Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Umfassende neue Studien sehen die Eckert Schulen 2022 als "Top-Arbeitgeber" und als einen von "Deutschlands besten Ausbildungsbetrieben".

 
Regenstauf - Die Eckert Schulen sind einer von Deutschlands besten Ausbildungsbetrieben und einer der innovativsten, digital am besten aufgestellten und nachhaltigsten Arbeitgeber in der Bundesrepublik. Das angesehene Hamburger Institut für Management- und Wirtschaftsforschung sowie das renommierte F.A.Z.-Institut für Management-, Markt- und Medieninformationen, eine Tochter der Frankfurter Allgemeinen Zeitung, zeichneten das bundesweit an rund 50 Standorten präsente Weiterbildungsunternehmen mit Sitz vor den Toren Regensburgs jetzt mit Qualitätssiegeln für besonders zukunftsfähige, mitarbeiter- und azubifreundliche Arbeitgeber aus.

Junge Menschen, die in Deutschland eine Ausbildung beginnen möchten, stehen vor der wichtigen Entscheidung, den richtigen Ausbildungsberuf und -betrieb zu wählen. Die Auswahlmöglichkeiten sind riesig. Deshalb ist die Frage nach der Ausbildungsqualität besonders bedeutend. Um den jungen Menschen Orientierung zu bieten, veröffentlichen "Deutschland-Test" und Focus Money auch in diesem Jahr einen "Ausbildungsatlas für Deutschland", der die besten Ausbildungsbetriebe verschiedener Branchen auflistet. Untersucht wurden dafür die 20.000 mitarbeiterstärksten Unternehmen des Landes. Die Studie basiert auf zwei Säulen: einer umfassenden Auswertung von Online-Quellen, dem Social Listing, sowie einem von den untersuchten Unternehmen selbst ausgefüllten Fragebogen. 
 
Beste Chancen im Unternehmen nach dem Abschluss 
Entstanden ist daraus der "Ausbildungsatlas für Deutschland" - mit den besten Ausbildungsbetrieben aus mehr als hundert Branchen, zu denen auch die Eckert Schulen gehören. "Wir freuen uns, dass unsere Anstrengungen gewürdigt werden, jungen Menschen durch eine Ausbildung gute Karriereperspektiven zu eröffnen", sagt Anna Meyer, die Leiterin des Personalmanagements der Eckert Schulen. Wer sich weiterbildet, hat bessere Chancen, beruflich voranzukommen: "Diese Auszeichnung ist eine schöne Anerkennung dafür, dass dieses Aufstiegsversprechen sowohl Fundament unserer Arbeit als auch gelebte Wirklichkeit im Unternehmen ist", betonte sie. 
 
Nach einer erfolgreichen Ausbildung stehen den Absolventen bei der Eckert Unternehmensgruppe alle Wege offen. Mit mehreren Ausbildungsabsolventen gewann die Unternehmensgruppe in der Zentrale in Regenstauf zuletzt im vergangenen Herbst wieder Nachwuchs aus den eigenen Reihen. Gleichzeitig begannen mehrere junge Menschen ihre Ausbildung.
 
Innovativ, digital, nachhaltig: Ein "Zukunftsdreieck", das Mitarbeitern Perspektiven schafft 
Groß ist die Freude am Campus der Eckert Schulen auch über eine weitere Auszeichnung: Das F.A.Z-Institut prämierte das Unternehmen jetzt als "Top-Arbeitgeber - Innovativ. Digital. Nachhaltig." Innovativ, digital und nachhaltig steht nach Auffassung der Studienautoren für ein "Dreieck von Eigenschaften, das zeitgemäße und besonders attraktive Arbeitgeber auszeichnet." "Mitarbeiter suchen Arbeitgeber, die sichere Arbeitsstellen und hervorragende Weiterentwicklungsmöglichkeiten anbieten", heißt es dort. Diese Anforderungen würden durch die Kriterien Innovationsfähigkeit, Digitalisierung und Nachhaltigkeit in besonderer Weise erfüllt. 
 
