Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

AK Parti ilçe başkanlığına 2024 yerel seçimleri için adaylık başvurusu yapan eski Başkan Ramazan Çalık’ın siyasete aktif bir dönüş yapması çok sayıda Türk ve Alman arasında da heyecanla karşılandı.

 

Geçtiğimiz hafta adaylık başvurusunu yapan Ramazan Çalık ise yaptığı açıklamasında ülkeye hizmetin kesintisiz devam etmesi ve herşeyden önce Serik’in bu hizmeti fazlasıyla hakettiğine inandığını belirterek, “Ak Parti Serik İlçe Belediye Başkanlığı Adaylık başvurumuzu yapmış bulunmaktayız. Serik'imize, vatanımıza ve milletimize hayırlı uğurlu olsun" dedi.

Eski başkan Prof. Dr. Ramazan Çalık’ın adaylığı Almanya’da Serik bölgesinde tatil yapan Almanlar ve Antalya asıllı Türkler arasında ciddi anlamda heyecan yarattı. Serik bölgesinde çok sayıda tatil evi olan veya bölge otelllerinde her yıl düzenli tatil yapan Türkler ve Almanlar da, “Bizi tanıyan, kültürümüzü bilen ve bizimle İngilizce ve Almanca iletişim kurabilen eski başkanın bölgede tekrar belediye başkanlığı için aday olmasına çok sevindik” şeklinde konuştular.

 

Almanya’nın değişik şehirlerinde yaşayan çoğu Antalya asıllı Türkler de bölgedeki siyasetin kalitesinin yükselmesine çok sevindiklerini belirterek ”Prof. Dr. Ramazan Çalık yumuşak üslubu ve siyasi olgunluğu ile özellikle su günlerde her partiden oy alabilecek bir siyasi figürdür. AK Parti Ramazan Çalık ile Serik oylarının %75 ini alacaktır. Ancak herşeyden önemlisi Serik ve Antalya bölgesinin siyasette bilgi, yetkinlik ve kalitesi yüksek olan biri tarafından yönetilmesidir. Kavga etmeyen, sert söylemlerden uzak, gülümseyen, halk ile barışık, toplumu dinleyen ve seçmenler arasında ayrım gözetmeyerek ’İşimiz Gücümüz Serik’ diyebilen bir siyasetçi bölgesine gerçekten kazandırır” şeklinde konuştular.

Prof. Dr. RAMAZAN ÇALIK kimdir 

Prof. Dr. Ramazan ÇALIK, 1961 Antalya-Yeşilyurt|ta doğdu. 09.07.2012 tarihinde Yükseköğretim Kurumu Başkanlığı tarafından Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığına atanan Prof. Dr. ÇALIK, 1985 yılında Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1988 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisansını, 1994 yılında da doktorasını tamamlayarak aynı kürsüde yardımcı doçent olarak atandı.

 

Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi alanında 2005 yılında Doçent ve 2010 yılında Profesör unvanlarını alan ÇALIK, Türk-Alman Dostluk Derneği üyesi olup üç yıl Almanya olmak üzere Avusturya ve İsviçre’de akademik görevlerde bulundu. Yurt içi ve yurt dışında yürütülen uluslararası birçok projede yürütücü ve danışman olarak görev alan Prof. Dr. ÇALIK, uluslararası ve ulusal çok sayıda dergiye de hakemlik yapti. Yürüttüğü projelerle ülkemize 1,5 milyon Euro civarında maddi girdi sağlayan ÇALIK, bu faaliyetlerini halen sürdürmektedir.

 

Almanca ve Türkçe olmak üzere uluslararası ve ulusal hakemli dergilerde pek çok yayını ve 6 kitabı bulunan Prof. Dr. ÇALIK, çok sayıda uluslararası ve ulusal sempozyum ve konferansa konuşmacı ve yönetici olarak iştirak etmiştir.

 

Bir dönem Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Cumhuriyet Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. ÇALIK dekan yardımcılığı, senato üyeliği ve meslek yüksekokulu müdürlüğü gibi çeşitli idarî görevlerde de bulunarak yöneticilik alanında tecrübe sahibi olmuştur.

 2014   yerel seçimlerde Antalya Serik Belediye başkanı seçilen  Prof. Dr. Ramazan Çalık, 2024 yili yerel seçimlerinin de aday adayı.

 

Almanca ve İngilizce bilen Ramazan ÇALIK, evli ve üç çocuk babasıdır.

 

 

 

 

 

- Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcısı Leman Yenigün:
"Kadınların bilgi, yetenek ve tecrübelerinden faydalanmayan ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınma yarışında geride kalacağı gerçeğinden hareketle, sosyal ve ekonomik büyüme ile sürdürülebilir kalkınma hedeflerimize ulaşmak için kadınların hayatın her alanında katma değer oluşturmasını teşvik etmeye devam edeceğiz"
 

BAKÜ (AA) - Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de "Bağlantısızlar Hareketi Kadınların Güçlendirilmesi ve Haklarının Genişletilmesi" konulu uluslararası konferans düzenlendi.

Azerbaycan Aile, Kadın ve Çocuk İşleri Devlet Komitesi Başkanı Bahar Muradova'nın ev sahipliğindeki konferansa Bağlantısızlar Hareketi üyesi ülkelerin üst düzey yöneticileri katıldı. Konferansta konuk kısmında Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcısı Leman Yenigün de yer aldı.

 

Muradova, konferansta Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in katılımcılara mesajını okudu.

