Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Almanya’ya işçi göçü Türkiye’nin akademik proramlarına kadar birçok alanda konu olmaya  başladı. Ancak yaşadığımız Almanya’da malesef beklentimiz çok daha fazla olmasına rağmen, Türkiye kökenli sivil toplum kuruluşlarımız bu konuya fazla ilgi göstermediler. Şunu bilmeliyiz ki, bu tarihi sürece ilgi göstermeyen, öğrenmeyen ve öğretmeyenlerin gelecek nesilleri de bu sosyo-kültürel sürece ilgi göstermeyeceklerdir.

Göç dinamik bir olaydır, dolayısıyla Almanya’ya Türk göçü hala devam etmektedir. Yeni gelenler eskilerin yerlerine geçiyor, işler devam ediyor ve şekil degiştirerek te olsa, Almanya’nın ekonomisine katkıda bulunmaya devam ediyoruz. Ekonominin kuralı gereği herkese uygun işler teklif edilmek suteriyle, Almanya Türklerinin kualifikasyonuna göre  kendilerine istihdam sağlanıyor.

Almanya ve Türkiye bu göçten ne kadar faydalandı, bu hep soru işareti olarak kaldı. Her iki ülke de emek ve para olarak baktıkları için, Türk işçilerinin insani ihtiyaçları hep gözardı edildi ve bu ülkeye sosyalizasyonları uzun sürdü. Özellikle Almanya Türk göçmenlerin dinamizminden tam olarak faydalanamadı. Türkiye’den gelen göçmenlerin sosyo-kültürel alanda din ve kültürleri ile ilgili çalışmalar yapılmadı.

Oysa, bir ülke göçmenler için cazip olduğu sürece dinamizme sahiptir. Göçmenler tek yönlü bir yolculuğa çıkarlar ve geri dönülecek yuvaları yoktur. Fakat cesaret, kararlılık ve geleceği yakalama hayalini sürekli yanlarında taşırlar.

Şehirleşmiş ülkelerin ekonomisi bakımından göçmen işçiler ölümsüzdürler; ölümsüzdürler çünkü sürekli olarak yerleri başkaları ile doldurulabilir. Göçmen işçiler doğmaz, yetiştirilmez, yaşlanmaz, yorulmaz ve ölmezler. Bir tek işlevleri vardır onların: çalışmak, çalışmak ve yine çalışmak.

Tarih boyunca sürekli göçen Türkler için Almanya yeni yurtlardan biri olmuştur. Yurt giderek vatanlaşırsa göçmenler daha verimli ve mutlu olurlar. Göç- Türkler’in şu anki konumu Almanya’nın onlar için vatan olduğunu göstermektedir. Bu insanların sorunları Türkiye ve Almanya’da bilimsel anlamda mercek altına alınmaktan ziyade, günlük iç politikalara dolgu malzemesi yapılarak kısır tartışmalara alet edilegelmiştir. Her iki taraf için de sürpriz bir şekilde başlayan bu yolculuk hala devam etmektedir. 60 yıllık süreci tartışmaya açmak sorunların çözümü için de çok önemli başlangıç teşkil edecektir.

Türkiye tarafından bakıldığın da ilk 15 yılda Almanya’da çalışan Türklerden devlet ciddi anlamda döviz beklentisine girmiştir. Merkez Bankası’nın Almanya’ya gelişi 18 Aralık 1962’dir. Yani işçilerin gelişinden 1 yıl sonra Frankfurt Kaiserstr. de Dresdner Bank ve  Commerz Bank’ı muhabir banka olarak kullanarak Türkiye’ye döviz transferleri gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bunlar doğru çalışmalardır. Tarihi süreç bilinsin diye anlattım.

Bu bilgileri daha açık vereyim, 1965-1973 yılları arasındaki Suat Hayri Ürgüplü, Süleyman Demirel, Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu, Sadi Irmak ve Bülent Ecevit Hükümetlerinin bir sonraki yıl için açıkladıkları bütçe tahminlerinde %17 ile %29 arasında “İşçi Dövizlerinden Karşılanacak” ibareleri vardır. Ne var bunda demeyin lütfen, gerisini bekleyin.

O yılların meclisi uzun süre 450 kişidir. Bütçelerde işçi dövizlerinin geliri için parmak kaldıran vekillerinden hiç biri bu dövizleri gönderen insanların sosyo-kültürel ihtiyaçlarını düşünmedi. Bayram namazı, Cuma namazı, cenaze işlemleri, evlenmeler, boşanmalar nasıl gerçekleşiyor Almanya’da diyen bir Allahın kulu olmadı.

Dış temsilciliklerde yetkili ataşelikler o kadar azdı ki, Türklerin yıl sonunda doldurdukları Vergi Denkleştirme “Lohnsteuerjahresausgleich” bile ilk defa 1967 yılında gerçekleştirildi. Tamamına yakını çalışan insanlardan oluşan 600 bin Türk’ün vergi denkleştirmesi konusundaki bilgisizliğinin neye mal olduğunu ortalama 1500 Alman Markı üzerinden siz hesaplayın.

Tariçilerin ortaya koyduklarını  lütfen suçlama değil, tespit olarak kabul edin. Almanya’ya Türkler için yeterli öğretmen ve din görevlisi kadrosu 1975 yılından sonra verildi, yani 14 yıl sonra. Türklerin sayısi ise 1,7 milyondan fazla olmuştu. Din İşleri Müşavirliği kadrosu ise 1979 yılı sonunda ihdas edildi.