Auch hier bildete ein Social Listing die Basis für die Bewertung. Innovative Unternehmen können demnach Wachstum, Wohlstand und damit auch Arbeitsplätze sichern. Außerdem profitierten Mitarbeiter von den Vorteilen der Digitalisierung wie einer besseren Work-Life-Balance und Unterstützung durch intelligente Systeme. Von modernen Arbeitgebern werde zudem erwartet, dass sie einen Mehrwert für die Gesellschaft leisten - also ökologische, soziale und wirtschaftliche Verantwortung übernehmen. Die Bereiche Karriere, Unternehmenskultur und Gehalt analysierte das Ranking ebenfalls. "Wir freuen uns sehr, dass wir hier zu den Gewinnern gehören", sagt Personalleiterin Meyer. Sie nennt unter anderem die hohe Arbeitsplatzsicherheit und die guten Möglichkeiten zur Vereinbarkeit von Familie und Beruf als Beispiele für Bereiche, in denen die Eckert Schulen regelmäßig besonders gut bewertet würden.
 
Eckert Schulen: Als Arbeitgeber vielfach ausgezeichnet 
Die Eckert Schulen sind als Arbeitgeber heute vielfach ausgezeichnet: unter anderem als einer von "Deutschlands begehrtesten Arbeitgebern" im Bereich der Weiterbildungsanbieter und mit dem Gütesiegel "Top-Karrierechancen" mit Top-Noten für Arbeitsklima, Unternehmenskultur und Aufstiegschancen.
Yurtdışında anadilimizi ve ulusal kültürümüzü yaşatmak için Türk toplumunun bireyleri, kurumları ve temsilcileri planlı, programlı ve uzun vadeli bir çalışma yürütmelidir. Almanya’da yıllardır veli ve öğretmen derneklerinde, hafta sonu seminerlerinde ele alınan ve benimsenen önerilerimizi kamuoyunun ilgisine sunuyoruz.
   1-Her eyaletteki göçmen örgütleri bir araya gelmeli, Türkçe konusunu ele almalı, konuları derinlemesine incelemek için yatılı hafta sonu seminerleri düzenlemelidir. Eyaletler düzeyinde yapılan çalışmalar federal düzeyde birleştirilerek koordineli bir çalışma yürütülmelidir.
   2-“Alman Anayasası’na göre bu ülkede yaşayan insanların anadilini konuşma ve öğrenme hakkı vardır. Bunun için STK’ler eyalet hükümetlerine baskı yapmalı; hukuki yollara başvurmalı, gerekirse anayasa mahkemesine gitmelidir. Türkçe bu toplumun bir dilidir. İtalyanca, İspanyolca, İngilizce, Fransızca gibi Türkçe dersleri de yabancı dil statüsünde müfredata alınmalı, zorunlu ders olarak okutulmalıdır. Almanya’nın en az beş eyaletin üniversitelerinde Türkçe öğretmenleri yetiştiren kürsüler açılmalıdır.” Heidelberg Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Havva Engin (13.12.2020, Toymaz)
 
   3-Türkçe dersi, devletin himayesi ve gözetiminde, pedagojik formasyona sahip öğretmenler tarafından okullarda verilir, verilmelidir. Çocuklarımız ancak bu şekilde anadillerini iyi öğrenirler. Türkçenin, birtakım derneklerde yapılması eğitsel, toplumsal ve dil bilimi açısından kesinlikle yanlıştır. Türkçe dersine katılımı artırmak, kayıt yaptırmak hepimizin görevidir.
   4-Devletimiz, eğitim alanında çalışmalar yapan öğretmen ve veli derneklerini her yönden desteklemeli, atacakları her adımda onlarla işbirliği yapmalıdır.
   5--Öğretmen ve veli temsilcilerinin, bilim adamlarının, Alman ve Türk tarafının üst düzey yetkililerinin katılacağı eğitim kurultayları, paneller, sempozyumlar, açıkoturumlar düzenlenmeli; Türkiye’deki üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının desteği alınmalıdır.
   6-Ana-baba eğitimi üzerinde önemle durulmalı, bu alanda projeler geliştirilmelidir. Türkçenin önemini, sorunlarımızı, istemlerimizi içeren bildiriler, afişler, Almanya’daki okul sistemi ve meslek eğitimi hakkında aydınlatıcı Türkçe broşürler hazırlanmalıdır.
   7-Başta TRT olmak üzere tüm basın-yayın organları yurttaşlarımızı, anadilimiz Türkçe ve çocuklarımızın eğitimi konusunda duyarlı hâle getirmeye çalışmalı, duyurular ve kamu spotları hazırlamalıdır.
   8-Yurtdışında yaşayan Türk toplumunun ulus ve dil bilincinin güçlendirilmesi için sanatçıların, yazarların, sporcuların ve bilim insanlarının katılacağı kültürel etkinlikler düzenlenmelidir.
   9-23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı öğretmenlerimiz ve velilerimizle birlikte yığınsal olarak kutlanmalı, buralarda anadili konusu gündeme getirilerek istemlerimiz kamuoyuna duyurulmalıdır.
  10-Alman kurumlarıyla (siyasi partiler, öğretmen sendikaları, üniversiteler, kiliseler) politikacı, yazar, bilim ve sanat insanlarıyla ilişkiye geçilmeli, destekleri alınmalıdır.
 
