Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

KÖLN (AA) - Almanya'nın Köln kentinde Türkler ve Almanlar, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Merkezi'ndeki iftar programında bir araya geldi.

DİTİB Genel Merkezi bünyesindeki Köln Merkez Camisi'nde düzenlenen iftar programına, sivil toplum kuruluşları ve dernek temsilcilerinin yanı sıra diğer dinlerin temsilcileri, iş, sanat, siyaset ve bilim dünyasından davetliler katıldı.

 

Kur'an-ı Kerim tilavetiyle başlayan iftar programında DİTİB Genel Başkanı Muharrem Kuzey, ramazan ayının dini ve sosyal hayatta çok önemli bir yeri olduğunu söyledi.

Kuzey, "Geçen yıl ramazan ayına Türkiye ve Suriye'de yaşanan şiddetli depremler damgasını vurdu. Küresel sempati bize birdenbire yıkım, ölüm, kayıp ve insanların çektiği acılar karşısında küresel bir topluluk olduğumuzu gösterdi. Kültür, din, dil, etnik köken ne olursa olsun birbirimize yardım eli uzattık, birbirimizin umudu ve güveni olduk." dedi.

 

Gazze ve Ukrayna'daki savaşlara dikkati çeken Kuzey, şunları kaydetti:

"Açlıktan ölen, yaralanan ve öldürülen insanların görüntüleri daha da travmatik. Özellikle ramazan ayı itibarıyla her insanın acısına karşı daha anlayışlı ve duyarlı oluyoruz. Savaş ve kriz bölgelerindeki insanlar için ramazan ayını hayal etmek bize azap veriyor. Bu nedenle küresel topluma, özellikle Gazze'deki savaşların sona erdirilmesi ve kriz bölgelerine yardım edilmesi için ellerinden gelen her şeyi yapmaları çağrısında bulunuyoruz. Küresel toplumu barışı ve ateşkesi müzakere etmeye ve çatışmanın taraflarını ortak çözümler bulmaya çağırıyoruz."

 
 
 
 
 
Almanya'da "Son Nesil" isimli örgütten iklim aktivistleri Berlin, Köln, Bremen, Leipzig, Karlsruhe, Freiburg, Stuttgart, Regensburg, Münih ve Rügen gibi birçok kentte eylem düzenledi. Kendi aralarında organize olup polise bildirmeden aniden eyleme başlamalarıyla bilinen "Son Nesil" aktivistleri Köln şehrindeki Eberplatz'da protesto gösterisi yaptı. Ellerinde dövizlerle yola oturan göstericiler caddeyi kapatarak bir süre araç geçişini engelledi. Daha sonra polis, yolları kapatan göstericilere müdahale ederek araç yolunu trafiğe açtı.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

İkinci Dünya Harbi’ndeki cürümlerinin psikolojisi ve tüm dünyanın baskısı altında Soğuk Savaşın bitimine kadar adeta barış havariliğine soyunan Almanya, üzerindeki işgal kalkıp bağımsız bir ülke haline gelmesinin ardından hızla eski savaşçı ruhuna dönme arzusunu açıkça ortaya koymaktan çekinmiyor. Gerek sivil güvenlik unsurlarının gerekse askeri kesimin son zamanlarda dillerine doladıkları ‘savaşçı ruh’ (Kampfgeist) söylemi ve beş yıl içerisinde büyük bir savaşa hazır olunması yolundaki beyanatlar bunu gösteriyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla birlikte cephede aktif olma arzusunu ortaya koyan Almanya, Soğuk Savaşın ardından ortaya konan Almanya-Rusya saldırmazlığı ve dostluğu düşüncesinden hızla uzaklaştı. Avrupa’da kalıcı bir barışın ön şartının Almanya-Rusya ittifakından geçtiğine dair tezler bir kenara itildi. Rusya’nın başındaki yeni Çar Putin’in haddi aşan dengesiz davranışlarının ortaya çıkardığı istikrarsızlık ortamında Almanya tercihini sertlikten yana kullandı. Bu gelişmelerde ABD’nin karşı konulmaz baskısının belli bir rolü olmakla birlikte Alman diplomasisinin ve Avrupa’daki öncü rolünün bunlara karşı durabilecek gücü kendisine verdiği de bilinmektedir. Almanya’nın Rusya-Ukrayna savaşına bu derece angaje oluşu mecburiyetten ziyade şuurlu bir tercihin sonucudur.