Aliyev mesajında Azerbaycan'ın Bağlantısızlar Hareketi dönem başkanlığında hayata geçirilen faaliyetlerden bahsederek Kovid-19 salgınında "aşı milliyetçiliği"ne karşı atılan adımları, bazı ülkelere yapılan yardımları anlattı.

Azerbaycan'ın dönem başkanlığında sömürgecilik karşıtı girişimlere önem verdiklerini belirten Aliyev, "Özellikle Fransa'nın küresel düzeyde yürüttüğü yeni sömürgecilik politikasını ifşa ettik ve bu utanç verici uygulamaya son verilmesi çağrısında bulunduk." ifadesini kullandı.

Aliyev, sömürgeciliğin kadın hakları üzerinde de olumsuz etki bıraktığına dikkati çekti.

 

- "Kadınların hayatın her alanında katma değer oluşturmasını teşvik etmeye devam edeceğiz"

​​​​​​​Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcısı Yenigün, konferansta yaptığı konuşmada, ülkelerin uzun vadede kalkınma vizyonunu yakalaması, sürdürülebilirliğini sağlaması, vatandaşların refah düzeyinin artırılması için kadın ve erkeklerin kalkınma hamlesinin her sürecinde dayanışma içerisinde yer alması gerektiğini söyledi.

Yenigün, kadınların ekonomik ve sosyal yaşama katılımlarının güçlendirilmesi için Türkiye'de yapılan çalışmaları anlatarak, "Hem özel hem kamu sektöründe kadınların karar alma mekanizmalarına etkin katılımları için yaptığımız çalışmalar sonucunda iş dünyası, siyaset, bürokrasi, akademi, hukuk ve askeri gibi alanlarda karar alma mekanizmalarında yer alan kadınların sayısı gün geçtikçe artıyor." dedi.

 

Kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında etkin ve kalıcı tedbirlerin alınmasına dair çalışmalara kararlılıkla devam ettiklerini vurgulayan Yenigün, "Kadınların bilgi, yetenek ve tecrübelerinden faydalanmayan ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınma yarışında geride kalacağı gerçeğinden hareketle, sosyal ve ekonomik büyüme ile sürdürülebilir kalkınma hedeflerimize ulaşmak için kadınların hayatın her alanında katma değer oluşturmasını teşvik etmeye devam edeceğiz." diye konuştu.

Yenigün, "Türkiye Yüzyılı" programına ilişkin şunları kaydetti:

"Bu program, Türkiye'nin çağa yön veren bir ülke olmaya başladığının işareti ve sembolüdür. Bu dönemde başarıya ulaşmanın ve vatandaşlarımızın refahını sağlamanın, nüfusun yüzde ellisini oluşturan kadınlar olmadan mümkün olmadığının bilincindeyiz. Kadın liderlerin küresel etkisini artırmak için toplumlarımızda eşitlik ve kapsayıcılık için daha fazla çaba göstermeliyiz. Kadınların liderlik pozisyonlarına erişimini kolaylaştırmak ve destekleyici politikaları teşvik etmek bu anlamda çok önemlidir. Kadınların toplumsal hayatın her alanında daha aktif, üretken ve güçlü şekilde yer almaları, adil bir şekilde hak, kaynak ve fırsatlardan yararlanmaları ve kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin önlenmesi için çalışmalarımıza kardeş ülke Azerbaycan'la güçlü işbirliklerinde kararlılıkla devam edeceğimize inanıyorum."

 

BAKÜ (AA) - Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ayhan Hacızade ile Savunma Bakanlığı Sözcüsü Anar Eyvazov, Karabağ'da Ermenistan'ın yasa dışı faaliyetleri ve savaş suçlarına ilişkin yeni bulguları diplomatik misyon temsilcileriyle paylaştı.

Azerbaycan Dışişleri Bakanlığında, ülkede faaliyet gösteren diplomatik misyon temsilcileriyle askeri ataşelere işgal döneminde Ermenistan'ın Karabağ'daki yasa dışı askeri faaliyetlerine ilişkin brifing verildi.

Hacızade ve Eyvazov, Ermenistan'ın hem 30 yıllık işgal döneminde hem de sonrasında Azerbaycan topraklarında silah depoladığını ve arazileri mayınladığını anlattı.

 

Toplantıda, 2. Karabağ Savaşı'ndan sonra Azerbaycan ordusunun istihkam birliklerinin 10 binden fazla anti personel, yaklaşık 3 bin anti tank mayını ile yaklaşık 12 bin patlamamış mühimmatı tespit ederek etkisiz hale getirdiği bildirildi.

Ermenistan'ın 2. Karabağ Savaşı sonrasında da bölgedeki yasa dışı rejime silah sevk ettiğinin anlatıldığı toplantıda, bölgede 2021'de üretilen silahların tespit edildiği belirtildi.

Hankendi şehrinde askeri araç ve insansız hava araçlarının modifikasyonunun yapıldığı atölyenin bulunduğu bildirilen toplantıda, hem bu atölye hem de Ermeni güçlerin sivillere mayın monte edilen insansız hava araçlarının kullanımı hususunda eğitim verdiğini gösteren videolar da paylaşıldı.

 

Toplantıda ayrıca, yasa dışı Ermeni güçlerin kullandığı ve Azerbaycan ordusunun eline geçen silah, mayın ve insansız hava araçlarından bazıları da sergilendi.

 

 

 

Senatonun kararı ve Azerbaycan'a yönelik temelsiz eleştirilerin, bölgede barış ve istikrara yönelik çabalar için ciddi engel oluşturduğu belirtildi
 

BAKÜ (AA) - Azerbaycan Milli Meclisi, ABD Senatosunun Ermenistan yanlısı kararını, kabul ettiği bildiriyle kınadı.