Sirkeciden trenler ile gelenlerden, Almanya’da kalanlar ile konuşuyorum. 5 yıl sonra ara-mızdan tamamı ayrılacak olan ilk neslin sözel hikayelerini kayda alıyorum. Her biri bir film, roman veya kitap olacak edebiyat şahanesi hatıraları malesef Türk devleti ve milleti olarak kaybediyoruz. Almanya ise ülkesindeki insanları sadece rakam olarak ele alıp kayıtlara geçti. Onun için sayıların arkasındaki insanlar sürekli hep öteki oldu radikal grupların gözünde.

Ülkelerin ilişkileri bazen 10, bazen de 300 yılda oluşur. İkili ilişkiler bazen bir savaş ile, bazen kader ortaklığı bazen de dostluk şarkıları içinde yetişen gençliğe uzatılan zeytin dallarının hatıraları ile şekillenir. Var olan dostluk fidanına arada dökülen bir damla su bile dost-luğun gelecek nesillerde devam etmesine bir önemli sebep olur. Türk-Alman İlişkilerinin değişmez perspektifi, bu doğrultuda gelecek nesillerde hız kesmeden devam edecektir. Onun içindir ki, Fransa’nın açıklamaları sinek kadar, Yunanistan ayarındaki devletlerin karşı söylemleri ise sivri sinek gibidir. Türkler nesiller boyu bu ülkelerin karşı söylemlerine alışmışlardır. Ancak Alman siyasetinin zirvesinden yapılan Türkiye aleyhine negatif açıklamalar Anadolu’nun en ücra kahvehanesinde yankıla narak bir üzüntü yumağına dönüşür.

Avrupa Birliği önümüzdeki günlerde Türkiye ile ilişkileri masaya yatıracak. Almanya’nıın dönem başkanlığındaki son zirve olacak olan bu zirvede, Türkiye ile ilgili önemli kararların da alınması-nın gündemde olduğu belirtiliyor. Alınacak kararlar ve varılacak sonuçlar ne olursa olsun Türkiye’nin siyasi, idari kültürel ve askeri ilişkileri Avrupa ile devam edecek ve gelecekte de Türklerin yönü Avupa’yadönük olmaya devam edecek. Çünkü Türkiye Avrupa’nın kıtaya uzanan ilk köprü, sınırı ve doğuya açılan kapısıdır. Bin yııldır böyle olan bu jeopolitik durum gelecek bin yılda da böyle olacaktır.

Son yüzyılda kıtada gerçekleşen iki büyük dünya savaşına rağ-men sadece Avrupa değil dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olan Almanya’nın askeri stratejilerine bakıldığında, hep doğuya doğru bir açılma uğruna bunca büyük risklere girdiğini görüyoruz. Doğudaki iki güç ise Rusya ile Türkiye’dir. Sıcak ve soğuk iklimlerin güçlük devleri olan Rusya ve Türkiye geleneksel Alman siyaseti için hedef ülkeler idi ve gelecekte de olmaya devam edecektir. Dolayısı ile “Drang nach Osten” siyaseti Almanya için hiç önemini kaybetmemiştir.

Ancak, Almanya’nın ilgi alanı-na giren bölgenin iki büyük devleti olan Rusya ve Türkiye arasında Almanya’nın farkına varması gereken ciddi bir ayrıntı da var. Rusları hep silah zoru ile yanlarına çekmek isteyen Almanya, Türkiye’nin 150 yıldır kendi yanlarında durduğunu maalesef farketmiyor. Türkiye’nin batıdan aldığı eğitim, silah, ekonomi başta olmak üzere tüm ürün ve bilgilerin Almanya kökenli olması sadece Türkiye değil Almanya için de çok önemlidir. Ruslar ile yapılan savaşlarda birkaç neslini kaybeden Almanya, Türkiye’nin sağlam dostluğunu kavrayamamasında acaba dış etkenler mi bu ülkeyi yönlendiriyor diye düşünmemek elde değil.

Avrupa Birliği’nin lider ülkesi Almanya Türkiye’nin en çok destek beklediği ve bir çok konudaki ortak menfaati olan ülkelerdir. Görünürde Fransa ila eş başkanlık görüntüsü veren Almanya’nın AB politi- kalarına küçük devletlerin etkisini de anlayabiliyoruz. Türkiye’nin ve Almanya’nın birbiri ile olan çıkarlarını üst üste koyduğumuzda ilişkilerin ağır aksak giderek sürekli tartışma yaratılmasında etkili ülkelerin 15 tanesini yanyana getirip 2 ile çarpıp üçe bölündüğünde bile Türk-Alman Ticari ilişkilerin portföyüne ulaşması mümkün değil.

Türkiye’nin AB nezdinde eksik kriterleri olduğu doğrudur. En basitinden komşuları ile olan sorun-larını hallet deniyor Türkiye’ye. Ancak, aynı şekilde Türkiye’nin komşularına da “Türkiye ile olan sorunlarını hallet” denmiyor. Türkiye’nin kendi güvenliği için NATO dışı imkanları kullanmasına çok şaşıran AB ülkeleri, kendilerini biraz da Türkiye’nin yerine koyarak empati yapmalılar.

Alman siyaseti, Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları’nın siyasi kaprislere bürünmüş politikalarına Türk-Alman Dostluğu’nu kurban etmemelidir.