nin mali desteği artırma —ki o süreci de türlü şartlarla yavaşlatıyor— üzerine kurulu kolaycı siyaseti kabul edilemez.

18 Mart Mutabakatı imzalanırken AB’nin bu tür işgüzarlıklara kalkışacağı belki öngörülemedi ama Türkiye artık yoğurdu üfleyerek yemeli. Çok somut, tarihlere bağlı ve Türk tarafınca yapılan ihtiyaç analizleri doğrultusunda, gerek hukuki gerekse mali yeni bir yetki-sorumluluk düzenlemesine gidilmeli. Türkiye’nin siyasi olarak elini zayıflatacak adımlardan kaçınılmalı. 18 Mart bilindiği üzere Avrupa’nın önerisiydi; Türkiye kendi önerisiyle masaya oturmalı.

Suriyeliler gitse de kalsa da Avrupa bir zamanlar Esed rejimine verdiği desteğin, Suriye iç savaşında takındığı pasif tavrın sorumluluğunu üstlenmek zorunda. Diğer ülkeleri baskılamak için adeta bir sopa gibi kullandığı insan hakları ve sözde “Avrupa değerleri” söyleminin gereğini de önce kendisi yerine getirmeli.

Haber: Tuğçenur Akgün, AA

Resim: AA

Bei den vom Landesbund für Vogelschutz (LBV) für den Frühsommer geplanten Auswilderungen junger Bartgeier im Nationalpark Berchtesgaden wird im ersten Projektjahr kein fränkischer Jungvogel dabei sein. Obwohl das erfahrene Brutpaar aus dem Tiergarten der Stadt Nürnberg Anfang Januar zwei Eier gelegt hatte, ist kein Jungvogel geschlüpft. „Ein Bartgeier-Ei ist während der Brut zerbrochen, das andere war zwar befruchtet, der Embryo ist aber vor dem Schlupf abgestorben. Das ist natürlich sehr schade für das Auswilderungsprojekt, doch das ist in der Natur und in der Vogelwelt kein völlig ungewöhnliches Ereignis“, erklärt Jörg Beckmann, stellvertretender Direktor und Biologischer Leiter des Tiergartens Nürnberg.
 
Naturgemäß sind bei weitem nicht alle Bartgeierbruten von Erfolg beschieden. Auch bei wilden Bartgeiern kommt es gelegentlich zu Brutabbrüchen, unbefruchteten Eiern und verendenden Küken vor oder nach dem Schlupf. „Natürlich wäre uns zum Start unseres Projekts ein junger fränkischer Bartgeier am liebsten gewesen, doch dann kommt eben 2022 oder 2023 einer der Vögel aus Nürnberg und wir sind hoffungsvoll, dass wir für dieses Jahr andere Jungvögel aus dem Zuchtprogramm erhalten, um mit der Auswilderung des Bartgeiers in Deutschland wie geplant 2021 beginnen zu können“, sagt der LBV-Vorsitzende Dr. Norbert Schäffer.
 
In diesem Zusammenhang betonen LBV und Tiergarten Nürnberg, dass ein Nachzuchtprogramm ein hochkomplexer Prozess ist, in dem natürlich immer auch die Natur mitspielen muss. „Wir wussten von vorneherein, dass dieses Auswilderungsprojekt kein Selbstläufer ist, aber wir sind für einen Marathon angetreten und nicht für einen Sprint. Für uns geht es jetzt trotzdem weiter und nun hoffen wir, dass wir weiterhin auch Vögel aus dem internationalen Erhaltungszuchtprogramm aus anderen Ländern zugewiesen bekommen“, sagt Norbert Schäffer.
 
Dass einer der jungen Bartgeier aus Nürnberg kommen könnte, ist nur eine Komponente des großangelegten LBV-Auswilderungsprojekts mit dem Nationalpark Berchtesgaden. Der Tiergarten Nürnberg wird auch weiterhin eine wichtige Rolle bei der erfolgreichen Rückkehr des Greifvogels nach Deutschland spielen und im Frühsommer als Zwischenstation vor der Auswilderung für die anderen jungen Bartgeier dienen. „Wir hoffen natürlich, dass es nächstes Jahr auch mit einem Nürnberger Bartgeier für den Nationalpark Berchtesgaden klappt. Selbstverständlich würden wir uns sehr darüber freuen, einen Beitrag zur Rückkehr des Bartgeiers auch nach Deutschland leisten zu können“, unterstreicht Jörg Beckmann.
 
