Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

TARİHİMİZLE YÜZLEŞMEK - DÖNÜŞ ROMANINI NİÇİN YAZDIM?
 
İşte Sayın KAYIHAN'ın kaleminden "DÖNÜŞ"'ün hikayesi...
 
Son yıllarda bütün dünyada adından en çok söz edilen ülke, benim memleketimdir, Türkiye’dir; ne var ki, özellikle batılı devlet adamlarının, politikacılarının, yayın kuruluşlarının, yazarlarının büyük çoğunluğu memleketime sürekli olarak olumsuz açıdan yaklaşmakta, bazen en sabırlı olanlarımızı bile çileden çıkaran yorumlar yapmaktadırlar; biz de bu duruma şaşıp kalmaktayız.
 
Tamam, biz sıcak kanlı bir milletiz; tez öfkeleniriz ama küsmeyi bilmeyiz, ayranımız tez kabarır ama çabuk unuturuz, bağırıp çağırırız ama kin tutmayı bilmeyiz, sık sık ekonomik krizlere girer çıkarız ama misafirseverizdir, elimizde avucumuzda olanıbölüşmeyi severiz... Birmillet için bu özellikler az şey midir?..
 
Bize ikide birde tarihinizle yüzleşin diyorlar; iyi de, biz zaten tarihle iç içe yaşayan bir milletiz. Hem ne varmış bizim tarihimizde yüzleşilecek? Tamam, benim atalarım Viyana önlerine geldiler, Afrika’ya uzandılar, Ortadoğu’ya indiler; savaşlar yaptılar, vurdular, vuruldular; bazen yendiler, bazen yenildiler. Benim atalarım olmasaydı dünya tarihi ne kadar yavan olurdu bir düşünsenize!
 
Anadolu’ya geldiler; Bizans’ın din taassubuyla ezim ezim ezmekte olduğu Ortadoks Ermenilere ayrı bir patriklik bağışladılar, İstanbul’a geldiler Haçlı Orduları eliyle harap olmuş bir şehri gül bahçesine çevirdiler. Biz Balkanları aşıp Alp Dağları’na erişince Haçlı Orduları ile üzerimize gelen, her defasında dövülüp Atlas Okyanusu kıyılarına kaçan Avrupa milletleri bizi tanıdıktansonradır ki hoşgörü diye bir kavramın varolduğunu öğrendiler. Latin dillerinde karmakarışık anlamına gelen Balkanlarda ayrı dil, ayrı soy, ayrı din ve inanışlarda olan bir sürü milleti kardeşçe bir arada nasıl yaşatığızı gördükten sonradır ki Katolikler ve  Protestanlar Yüz Yıl Savaşlarıyla, Otuz Yıl Savaşlarıyla birbirlerini yemekten vazgeçmeyi öğrenebildiler. Yalan mı?.. Her ne kadar Klise Türk korkusu yayarak Avrupalıların İslâm’a uzak durmasını sağladıysa da bunun gene kendilerine faydası olmadı mı? Bize karşı birleşmelerinde, hatta bugünkü Avrupa Birliği’nin bir Hıristiyan Klübü şeklinde oluşmasında bize karşı sürekli diri tuttukları Türk ve İslâm korkusunun payını kim inkâr edebilir? Avrupalılar tarihin hangi döneminde karşılarında bir düşman gölgesi peydah ederek bir arada olabildiler ki? Yüzyıllar boyu o gölge Türkler oldular, bir ara Demirperde’ye oynadılar, o perdeyi açınca yeniden eski düşmana döndüler. Irkçı oluşumlara bir baksanıza... Hangi ülkede olursa olsun, hepsinin söylemi aynı. Onların yabancılar, İslâm, tarihi doku falan demelerine bakmayın siz; bütün bu kelimelerin özetinde biz Türkler varız.
 