Rusya-Ukrayna savaşında soyunduğu rol, Almanya’nın ‘kriz bölgelerinden uzak durma, müdahale etmeme, kriz bölgelerine silah ve mühimmat göndermeme’ prensibini bir tarafa bırakmasını sağlamıştır. Öte yandan Almanya, ‘saldırıya uğrayanın yanında olma’bahanesiyle bizzat krizin bir tarafı olmaktan çekinmemiştir. Bu bahane, Almanya’nın diğer kıtalarda da daha agresif bir tutum takınmasının yolunu açmıştır. Asya’da, Afrika’da ve dünya denizlerinde bugüne kadar Birleşmiş Milletler veya NATO görevi çerçevesinde askeri faaliyetlerde bulunan Almanya, artık kendi milli menfaatleri doğrultusunda hareket edeceğini ortaya koymuştur. Bunun en açık örneklerini, Afrika’da Fransa’nın çekilmek zorunda kaldığı bölgelerdeki varlığını sürdürmek için gösterdiği aşırı çabalarda görmekteyiz.    

Gazze’de yaşananlar tüm dünyaya Almanya’nın başka bir yüzünü daha göstermiştir. Holokost’tan mahkûm bu ülke, aşırı sağcı ve apartheid bir yönetim altındaki İsrail’in Filistin halkına karşı sürdürdüğü ölçüsüz ve insafsız saldırıları kayıtsız şartsız desteklemiş, alkışlamış ve katliamların devamını sürekli şekilde teşvik etmiştir. Almanya, tüm barış ve ateşkes çağrılarına karşı çıkmıştır ve bu tutumunu ısrarla sürdürmektedir. Tüm bunları basit bir şekilde ‘kendisini affettirme’ maksatlı görmek mümkün değildir.

Dünyadaki ve ülkedeki ekonomik çalkantılar Almanya’nın üretim ve ihracattaki öncü rolünü fazla etkilememiştir. Halk enflasyon ve pahalılık konusunda sıkıntılar yaşasa da devletin ekonomik gücünü pekiştirmekte olduğu görülmektedir. Bunun dünya siyasetinde ve askeri alanlarda da neticelerinin görülmesi kaçınılmazdır. Mesele, ülkeyi yönetenlerin tercihlerini yıkım ve yokluk getirecek savaştan yana mı, yoksa huzur ve refah anlamına gelen barıştan yana mı kullanacaklarıdır. Görüldüğü kadarıyla bugünkü yönetim şahin rolünü üstlenmeyi ve ciddi şekilde ülkeyi beş yıl içinde Rusya ile filli bir savaşa hazır hale getirmeyi hesaplamaktadır. Aşırı silahlanmaya dönük çabalar bunu göstermektedir. Her ülkenin kendi savunması için gerekli hazırlıkları yapmasına kimsenin itirazı olamaz. Ancak Almanya’nın tarihi ne yazık ki olumsuz örneklerle doludur. Her şeye rağmen tarihten ders almasını bilen Alman halkının yeni bir çılgınlığa fırsat vermeyeceğine inanıyoruz.   

İkinci Dünya Harbi’ndeki cürümlerinin psikolojisi ve tüm dünyanın baskısı altında Soğuk Savaşın bitimine kadar adeta barış havariliğine soyunan Almanya, üzerindeki işgal kalkıp bağımsız bir ülke haline gelmesinin ardından hızla eski savaşçı ruhuna dönme arzusunu açıkça ortaya koymaktan çekinmiyor. Gerek sivil güvenlik unsurlarının gerekse askeri kesimin son zamanlarda dillerine doladıkları ‘savaşçı ruh’ (Kampfgeist) söylemi ve beş yıl içerisinde büyük bir savaşa hazır olunması yolundaki beyanatlar bunu gösteriyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla birlikte cephede aktif olma arzusunu ortaya koyan Almanya, Soğuk Savaşın ardından ortaya konan Almanya-Rusya saldırmazlığı ve dostluğu düşüncesinden hızla uzaklaştı. Avrupa’da kalıcı bir barışın ön şartının Almanya-Rusya ittifakından geçtiğine dair tezler bir kenara itildi. Rusya’nın başındaki yeni Çar Putin’in haddi aşan dengesiz davranışlarının ortaya çıkardığı istikrarsızlık ortamında Almanya tercihini sertlikten yana kullandı. Bu gelişmelerde ABD’nin karşı konulmaz baskısının belli bir rolü olmakla birlikte Alman diplomasisinin ve Avrupa’daki öncü rolünün bunlara karşı durabilecek gücü kendisine verdiği de bilinmektedir. Almanya’nın Rusya-Ukrayna savaşına bu derece angaje oluşu mecburiyetten ziyade şuurlu bir tercihin sonucudur.