Bisher wurden die in Nürnberg geschlüpften Küken entweder für das Erhaltungszuchtprogramm dieser gefährdeten Art benötigt oder für andere Auswilderungsprojekte bis in den Mittelmeerraum abgegeben, wo sich schon mehrere fränkische Geier bestens eingelebt haben. Zuletzt wurde 2019 ein junger Bartgeier aus dem Nürnberger Tiergarten ausgewildert. Der Vogel ist seitdem auf Korsika zuhause.
 
Das europäische Bartgeier-Zuchtnetzwerk wird von der Vulture Conservation Foundation mit Sitz in Zürich geleitet. Die internationale Stiftung koordiniert die europaweiten Zuchtstationen und legt die Vergabe der Jungvögel auf die Auswilderungsorte seit 2013 fest. Wenn Mitte April die letzten Jungvögel in den Zuchtstationen und Zoos geschlüpft sind, wird sich aller Voraussicht nach endgültig entscheiden, ob und woher dieses Jahr die jungen Bartgeier für das LBV-Auswilderungsprojekt im Nationalpark Berchtesgaden kommen werden. Ungefähr drei Monate nach dem Schlupf sind junge Bartgeier groß genug, um ausgewildert zu werden.
 
Hintergrund
Mehr als 40 spezialisierte Zoos und Zuchtstationen haben sich zu einem internationalen Netzwerk (EEP) zusammengeschlossen. Von Berlin über Wien bis Novosibirsk und Helsinki werden Bartgeier von erfahrenen Pflegern und anderen Spezialisten gezüchtet. Der Bartgeierbestand im Erhaltungszuchtprogramm liegt derzeit bei etwa 180 Vögeln unter denen aktuell 43 Paare mit der Brut beschäftigt sind. Über 100 Jahre nach seiner Ausrottung soll dem größten Greifvogel Mitteleuropas die Rückkehr nach Deutschland ermöglicht werden. Der bayerische Naturschutzverband LBV möchte die Erfolgsgeschichte der Wiederansiedelung des majestätischen Vogels in Westeuropa in den kommenden Jahren auch im östlichen Alpenraum fortschreiben.
 
Zum Projekt
Der Bartgeier (Gypaetus barbatus) zählt mit einer Flügelspannweite von bis zu 2,90 Metern zu den größten flugfähigen Vögeln der Welt. Anfang des 20. Jahrhunderts war der majestätische Greifvogel in den Alpen ausgerottet. Im Rahmen eines großangelegten Zuchtprojekts werden seit 1986 in enger Zusammenarbeit mit dem in den 1970er Jahren gegründeten EEP der Zoos im Alpenraum junge Bartgeier ausgewildert. Während sich die Vögel in den West- und Zentralalpen seit 1997 auch durch Freilandbruten wieder selbstständig vermehren, kommt die natürliche Reproduktion in den Ostalpen nur schleppend voran. Ein vom LBV initiiertes Projekt zur Auswilderung von jungen Bartgeiern im bayerischen Teil der Alpen greift dies auf und unterstützt in Kooperation mit dem EEP und dem Nationalpark Berchtesgaden die alpenweite Wiederansiedelung. Dafür werden in den kommenden Jahren im Klausbachtal junge Bartgeier ausgewildert – im Jahr 2021 erstmals in Deutschland. Der Nationalpark Berchtesgaden eignet sich aufgrund einer Vielzahl von Faktoren als idealer Auswilderungsort in den Ostalpen. Mehr Informationen zum Projekt unter www.lbv.de/bartgeier-auswilderung.
 
 
Bildunterschrift:
Bartgeier im Tiergarten Nürnberg
 
Quelle der Pressemeldung:
https://tiergarten.nuernberg.de/presse/detail/news/2021-03-19-auswilderungsprojekt-fuer-bartgeier.html

BERLİN (AA) - Avrupa borsaları, haftanın son işlem gününü karışık seyirle tamamladı.

 

Yatırımcıların güçlü küresel büyüme işaretlerini değerlendirmesinin etkisiyle bu hafta tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşan Avrupa borsaları bugün yönünü belirme mücadelesi verdi.