Tarih, bir milletin ne reddedebileceği ne de silip atabileceği bir mirastır; tarihi olayları ne değiştirebilirsiniz ne de şurasını kabul ediyorum, burasını kabul etmiyorum diyebilirsiniz; çünkü tarih, insanlığın ortak hafızasının hizmetindeki en yararlı bilimdir; ancak onun da araştırılması, bulunması, bilinmesi ve nesilden nesile aktarılması gerekir. Hele söz konusu sizin tarihiniz ise ve siz kendi tarihinizle ilgili olayları araştırmıyor, öğrenmiyor, yazmıyor, çocuklarınıza anlatmıyor, dünyaya duyurmuyorsanız, bunu başkaları yapar; o zaman bütün dünya, onların yazdıklarına, söylediklerine inanır; çünkü tarihiniz adına ortada var olan şey, sadece odur.
 
İyi de, bizden başka herkes bizim tarihimizle mi oturup kalkıyor? Otobüste, trende, bağda, bahçe de ellerinde hemen her zaman birer kitaplan gördüğümüz şu Avrupalılar, durmadan bizim tarihimizi mi okuyorlar? Elbette değil!
 
Almanya’daki ortadereceli okullarda okutulan bütün tarih kitaplarında Türk kelimesi sadece iki yerde geçiyor: “1453’te istanbul’u aldılar, 1683’te Viyana’yı kuşattılar.” Hepsi bu!
 
Peki sadece bu iki alıntıya dayanarak mı bizler hakkında böyle önyargılı davranıyorlar? Hani, neredeyse ağzımızla kuş tutttuğumuz halde kendimizi onlara bu yüzden mi beğendiremiyoruz?.
 
Elbette değil!
 
Peki suç tarih kitaplarının değilse, o zaman bize karşı bir türlü anlayamadığımız bu anlamsız önyargılarının kaynağı nedir? Edebiyat!.. Bence edebiyat! Hikayeler, tiyatrolar, şiirler, romanlar!.. İlla da romanlar!
 
İngiltere’de 1600’lü yıllarda, yani dedelerimizin az ötedeki Alp Dağları’na geldikleri günlerde tam 20 ayrı tiyatro eseri kaleme alınmış. Hem de Türklerin yüzünü bile görmeyenler tarafından... Üstelik gerçekle ilgisi olmayan şeyler anlatılarak, ağıza bile alınmayacak sıfatlar kullanılarak...
 
1571 yılında bütün Avrupa ülkelerinin donanmaları birleşmiş ve bir İspanyol amiralin komutasında Lepanto Deniz Savaşı’nda nasıl olduysa Osmanlı donanmasını yenmişler...
 
Olabilir! Olabilir de, şu meşhur İngiliz yazarı Shakespeare hemen kaleme sarılmış ve bu olayla ilgili olarak Othello isimli eserini yazmış. İçinizde bu eserin adını duymayanlar var mıdır bilmem, ama dünyadaki insanların %90’ı Othello’yu bilirler... İşte bu Othello eserinin açtığı çığır yüzündendir ki, bu günkü modern İspanya’da bile her yıl Lepanto deniz zaferi bayram olarak kutlanır. Bu Shakespeare arkadaş sadece Othello’da değil, bir çok eserinde biz Türklere yüklenmeden duramaz: 4. Henry’de, As You Like It’de, Kral 5. Heinrich’te, III. Richard’ta, Kral Lear’de... Gerçi adam ne yapsın, o dönemde insanlık yıldız deyince güneşi, devlet deyince bizi görüyor; kibirli millettir bu İngilizler, bükemedikleri eli öpme alışkanlıkları yoktur, öper gibi yapıp ısırırlar illâ…
 
Peki, sadece Shakespeare mi yapmış bu işi? Değil tabii... Marlowe, Rouseu, Diderot, Richard Knolles, Montesquieu, Hobbes, Bernier, Puskin, Lord Byron... Hele bu Lord Byron! Bir zamanlar Osmanlı Sultanı’nı uzaktan şöyle bir görebilmek için aracılarıyla haftalar boyunca saraya gidip gelen, topraklarımızda süklüm püklüm dolaşan bu adam, bütün şiir kitaplarında iftiralar, yalanlar, hasta ruhunun iğrenç yansımaları ile Avrupalıları bize karşı kışkırtmakla uğraştı. Şiirlerinin etkisinde kalanları etrafına toplayarak kurduğu özel bir ordunun önüne düşüp topraklarımıza tepesine Eşil külâhı giyip savaşmaya geldi.
 