Milli Meclisin Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda, ABD Senatosunda 15 Kasım'da kabul edilen "2023 yılı Ermenileri Savunma Yasası"nı kınayan bildiri kabul edildi.

 

ABD Senatosunun kararının "Kabul edilemez." olduğu belirtilen bildiride, "ABD Senatosunun Azerbaycan'ı açıkça hedef alan kararını şiddetle kınıyoruz." ifadesi yer aldı.

Son dönemde ABD yetkililerinin önyargılı açıklamalarının, iki ülke arasındaki stratejik ilişkilere zarar verdiği belirtilen bildiride, "ABD Senatosunun bu kararı ve Azerbaycan'a yönelik temelsiz eleştiriler, bölgemizde barış ve istikrara yönelik çabalar için ciddi engel oluşturuyor." değerlendirmesinde bulunuldu.

Senatonun kararının İslam karşıtı senatörlerce hazırlandığına işaret edilen bildiride, kararın çifte standardın açık örneği olduğu vurgulandı.

ABD Kongresindeki Azerbaycan karşıtı görüşmelerin "absürt tiyatro oyunu" ve "ikiyüzlü ABD politikasının yeni bir göstergesi" şeklinde nitelendirildiği bildiride, ABD'nin, Hocalı Katliamı dahil Azerbaycanlılara karşı işlenen tüm suçları görmezden geldiği kaydedildi.

 

Bildiride, "ABD'nin Türkiye'deki darbeyi desteklediği ve darbe girişiminde kilit rol oynayan FETÖ ve benzeri terör örgütlerini himaye ederek kendi kukla rejimini oluşturmaya çalıştığı bilinen bir gerçektir. Bugün İsrail-Filistin çatışmasının alevlenmesinin asıl sorumlusu ABD'dir." ifadeleri kullanıldı.

 

ANKARA (AA) - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Batman'ın Kozluk ilçesinde 2017'de teröristlerin saldırısı sonucu 22 yaşında şehit olan öğretmen Şenay Aybüke Yalçın'ın hayatını ve öğretmenlik azmini beyazperdeye taşıyan, "Aybüke; Öğretmen Oldum Ben!" filminin galasına katıldı.

24 Kasım Öğretmenler Günü'nde yarın sinemaseverlerle buluşacak "Aybüke; Öğretmen Oldum Ben!" filminin galası, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde yapıldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, filmi, eşi Emine Erdoğan, şehit öğretmen Aybüke Yalçın'ın annesi Zehra, babası Sadık, kardeşi Aybars Yalçın ve filmin oyuncularıyla birlikte izledi.

 

Filmin bitiminde eşi Emine Erdoğan ile sahneye çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, şehit öğretmenin ailesi tarafından Aybüke Yalçın'ın kullandığı bağlama hediye edildi. Erdoğan, Yalçın'ın babasından bağlamayı öperek aldı.

TRT Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı da Emine Erdoğan'a Aybüke Yalçın'ın simge fotoğrafında kullandığı sembolik kırmızı yazmayı ve minyatür bağlamayı takdim etti.

 

TRT Ortak Yapımı "Aybüke; Öğretmen Oldum Ben!" filminin galasına, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ile filmde adı geçen şehit Kaymakam Muhammet Fatih Safitürk'ün eşi Ayşegül Safitürk ile şehit Uzman Çavuş Soner Fazlıoğlu'nun ailesi de katıldı.

 

 

BERLİN (AA) - Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner, Anayasa Mahkemesinin hükümetin kullanılmayan 60 milyar avroluk Kovid-19 fonunun yeniden tahsisinin yasal olmadığına kararından kaynaklanan bütçe krizini hafifletmek amacıyla önümüzdeki hafta Kabineye 2023 için ek bütçe sunacağını bildirdi.

Alman Anayasa Mahkemesi, 15 Ekim'de koalisyon hükümetinin Kovid-19 salgını döneminden (2021 bütçesinden) kalma 60 milyar avroluk kullanılmamış krediyi İklim ve Dönüşüm Fonu’na aktarma kararının Anayasa'ya aykırı olduğuna hükmetmişti.

Mahkemenin bu kararı, hükümeti harcama planlarını revize etmeye ve özel bütçe dışı fonları kısıtlamaya zorlamıştı.

 

Lindner, Berlin’de gazetecilere yaptığı açıklamada, mahkeme kararının ardından oluşan bütçe krizini hafifletmek amacıyla önümüzdeki hafta Bakanlar Kuruluna 2023 için ek bütçe sunacağını kaydetti.

Ardından gelecek yılın harcama planı konusunda hükümet ortaklarıyla görüşmelere başlamayı planladığını belirten Lindner, "Artık başta elektrik ve gaz tavanı olmak üzere harcamaları anayasal güvence altına alacağız. Bunun için bu ek bütçeye ihtiyaç var." ifadesini kullandı.

Öte yandan, Maliye bakanlığına göre Lindner’in ek bütçe teklifi Anayasa'daki borç freni mekanizmasının 2023 için askıya alınmasını da içerecek.

 

Christian Lindner, Almanya Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararının açıklandığı 15 Kasım'da, İklim ve Dönüşüm Fonu bütçesinin dondurulması talimatını vermişti.

Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller Partisi ve Hür Demokrat Parti'nin (FDP) oluşturduğu koalisyon hükümeti, mahkemenin kararının ardından 2023 ve 2024 federal bütçelerini Anayasaya uygun şekilde hazırlamaya çalışıyor.