 

Gösterge endeksi Stoxx Europe 600, yüzde 0,08 yükselerek 437,23 puandan kapandı.

 

Sağlık sektöründeki şirketlerin hisselerinde ortalama yüzde 0,71’lik bir artış görülürken, Telekom şirketlerinin hisselerinde ise yüzde 0,71 kayıp görüldü.

 

Fransa'da CAC 40 endeksi yüzde 0,06 artarak 6.169,41 puana ve Almanya'da DAX 30 endeksi günü yüzde 0,21 değer kazanarak 6,915.75 puana ulaştı

 

İtalya'da FTSE MIB 30 endeksi yüzde 0,6 değer kaybederek 24.429,41 puan ve İngiltere'de FTSE 100 endeksi yüzde 0,38 azalışla 6.915,75 puan seviyesinden kapattı.

 

Avro/dolar paritesi ise (TSİ) 19.20 itibarıyla yüzde 0,14’lük azalışla 1,189 seviyesinden işlem gördü.

 

BERLİN (AA) - Almanya'nın önde gelen gazetelerinden Frankfurt Allgemeine Zeitung, Azerbaycan tarafından kullanılan Türk silahlı insansız hava araçlarının (SİHA), 190'dan fazla Ermeni tankını ve zırhlı aracını imha etmesiyle ilgili haberlerin Alman ordusunda şoka neden olduğunu yazdı.
 
FAZ'daki makalede, Türk SİHA'larının Azerbaycan'daki başarılarının Alman ordusunu önlem almaya zorladığı ifade edildi.
 
Savunma Bakanlığının, Alman ordusunun hava savunma sisteminin SİHA'ları önleme konusunda yetersiz olduğunu kabul ettiği vurgulandı.
 
Savunma Bakanı Annegret Kramp Karrenbauer'in bu sıkıntıyı aşmak amacıyla bir bütün olarak hava savunma sistemini yeniden tasarlamak için birtakım öneriler hazırladığı kaydedildi.
 
Almanya'nın 2013 yılında hava savunma sistemine ihtiyaç görmediği için herhangi bir modernizasyona gitmediği belirtilen makalede, "Şimdi, SİHA saldırılarının tehdidi nedeniyle acilen hava savunma sisteminin değiştirilmesine ihtiyacı var. Silahlı kuvvetler mükemmel durumda değil. Ancak Alman ordusunun SİHA saldırılarına karşı neredeyse savunmasız olduğunun kabulü sürpriz oldu." ifadeleri kullanıldı.
 
Makalede, çatışmalar sırasında İsrail ve Türkiye tarafından üretilen Azerbaycan SİHA'ları, 190'dan fazla Ermeni tankını ve zırhlı aracını imha etti. Ermeni askerleri saldırılara karşı savunmasız oldukları için morallerini bozdu. Bununla ilgili haberler, Alman ordusunda şoka neden olmuştu." değerlendirmesinde bulunuldu.
 
Almanya'da Amerikan Patriot Bataryası bulunduğu ancak bunların hızlı bir şekilde modernize edilmesi gerektiği vurgulanan makalede, bunun da 600 milyon avro maliyeti olacağının hesaplandığı belirtildi.
 
Ayrıca şu anda Savunma Bakanlığının 13 milyar avroyu aşan bir değere sahip olan modern bir Alman hava savunma sistemi (TLVS) için planları olduğu kaydedildi.
BERLİN (AA) - Alman Hükümet Sözcü Yardımcısı Ulrike Demmer, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla mücadelede ülke genelinde kısa süreli sert tedbirlerin alınmasının doğru olacağını söyledi.
 
Demmer, başkent Berlin’de düzenlenen basın toplantısında, şu anda yeni vakalara ilişkin iyi bir veri tabanına sahip olmadıklarını ancak yoğun bakımdaki yatakların doluluk sayılarından önemli işaretler aldıklarını ifade etti.
 
Yoğun bakımdaki hasta sayılarının hızla arttığına işaret eden Demmer, "Yoğun bakım doktorları kaygılı ve uyarılarda bulunuyorlar. Bundan dolayı kısa süreli sert tedbirlere ilişkin her talep doğrudur. Burada federal düzeyde birlikte hareket etmek de önemli." değerlendirmesinde bulundu.
 