İşte o ve benzerlerinin Avrupalıların kafasında zaten Ortaçağ’dan beri varolan Türk Klişesine edebiyat yoluyla cila üstüne cila vurmalarıdır ki bize karşı bu olumsuz bakışlarını kemikleştirmiş, hakkımızdaki her suçşama sokaktaki adam tarafından derhal kabul edilir olmuştur. Şu Rus edebiyat dilinin babası sayılan Puşkin’e de bir çift lâf edip Dönüş romanımı yazmaya niçin karar verdiğimi anlatacağım. Puşkin büyük şâirdir elbette ama bu Byraon’un etkisinde kalarak bize şiirlerinde etmediği hakaret de kalmamıştır. Hatta yiğidim Byron’a özenmiş, 93 harbinde gönüllü subay adayı rütbesiyle bize karşı savaşmak için Erzurum’a da gelmiş. Gerçi sıkıyı görünce birkaç ay içinde soluğu Petersburg’ta, bütün Rusya’nın en güzel kızı sayılan sevgilisi Natalja Nikolajewna’nın yanında almıştır ama Sırp isyanı’nı destekleyen şiirlerinde, özellikle Kara Yorgi’nin Kızına şiirinde ettiği küfürler onun gibi bir şâirin ağzına yakışan şeyler değildir. Ne çare ki o da Rus halkının biz Türklere karşı olumsuz bakıyor olmasının birinci dereceden edebî suçlusudur.
 
 
Ya Almanlar, deyip bir paragraf daha açarsam Dönüş’ü niçin yazdığım sır olmaktan çıkacaktır…
 
Hani, Kara Mustafa Paşa’nın neredeyse tarihten silivereceği, I. Dünya Savaşı’nda Waffenbrüder’imiz olarak ciğerlerimize kadar her şeyimizi bilen Almanlar var ya, onların büyük çoğunluğu bizi sadece Karl May isimli bir romancının yazdıklarıyla tanırlar. Sokakta beni gördüğünde gözlerinin önünde Karl May’in bilmem ne beyi tarif ederken yazdıkları canlanır. Sarık, sakal, enli bir kuşak ve kuşağa sokulu bir hançer… İşin gülünç tarafı bu Karl May de hayatında ne Türkiye’ye gelmiş ne de bir Türk’le oturup bir fincan Türk kahvesi içimiştir. Tamam, sanatçıdır, öyle hayâl etmiş, öyle yazmıştır, itirazım yok… Osmanlı Türkiyesi’ndeki Ermeni İsyanı’nı bu Almanlar iyi bilirler; İngiliz, Rus ve Fransızlar bizi bitirmeyi kafalarına koydukları, içimizdeki her unsuru kışkırttıklarını da biliriz, güya savaş ortağımız Almaların onlardan geri kalmadıklarını da… Doğu Cephemizi sıkıştırıp duran Ermeni komitacılarını yerel destekten mahrum bırakmak için Ermenilerin güney illerimize sürülmelerini onların istediğini de… Ama bugünkü Almanlara göre bu bir gçöürme olayı değil, düpedüz soykırım.  Bakın burada gene edebiyatı suçlayacağım ama lâfı uzatmadan Dönüş romanına döneyim.
 
Yıllar önce Bayburt’ta bir kahvehanede o zamanlar 87 yaşında olan bir adamla tanıştım. Önüme tabağında ne şeker ne de kaşık olan çay tabağını bırakıp dönen garsondan şeker ve çay kaşığı istemiştim. İhtiyar benim Bayburt’un yerlisi olmadığımı oradan anlamış. Nerelisin, necesinle başlayan sohbetimiz ilkin yaşına, ardından yaşadıklarına geldi; iki gün daha yanına gittim. Rus işgali dönemine ait öyle şeyler anlattı ki kanım dondu. Daduzar’a, Şehit Osman’a, Kop Geçidi’ne, Taş Han’a ve Kızkardeşler Kuyusu’na birlikte gittik. Duduzar’da Dede Korkut Hikâyeleri’nde adı geçen Baybeğrek’in beşmetreuzunluğundaki mezarının bulun duğunu, şehit Osman’da şehri Rus Orduları’na karşı savunan efsanevi bir kahramanın yattığını, Kop Geçidi’nde akla, hayâle sığmayan Çanakkale benzeri savunma savaşlarının verildiğini ve on binlerce insanımızın şehit düştüğünü biliyordum; ancak o güne kadar Taş Han ve Kız Kardeşler Kuyusu hakkında hiçbir şey işitmemiştim. Konuştuğum başka yaşlılar, “Hey oğlum, nice kuyulara, nice çukurlara doldurdular insanlarımızı bir bilsen…” demişlerdi. Onlar biliyorlardı ama, bunlardan bırakın dünyayı, biz Türklerin bile haberi yoktu. Anlattıkları dayanılır şeyler değildi. Bunları yapanlara çok öfkelenmiştim. Ve sormuştum: “-Peki sonra?..” Sonrasını da yazdım Dönüş’te...
 