   11-Alman okul sistemi içinde çocuklarımıza yapılan haksızlıklara anında ve üst düzeyde tepki gösterilmeli, bu konuda Türk öğretmen ve veli dernekleri birlikte hareket etmelidir. Almanca ders kitaplarında Türk düşmanlığını körükleyen metinlere yer verilmemesi için girişimlerde bulunulmalıdır.
   12-Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ve devrimlerimizin Almanya’da okutulan ders kitaplarında yer alması için çalışılmalıdır.
 
 
TÜRKİYE’DEN BEKLENTİLERİMİZ
 
   1-Yurtdışındaki veli, öğretmen ve öğrenci temsilcileri ile eğitim bilimcilerinin katılacağı bir şura ile Avrupa’daki Türk göçmen azınlıklar için geçerli olacak bir “Kültür ve Eğitim Programı” geliştirilmeli ve uygulamaya konmalıdır.
 
   2-Şans eşitliğini engelleyen sorun ve uygulamaların çözümü için Alman makamlarıyla bilimsel düzeyde işbirliği yapılmalıdır. Bu konuda hazırlanacak model uygulamalar, maddi ve personel olarak desteklenmelidir.
   3-Eğitim ve öğretim sorunları ana-babalardan ayrı düşünülemez. Sorunların ardında yatan nedenlerden biri de Türk ana-babaların eğitim ve öğretim konusundaki bilgi eksikliğidir. Öğretmenlerimiz, konsolosluklarımız eğitim, din ve çalışma ataşeliklerimiz aileleri anadili konusunda daha duyarlı hale getirmek için çalışmalıdır. Camilerde verilen hutbelerde Türkçemizin önemi vurgulanmalıdır.
   4-“Bakanlık öğretmeni”, “yerel makam öğretmeni” ayrımı yapmadan tüm öğretmenlerin mesleki ve özlük haklarına sahip çıkılmalıdır. Almanya’da görev yapan ve mahalli makamlarca atanmış olan Türk öğretmenlerin Alman öğretmenleriyle eşitliği sağlanmalıdır.
   5-Anadili dersleri Türk hükümetinin değil, vergimizi ödediğimiz Alman Devleti’nin yetki ve sorumluluk alanı içinde olmalı, maliyeti Alman Devleti tarafından karşılanmalıdır. Türkçe öğretmeni gereksinimi Duisburg-Essen Üniversitesi’ndeki Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nden karşılanmalı, bu bölümden mezun olanlar öncelikli olarak Türkçe dersi vermelidir. Ancak burada yetişen öğretmenlerin gereksinimi karşılamaması durumunda, Türkiye devlet yetkililerce işbirliği yapılarak Türkiye’den öğretmen getirilmelidir.
   6-Diploma denkleştirmelerinde anadili dersine katılım dikkate alınmalıdır. Başarılı öğrencilerimiz burs verilerek desteklenmeli ve ödüllendirilmelidir. Konsolosluklarımız, anadili derslerine katılan öğrencilerin pasaport işlemlerinden ücret almaktan vazgeçmelidir.
   7-Çocuklarımızın ve gençlerimizin Türkiye ile bağlarını güçlendirmek amacıyla öğrenci değişimi desteklenmelidir. Almanya’dan Türkiye’ye gidecek üniversiteli gençlere, “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi”, “Atatürk ve Devrimleri” konulu seminerler verilmelidir.
 
 
Kaynak:
ÇOCUĞUNUZUN BAŞARISI SİZİN ELİNİZDE
Bahattin Gemici, Ürün Yayınları
Ankara, 2021
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) Türkiye Bursları programı kapsamında Ankara’da eğitim alan öğrenciler, “18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü” etkinliği düzenledi.
 
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) organizasyonuyla Ankara’daki üniversitelerde eğitim alan uluslararası öğrenciler “18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitlerini Anma Günü” programı düzenledi. Uluslararası öğrencilerin ülkemizin tarihini ve kültürünü yakından tanıma imkânı bulduğunu program İstiklal Marşı ve saygı duruşu ile başladı. Programda şehitler için Kur’an-ı Kerim tilaveti yapıldı. Programda ayrıca uluslararası öğrenciler Çanakkale Zaferine ilişkin şiir dinletisi sundu. 
 