Rusya-Ukrayna savaşında soyunduğu rol, Almanya’nın ‘kriz bölgelerinden uzak durma, müdahale etmeme, kriz bölgelerine silah ve mühimmat göndermeme’ prensibini bir tarafa bırakmasını sağlamıştır. Öte yandan Almanya, ‘saldırıya uğrayanın yanında olma’bahanesiyle bizzat krizin bir tarafı olmaktan çekinmemiştir. Bu bahane, Almanya’nın diğer kıtalarda da daha agresif bir tutum takınmasının yolunu açmıştır. Asya’da, Afrika’da ve dünya denizlerinde bugüne kadar Birleşmiş Milletler veya NATO görevi çerçevesinde askeri faaliyetlerde bulunan Almanya, artık kendi milli menfaatleri doğrultusunda hareket edeceğini ortaya koymuştur. Bunun en açık örneklerini, Afrika’da Fransa’nın çekilmek zorunda kaldığı bölgelerdeki varlığını sürdürmek için gösterdiği aşırı çabalarda görmekteyiz.    

Gazze’de yaşananlar tüm dünyaya Almanya’nın başka bir yüzünü daha göstermiştir. Holokost’tan mahkûm bu ülke, aşırı sağcı ve apartheid bir yönetim altındaki İsrail’in Filistin halkına karşı sürdürdüğü ölçüsüz ve insafsız saldırıları kayıtsız şartsız desteklemiş, alkışlamış ve katliamların devamını sürekli şekilde teşvik etmiştir. Almanya, tüm barış ve ateşkes çağrılarına karşı çıkmıştır ve bu tutumunu ısrarla sürdürmektedir. Tüm bunları basit bir şekilde ‘kendisini affettirme’ maksatlı görmek mümkün değildir.

Dünyadaki ve ülkedeki ekonomik çalkantılar Almanya’nın üretim ve ihracattaki öncü rolünü fazla etkilememiştir. Halk enflasyon ve pahalılık konusunda sıkıntılar yaşasa da devletin ekonomik gücünü pekiştirmekte olduğu görülmektedir. Bunun dünya siyasetinde ve askeri alanlarda da neticelerinin görülmesi kaçınılmazdır. Mesele, ülkeyi yönetenlerin tercihlerini yıkım ve yokluk getirecek savaştan yana mı, yoksa huzur ve refah anlamına gelen barıştan yana mı kullanacaklarıdır. Görüldüğü kadarıyla bugünkü yönetim şahin rolünü üstlenmeyi ve ciddi şekilde ülkeyi beş yıl içinde Rusya ile filli bir savaşa hazır hale getirmeyi hesaplamaktadır. Aşırı silahlanmaya dönük çabalar bunu göstermektedir. Her ülkenin kendi savunması için gerekli hazırlıkları yapmasına kimsenin itirazı olamaz. Ancak Almanya’nın tarihi ne yazık ki olumsuz örneklerle doludur. Her şeye rağmen tarihten ders almasını bilen Alman halkının yeni bir çılgınlığa fırsat vermeyeceğine inanıyoruz. 

Türkçe Niye Yok?

März 17, 2024

Altın pasaport konusunda Avrupa Birliğinin Kıbrıs Rum Yönetimine yaptığı baskılar sonuç vermeye başladı. Artık Rum Yönetimi siyasi ve mali çıkarları için peynir ekmek gibi adına “Altın pasaport” denilen Avrupa Birli pasaportunu önüne gelene dağıtamayacak, veremeyecek zira Kıbrıs Rum Yönetimi Aralık ayında vatandaşlığa kabul konusunda önemli bir değişiklik yaptı. Bundan sonra vatandaşlığa kabul edilecek kişiler uluslararası yabancı dil sınav kriterlerine göre öncelikle B1 seviyesinde Yunanca konuşabiliyor, okuyabiliyor ve yazabiliyor olmak zorunda olacaklar. Duruma göre biraz daha düşük olan A2 seviyesi de kabul edilebilecek. Söz konusu bu özel “durum”un ne olduğu veya ne olacağı şimdilik belli değil.