Dünyanın çeşitli ülkelerinde, bu arada Alman ya’da son zamanlarda giderek artan bir şekilde Ermeni soykırımından sözediliyor, parlamentolarında yasalar çıkartılıyor, boy boy anıtlar dikiliyor; bu anıtların başında toplanan insanlar, zavallı kurbanlar için göz yaşı döküyor, canavar Türkleri lânetliyorlar. Kimsenin gerçeği araştırıp soruşturmak umurunda bile değil... Anadolu toprağının çığlığını duyan yok! El bir yana, o toprağın çocuklarının kendi atalarının başına gelenlerden haberi var mı? Oysa, Anadolu toprağının derinliklerinde kimsenin bilmediği, görmediği, bildirmediği yüzlerce anıt var.
 
Dönüş, tarihe dönüşün, tarihle yüzleşmenin romanıdır; ama aynı zamanda Dönüş, 100 yıl ön ce başımıza gelen olayları çıkaranların aynı topraklara bir başka kimlik, bir başka yöntemle bugün yeniden geri dönüşlerinin de habercisidir.
 
Tamam, tarih doğruları söyler; önemli olan tarihimizdeki iyi ya da kötü bir olayı, bizim nasıl anladığımız, ondan nasıl ders aldığımızdır: Bir edebiyatçı, bir romancı, tarihte meydana gelen olaylardan ötürü birilerine kin duymak, okuyucularını birilerine kin duymaya sevketmek hakkına sahip değildir; zira her sanatçı gibi bir romancının görevi, daha temiz bir toplumun, daha yaşanılabilir bir dünyanın, bütün insanlar arasında daha sıcak kardeşlik duygularının ge liş mesine katkıda bulunmak olmalıdır; ne yazık ki, bu her zaman böyle olmuyor.
 
Avrupalılar meselâ Türk-Ermeni ilişkileri hakkında tarihi olarak hiçbir şey bilmiyorlar; peki bu konuda sahip oldukları bu ön yargının sebebi sadece Ermeni diasporasının çalışmaları mıdır? Hayır! Bu ön yargıların asıl sebebi, gene bir roman, Franz Werfel adında bir yazarın kaleme aldığı Musa Dağı’nda 40 Gün isimli bir romanıdır. Avrupalılar, bi raz da Türklere karşı öteden beri gelen olumsuz bakış açılarından ötürü bu romanda anlatılan her şeyi gerçek saymakta ve inanmaktadırlar. Bizim gibi sanat ve edebiyata pek ilgi duymayanlar da bu ön yargıların sebebini anlamakta zorluk çekmektedirler; ama, imaj denilen şeyin ne askeri ne de ekonomik başarılarla değil, ancak kültür ve sanat alanında güçlenmekle değişip oluşabileceğini kavrayamamaktadırlar.
 
Televizyonlarda birkaç gün içinde saman alevi gibi geçip gidecek ipe sapa gelmez konuları işleyen dizi filmlere odaklanan beyinlerin okuma, düşünme ve kavrama alışkanlığını, üretme yeteneği kaybedeceğini, ortaya çıkan boşluğu bizim adımıza başkalarının dolduracağını, bunun da genel likle olumsuz yönde olacağı nı mutlaka anlamamız; bizi tarihi gerçeklere göre ve biz olarak anlatan seslere kulak ve destek vermemiz gerekmektedir.
 