Ekonomistlere göre mahkemenin kararı, federal hükümeti bu yasama döneminin en büyük ekonomi politikası sorunuyla karşı karşıya bıraktı.

Öte yandan, 2024 federal bütçesine ilişkin bugün yapılması planlanan oturum iptal edilmişti.

MÖLLN (AA) - Almanya'nın Schleswig Holstein eyaletine bağlı Mölln kentinde 23 Kasım 1992'de aşırı sağcılar tarafından kundaklanan evde yaşamını yitiren 3 Türk vatandaşı Bahide Arslan, Yeliz Arslan ve Ayşe Yılmaz için anma töreni düzenlendi.

Irkçılığın kınanması ve benzer saldırıların unutturulmaması amacıyla düzenlenen programa, katliamda aile fertlerini kaybeden Arslan ailesi, Mölln Belediye Başkanı Ingo Schaeper, Türkiye'nin Hamburg Başkonsolosu Emine Derya Kara ve çok sayıda Möllnlü katıldı.

Kurpark'ta düzenlenen etkinlikte konuşan Hamburg Başkonsolosu Kara, korkunç saldırının üzerinden 31 yıl geçmesine rağmen acının hala taze olduğunu belirtti.

 

Saldırının Almanya'daki diğer ırkçı saldırılar gibi hafızalarda yerini koruduğunu vurgulayan Kara, "Toplumumuzda derin yaralar açan bu gibi elim hadiselerin unutulmaması ve unutturulmaması, benzeri saldırıların gelecekte yaşanmaması için son derece önemlidir ve hepimizin asli sorumluluğudur." dedi.

Kara, demokratik toplumlarda yeri olmayan ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslam düşmanlığına karşı siyasal, toplumsal ve yasal düzlemde tüm gerekli tedbirlerin alınması ve topyekün mücadele edilmesinin son derece önemli olduğunu kaydetti. Kara şöyle devam etti:

"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Almanya'daki temsilcileri olarak, Almanya ile ilişkilerimizin en önemli boyutlarından birini teşkil eden ve 60 yıldan uzun bir süredir Almanya’ya ve Alman toplumuna birçok alanda yadsınamaz katkılarda bulunmuş olan vatandaşlarımızın hak ettikleri şekilde huzur, esenlik, refah içinde, Alman toplumuyla uyum içerisinde yaşamaları için Alman makamlarıyla işbirliğini sürdürmeye devam edeceğiz. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın son bulması için karşılıklı saygı ve hoşgörünün toplumsal ilişkilerimizin temel prensibi haline getirilmesi ve zor zamanlarda dayanışma gösterilmesi son derece kıymetlidir."

Kundaklanan evde yaşamını yitiren Bahide Arslan'ın oğlu Faruk Arslan da yaptığı konuşmada 31 yıl önceki gibi acısının hala taze olduğunu belirterek, "53 yıldır Almanya'da yaşıyorum ve çok üzgünüm. 30 yıldır yüreğimde koca bir kara taş taşıyorum ve bundan kurtulamıyorum." dedi.

 

Bundan sonra da hiçbir zaman nefret ve şiddet istemediklerini dile getiren Arslan, "Hep beraber huzur ve barış içinde yaşamak istiyoruz. Esas amacımız bu." diye konuştu.

Kendilerini yalnız bırakmayanlara teşekkür eden Arslan, "Hiç kimse bize annem Bahide Arslan'ı kızım Yeliz'i ve yeğenim Ayşe'yi geri veremez. Hiçbir şey onları geri getiremez. Sizin sevginiz ile ayakta kaldık." ifadesini kullandı.

Arslan bir daha böyle acı olayların yaşanmaması için aşırı sağa karşı mücadelenin devam etmesi, Mölln faciasının unutulmaması ve unutturulmaması gerektiğini kaydetti.

 

Anma etkinliğinde söz alan, 23 Kasım gecesinde ambulans şoförlüğü yapan Peter Kelm de olaydan sonra yaşadığı travmayı atlamadığı için uzun yıllar psikolojik destek almak durumunda kaldığını anlattı.

Olay gecesi ilk önce yanan evde hamile bir kadını kurtardıklarını ifade eden Kelm, ancak ikinci eve de yangın için gittiklerinde Mölln'de neler olduğunu kendilerine sormaya başladıklarını söyledi.

Kelm, Bahide Arslan'ın kendi hayatı pahasına torunu İbrahim'i ıslak battaniyeye sararak kurtarılmasına vesile olduğunu da anlattı.

Gelecek yıl mart ayında Samsun'a gideceğini belirten Kelm, "Kundaklama benim hayatımda yaşadığım en büyük olaydı. Hayatını kaybedenlerin mezarlarına giderek onlarla sonunda vedalaşabileceğim." ifadelerini kullandı.

Anma etkinlikleri çerçevesinde Fatih Camisi'nde Kur'an-ı Kerim okundu.

 

31 yıl önce kundaklanan evin önüne gelen bazı vatandaşlar da buraya çiçek bırakarak hayatını kaybedenleri andı.

Mölln'de 23 Kasım 1992'de kundaklanan evde 10 yaşındaki Yeliz Arslan, 14 yaşındaki Ayşe Yılmaz ve 51 yaşındaki Bahide Arslan yaşamını yitirmişti.

Saldırıyı gerçekleştiren iki Neonazi, ömür boyu hapis cezası almalarına rağmen 15 yıl cezaevinde tutulduktan sonra serbest bırakılmışlardı.