Programda Bosna-Hersek kökenli Gazi Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği bölümünde öğrenim gören Semina  Demovic ve Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde eğitim alan İsa Kasum Çanakkale savaşına katılmış dedelerinin hikayelerini anlattı.
 
TÜRKİYE’Yİ SEVMEYE, ONA SAHİP ÇIKMAYA DEVAM EDECEĞİZ
 
Demovic, “Çanakkale Harbi'nde yaralanmış o kutlu neferden biri olan büyük dedemin torunları olarak, Türkiye’yi sevmeye, ona sahip çıkmaya ve burayı kendi vatanımız olarak bilmeye devam edeceğiz.” Diye konuşurken İsa Kasum, ise şunları kaydetti: “Dedem, Çanakkale Savaşı çıktığında da hiç düşünmeden, ailesini ve sevdiklerini arkasında bırakarak hemen cepheye koşmuştur. Yedi düvele karşı Çanakkale’de verilen mücadelede de ön saflarda yerini alan neferlerden birisi olmuş ve gazi olmuştur. İshak Çavuş'un hayatı Çanakkale’den sonra da hep mücadele içerisinde devam etmiş, vatan sevgisi ve fedakârlığını biz torunlarına miras olarak bırakmıştır. Bizler de bu mirası her zaman koruyacağız ve mücadelemize devam edeceğiz.” ifadesini kullandı.
 
YTB Başkanı Abdullah Eren konuşmasında, Çanakkale Savaşı’nda sadece Türklerin değil 72 milletten, çok farklı coğrafyalardan gelen kişilerin şehit olduğuna dikkat çekti. Çanakkale savaşında Türklerin; cesaretlerinin, fedakarlıkların ve kahramanlıklarının düşman kuvvetlerinin dahi takdirine mahzar olduğunun altını çizen Eren, “72 millet diye tabir edebileceğimiz, çok farklı coğrafyalardan, farklı milletlerden, kardeş topluluklarımız Osmanlı askeri olarak bu savaşta mücadele ettiler, şehit oldular. İtilaf devletleri Çanakkale Boğazı’na geldiklerinde kesinlikle kazanacaklarını düşünüyorlardı fakat öyle olmadı. Dedelerimizin beraber omuz omuza, kol kola, beraberce mücadele ettiği ve bir kısmının hayatını kaybettiği bu savaş hepimiz için çok önemli” diye konuştu.
 
250 bin kişinin Çanakkale’de şehit olduğunu hatırlatan Eren, şehitlerin çoğunlukla gençlerden ve eğitimli kesimlerden oluştuğunu kaydetti.
 
Program Türkiye Bursları Sanat Topluluğu’nun müzik dinletisi ve ardından Şehitler için helva ikramı ve sergi programının akabinde son buldu.
İskeçe’deki Türk mezarlığının yok edilmesini en sert şekilde kınıyoruz!
 
İskeçe’nin Horozlu köyündeki Osmanlı döneminden kalma Müslüman Türk mezarlığı, köyün bağlı olduğu Bulustra (Avdira) Belediyesi’ne ait iş makinaları tarafından 15 ve 16 Mart 2022 tarihlerinde yerle bir edildi.
 
Belediyenin tarihi mezarlık alanına futbol sahası ve basketbol sahaları, çocuk parkı ve sosyal tesis yapma kararı aldığı ve söz konusu proje için Avrupa Birliği fonlarından ödenek sağladığı ifade ediliyor.
 
Konuyla ilgili olarak Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habip Oğlu, “Avrupa’da yaşayan Batı Trakya Türklerinin temsilcisi ABTTF olarak İskeçe ilindeki tarihi Müslüman Türk mezarlığının yıkıma uğramasını en sert şekilde kınıyoruz."  Dedi ve konuşmasına şöyle devam etti; "Belediyenin iş makinalarıyla Osmanlı’dan miras mezarlar ve mezar taşlarının yok edilmesi, orada yatanlara büyük bir saygısızlık, kültürel mirasımıza karşı apaçık bir saldırıdır. Kesinlikle kabul etmediğimiz bu son eylemle ülkemizde Osmanlı’dan miras tarihi eserlere tahammülsüzlük ve Batı Trakya Türk toplumuna karşı olumsuz tutum bir kez daha ortaya konmuştur. Yerel ve ulusal düzeyde ülkemiz makamlarına anavatanımızın farklı kültürlerden miras tarihi eserlerin korunmasına yönelik adımlarını örnek almaya, ülkemiz için büyük bir kültürel zenginliği ifade eden Osmanlı’dan miras tarihi eserleri özenle korumaya davet ediyoruz.” dedi.
 