 

Bakanlar Kurulunun onayladığı Yasa Tasarısını Temsilciler Meclisinin kabul etmesinden sonra Resmi gazetede yayınlanan Vatandaşlık yasasındaki değişikliğe göre sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” vatandaşlığı için başvuruda bulunan bir yabancı, Kararnamede belirtilen söz konusu seviyedeki dil sertifikalarına dayalı olarak, Avrupa Konseyi Ortak Dil Referans Çerçevesi’nde belirtildiği üzere B1 seviyesinde Yunanca dil bilgisine sahip olması koşuluyla vatandaşlığa alınabilecek.

 

Bu koşula ilaveten bir de sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin çağdaş siyasi ve sosyal gerçekliğinin temel unsurları hakkında yeterli bilgi sahibi olduklarını" bilmeleri ve bu konuda yapılacak sınavı geçmeleri gerekecek. Bu sınavı da Rum Eğitim ve Adalet Bakanlıkları personellerinden oluşacak bir komite hazırlayacak, yapacak ve değerlendirecek.

 

Eğer sınava girecek adaylar, “1963-1974 yılları arasında Rumlar Kıbrıs adasına etnik temizlik yapmak için Kıbrıs Türklerine saldırdılar, yüzlerce Türk’ü acımasızca öldürdüler, evlerini barklarını yakıp yıktılar, mallarını yağmaladılar, hayvanlarına ve zahirelerine el koydular, Kıbrıs Türklerini toplu göçe zorladılar” derse yandı. Asla vatandaş olamaz.

 

Tümü de Rum olan komite üyelerinin duymak istediklerini söyleyip, Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’yi kötülerse yüz üzerinde yüz alarak bu sözde “Tarih ve Kültür Sınavı”nı geçmiş olacak. 

 

Ama işin içinde, yasa tanımazlık ve insan haklarını askıya almak var. Sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” Anayasasına göre geçerli diller Rumca ve Türkçe olmasına rağmen, bu değişiklik yasasının içinde “B1 seviyesinde Yunanca veya Türkçe konuşabiliyor, okuyabiliyor ve yazabiliyor olmak” gibi bir cümle yer almamakta. İstenilen koşul sadece ve sadece “Yunanca” bilmek ile sınırlanmış. Kıbrıs Türklerinin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına açık ve net olarak belirtilen Anayasal hakları hiç dikkate alınmamış. Zaten ne vakit alındı ki, bu sefer de alınsın. Varsa, yoksa tek geçerli olan Rumların hakları.

 

Bir de utanmadan, BM Genel Sekreterinin Kişisel Temsilcisi Maria Holguin’den mucizeler bekliyorlar ve elindeki sihirli değnek ile Kıbrıs’taki taraflara dokunarak müzakerelerin derhal 2017 yılında Crans Montana’da, -Rumların maksimalist istekleri ve de Enosis  Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak hayaller nedeni ile -masayı devirdikleri yerden, ceplerindeki harita ve o dönemde verilmiş tavizlerin de geçerli olacağı şekilde başlatması için her yolu deniyorlar, dualar ediyorlar.

 

Vatandaşlığa dönecek olursak, aramızdaki Rum hayranlarının birçoğu Rumca bilmiyor. Eğer Kıbrıs Türklerinin vatandaşlıkları bu “Rumca konuşmayı, yazmayı ve okumayı” yeterli düzeyde bilmek konusunda revize edilip gözden geçirilecekse, bilin ki yandılar. Ha, kazanılmış hak derseniz, Rumların Türklerin elindeki tüm hakları nasıl aldığını, onlara nefes alma hakkı dahi vermek istemediklerini yaşadık, biliyoruz.

 

Altın pasaport konusunda Avrupa Birliğinin Kıbrıs Rum Yönetimine yaptığı baskılar sonuç vermeye başladı. Artık Rum Yönetimi siyasi ve mali çıkarları için peynir ekmek gibi adına “Altın pasaport” denilen Avrupa Birli pasaportunu önüne gelene dağıtamayacak, veremeyecek zira Kıbrıs Rum Yönetimi Aralık ayında vatandaşlığa kabul konusunda önemli bir değişiklik yaptı. Bundan sonra vatandaşlığa kabul edilecek kişiler uluslararası yabancı dil sınav kriterlerine göre öncelikle B1 seviyesinde Yunanca konuşabiliyor, okuyabiliyor ve yazabiliyor olmak zorunda olacaklar. Duruma göre biraz daha düşük olan A2 seviyesi de kabul edilebilecek. Söz konusu bu özel “durum”un ne olduğu veya ne olacağı şimdilik belli değil.