Demmer, bu yönde çeşitli görüşmelerin yapıldığı bilgisini de paylaştı.
 
Almanya Yoğun Bakım ve Acil Durum Derneğinden (DIVI) yapılan açıklamaya göre, 4 bin 439 hasta Kovid-19 nedeniyle yoğun bakımda bulunuyor. Bu sayı, mart başında 2 bin 800 seviyelerinde seyrediyordu.
 
- 12 Nisan’da salgındaki durum ve alınacak tedbirler görüşülecek
 
Öte yandan Almanya Başbakanı Angela Merkel ve eyalet başbakanları, 12 Nisan’da salgındaki durumu ve alınacak yeni tedbirleri görüşmeyi planlıyor.
 
Kuzey-Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanı Armin Laschet, daha önce ülke genelinde kısa süreli sert tedbirlerin alınmasını istemişti.
 
- Son 24 saatte 298 kişi Kovid-19'dan hayatını kaybetti
 
Robert Koch Enstitüsünden (RKI) yapılan açıklamaya göre, son 24 saatte 9 bin 677 kişiye Kovid-19 tanısı konuldu. Böylelikle toplam vaka sayısı 2 milyon 910 bin 445’e çıktı.
 
298 kişinin yaşamını yitirmesiyle toplam can kaybı ise 77 bin 401’e yükseldi.
 
Ülkede, Kovid-19’dan iyileşenlerin sayısı 2 milyon 614 bin 500'e ulaştı.
 
- Aşı kampanyası devam ediyor
 
Almanya’da devam eden aşı kampanyasında, 10 milyon 793 bin 677 kişiye Kovid-19 aşısının ilk dozu, 4 milyon 633 bin 839 kişiye ikinci dozu yapıldı. Böylelikle ülkede 27 Aralık 2020'den bu yana 15 milyon 427 bin 516 doz aşı uygulandı.
 
Almanya Başbakanı Angela Merkel ile eyalet başbakanlarının 22 Mart'ta gerçekleştirdikleri toplantıda, özellikle Kovid-19’un mutasyona uğramış türlerinin ülkedeki yeni vaka sayılarının artışına sebep olduğu gerekçesiyle 28 Mart'ta kadar geçerli olan tedbirlerin süresi 18 Nisan'a kadar uzatılmıştı.
KİEV (AA) - Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, NATO Askeri Komite Başkanı Orgeneral Stuart Peach ile Kiev'de görüştü.
 
Devlet Başkanlığından yapılan açıklamaya göre Zelenskiy, NATO'ya Rusya'nın artan saldırganlığı karşısındaki desteği nedeniyle teşekkür etti.
 
Donbas'ta Aralık 2020'den bu yana saldırılarda artış yaşandığını ve bu nedenle 20'den fazla askerin öldüğünü hatırlatan Zelenskiy, ülkesinin 27 Temmuz 2020'de varılan ateşkese sürekli olarak uyma çağrısı yaptığını vurguladı.
 
NATO'dan yapılan açıklamaya göre Peach, ittifakın Zelenskiy'nin Ukrayna'nın doğusundaki krizin barışçıl çözümü için kararlılığını takdir ettiğini belirtti.
 
Rusya'yı, Donbas'taki ayrılıkçılara verdiği desteği sonlandırmaya ve kuvvetlerini çekmeye çağıran Peach, "Ukrayna, NATO'nun en yakın ve önemli partnerlerinden biridir." ifadesini kullandı.

BERLİN (AA) - Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği (IATA), yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınında 3.dalga nedeniyle uluslararası hava yolu yolcu talebinin şubatta 2019’un aynı ayına göre yüzde 88,7 azaldığını bildirdi.

 

IATA, şubat ayı uluslararası yolcu talebi istatistiklerini açıkladı. Buna göre, uluslararası yolcu talebi Kovid-19 öncesi Şubat 2019’a göre yüzde 88,7 düştü.

 

Şubat 2021’deki düşüşün Kovid-19’un olağanüstü etkisini gösterdiğine vurgu yapılan açıklamada, bu düşüşün Temmuz 2020’den sonra en yüksek düşüş olduğu belirtildi.

