Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Sandra Kok-Kaiser, Pflegedienstleitung an der Klinik Hallerwiese-Cnopfschen Kinderklinik,hält es für sehr wichtig, dass Politiker das Gespräch mit Auszubildenden suchen: „Viel zuoft wird über Pflegekräfte gesprochen, statt mit ihnen. Die Politik muss die Wünsche und „Advanced Nursing Practice“. Die Absolventen haben später in ihrem Beruf mehr Eigenverantwortung und können autonomer arbeiten als unsere Pflegekräfte. Das steuert dem Ärztemangel in den Krankenhäusern entgegen.“
Bedenken von Pflegern und Nachwuchskräften endlich ernst nehmen, sonst lässt sich der Fachkräftemangel nicht in den Griff bekommen. Deshalb freue ich mich sehr, dass unsere Auszubildende Theresa Batzel an der Podiumsdiskussion teilnimmt.“
BERLİN (AA) - Almanya’da yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla mücadelede alınan tedbirlerin sertleştirilmesini öngören Enfeksiyona Karşı Koruma Yasası'nın iptali için Anayasa Mahkemesine müracaat edildi.
TEKİRDAĞ (AA) - MESUT KARADUMAN - Tekirdağ Dr. İsmail Fehmi Cumalıoğlu Şehir Hastanesinde Kovid-19 yoğun bakım sorumlusu Uzman Dr. Ayşen Erer, yeni tip koronavirüsle mücadele sürecinde en çok, hastaları solunum cihazına bağlarken üzüldüklerini söyledi.
Erer, AA muhabirine, sağlık çalışanlarının salgının başından bu yana hastanede özveriyle görev yaptığını belirtti.
Meslek hayatında ilk defa böyle bir salgınla karşılaştığını, görev yaparken hastalığı evdeki yaşlı aile bireylerine bulaştırma korkusu yaşadığını anlatan Erer, "Bana bulaşması sıkıntı değil ama sevdiğim bir insanın benim yüzümden hasta olma ihtimali beni gerdi. Sürekli aklınızın bir köşesinde bununla yaşıyorsunuz." dedi.
Erer, salgın ilk başladığında Tekirdağ'daki ilk hastalara servislerinin baktığını ifade etti. Bu süreçte büyük korku yaşadıklarını ancak zamanla her şeyi öğrendiklerini belirten Erer, "Hastalık her şeyi öğretiyor. Şimdi hastalarımızın kötüleşmesinde neler yapabileceğimizi biliyoruz. Salgın bize her şeyi öğretti." diye konuştu.
Ayşen Erer, sağlık çalışanlarının verdiği mücadeleyi, vatandaşların da tedbirlere uyarak vermesi gerektiğinin altını çizerek, şöyle devam etti:
"Sağlık çalışanları olarak insanların hayatını kurtarmak için ailelerimizin hayatı da dahil herkesi riske atıyoruz. Biz başkalarının sağlığı için çalışıyoruz ama başkaları bunu görmezden gelip maske takmadığı zaman üzülüyorum. Bizim burada verdiğimiz mücadele korkunç. İnsanlar bunu görmüyor ama burası savaş alanı gibi. Her gün burada savaş veriyoruz. Sürekli bir mücadelenin içindeyiz. Bunu herkesin anlamasını isterim ama çoğu insan bunu anlamıyor."
- "Hastalarımız ailemiz gibi oldu"
Salgının ilk zamanlarına göre vakalarda daha fazla artış olduğuna dikkati çeken Erer, bunların büyük bölümünün tedbirlere uymamaktan kaynaklandığını vurguladı.
Erer, gerekli tedbirler alındığında riskin en az düzeye indiğine işaret ederek, şunları kaydetti:
"Hastalarımız ailemiz gibi oldu. Nefes almakta zorluk çektiklerini görmek bizi üzüyor. Biz de elimizden geldiğince daha rahat nefes almalarını sağlamaya çalışıyoruz ama bazen çok da faydası olmuyor. Bu insanların bilinçleri açık, söylediklerimizi anlıyorlar, sizi makineye bağlayacağız, deyince tamam diyorlar. 40 yaşında taburcu ettiğim bir hastam oldu. Entübe etmeden önce bana '11 yaşında oğlum var' dedi. Ben de bunu duyunca çok etkilendim. 'Bir şekilde seni buradan çıkaracağım' dedim. Yaklaşık 20 gün sonra taburcu ettik. Şu an ailesiyle, oğluyla görüşüyorum. Oğlu bana 'beni babama kavuşturduğun için teşekkür ediyorum' dedi. Bu benim için dünyadaki en anlamlı hediyeydi."
EDİRNE (AA) - Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Levent Öztürk, gün içinde yapılan ve "şekerleme" diye tabir edilen kısa süreli uykunun, uyku düzeninde bozukluklara yol açtığını bildirdi.
Prof. Dr. Öztürk, uyku sağlığıyla ilgili çevrim içi düzenlenen bir panelde, uyku sağlığının, kaliteli ve sağlıklı bir yaşamın en önemli öğelerinden biri olduğunu ifade etti.