 

Bakanlar Kurulunun onayladığı Yasa Tasarısını Temsilciler Meclisinin kabul etmesinden sonra Resmi gazetede yayınlanan Vatandaşlık yasasındaki değişikliğe göre sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” vatandaşlığı için başvuruda bulunan bir yabancı, Kararnamede belirtilen söz konusu seviyedeki dil sertifikalarına dayalı olarak, Avrupa Konseyi Ortak Dil Referans Çerçevesi’nde belirtildiği üzere B1 seviyesinde Yunanca dil bilgisine sahip olması koşuluyla vatandaşlığa alınabilecek.

 

Bu koşula ilaveten bir de sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin çağdaş siyasi ve sosyal gerçekliğinin temel unsurları hakkında yeterli bilgi sahibi olduklarını" bilmeleri ve bu konuda yapılacak sınavı geçmeleri gerekecek. Bu sınavı da Rum Eğitim ve Adalet Bakanlıkları personellerinden oluşacak bir komite hazırlayacak, yapacak ve değerlendirecek.

 

Eğer sınava girecek adaylar, “1963-1974 yılları arasında Rumlar Kıbrıs adasına etnik temizlik yapmak için Kıbrıs Türklerine saldırdılar, yüzlerce Türk’ü acımasızca öldürdüler, evlerini barklarını yakıp yıktılar, mallarını yağmaladılar, hayvanlarına ve zahirelerine el koydular, Kıbrıs Türklerini toplu göçe zorladılar” derse yandı. Asla vatandaş olamaz.

 

Tümü de Rum olan komite üyelerinin duymak istediklerini söyleyip, Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’yi kötülerse yüz üzerinde yüz alarak bu sözde “Tarih ve Kültür Sınavı”nı geçmiş olacak. 

 

Ama işin içinde, yasa tanımazlık ve insan haklarını askıya almak var. Sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” Anayasasına göre geçerli diller Rumca ve Türkçe olmasına rağmen, bu değişiklik yasasının içinde “B1 seviyesinde Yunanca veya Türkçe konuşabiliyor, okuyabiliyor ve yazabiliyor olmak” gibi bir cümle yer almamakta. İstenilen koşul sadece ve sadece “Yunanca” bilmek ile sınırlanmış. Kıbrıs Türklerinin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına açık ve net olarak belirtilen Anayasal hakları hiç dikkate alınmamış. Zaten ne vakit alındı ki, bu sefer de alınsın. Varsa, yoksa tek geçerli olan Rumların hakları.

 

Bir de utanmadan, BM Genel Sekreterinin Kişisel Temsilcisi Maria Holguin’den mucizeler bekliyorlar ve elindeki sihirli değnek ile Kıbrıs’taki taraflara dokunarak müzakerelerin derhal 2017 yılında Crans Montana’da, -Rumların maksimalist istekleri ve de Enosis  Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak hayaller nedeni ile -masayı devirdikleri yerden, ceplerindeki harita ve o dönemde verilmiş tavizlerin de geçerli olacağı şekilde başlatması için her yolu deniyorlar, dualar ediyorlar.

 

Vatandaşlığa dönecek olursak, aramızdaki Rum hayranlarının birçoğu Rumca bilmiyor. Eğer Kıbrıs Türklerinin vatandaşlıkları bu “Rumca konuşmayı, yazmayı ve okumayı” yeterli düzeyde bilmek konusunda revize edilip gözden geçirilecekse, bilin ki yandılar. Ha, kazanılmış hak derseniz, Rumların Türklerin elindeki tüm hakları nasıl aldığını, onlara nefes alma hakkı dahi vermek istemediklerini yaşadık, biliyoruz.

"Sağlıklı beslenme ve Akıllı Çocuk Sofrası" 

Sürdürülebilirlik uygulamalarında gıda israfı ve bilinçli ve sağlıklı beslenme konularına dikkat çekmek için Pforzheim ve Çevresi Türk Veliler Derneği, Sağlık sigorta kasası AOK katkılarıyla Sağlıklı beslenme ve Akıllı Çocuk Sofrası projesi hayata geçirdi.
 