 

Şubat ayında kilometre başı yolcu gelirinin Şubat 2019 seviyesinin yüzde 74,7 altında “daha kritik düşük seviyede” kalmaya devam ettiği vurgulandı.

 

Bu seviye ocakta 72,2 olarak kayıtlara geçmişti.

 

Açıklamada görüşlerine yer verilen IATA Üst Yöneticisi Willie Walsh, “Şubatta uluslararası hava yolcu talebinde bir toparlanma belirtisi görünmedi.” ifadesini kullandı.

Hollanda seçimlerinde oyumuzun yönünü neler belirleyecek? Hollanda Türk toplumu olarak, 1986 yılından itibaren yerel yönetimlerde seçme ve seçilme hakkı verildikten sonra, onlarca seçim yaşadık. Hollanda’da 1980’li yılların sonları ve 1990’lı yıllar, Türklerin siyasi katılım açısından en hareketli yıllarıydı. O yıllarda, hemen hemen her siyasi partide, lokal-eyalet-parlamento ve Avrupa Birliği seviyesinde Türk kökenli temsilcilerimiz vardı. Türkler olarak, siyasi katılım sürecine sanki çok hızlı giriş yapmıştık. Bu girişimimiz bir müddet devam etti. *Yazının devamı: http://www.eurovizyon.co.uk/hollanda-secimlerinde-oyumuzun-yonunu-neler-belirleyecek-makale,9080.html?fbclid=IwAR1xaK1r-CdYDzGInRvbJYhO0lMc3Fkz4J8cYp6i1RjoWw6uxgyz7awTDlw<http://www.eurovizyon.co.uk/hollanda-secimlerinde-oyumuzun-yonunu-neler-belirleyecek-makale,9080.html?fbclid=IwAR1xaK1r-CdYDzGInRvbJYhO0lMc3Fkz4J8cYp6i1RjoWw6uxgyz7awTDlw>*

Seçimler ve 11 Mart Krizi* Hollanda Temsilciler Meclisi seçimlerine bir hafta kaldı. Ne var ki, Hollanda Türkleri olarak, artık bundan böyle, yapılacak her seçimde, 11 Mart krizini hatırlamak durumundayız. Çünkü, hiç de arzu edilmemesine rağmen, dört yıl önce Rotterdam’da yaşanan 11 ve 12 Mart krizleri, toplumsal hafızamızdan silinmiyor. Zira kriz, Hollanda Türklerinin otuz yılı aşan siyasi katılım tarihinde, önemli bir dönüm noktası olarak yerini aldı. Rotterdam Başkonsolosluğu önünde, televizyonların canlı yayınında, atlı polislerin, Türk gençlerinin üzerine yürümesi, ezmesi elbette kolay kolay unutulmaz. Peki, geçen seçimlerde, yani Mart 2017 seçimleri öncesinde yaşanan 11 Mart krizinde neler olmuştu? İsterseniz kısaca özetleyeyim. Yazının devamı: http://www.veyisgungor.com/algemeen/secimler-ve-11-mart-krizi/ *Tek kelimeyle tercihimiz kim olsun onu söyle!?* Geçen hafta, *“Hollanda seçimlerinde oyumuzun yönünü neler belirleyecek?”* başlıklı yorumumu okuyan bazı değerli dostlarım, görüşlerini kısaca ilettiler. Amsterdam’dan bir okurum*, “Tek kelimeyle tercihimiz kim olsun onu söyle!” *derken, Rotterdam’dan bir başka dostum da, *“Tamam da, kime oy vermeli yazmamışsın**.”* diyor. Yine, Den Haag’dan bir okurum, *“Kime vereceğiz OYUMUZU, Başkanım. İşaretini ver”* derken, Leiden’den bir genç takipçim, *“Bu yazını herkez okumalı!! Ayırımcılığı yapan derin devlet!!”* iddiasında bulunuyor. Bunların yanısıra, Zaandam’dan bir dost ise *“Hayırlısı Reis”* derken, Tilburg’dan bir başka dost, *“Sayın üstadım. Yüreğinize kaleminize sağlık. Bizleri bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim”* değerlendirmesini yapmış. Yazının devamı: https://www.hollandapostasi.com/yazarlar/veyis-gungor/veyis-gungor-un-kaleminden-tek-kelimeyle-tercihimiz-kim-olsun-onu-soyle/29/?fbclid=IwAR2ZxM39nnW2_LAx05uBv1FE1WpsNAYsGSW75famX4F7Yi8fk-2Iz26D0J4