Sizin için konuşanların sesi kısılırsa, dünya, 2 milyon Ermeniyi, 40 bin Kürdü öldür düler, diyen güyâ sizden birilerine inanır. Size de bu pirincin taşını ayıklamak düşer! Oysa, o dönemin görgü tanıkların dan biri, Ermeni asıllı İstanbullu hemşehrimiz Ağavni teyzenin bildiklerini bu güne kadar ne kitaplar yazdı ne de televizyon dizileri işledi.
Ama işte, oh olsun ki, Dönüş’te ben yazdım!
 
 

 

 

Die Kandidatin auf Listenplatz Nummer 1 wartet auf die Unterstützung der Wähler/innen mit Migrationshintergrund

 

 Werdegang von Christine Singer

  • Geboren 1965 in Weilheim / Oberbayern
  • Bäuerin und Hauswirtschaftsmeisterin
  • Landesbäuerin des Bayerischen Bauernverbands seit 25 Jahren dort ehrenamtlich engagiert
  • Langjähriges Engagement für das Miteinander im ländlichen Raum

 

 

Schwerpunkte

Die Versorgung mit Lebensmittel ist ein hohes Gut. Krisenzeiten zeigen uns, wie wichtig die Selbstversorgung mit den Lebensgrundlagen Ernährung und Energie für uns ist.

Mittelstand entlasten: 

Die überbordende Bürokratie lähmt und zerstört den Mittelstand. Sie behindert regionale Unternehmen, die es für einen lebendigen ländlichen Raum braucht.

 

Angepasste Standards für Importe in die EU: 

Handelsabkommen mit Drittländern müssen aus ökologischen, sozialen und ökonomischen Gründen den Qualitäts- und Prozessstandards der EU entsprechen.

 

Sicherheit stärken: 

Die gemeinsame Verteidigungs- und Sicherheitspolitik muss stark sein. Unsere Cybersicherheit muss für deutlich mehr Resilienz gegen Cyberbedrohungen sorgen. Wir müssen dafür sorgen, dass „Made in Germany“ ein Qualitätsversprechen bleibt.

 

 

Aksaray Üniversitesi (ASÜ), Kültür, Tarih ve Entegrasyon Araştırmaları (IKG) Enstitüsü iş birliğiyle "Kültür, Tarih, Ekonomi ve Siyaset Bağlamında Türkiye-Almanya İlişkileri" konulu bir konferans düzenledi.

 

Bir selamlama konuşması yapan ASÜ Rektörü Prof. Dr. Alpay Arıbaş, Türkiye-Almanya ilişkilerinin Osmanlı’ya uzanan derin köklere sahip olduğunu söyledi. İkili ilişkilerin Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikliğe dönüştüğünü ifade eden Rektör Arıbaş, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Türkiye, yerle bir olan ve kalkınma hamlesi için iş gücüne ihtiyaç duyan Almanya’ya destek vermiştir. 30 Ekim 1961 tarihinde yapılan bir anlaşmanın ardından Türk insanı, iş gücü olarak Almanya’ya gitmeye başlamıştır. Bu süreç her iki ülkenin daha da yakınlaşmasına vesile olmuştur” dedi. Rektör Arıbaş, “Şu anda Avrupa’da önemli bir Türk nüfusu var. Bu nüfusun büyük kısmı Almanya’da yaşıyor. Almanya’da yaşayan Türkler arasında Aksaray, Konya gibi Orta Anadolu coğrafyasının insanlarının da ağırlıkta olduğunu biliyoruz” dedi. Rektör Arıbaş, konuşmasının son kısmında, Avrupa’da yaşayan Türklerin Türkiye ile Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilerde köprü olduklarını da belirtti ve bu hususta farklı çalışmalar yapılması gerektiğini kaydetti.

 


Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik, geniş bir perspektif üzerinden Türkiye-Almanya ilişkilerini anlattı. Türkiye’nin Avrupa’da en yoğun şekilde Almanya ile temas halinde olduğunu söyleyen Latif Çelik, sürecin tarihsel ve güncel boyutları hakkında bilgiler verdi.


