Savaşların, kıyımların, katliamların, haksızlıkların bitmediği dünyamız, her an yeni bir acıyı, faciayı, dramı yaşıyor. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile başlayan ve nerede duracağı bilinmeyen sıcak savaş, yeni bir mülteci probleminin de gündeme oturmasına yol açtı. Rus saldırıları karşısında canını, çoluğunu çocuğunu kurtarmak için milyonlarca insan başta Avrupa olmak üzere kendilerini emin hissedebilecekleri yerlere ulaşmaya çalışı-yorlar. Birleşmiş Milletler yetkililerinin açıklamalarına göre Ukrayna’yı terk ederek mülteci durumuna düşenlerin sayısı şimdiden 3,5 milyonu buldu. Savaşın devamı halinde bu rakamın 10 milyonu bulabileceği korkusu yaşanıyor.
Henüz Avrupa ülkeleri kadar yoğun yaşanmasa da, Türkiye’nin de yeni bir mülteci dalgasının hedefi olabileceği düşünülüyor. Irak, Suriye, Afganistan’daki savaşlar ve karışıklıklar sebebiyle dünyanın en çok mülteci barındıran ülkesinin Türkiye olduğu biliniyor. Aynı şekilde mülteci kabulü ve bunlara yapılan muamele konusunda -bir hayli iç tepkiye sebebiyet verecek şekilde- bonkör davranıldığı da kamuoyunun malumudur.
Ukrayna’dan Avrupa’ya mülteci akınının ilk durağı, komşu olması dolayısıyla Polonya. Ondan sonraki en önemli durağın ise Almanya olduğu biliniyor. Almanya, savaş ve yoksulluktan, ülkelerindeki siyasi takibatlardan kaçanların gelmek istedikleri ülkelerin ilk sıralarında yer alıyor. Ekonomik şartların iyiliği ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Anayasa ve kanunların mülteci dostu diyebileceğimiz özellikleri bu cazibeyi arttırıyor.
Bütün bunlara rağmen Alman ya’nın hatta hiçbir ülkenin mülteciler için bir Cennet olmadığı açık. Bazı durumlarda istismarlar yaşansa da mültecilik ‘Allah düşmanımın başına vermesin’ diyebileceğimiz bir mecburiyettir. Çünkü hiç kimse doğup büyüdüğü, havasını teneffüs edip suyunu içtiği, ait olduğu ve kendisine ait olduğunu düşündüğü ülkesini, kentini, köyünü, mahallesini, dost ve akrabalarını terk edip başka okyanuslara yelken açmaz. Şartlar ne kadar güzel görünürse görünsün özünde hiçbir yabancı memleket insanın kendi ülkesi gibi değildir.
Almanya’nın mültecilerle ilgili kanun ve uygulamaları ne kadar güzel görünürse görünsün, hiçbir şekilde mükemmel değildir. Zaman zaman bizim de dile getirdiğimiz gibi bir hayli yanlış uygulamalar söz konusudur. İnsan hakları örgütlerinin hemen her yıl hazırladıkları raporlarda bunlar etraflıca dile getirilmektedir.
Hatalı davranışlar içerisinde en çok dikkat çekenlerden birisi mülteciler arasında ayrım yapıldığı konusudur. Almanya yıllardır tam tabiriyle adeta ‘etinden, sütünden, yününden’ yararlanacağı mülteci arayışındadır. Azalan nüfusu dengelemek, ihtiyaç duyulan meslek dallarındaki açığı dışarıdan gelenlerle kapatmak düşüncesi çoğu kez sırıtmaktadır. Diğer yandan oluşturulmak istenen ve başını çektiği Avrupa ortak tavrı konusunda da işin insani ve vicdani özünden ziyade ekonomik ve siyasi hesaplar peşinde koşmaktadır. Mültecilerin AB topraklarına ulaşmasının önlenmesi, gelenlerin -Türkiye ile yapılan anlaşmanın gösterdiği gibi- geri gönderilmesi türünden uygulamalar bu kapsamdadır.
Mültecilerin geldiği ülkelerin genellikle Müslümanların yaşadığı ülkeler oluşu Alman kamuoyunun meseleye yaklaşımı ve kanaat oluşumu noktasında önemli bir husustur. Bazı çevreler işi ‘mülteciler geliyor’dan ziyade ‘Müslümanlar geliyor’ şeklinde ele alıyorlar ve bu çoğu yerdeki gibi Almanya’da da aşırı sağa bir istismar alanı açıyor. Ancak Ukrayna’dan gelenlere karşı bazı çevrelerce takınılan tavır, birçoklarının aslında mültecilere değil Müslümanlara karşı olduğunu açıkça gösterdi. Yeni mültecilerin ‘sarışın ve mavi gözlü’ oluşları bu çevrelerin ne denli ikiyüzlü ve çağın dışında bulunduklarını ortaya koydu.
Bu ortamda birçok Türk ve Müslüman kuruluşun sizden-bizden ayrımına gitmeden Ukrayna’dan gelen mültecileri bağrına basıp, camilerinde, derneklerinde ağırlamaya çalışması aslında sadece Almanya’da değil tüm Avrupa’da örnek alınması, takdir edilmesi gereken bir davranıştır. Çok güzel bir deyimimizin dile getirdiği gibi ‘Düşmez kalkmaz bir Allah’tır.’ Kaldı ki Nazi rejimi döneminde birçok Alman ilim insanı ve entelektüelin sığınağının Türkiye olduğunu bu çevreler gayet iyi bilmektedirler. Umarız Ukrayna meselesi bazı kafaların dünyayı daha insancıl ölçülerle okumasına vesile olur.