*Selahattin Kandaz’ın ardından…* Hollanda Türk toplumunun, hasseten muhafazakar kesimin yakından tanıdığı Ünye’li Selahattin Kandaz, geçen hafta aramızdan ayrılarak, ebedi aleme göç etti. Bir yıldır insanlığın başına musallat olan hastalığa yenik düştü. Amsterdam ve Ankara’da yoğun bakımda uzun bir yaşam mücadelesi verdi. Hollandalı doktorların tedavisine son vermeleriyle Türkiye’ye götürülen Selahattin Kandaz’ın sağlık durumu çok kritikti. Can çıkmadan, ümit kesilmez misali, yakınları ve dostları her an yeni bir olumlu gelişme bekleyişinde oldular. Yazının devamı: http://www.eurovizyon.co.uk/selahattin-kandazin-ardindan-makale,9087.html?fbclid=IwAR0mYXn4BzxTXoZfV6ToLleX0k7z4PqstbJHYPSUBYHxcwnm1b_FRKS8Qx

*Batı Avrupa Türk Edebiyatı bir gönül erini kaybetti* Avrupa’ya Türk göçünün 60’ıncı yılında, artık görülebilir hale gelen Batı Avrupa Türk Edebiyatı, önemli bir aktörünü kaybetti. Avrupa’da oluşan, sözlü, hatta yazılı Türk edebiyatının ve elbette aşıklık geleneğinin güzide temsilcisi artık aramızda yok. Yunus misali, yazdığı şiirlerle, bestelediği marşlar ve türkülerle Avrupa Türklerinin gönüllerinde farklı bir yer edinen, Ozan Yusuf Polatoğlu, üç gün önce, ebedi aleme göç etti. Yakalandığı hastalığa karşı, dört hafta yoğun mücadele verdi. Sonrasında geçirdiği kalp krizi Polatoğlu’nu aramızdan aldı götürdü. Yazının devamı: http://www.dibace.net/portreler/bati-avrupa-turk-edebiyati-bir-gonul-erini-kaybetti/?fbclid=IwAR0VPS3nTe4nhSVC07bS6ClmsaFTGgYHKLLr3EdRuq0fAQRFX0LiFzBvavI

*Hollanda’da, popülizme inat, Arapça konuşan sıradışı bir Bakan…* *Hollanda Tems**ilciler Meclisi seçim sonuçları aşağı yukarı kesinlik kazanmaya başladı. Resmi olmayan sonuçlara göre, seçimin en büyük kazananı D66 Partisi lideri Sigrid Kaag oldu. Partisi, kazandığı 24 milletvekili ile, D66’nın siyasi tarihinde rekor kırdı. Kaag, Hollanda siyasetinde sıradışı davranışları ve son seçimlerde yapılan televizyon programında ırkçı lidere verdiği amansız cevaplarla dikkatleri üzerine çekti. Sigrid Kaag’la ilgili yaklaşık üç yıl önce (13 Nisan 2018) kaleme aldığım yazıyı, siz değerli okuyucularıma tekrar sunmak isterim. * Yazının devamı: https://www.hollandapostasi.com/yazarlar/veyis-gungor/veyis-gungor-un-kaleminden-d66-partisi-lideri-sigrid-kaag/32/?fbclid=IwAR36W3hWgFhtHwjbgVQYC2Rx5MkkBjLu3SmR2UeD9VVQD6TYhgXiEDkVTfc