Dr. Latif Çelik devamla, “Türkiye ile Almanya çok boyutlu ilişkilere sahiptir. Her iki ülke arasında kökleri tarihin derinliklerinde olan ciddi ve bir o kadar da karmaşık bir ilişkiler yumağı görüntüsündeki derin stratejik ilişkiler var. Her iki taraf da bunun bilincinde olarak ilişkileri germemeye özellikle dikkat etmektedir. Ancak Almanya ve Türkiye’nin birbirinden uzaklaşıp gerginleşmeden bu ilişkilerin anlamlandırılması çok önemlidir” şeklinde konuştu.

Türk-Alman ilişkilerinin Almanya ve Türkiye coğrafyalarındaki izlerini bir araya getirmek için ciddi çalışmalar yaptıklarını belirten Dr. Latif Çelik konuşmasının devamında, “Almanya’da Türk özleri ve Türkiye’de Alman özleri adlı kitaplar en çok satan eserlerin başında gelmektedir. İki dilde yazılan bu eserlerin okuyucularının daha çok Almanlar olduğunun ortaya çıkması ise çok önemli. Kültür tarihi alanındaki çalışmalar arttıkça Türk-Alman ilişkilerinin sağlıklı bir düzlemde devam edeceğine olan inancımız tamdır” şeklinde konuştu.

 


Dr. Latif Çelik Türk-Alman ilişkilerinin devasa boyutlarında geniş bir ufuk turu gerçekleştirerek 8 asır öncesinden günümüze kadar gelen dönemi konferans salonundaki dinleyicilere aktardı. Düzenlenen etkinlik ve konferans sonunda soruların yanıtlanması ve plaket takdiminin ardından sona erdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

BERLİN (AA) - Almanya’nın başkenti Berlin’de bulunan Hür Üniversitesi'nde öğrenciler, Filistin’e destek gösterisi düzenledi.

Öğrenciler, üniversitenin iç bahçesi "Theaterhof"ta çadırlar kurarak dayanışma kampı oluşturdu.

 

Yaklaşık 150 öğrencinin katıldığı gösteride, "Biz binleriz, milyonlarız, hepimiz Filistinliyiz", "Filistin'e özgürlük", "Tüm gözler Refah’ta", "İsrail, terör devletidir", "Almanya utan" şeklinde sloganlar atıldı.

Öğrenciler, Gazze’de soykırımın durdurulmasını, Almanya’nın İsrail’e silah yardımı yapmamasını, Almanya’da Filistin destekçilerine baskı yapılmamasını talep etti.

 

Öğrencilerin kurduğu Filistin'e destek kamp alanının çevresinde çok sayıda polis bulunuyor.

 

 
 
 
 
 
 

 

“Kuşaktan Kuşağa: Hollanda’daki Türk Diasporasının 60. Yılı” resepsiyonunda konuşan Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar (YTB) Başkanı Abdullah Eren Hollanda’daki Türk toplumunun ülkenin bugünkü konumuna ulaşmasında büyük katkısı olduğunu söyledi.
 
 
Türkiye ve Hollanda arasında 19 Ağustos 1964’te imzalanan İş Gücü Anlaşması ile başlayan Hollanda'ya Türk işçi göçünün 60. yılını anmak ve onurlandırmak amacıyla YTB tarafından düzenlenen “Kuşaktan Kuşağa: Hollanda’daki Türk Diasporasının 60. Yılı” resepsiyonu Hollanda’nın Roterdam şehrinde gerçekleştirildi.
Programa, YTB Başkanı Abdullah Eren, Türkiye'nin Lahey Büyükelçisi Selçuk Ünal, Türkiye'nin Amsterdam Başkonsolosu Mahmut Burak Ersoy, Rotterdam Başkonsolosu Sevgi Kısacık, Hollanda Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı Sosyal Güvenlik ve Entegrasyondan Sorumlu Genel Müdür Araya Sumter, sanatçı Karsu Dönmez ve Hollanda'daki Türk toplumunun temsilcileri katıldı. Tören öncesinde, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın da mesajı okundu.
 
 
Programda YTB Başkanı Abdullah Eren bir konuşma yaptı. Hollanda’daki Türk toplumunun Hollanda’nın bugünkü konumuna ulaşmasında büyük katkısı olduğunu söyleyen Eren, “Buradaki Türk toplumu çok önemli görevlere geldi ve ülkenin önemli bir parçası oldu. Hollanda’daki Türk toplumunun 60 yılı adeta bir başarı hikayesidir” dedi.
YTB'nin, yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılamak için her yıl çok farklı faaliyetler ve programlar düzenlediklerini anlatan Eren, çalışmaların artarak devam edeceğini söyledi.
 