Biyolojik olarak ihtiyaç duyulan uykunun alınmasının sağlık açısından önemine dikkati çeken Öztürk, uykunun gece saatlerinde karanlık ve rahat bir ortamda olması gerektiğini dile getirdi.
Öztürk, uyku düzeninin anne karnından itibaren kendine özgü bir gelişimi olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
"Yeni doğan, özellikle 0-1 yaş arası bebeklerde uykunun bir diğer özelliği polifazik olması. Yeni doğan bebekler günde 15-16 saat uyurlar ve bu uyku çok parçalı şekilde uyunur. Yani uyur, uyanır ve beslenir ardından tekrar uyur. Çocukluk çağına geçildiğinde bir fazlı döneme geçer. Gece uykusu, buna eşik eden akşam üzeri yapılan bir şekerleme uykusu gibi. Erişkin bireyde ise istenen uykunun gece tek parça halinde uyunması önerilir."
-"Gündüz uykusu gece uykusunu öteler"
Öztürk, özellikle sıcak iklime sahip ülkeler başta olmak üzere dünya genelinde akşamüstü uykusunun gözlemlendiğini ifade etti.
Gündüz uykusunun gece uykusunu ötelediğini vurgulayan ve uyku düzenini bozduğuna işaret eden Öztürk, şöyle konuştu:
"Gündüz biz bir saat uyuduğumuz zaman geceleyin uykuya dalma süremiz daha ileriye itilmiş oluyor. Normalde 12'de yatıp uyuyabilecekken gündüz şekerlemesi yaparsak 12'de yattığımızda uykumuz gelmez. Uyku süremiz daha ileri itilir. Geç yatmak beraberinde geç kalmayı getirir. Çünkü vücudun belli bir uykuya ihtiyacı var, o değişmiyor. Bu durumda uyku düzeni bozulabilir.
Şekerlemeler genel olarak önerilen bir şey değildir. Belli durumlarda önerilebilir. Örneğin kişi akşam uykusuz kalmışsa ve gün içinde arabayla yola çıkacaksa öncesinde biraz kestirmesi olumlu bir şey. Yolda direksiyon başında uykuya dalmasını engelleyecek bir şey olarak kıymetlidir. Ama herkes her gün akşam üzeri bir saat uyusun, gibi bir öneri yok. Şekerleme uykularının da 40 dakika uykuyu geçmemesi önerilir. Tabi en ideali uykuyu akşam uyumak."
İSTANBUL (AA) - Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Kliniği Eğitim Görevlisi Prof. Dr. Ramazan Kargın, kalp hastalığı olanların oruç tutma kararını, tedavilerini yürüten hekimle birlikte alması gerektiğini bildirdi.
Prof. Dr. Kargın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Müslüman alemi için büyük öneme sahip ramazan ayının birçok faziletlerinden birinin de oruç ibadetinin vücut sağlığı için faydaları olduğunu belirtti.
Kalp damar hastaları için de bu ayın ayrıca önem taşıdığını dile getiren Kargın, ilerlemiş kalp hastalığı olanlarda veya belirtileri ani başlayanlarda hastalığa bağlı yaşamsal risk durumu oluşabildiğini, oruçlu günlerde uzun süre gıda ve sıvı alınmamasının hassas olan vücut fonksiyonlarında değişikliklere yol açabildiğini vurguladı.
Kargın, "Kalp damar hastalıkları, ritim bozuklukları, yüksek tansiyon ve ileri evre kalp yetersizliğine kadar değişebilen birçok hastalığın tek bir tipini veya birçoğunu birlikte barındırabilir. Bu hastalıklarda uygulanan tedavi ile klinik durum hemodinamik olarak normal şartlarda tutulmaya çalışılıp, hasta şikayetlerinin giderilmesi amaçlanır. Ancak, bazen klinik durumun karmaşık olması veya hastalığın ani başlaması nedeniyle hastane şartlarında da tedavi uygulamaları yapılır. Dolayısıyla hastalığın tipi ve şiddetine göre oruç tutma kararı, takibini yapan hekimle birlikte değerlendirilerek karar verilmelidir." diye konuştu.
- "Hastalar oruçlu oldukları dönemde de ilaçlarına devam etmeli"
Hastaneden taburcu olan hastalarda kalp krizi geçirenlerin, stent takılanların, kalp yetersizliği olanların birkaç hafta, kalp ameliyatı ya da kalp nakli olanların ise aylar sonra günlük aktivitelerini rahat bir şekilde yapabilecek duruma geldiklerini belirten Kargın, bu hastaların ancak günlük aktivitelerini rahat şekilde yaptıkları dönemden itibaren oruç tutmaya başlayabileceklerini aktardı.