 

 

 

 

 

 

T.C. Stuttgart Başkonsolosluğu -Eğitim ataşelerimizden emekli öğretmen Zeki Önsöz hocam, öğretmenler günü münasebetiyle bir yazı paylaştı. Hocamın bu yazısını okuyucularımız için yayınlıyorum.
 
Öğretmenlerimiz 
Bizleri yetiştirenlerin azmini ve gayretini hatırlayıp, onları mutlu edebilmeyi umduğumuz özel bir gün… Dünyayı daha huzurlu, daha güzel ve daha iyi bir yer yapabilme şansına sahip olup, her gün mutlu olanlar içinse sıradan bir gün… Biz onları senede bir defa hatırlıyoruz, onlarsa bizi her gün düşünüyor. Tıpkı kendilerini yetiştiren ve sahip oldukları mesleği onlara aşılayan kendi öğretmenleri gibi… Dünün öğretmenleri de böyleydi, bugünün de… Toprağa düşen yediveren tohumu gibi; yarının öğretmenleri de öyle olacak… Onları bir gün değil her gün hatırlayalım... Hayat boyu azim ve gayretlerini ödemek mümkün olmasa bile -sadece bugün değil onlara rastladığınız her hangi birgün- ellerini tutup öptükten sonra samimi duygularla teşekkür edelim...
Bayburt Postası - 24 Kasım… Dünyayı daha huzurlu, daha güzel ve daha iyi bir yer yapabilme şansına sahip olduğuna inananlar için sıradan bir gün… Bizim için ise onları onurlandırmayı, mutlu edebilmeyi umduğumuz özel bir gün… Biz onları senede bir defa hatırlıyoruz ama onlarsa bizi her gün düşünüyordu… Tıpkı kendilerini yetiştiren ve sahip oldukları ahlakı, doğruyu ve güzeli onlara aşılayan gerçek öğretmenleri gibi… Toprağa düşen yediveren tohumu gibi…
 
Onları ve emeklerini bir gün değil daima hatırlayalım... Hayat boyu azim ve gayretlerini ödemek mümkün olmasa bile onlara rastladığınız her hangi bir gün ellerini tutup öptükten sonra samimi duygularla teşekkür edelim… Büyük insan olmanın hakkını verenler için başka ihsan istemez…
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, eğitim en büyük sorunların başında geliyordu. Okur yazarlık oranı son derece düşüktü. Bu oran, büyük gayretlerle 1935’te yüzde 18,7’e, 1975’te yüzde 61,6’ya, 2000’lerde yüzde doksanlara ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti, aydınlanma projesinin başarısını başöğretmen Atatürk’e ve onun öğretmenlerine borçludur.
 
Cumhuriyet hükümetleri, cahilliği yenmek, çağdaş ve millî bir toplum yaratmak amacıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu çıkardı.(1924 ) Halk okuma odaları ve millet mektepleri hayata geçirilip örgün ve yaygın eğitime, öğretmen yetiştirilmeye önem verildi.
 
Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk, öğretmenler hakkında şöyle diyordu: “Milletlerit kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr unsurlarıdır.”
 
1926’da mevcut öğretmen okulları yanında Köy Muallim Mektepleri açıldı. Daha sonraki yıllarda köy eğitimi amacıyla 1930’larda eğitmen kursları,1940’larda Köy Enstitüleri hayata geçirildi.
 
Köyler için öğretmen yetiştirilmesinin amacı, cumhuriyet ilkelerinin köylerde benimsenmesini ve köylerin modernleşmesini sağlamak idi.
 
Köy Enstitülerine ve daha sonraki 6 yıllık yatılı öğretmen okullarına ilk okulu bitirmiş, çoğunlukla köylü, az sayıda şehirli, ama genellikle fakir aile çocukları sınavla alındı.
 
1 Mart 1926’da Gazi Eğitim Enstitüsü, orta dereceli okullara öğretmen yetiştirmek üzere kuruldu. Gazi Eğitim Enstitüsü ve diğer Enstitülere, öğretmen okulu, köy enstitüsü ve az da olsa liselerden sınavla öğrenci alındı. Birbirine yatılı okullarla bağlı bu okullardan mezun olan öğretmenler, Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlanma hedeflerini gerçekleştirmek için yurdumuzun her tarafında canla başla çalıştı.
 
Cumhuriyetin bu okullaşma modeli dünyaya örnek olacak ölçüde idi. Bu okullardan yalnız eğitimciler değil,Türkiye’nin en büyük yazarları, şairleri ressamları, müzisyenleri, ilim ve devlet adamları çıktı. Çünkü 11-12 yaşlarında köylerden alınan fakir aile çocukları öğretmen okullarında kabiliyetlerine göre eğitiliyordu.
 
Ne yazık ki, artık Türkiye’de böyle öğretmen yetiştirilmiyor. Halbuki eski öğretmen okulları ve Enstitülerden yetişen öğretmenler,yalnız eğitim ordumuzun yılmaz neferleri olarak kalmadılar, cumhuriyetin ve onun ideallerinin muhafızlığını yaptılar. Bu uğurda her türlü fedakârlığa katlandılar.
 
Cumhuriyetin bu önemli mimarları, bazen köylerden at sırtında öğrenci toplayan Sıdıka Avar, bazen de Kubilay oldular .
 