*S**eçimler, kazananlar, yeni siyasi oluşumlar ve Türkler* Hollanda Temsilciler Meclisi seçimleri, 15, 16 ve 17 mart tarihlerinde yapıldı. Seçimlere, korona virusü gölgesi düşmesine rağmen, katılım yine de yüksek oldu. Seçim kampanyaları genel olarak sosyal medya üzerinden yürütüldü. Parti liderleri, televizyon programlarında yer aldıkları tartışmalarda, kararsız seçmenleri son anda yönlendirmeyi başardılar. Seçim sonuçlarına göre, iktidar partisi VVD yine birinci parti oldu. D66 partisi büyük bir başarı sağlayarak, ikinci büyük parti olmayı başardı. 150 kişilik Temsilciler Meclisi için 37 parti mücadele verdi ve 17 parti milletvekili çıkarabildi. Seçimlere katılım oranı ise yüzde seksen ikilerde seyretti. Yazının devamı: http://www.eurovizyon.co.uk/secimler-kazananlar-yeni-siyasi-olusumlar-ve-turkler-makale,9096.html?fbclid=IwAR0adwDXQClyZVKkTl1Ux5zcFUhn-pcsa-d86KD0qcATOVqCTQJ5zuK_rsY
*Avrupa Türkleri, Avrupa’da Irkçılık ve Ayırımcılıkla Mücadele Hareketlerinin Neresindeler? * 2021 yılı, Avrupa’ya Türk işgücü göçünün 60’ıncı yıldönümü. Türk işgücü göçü, 30 Ekim 1961 tarihinde Almanya ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma doğrultusunda başlar. Bu tarihten itibaren, Türkler sistematik ve düzenli bir şekilde Almanya’ya gelirler. Almanya işgücü göçü anlaşmasını, 1964 yılında Hollanda, Avusturya, Belçika ve 1965 yılında da Fransa ile yapılan antlaşmalar takip eder. İşgücü göçü olarak başlayan Türklerin Avrupa’ya göçleri, yıllar içinde, farklı boyutlar (aile birleşimi, siyasi, mülteci, evlilik, bilgi ve beyin göçü) kazanarak devam etmektedir. Yazının devamı: http://www.veyisgungor.com/algemeen/avrupa-turkleri-avrupada-irkcilik-ve-ayirimcilikla-mucadele-hareketlerinin-neresindeler/?fbclid=IwAR28yYoP60Y7CbnidBwXKVJ1oZrThCx99xyd9CLNyD3W_hIqUMQVhK9Q7h0

*Kurumsal ırkçılık: dün vergi daireleri bugün polis teşkilatı…* Hollanda’da ve tabii ki Avrupa’da kurumsal ırkçılığın ve elbette ayırımcılığın sistematik olduğunu en yetkili ağızlardan duymaktayız. Hatırlayalım, Hollanda Başbakanı Rutte, Black Lives Matter Hareketi’nin gösterileri üzerine çıkan tartışmalarda, *‘sistematik ırkçılık’* vardır demişti. Hatta, üç dört ay önce yayınlanan bir rapor doğrultusunda, Hollanda hükümeti istifa etmek zorunda kalmıştı. Çünkü, rapor, Vergi Daireleri’nin, *“Çocuk Bakım Yurdu Ödeneği”* uygulamasında etnik ayrımcılık ve ırkçılık yaptığını açıkca ortaya koymuştu. Yazının devamı: http://www.eurovizyon.co.uk/kurumsal-irkcilik-dun-vergi-daireleri-bugun-polis-teskilati-makale,9104.html?fbclid=IwAR3IEMkrm2Thrpc3vge_8kpNnrBEkihHUBKSDiH-MMCN7JMMIFry9C3M7y0

TUNUS (AA) - Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, Mecliste onaylanan ancak kendisinin veto ettiği Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimine ilişkin yasayı eleştirerek, "hukuki metinler üzerinden siyasi hesaplaşmaya izin vermeyeceğini" söyledi.
 
Said, eski Cumhurbaşkanı Habib Burgiba'nın vefatının 21. yılı dolayısıyla düzenlenen programda yaptığı konuşmada, Meclisten geçen Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimine ilişkin yasayı veto etmesini savundu.
 
Said, "Anayasa Mahkemesine ilişkin yasa değişikliği bana geldi. Yasayı kendilerine göre şekillendirmişler. Hukuki metinlerin yöneticiler tarafından şekillendirilerek hesap görülmesini asla kabul etmeyeceğim. Anayasa'yı ihlal edenler beni peşlerinden sürükleyemeyecek. Onların sorumluluğunu üstlenmeyeceğim." ifadelerini kullandı.
 
- Tunus'ta Anayasa Mahkemesi düğümü
 
Anayasa Mahkemesinin 4'ü Meclis ve 4'ü Yüksek Yargı Konseyi tarafından seçilen, 4'ü ise Cumhurbaşkanı tarafından atanan olmak üzere 12 üyeden oluşması öngörülüyor.
 