Pforzheim AOK sağlık sigortasının Simmler caddesinde bulunan binasında ki mutfağında, uzman diyetisyen Tülay Mızrak ile birlikte dernek yöeticisi Perihan Süzer’in girişimleriyle yöneticilerin, üyelerin ve çocuklarınının katıldığı farkındalık gününde sağlıklı beslenmek için çocuklar yemek yaptı anneleriyle birlikte yediler.
Pforzheim ve Çevresi Türk Veliler Derneği, Sağlıklı beslenme Akıllı Çocuk Sofrası projesi, "Küresel Gıda Kaybı ve İsrafı Farkındalık Günü"nde gıda israfı ve bilinçli beslenme konusuna dikkati çekmek için bir araya geldi. Farkındalık gününe Uzaman Diyetisyen Tülay Mızrak, yöneticiler Fatoş Öztürk, Özlem Aksoy, Perihan Süzer, Hülya Karaca üyeler Emine Akyüz, Jenny Çepni, Suzan Atılgan ve çocukları katıldı. 
 
Dernek ikinci Başkanı Fatoş Öztürk,
Çocuklara erken yaşta bilinçli gıda tüketimi alışkanlıkları kazandırmak ve gıda israfının önüne geçecek bir neslin yetişmesine destek olma hedefiyle çalışıyoruz.
 
'Akıllı Çocuk Sofrası,
 beslenme ve pedagoji alanlarında uzman danışman Tülay Mızrak ile aile, öğretmen ve çocuk eğitimleri olmak üzere, gıda israfını önleme konusunda kapsayıcı bir yol haritası çizmeyi hedefliyor. Çocuklarımıza bırakacağımız en değerli mirasımız yaşanabilir bir dünya. Bugün olduğu gibi bundan sonra da dernek olarak bu gibi çalışmalarımıza ara vermeden devam edeceğiz.'
 
Bilinçli Gıda Tüketimi
Alanlarında uzman pedagog ve diyetisyenler tarafından hazırlanan, kaynakların doğru kullanımı ve bilinçli gıda tüketimi konularında, eğitim videoları ve faydalı içerikler.
Gıda İsrafı Farkındalığı
İklim krizi, çevre kirliliği gibi sorunları tetikleyen gıda israfı hakkında ebeveynleri, öğretmenleri ve çocukları bilinçlendiren yaklaşımlar.
Beslenme ve Sofranın Önemi
Çocuklara erken yaşta bilinçli beslenmenin ve sofrada aileleriyle birlikte yemek yemenin önemini anlatan içerikler.
 
Sürdürülebilir Gıda
Herkes için erişilebilir ve güvenilir gıda hedefi doğrultusunda hazırlanan, gıdanın geleceğini korumaya yönelik çalışmalar.
 
Dernek Başkanı Mümin Karaca, yapılan açıklamalara göre, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) 2022'de yayınladığı 'Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme' durum raporuna göre, 2021'de açlıkla karşı karşıya olan kişi sayısı 2020 yılına göre 46 milyon, Kovid-19 salgınının başladığı 2019'a göre ise 150 milyon artarak 828 milyona ulaştı.
Bu rakamlarla toplam dünya nüfusu içinde açlıkla mücadele edenlerin oranı 2019'da yüzde 8 iken 2020 ve 2021'de görülen artışın ardından yüzde 9,8'e yükseldi. Raporda, Birleşmiş Milletler'in 2030 yılında açlık ve kötü beslenmeyi sona erdirme hedeflerine ulaşmada daha da geriye düşüldüğü belirtiliyor.
Karaca, 'Dünyada pek çok insanın sağlıklı gıdaya erişememesinin en önemli nedenlerinden birisi de gıda israfı. Oysa bu israfın sadece dörtte birinin önüne geçilmesi, açlık çeken yaklaşık 830 milyon insanın beslenmesine yetiyor. Tasarruf sağlanması ve israfın azaltılması yönünde akılcı, düşük maliyetli ve hızlı sonuç verebilecek önlemlerin alınması gerekiyor.' ifadelerini kullandı.
 