Yalnız son yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bölücü terör örgütü tarafından yapılan saldırılarda 140 öğretmenimiz şehit oldu. Onlar bu ülkenin çocuklarına okuma yazma öğretmek isterken canlarını verdiler. Ellerinde kalem ve tebeşirden başka bir şey yoktu. Erol Akcan, Mahmut Çatalkaya, Mehmet Zeki Ödük. Bu isimler size ne anlatır? Onlar, PKK’lı eli kanlı canilerin pusu kurarak öldürdükleri öğretmenlerimizin adlarıdır. Sait Korkmaz adlı öğretmenimiz ise okulunun yanındaki lojmanda hamile eşi ve çocuğunun gözleri önünde şehit edildi. Bu ve diğer, eğitim şehitlerimizin hakkını kim aradı? Hangi insan hakları kuruluşu onlardan bahsetti? Ağıtlarını kim yazdı?
 
Öğretmenlerimiz, bizim öğretmenlerimiz...Yurdumuzun kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna, ıssız köylerinde, şehirlerinde, kendi okulunu kendi boyayan, temizleyen, tezekle dershanesini ısıtan, aynı derslikte bütün sınıfları okutan, okulunun hem hizmetlisi hem de öğretmeni olan, öğrencilerini köprüsü olmayan dereden sırtında karşıya geçiren öğretmenlerimiz...Düşük maaşla çalışan,bu yüzden ailesinin geçimini sağlamak için, pazarcılık, taksi şoförlüğü yapan öğretmenlerimiz...
 
Yaşadığınız bütün olumsuzluklara rağmen “Bu meslek her şeye değer“ dediğinizi biliyorum.
 
Ya siz yurt dışında görev yapan öğretmenlerimiz… Alman okullarında Türkçe dersleri ve Türk öğretmeni saf dışı bırakmak için her yola başvurulur. Öğrencilerinize ulaşmak için okuldan okula koşarsınız. Velileriniz sizi yalnız bırakır.Türkçe dersler sınıf geçme ve kalmada sayılmadığı için öğrenciniz ve veliniz dersinizi önemli bulmaz. Siz okulda yalnız öğretmenlik değil, tercümanlık, sosyal danışmanlık yapar, öğrencilerinizin, velilerinizin her türlü problemine koşarsınız.
 
Yalnız ders verip eve gelmez, öğrencilerinize vatan kültürünü öğretmek için etkinlikler düzenlersiniz. Yabancı okulunda yapayalnız kendi başınıza mücadele edersiniz. Siz akıntıya karşı kürek çekerken, kimse halin nedir?’’ diye sormaz. Bir mum gibi etrafınıza ışık verirken erir gidersiniz.
 
Ama sizin için hayatta en büyük mutluluk, gurbette yetişen sevgili Türk çocuklarına; Türkçe’yi öğretmektir.
 
Anadolu’nun, Avrupa’nın dört bir tarafındaki Türk öğretmenleri...Bütün fedakârca çalışmalarınıza karşılık, bütün istediğinizin birazcık hatırlanmak ve önemsenmek olduğunu biliyorum.
 
Sevgili öğretmenlerimiz, bu duygularla hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

 

Önkuzu adına birçok şiir ve türkü yazıldı, onun hayatı ve mücadelesi çeşitli sanat eserlerine ilham kaynağı oldu.
Yıldırım Niyazı Gençosmanoğlu şairimizin  ÖNKUZU şiiri
 
"Önkuzu hey!.. Önkuzu!...
Önde gider Önkuzu...
Anası 'Dursun' demiş...
Durmaz... gider Önkuzu...
 
Kuzu yürür... kuzu yürür...
Önde Önkuzu yürür...
Kuzular meledikçe
Gönlüme sızı yürür!..
 
Önkuzu hey!.. Önkuzu!..
Önde gider Önkuzu...
Bu bayrak düşmez yere
Ölmedikçe son kuzu!..
 
Dursun adı... Dursun adı...
O gitti, dursun adı.
Dillerde türkü olsun,
Yürekte vursun adı!..
 
Kuzular koç olacak,
Toy, düğün, göç... olacak
Bu yıl ki kuzuların
Adları 'öç' olacak!...
 
Ertuğrul Dursun Önkuzu 
Ertuğrul Dursun Önkuzu, ülkücü hareketin öncü yiğitlerinden, şu heda olan şehitlerimizdendir. 1948 yılında Tokat'ın Zile ilçesinde doğan Önkuzu, Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'nda eğitim görürken, 23 Kasım 1970 tarihinde, siyasi görüş farklılıkları nedeniyle, karşıt görüşlü öğrenciler tarafından vahşice öldürüldü. Önkuzu'nun ölüm şekli, dönemin politik gerilimlerinin ve şiddetin acı bir örneği olarak tarihe geçti.
 
Önkuzu'nun cenazesi, doğduğu yer olan Zile'de toprağa verildi. Onun trajik ölümü, Türkiye'de geniş yankı uyandırdı ve ülkücü hareket içerisinde derin bir iz bıraktı.
 
 
AĞABEĞİM DURSUN ÖNKUZU
 
Ülkücü şehit Dursun Önkuzu'nun kardeşi Kadriye Önkuzu'nun kaleminden ağbeyim Dursun Önkuzu
 
Yıl 1970… Kasım ayının 22. günü… İftar sofrasındayız. Mercimek çorbasını ağabeyimin çok sevdiğini hatırlatıyor, babaannem. Hepimizin gözleri doluyor. Kapı çaldı. Ağabeyimin arkadaşının babası berber Cemal Amca. Babamı istedi.
 
İndi babam. Sonradan öğrendiğime göre: “Öğrenci olaylarında Dursun yaralanmış, hemen Ankara'ya gidelim” demiş. Tabi radyo ve televizyonlar olaylarda ağabeyimin kaçırılarak işkence sonucu öldürüldüğünü açıklamış. Bizim bir şeyden haberimiz yok. Babam haberleri hiç kaçırmazdı halbuki. Tabi daha 19 haberleri başlamamıştı. Televizyonumuz zaten yok o zamanlar.
 