 
Türkiye'nin Lahey Büyükelçisi Selçuk Ünal da Hollanda ile Türkiye arasındaki ilişkilerin çok daha eskiye dayandığını ve çok güçlü olduğunu belirtti. Ünal, beraber yaşama kültürüne sahip Türk toplumunun Hollanda'daki varlığının güçlendiğini aktardı.
Hollanda Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı Sosyal Güvenlik ve Entegrasyondan Sorumlu Genel Müdür Araya Sumter ise Türklerin bugünkü Hollanda'nın inşasında çok önemli görevler üstlendiğini dile getirdi ve   60 yıl önce yeni bir hayat kurmak için gelen Türklerin burada çok derin bağlar kurduğunu ifade etti.
Resepsiyonda, YTB'nin yurt dışındaki Türk vatandaşlarına yönelik hizmetlerini anlatan video ve belgeseller gösterildi.
 
 
Programın ardından iş dünyasından akademiye, spordan kültür-sanata çeşitli alanlarda tüm diaspora mensuplarının başarılarını onurlandırmak adına temsili plaketler takdim edildi.

Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Genel Sekreteri Büyükelçi Kubanıçbek Ömüraliyev, Kırgız Cumhuriyeti Kültür, Enformasyon, Spor ve Gençlik Politikaları Bakan Yardımcısı Sayın Chyngyz Esengul'ü 3 Mayıs 2024 tarihinde İstanbul'daki TDT Sekretaryası binasında kabul etti.

 

Toplantı sırasında taraflar kültür, gençlik ve spor alanlarında işbirliği konularını ele aldılar. Bakan Yardımcısı, Kırgız tarafının yukarıda belirtilen alanlarda yürüttüğü çeşitli faaliyetler hakkında kısa bilgi verdi.


Taraflar ayrıca, merkezi Kırgız Cumhuriyeti'nde olmak üzere TDT Spor Ajansı'nın kurulması konusunda görüş alışverişinde bulundular.

 

BERLİN (AA) - Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un, Sosyal Demokrat Partiye (SPD) karşı 2023'in başında yapılan siber saldırıdan Rusya’yı sorumlu tutmasının ardından Almanya’nın Moskova Büyükelçisi Alexander Graf Lambsdorff’u istişareler için Berlin’e çağırdığı bildirildi.

 

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kathrin Deschauer, Berlin’de düzenlenen basın toplantısında, Alman hükümetinin, SPD’ye yönelik siber saldırıyı "çok ciddiye" aldığını belirtti.

Deschauer, Dışişleri Bakanı Baerbock’un, Büyükelçi Lambsdorff’u istişareler için Berlin’e çağırmaya karar verdiğini aktardı. Bunun benzer olaylardan sonra uygulanan yaygın bir prosedürdür olduğuna işaret eden Deschauer, Lambsdorff’un bir hafta Berlin’de kaldıktan sonra Moskova’ya döneceğini dile getirdi.

 

- Siber saldırıda, Rusya sorumlu gösterilmişti

Almanya Dışişleri Bakanı Baerbock, iktidarın büyük ortağı SPD'ye karşı 2023'ün başında yapılan siber saldırıda Rusya'yı sorumlu göstermişti.

Baerbock, "Rus devlet hackerlarının, Almanya'ya siber alanda saldırdığını" ifade ederek, "Geçen yılki bu saldırıyı artık net şekilde Rus istihbarat servisi GRU tarafından kontrol edilen APT28 grubuna bağlayabiliyoruz." demişti.

 

SPD, parti yönetiminin elektronik posta hesaplarının, Ocak 2023'te siber saldırının hedefi olduğunu açıklamıştı.

 

BERLİN (AA) - Almanya, İsrail'e, Gazze Şeridi'nin güneyinde yer alan Refah'a geniş çaplı saldırı konusunda uyarıda bulundu.

Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kathrin Deschauer, Berlin’de düzenlenen basın toplantısında, Refah'ta 1 milyondan fazla insanın yaşadığını belirterek, buradaki insanların korumaya ve insani desteğe ihtiyaç duyduğunu belirtti.

Deschauer, Alman hükümetinin ve Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock'un daha önce de Refah'a yönelik geniş çaplı bir kara saldırısının insani felaket olacağını söylediklerini anımsatarak, "Alman hükümetinin, Refah'a geniş çaplı saldırı konusunda uyarıda bulunduğunu" ve "insani felaketin engellenmesi gerektiğini" kaydetti.

Ateşkese ilişkin "devam eden zor görüşmelerin tehlikeye atılmamasını" talep eden Deschauer, "Hem Gazze'deki halka insani yardımların en iyi şekilde ulaştırılabileceği hem de rehinelerin serbest bırakılabileceği bir ortamın oluşturulması için tüm taraflar azami çaba sarf etmeli." diye konuştu.

 

BERLİN (AA) - Almanya'da Hristiyan Demokrat Birlik Partisi'nin (CDU) genel başkanlığına yeniden Friedrich Merz seçildi.

Berlin'de bir otelde yapılan partinin 36. olağan genel kurulundaki seçime tek aday olarak giren Friedrich Merz geçerli 971 oyun 873'nü alarak yeniden genel başkanlık koltuğuna oturdu.

 

Merz, burada yaptığı konuşmada, bu yılki genel kurulu "Birlikte, gelecek ve kazanmak" sloganı altında düzenlediklerini belirterek, "Bu üç kelimeyle geleceğe bakıyoruz. Almanya daha iyisini yapabilir ancak bunun için Almanya'nın yeniden iyi yönetilmesi gerekiyor." dedi.

Almanya'nın 75 yıllık tarihinde üç kez muhalefette kaldıklarını, bunların ilkinin 13, ikincisinin 7 yıl sürdüğüne işaret eden Merz, "Şimdi bu süreyi tekrar yarıya indirmek istiyoruz." diye konuştu.

 

Almanya'da aşırı sağın yıllarca hafife alındığı itirafında bulunan Merz, "Almanya için Alternatif (AfD) Partisi gibi partiler bizim değerlerimizi, bizim Avrupa'mızı reddediyor ve bunu (Rusya Devlet Başkanı) Putin'in manevi ve mali desteğiyle yaptıklarını iki haftadan uzun bir süredir biliyoruz. İlkelerimizle alay edilmesine karşı kendimizi tüm gücümüzle savunmalıyız." değerlendirmesinde bulundu.

Merz, iktidara gelmeleri halinde "Vatandaşlık parası" adlı sosyal yardımların yerine yardıma ihtiyacı olanlara yardım eden ancak aynı zamanda çalışabilecek olanları da teşvik eden yeni bir "temel güvence" sistemi getireceklerini dile getirdi.

 

Friedrich Merz, kendisine güvenerek tekrar genel başkan seçtikleri için de tüm delegelere teşekkür etti.

 

BERLİN (AA) - Almanya’da Sol Parti’den ayrılarak Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) partisini kuran milletvekili Sahra Wagenknecht, Alman hükümetinin İsrail'e silah ihracat yasağı getirmemesinin "savaş suçuna yardım etmek" olduğunu söyledi.

 

Alman Haber Ajansı DPA'nın haberine göre, BSW partisinin Eş Başkanı​​​​​​​ Wagenknecht, Berlin'de yaptığı açıklamada, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki Refah kentini tahliye etmeye başlamasını, "(İsrail Başbakanı Binyamin) Netanyahu hükümetinin başka bir savaş suçuna hazırlanması" olarak nitelendirdi.

Alman hükümetinin İsrail'e silah ihracatı yasağı getirmemesinin "savaş suçuna yardım etmek" olduğunu ifade eden Wagenknecht, İsrail hükümetinin, Gazze'de uzun zamandan bu yana meşru müdafaa ile ilgisi olmayan kanlı bir intikam savaşı yürüttüğünü belirtti.

 

Wagenknecht, Netanyahu'nun iki devletli çözümü sabote ettiğini kaydederek, İsrail'e daha fazla diplomatik ve ekonomik baskı yapılması gerektiğini söyledi.