Doğan Tufan - Pforzheim 
 
 
 
 
 
 
 
 

14 Mart 2024 tarihinde Dıisburg’daki Aletta-Haniel-Gesamtschule okulunda büyük bir iftar organizasyonu yapıldı.

İftara öğretmenler ve öğrencilerin yanı sıra çok sayıda veli de katılım sağladı. Yaklaşık 250’den fazla kişinin katıldığı iftar, Almanya çapında en geniş katılımlı okuldaki bir iftar olduğu tahmin edilmekte.

Okul müdürü Petra Drobek böyle bir iftar programının organize edilmiş olmasından dolayı duyduğu mutluluğu dile getirmiş, her türlü çeşitliliğinin bizler için bir kazanım olduğunu belirtmiştir. Okulda Almanya’daki Türk ve Müslüman toplumunun özlediği ramazan havası yaşatılmıştır. Birlik ve beraberliğin, kardeşliğin ve paylaşmanın hatırlandığı bu ayda Alman toplumunun ön yargılarını kırması ve kültürlerin kaynaşması için çok sayıda Müslüman olmayan öğretmenler, veliler ve öğrenciler de programa büyük ilgi duymuşlardır. İftarı organize eden öğretmen Emine Kır, büyük başarıyla tamamlanan iftar programıyla ilgili düşüncelerini şu sözlerle ifade etmiştir “Farklı kültürlere ve dinlere mensup çok sayıda öğrenci ve öğretmenleri olan okulumuzda, böylesi büyük bir iftara ev sahipliği yapmış olmak, hepimizin için büyük bir sevinç ve gurur kaynağı. Okulumuzun tarihinde ilk defa bir iftar organizasyonu yapılmış olup olağanüstü katılımlı ve başarılı geçmiş olmasını, hem velilerimizin, hem öğrencilerimiz hem de öğretmenlerimizin ilgi, alaka ve katkıılarına borçluyuz.”

İlki gerçekleştirilen iftar etkinliğinin gelecek senelerde sürdürülmesi ve gelenek hale getirilmesi hedeflenmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türk İş Adamı Mehmet Kocagöl, Darmstadt Ticaret ve Sanayi Odası seçimlerinde yüksek bir oyla yeniden seçilmesi Almanya Türkleri arasında sevinçle karşılandı.

 

Aksaraylı Mehmet Kocagöl, Darmstadt Ticaret Odası Meclisine yüksek bir oyla seçildi.

Türk İş Adamı Mehmet Kocagöl, Darmstadt Ticaret ve Sanayi Odası Seçimlerinde güven tazeleyerek meclise girmesi meslektaşları dışında Almanya’da çalışan miyonlarca vatandaşımızı da sevindirdi.

 

Halen Aksaray ünivesitesinde eğitimine devam eden iş insanı Mehmet Kocagöl, Darmstadt Ticaret ve Sanayi Odası'nın meclis üyesi olarak yeniden seçildi. Ünlü iş insanı bu rolüyle 2024 ile 2029 yılları arasında iki ülke ilişkilerine katkı sağlamaya devam edecek. 

Kocagöl, endüstri grubundan meclis üyeliği ve dış ilişkiler komisyonunda görev alarak iş verenleri temsil etme konusundaki çabalarını sürdürecek. Seçilmek için gösterdiği çaba ve kazandığı destekten dolayı oda üyelerine minnettarlığını dile getiren Kocagöl, çalışmalarına aralıksız biçimde devam etme sözü verdi.

 

Mehmet Kocagöl, odanın şirket ve konum bölüm müdürü Sn. Martin Proba ve DTGB Dernek Başkanı Sn. Turgut Sezgin ile bir araya gelerek, önümüzdeki günlerde gerçekleştirilecek faaliyetleri konusunda görüş alışverişinde bulundu. Sezgin ve Proba'nın ziyaretleri için teşekkür eden Kocagöl, iş birliklerinin devamının önemine vurgu yaptı..

 

İki dilde ifade edilen açıklamada, Darmstadt Ticaret ve Sanayi Odası'na olan bağlılığı ve bu anlamlı rolü sürdürecek olmanın onurunu dile getiren Kocagöl, aynı zamanda gelecek planlarına ilişkin de heyecanını paylaştı. İki farklı kültür arasında köprü görevi görmeyi hedefleyen iş insanı, iki ülkenin ekonomik ilişkilerini daha da güçlendirmek adına atılacak adımlara öncülük etme azminde olduğunu belirtti.