Babam hemen gitti Ankara'ya evimize akrabalar, komşular, ülkücü camiadan dostlar dolmaya başladı. Tabi anneme ve bize ağabeyimin yaralı olduğunu söylüyorlardı. Ben ozamanlar orta birinci sınıfta okuyordum. Ablam Amasya Yatılı Öğretmen Okulu birinci sınıfta okuyordu. Benim küçüğüm Zübeyde ise ilkokul ikide.
 
Ertesi günü ablamı getiriyorlar ülkücü hocaları. Ben hala ağabeyimi yaralı hayal ediyor, ona en iyi şekilde bakar, hemşirelik yaparım biricik ağabeyime diyordum. Heyhat!.. yaradanımıza kavuşalı kaç gün olmuş halbuki. Camilerde selalar kendime gelebildim. Bu mahşeri kalabalığın anlamını ancak o zaman idrak edebildim. İki gün sonra cenazeyi getirdiler ülküdaşlarının acılı, hüzünlü tekbirleri arasında. Zile o tarihe kadar öyle bir kalabalık görmemeişti. Otobüslerle Ankara'dan çevre il ve ilçelerden, köylerden akın akın gelen ülkücüler son yolculuğunda birlikte olmak istemişlerdi Şehit Önkuzu'nun ruhuyla. Kılıçkıran, İmamoğlu, Özmen ve Önkuzu… İşte davanın ilk şehitleri. Bu nasıl bir dava idi, nasıl bir mücadeleydi. Bu birçok kısır düşünceli, egoist, maddeci yöneticilerin dediği gibi sağ sol davası değildi. Bu, Türk - Gayrı Türk savaşıydı. Şuuru, kültürü, ruhu ve gönlü ile Türk olanla, hiçbir şeyi Türk olmayanların, gerçek imanı yüreğinde duymayanların savaşıydı.
 
Daha ortaokul, lisedeyken ülkücü mücadelenin ön saflarında yer almıştı. Zile kalesinin tam karşısında Ü.O.D açılmıştı. Önceleri birkaç arkadaştılar. Sonra çığ gibi büyüdüler, çoğaldılar. Babam sürekli çok ileri saflarda mücadele ettiğini söyler, mesleğini eline aldıktan sonra ne yaparsan yap derdi. Ailenin tek umudu tek dayanağı oydu. O öylesine imanlı, kararlı ve samimiydi ki o günlerde yapılan haksız düşünce, görüş ve davranışlara asla tahammül edemiyordu.
 
Birkaç önce Süleyman Özmen Y.Ö Okulu'nda şehit edilmişti. Ağabeyim o olayı bizlere göz yaşları içersinde anlatmıştı. Anneme kan lekeleri olan bir ceketini saklamak üzere yıkamamasını tembih ederek emanet etmişti. “Bu kan Süleyman'ın kanı sakın yıkama, mübarek şehit kanı; yarın Allah'ın huzurunda şahitlik edecek inşallah” demişti. Kendisinin de birkaç ay önce söylediği bu sözden sonra aynı kaderi beklediğini nerden bilsin. Ah canım ağabeyciğim.
 
O bir ülkü deviydi. Hiçbir çıkar gözetmeksizin. Çok büyük ideallere sahipti. Öylesine inançlıydı ki düşüncelerini gerçekleştirmek için elinden geleni yapardı. Milliyetçi, ülkücü çocuklara, gençlere, kızlara milli manvi değerlerimizi kaybetmemeleri için seminerler düzenlerlerdi. Okul derslerinde başarısız olan talebelere ücretsiz matematik, fen kursları verirdi. Maddi imkanları kısıtlı olduğu halde verilen hediyeleri kabul etmemişti. Onu akrabalarımız, arkadaşları mahcup, utangaç, az ve öz konuşan, konuşunca herkes tarafından dinlenip beğenilen birisi olarak tanırlardı. En büyük idealli büyük bir kütüphaneye sahip olmak ve gençlerin hizmetine sunmaktı. Çok kitap okurdu. Eline geçen parayı kitaba yatırırdı. Yaz tatillerinde çalışıp okul masraflarına katkıda bulunurdu. Judo öğrenmişti. Her sabah jimnastik yapar, titizliği ile ablamı yorardı. Namazlarını düzenli olarak kılar, kılamadığı vakitleri küçük bir deftere not ederdi. O zamanlarda Zile'nin yetiştirdiği çok kültürlü, muhterem bir zat olan müftü Arif Efendi'den ders alırdı. Ağabeyimin yetişmesinde büyük bir payı olmuştu Arif Efendi'nin. Ağabeyim İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesini kazanmış, kayıt yaptırmıştı. Ama o okula komünistler hakim olduğu için Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okuluna geçmişti. Kader işte. Nereye gitsen değişmiyor.
 