Ülkede 2014 yılında kabul edilen Anayasa'ya göre oluşturulması planlanan Anayasa Mahkemesi, Meclisin seçeceği üyeler konusunda oy çoğunluğunun sağlanamaması nedeniyle bir türlü kurulamadı.
 
Bunun üzerine Tunus Meclisi 25 Mart'ta Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi için gereken 145 milletvekili sayısının 131'e düşürülmesini de kapsayan yasa değişikliğini onayladı.
 
Ancak Said, 4 Nisan'da söz konusu yasayı, "Anayasa Mahkemesi üyelerinin 2019'daki parlamento seçimlerinin ardından en geç bir yıl içerisinde seçilmesini öngören Anayasa'nın 148'inci maddesinin beşinci fıkrası" uyarınca veto ettiğini belirterek, Meclis Başkanı Raşid el-Gannuşi'ye geri gönderdi.
 
Tunus Meclisinde Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi için 8 Nisan Perşembe günü yeni bir oturum gerçekleştirilmesi bekleniyor.
 
- Tunus'ta devlet erkleri arasındaki gerilim
 
Ülke siyasetinde gündemi bir süredir 16 Ocak'ta yapılan kabine revizyonunun ardından Başbakan Hişam el-Meşişi ile Cumhurbaşkanı Said arasında yaşanan çekişme meşgul ediyor.
 
Cumhurbaşkanı Said, Başbakan Meşişi'nin Meclisten güvenoyu alan kabine revizyonunun anayasal olmadığını savunuyor. Konuyu çözme yetkisine sahip 2014 Anayasası'nın öngördüğü Anayasa Mahkemesinin hala kurulamamış olması da krizi derinleştiriyor.
 
Cumhurbaşkanı Said'in Meclisin oy çoğunluğuyla kabul ettiği yasa değişikliğini Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle reddetmesi "devlet erkleri arasındaki gerilimin tırmanması" şeklinde değerlendiriliyor.
PRİŞTİNE (AA) - Kosova Meclisi'nde yapılan oylamada, Vyosa Osmani ülkenin yeni cumhurbaşkanı seçildi.
 
İktidardaki Kendin Karar Al Hareketi'nin (VV) adayı olan Osmani, oylamanın üçüncü turunda 71 milletvekilinin oyunu alarak oy çokluğuyla ülkenin yeni cumhurbaşkanı oldu.
 
120 üyeli Kosova Meclisi'nde yapılan oylamaya 82 milletvekili katılırken, 11 oy geçersiz sayıldı.
 
Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci ve ikinci turlarında, seçim için gerekli üçte iki çoğunluk sağlanamadı.
 
Osmani'nin cumhurbaşkanı seçilmesine Kosova Demokratik Partisi (PDK), Kosova'nın Geleceği İçin İttifak (AAK) ve Sırp Listesi destek vermedi.
 
Cumhurbaşkanı seçilmesi için yeterli çoğunluğun sağlanması adına eski partisi Kosova Demokratik Birliği (LDK) Osmani'ye destek oldu.
 
- Vyosa Osmani kimdir?
 
Kosova'nın Mitrovica kentinde 17 Mayıs 1982'de dünyaya gelen Osmani, ilkokul ve liseyi bu şehirde bitirdi.
 
Priştine Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olan Osmani, yüksek lisans ve doktora eğitimini ABD'deki Pitsburg Üniversitesinde tamamladı.
 
Gençlik yıllarında LDK'ye katılan Osmani, bu partiden birkaç dönem milletvekilliği de yaptı.
 
Kosova Meclis Başkanı olarak görev yapan Osmani, eski cumhurbaşkanı Haşim Thaçi'nin istifa etmesinin ardından cumhurbaşkanlığı görevini de vekaleten yürüttü.
 
Kosova'da 14 Şubat 2021'de yapılan genel seçim öncesi LDK'den ayrılan Osmani, seçime VV safında katıldı.
 
Osmani, uluslararası hukuk ve ticaret hukuku alanlarında bazı kitap, makale, monografi ve çalışmalar yayınladı.
 
Evli ve iki çocuk annesi olan Osmani, ana dili Arnavutçanın yanı sıra İngilizce, Türkçe, İspanyolca ve Sırpça da biliyor.