Kargın, şöyle devam etti:
"Devam eden göğüs ağrısı, nefes darlığı ve rahatsızlık veren çarpıntı, kontrol altına alınamayan kan basıncı, ileri evre kalp yetersizliği ya da yüksek doz ilaç alan kalp hastalarında klinik durum değişkenliğinin fazla olması ve daha yoğun ilaç alması gerektiği için bu hastalarımız oruç tutmayabilirler. İlaç tedavisi ile kardiyak şikayeti düzelen, kan basıncı normal seyreden, yakın zamanda hayatını tehdit eden bir kalp rahatsızlığı ya da ameliyatı geçirmemiş hastalarımız, sahur veya iftarda ilaçlarını almak koşuluyla oruçlarını tutabilirler. İlaç tedavisinin ayarlanması oruç tutmadan önce yapılmalıdır. Hastalar oruçlu oldukları dönemde de ilaçlarına devam etmelidir. Günde tek doz ilaç kullananlar sabahki ilaçlarını sahurda, akşamki ilaçlarını iftarda alarak tedavilerine devam edebilirler. Önemli olan ilacın her gün aynı saatte alınmasıdır."
Prof. Dr. Ramazan Kargın, ramazan ayında da sağlıklı beslenme alışkanlıklarına devam edilmesi gerektiğini, iftar ile sahur arasında yeterli ve dengeli bir beslenme ile sıvı alımının önemli olduğunu anlatarak, "Ramazan ayında da kalp sağlığımıza dikkat etmeliyiz. Oruç tutma kararını tedavimizi yapan hekimimizle birlikte değerlendirmeliyiz. İlaçların kullanım düzeni önceden belirlendikten sonra, iftar ve sahurda doğru ve ölçülü beslenerek, yeterli sıvı alarak oruç ibadetimizi yapabiliriz." ifadelerini kullandı.
İSTANBUL (AA) - Medipol Pendik Üniversite Hastanesi'nden Diyetisyen Gizem Gençyürek, sahura kalkmadan oruç tutmanın bağışıklık sistemini savunmasız bırakabileceğine dikkati çekerek, "Bağışıklık sistemimizi güçlü tutmak için, taze sebzelere ve meyvelere iftar ve sahur sofralarında mutlaka yer vermeliyiz" ifadesini kullandı.
Medipol'den yapılan açıklamada değerlendirmelerine yer verilen Gençyürek, KOVİD-19 salgınında ihtiyaç duyulan güçlü bağışıklık sistemi için sahurda ve iftarda doğru beslenmenin önemine dikkati çekti.
Gençyürek, "Sahur ve iftarda tüketeceğimiz besinler içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde çok daha önemli hale geldi. Ramazan ayı boyunca doğru beslenerek bağışıklık sisteminizi güçlendirebilirsiniz." dedi.
Özellikle Ramazan ayında probiyotiklerden yoğurt ve kefir gibi besinlerin mutlaka tüketmesi gerektiğine vurgu yapan Gençyürek, "Et, yumurta, balık gibi kaliteli protein kaynakları beslenmemizde yer almalı. İyi C vitamini kaynağı olan kırmızı kapya biber, maydanoz, limon, portakal gibi besinleri sahur ve iftar sofralarına mutlaka eklemeliyiz." ifadesini kullandı.
Gençyürek, sahura kalkmadan oruç tutmanın bağışıklık sistemini savunmasız bırakabileceğine dikkati çekerek, şunları kaydetti;
"Bağışıklık sistemimizi güçlü tutmak için, taze sebzelere ve meyvelere iftar ve sahur sofralarında mutlaka yer vermeliyiz. Zeytinyağı, Hindistan cevizi yağı, fındık, badem, ceviz gibi sağlıklı yağ kaynaklarını tüketmeliyiz. Hazır paketli gıdalar, sofra şekeri, hamur işleri, asitli içecekler gibi basit karbonhidrat kaynaklarından uzak durmalıyız ve tam tahıllı kompleks karbonhidrat kaynaklarına yönelmeliyiz. İftarla sahur arasında 2 litre su tüketimini tamamlayıp, uyku düzenimize önem vermeliyiz."
Yemek ve salatalara ekstra tuz koymamak için tuzlukların sofralardan kaldırılması uyarısında bulunan Gençyürek, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
"Özellikle Ramazan ayında turşu, şalgam suyu gibi sodyum içeriği yüksek besinler ile aşırı baharatlı ve acı yiyecek/içeceklerden uzak durmalıyız. Sahurda, reçel, bal, şekerli içecekler, ekstra şeker içeren komposto/hoşaf gibi besinlerden ve fazla porsiyonda meyve tüketiminden kaçınmalıyız. İftarla sahur arasında en az 10 bardak su tüketimi sağlamalıyız. İftar ve sahurda aşırı yağlı yiyeceklerden kaçınmalıyız."
Gençyürek, gün içinde iftara kadar tok tutacak besinlere ilişkin olarak "Süt, az tuzlu/tuzsuz peynir, yoğurt gibi kaliteli protein kaynakları ile çiğ fındık/badem, ceviz gibi yağlı tohumlar tok tutucu özellikleriyle mutlaka sahur sofralarında yer almalı. Beyaz ekmek, pide, makarna, pirinç pilavı gibi çabuk acıkmaya neden olabilecek basit karbonhidrat kaynakları yerine tam buğday ekmeği, çavdar ekmeği gibi tokluk sağlayıcı besinler tüketilmeli." değerlendirmesinde bulundu.