Ağabeyimiz kız olmamıza rağmen bizlerle çok ilgilenir, büyük bir insan gibi her şeyini paylaşırdı. Kitap okuma alışkanlığım onun sayesinde olmuştu. Yaşasaydı kim bilir ne büyük hizmetleri olacaktı. Ama o birçoklarımıza nasip olmayacak şerefli bir ölümle Rabbimize kavuştu. Hem de öyle bir mertebe ki tam on üç kişi insanlık dışı işkenceler yaparak ulaşılamayacak sabrı, tahammülü, Allah yolunda can vermenin lezzetini tattırdılar. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.” (Al-i İmran Suresi,169-170. Ayet).
Ruhları Şad, Mekanları Cennet olsun
 
 

 

Bayerns Ministerpräsident Dr. Markus Söder und Innenminister Joachim Herrmann fordern dringend Wende in der Migrationspolitik in Deutschland und Europa - Zahl der Rückführungen weiter erhöhen - Maßnahmen des Bundes reichen nicht aus

 

 Ministerpräsident Dr. Markus Söder und Innenminister Joachim Herrmann haben von der Bundesregierung weitere Maßnahmen gefordert, um die Zahl der Ausreisepflichtigen in Deutschland deutlich zu reduzieren. Bis Ende September seien in Bayern rund 40.000 Asylanträge vom Bundesamt für Migration und Flüchtlinge erfasst worden. "Das ist im Vergleich zum Vorjahr eine Steigerung von 97 Prozent", so Herrmann. Die aktuelle Gesamtschutzquote bei Asylanträgen von 51,9 Prozent zeige indes: „Etwa die Hälfte der jetzt irregulär ankommenden Menschen wird keinen Schutzstatus erhalten, sondern nach Ablehnung des Asylantrags vollziehbar ausreisepflichtig werden.“ Ministerpräsident Dr. Markus Söder: „In Bayern gilt das Prinzip von Humanität und Ordnung, unsere Behörden leisten vorbildliche Arbeit dank der guten Arbeit von Innenminister Joachim Herrmann. Aber auch unsere Kommunen sind an der Belastungsgrenze. Wir brauchen deshalb dringend eine Wende in der Migrationspolitik in Deutschland und Europa. Nur so werden wir den sozialen und den demokratischen Frieden wahren.“ 

Für Söder muss der Schutz der Außengrenzen wieder im Mittelpunkt stehen. „Für Rückführungen muss der Bund die Voraussetzungen weiter verbessern und mehr Abkommen mit Herkunftsstaaten schließen. Und finanzielle Anreize müssen verringert werden. Dafür muss der Bund Bürgergeld und Asyl entkoppeln. Wer sein Leben lang einbezahlt hat, muss besser stehen als jemand, der noch nie in unser System einzahlen konnte.“

Bayern hat bis zum 30. September 2023 insgesamt 1.711 Rückführungen durchgeführt, zehneinhalb Prozent mehr als Vorjahr. Hinzu kommen 8.700 freiwillige Ausreisen von ausreisepflichtigen Ausländern. Herrmann: „Insgesamt erreichen wir bis Jahresende voraussichtlich, dass in diesem Jahr 13.000 Ausreisepflichtige unser Land wieder verlassen. Wir müssen dennoch die Zahl der Rückführungen deutlich erhöhen." Wer wirklich schutzbedürftig sei, dem werde auch geholfen, so Herrmann. „Aber Ausländerinnen und Ausländer, die kein Bleiberecht in Deutschland haben und entgegen ihrer Rechtspflicht nicht freiwillig ausreisen, müssen unser Land verlassen und werden konsequent abgeschoben.“ Er sei fest davon überzeugt: Nur, wenn abgelehnte Asylbewerber ohne Bleiberecht konsequent zurückgeführt werden, könne es gelingen, die Akzeptanz des Asylsystems in der Gesellschaft dauerhaft zu erhalten.

„Die jetzt mit dem so genannten „Rückführungsverbesserungsgesetz“ vorgeschlagenen Änderungen sind nach Auffassung der bayerischen Staatsregierung noch nicht ausreichend“, so der bayerische Innenminister. Die Bundesregierung selbst rechne damit, dass mit den angekündigten Maßnahmen deutschlandweit 600 zusätzliche Abschiebungen im Jahr realisiert werden können. Herrmann: „Das ist nicht der große Stil, den der Kanzler angekündigt hat.“ Um der Dimension gerecht zu werden, brauche es aber deutlich mehr, wie etwa die Ausweitung sicherer Herkunftsstaaten. „Wir brauchen jenseits von Georgien und Moldau mehr sichere Herkunftsstaaten, um Asylverfahren wirksam zu beschleunigen“, fordert Herrmann darüber hinaus. „Ich denke da vor allem an Algerien, Marokko, Tunesien, Indien und Armenien.“

Außerdem brauche es statt Sonderaufnahmeprogrammen vollziehbare Rückführungsabkommen, gerade mit den großen und schwierigen Asylherkunftsländern. Diese könne nur der Bund abschließen.

Ob nationale Asylverfahren künftig in Drittstaaten durchgeführt werden können, prüfe die Bundesregierung bereits seit zwei Jahren, nachdem sie es in ihren Koalitionsvertrag aufgenommen hat: „Das dauert zu lange. Die Zeit drängt“, so Herrmann. Um Abschiebungen deutlich zu erleichtern und zu beschleunigen, sprach sich der Bayerische Innenminister auch für Bundesausreisezentren an den großen deutschen Flughäfen aus.

Schließlich fordert die Staatsregierung, dass Zuzugsanreize und soziale Pull-Faktoren nach Deutschland reduziert werden müssen. Bayern hat deshalb die Einführung einer Bezahlkarte beschlossen und die Ausschreibung bereits veröffentlicht. Die Bereitschaft zur freiwilligen Ausreise könnte nach Ansicht des bayerischen Innenministers auch dadurch gesteigert werden, dass Geldleistungen an rechtskräftig abgelehnte und vollziehbar ausreisepflichtige Asylbewerber deutlich reduziert werden.