 
Mezarlıklar bizim ecdad yadigârlarımızdır 
 
Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu (BTTADK), İskeçe'nin Horozlu köyünde Türk mezarlığının Bulustra Belediyesi tarafından tahrip edilmesini kınadı.
 
 
Danışma kurulu yaptığı yazılı açıklamada “İskeçe Horozlu köyünde bulunan, azınlığa ait Türk mezarlığının tahrip edilip yerine futbol sahası inşasını onaylayan Bulustra Belediyesi başta olmak üzere, tarihi ve kültürel değerlerimize karşı yapılan bu saygısız tutumu şiddetle kınıyoruz. Mezarlıklar, tarihi ve kültürel öneme sahip anıt ve kutsal alanlardır. Belediye başkanının vermiş olduğu bu talihsiz karar neticesinde iş makineleri ile tahrip edilen mezar taşlarının onarımı ve yine ait oldukları yere, olması gerektiği şekilde taşınması öncelikli talebimizdir. Son olarak belediyenin bu hatalı kararından vazgeçmesini ve yapmış olduğu eylemden dolayı Türk azınlık toplumuna bir özür borçlu olduğunu belirtmek isteriz” ifadesini kullandı.
 
 
İskeçe müslüman milletvekilleri müdahale etti
Avdira Belediyesi'ne ait iş makinalarının çalışmaları sırasında mezar taşlarını kırıp, kemiklerin yüzeye çıkmasına neden olurken, İskeçe milletvekilleri Burhan Baran ve Hüseyin Zeybek ile birlikte Avdira azınlık belediye meclis üyeleri Horozlu Müslüman mezarlığında incelemelerde bulundular.
 
Belediye Başkanı Yorgos Çitiridis, söz konusu alanın gençler için bir park yapılacak ‘rekreasyon alanı' olarak belediye meclisi tarafından onaylandığını, fakat oranın eski mezarlık olduğunu bilmediğini öne iddia etti.
Milletvekilleri Hüseyin Zeybek ve Burhan Baran çalışmaların acilen durdurulmasını istedi.
 
Haber: Doğan TUFAN 

 

16 Mart 2022 tarihi itibarıyla Almanya'da sağlık ve bakım sektörü çalışanlarına aşı zorunluluğu- AKA Hasta ve Bakım Şirketi sahibi Esma Arslan'ın açıklaması
 
16 Mart 2022 tarihi itibarıyla Almanya'da sağlık ve bakım sektörü çalışanlarına aşı zorunluluğu yürürlüğe girdi. Hamburg'da AKA Hasta ve Yaşlı Bakım Hizmetleri şirketi sahibi Esma Arslan'ın ricası üzerine sizlere kendisinin konuyla ilgili yazılı basın açıklamasında konu ile ilgili açıklamalarda bulundu;
 
Değerli basın mensupları, 
Enfeksiyondan Korunma Yasası gereği, 16 Mart 2022 tarihi itibarıyla Almanya’da sağlık ve bakım sektöründe çalışanlara yönelik korona aşısı zorunluluğu yürürlüğe girdi. Yani sağlık ve bakım sektöründe artık sadece tam aşılı olanlar, hastalığı atlatmış olanlar veya korona aşısı yaptıramayacağına dair doktor raporu olanlar çalışabilecek. Aşısız eleman çalıştıran işyerlerine ve aşısız çalışanlara ise cezai yaptırımlar uygulanacak. Çalışanlar eğer 15 Mart 2022 tarihine kadar işyerlerine gerekli belgelerini beyan etmemişler ise, bunu artık bağlı bulundukları sağlık dairelerine bildirmek zorundalar.  
 
Geçen yılın Aralık ayında Federal Meclis ve Federal Konsey’in aldığı karar doğrultusunda özellikle yaşlı ve bağışıklık sistemi zayıf olan hastaların koronavirüs enfeksiyonuna karşı korunması amaçlı sağlık ve bakım sektöründe çalışanlara aşı zorunluluğu getirilmesi kararı almıştı. Bu kararın alınmasında Almanya’da yüzde 70’lerde olan düşük aşılama oranı etkin oldu. Aralık ayından bu yana tam aşılı olanların oranı yüzde 76’ya, hatta güçlendirici aşısını da yaptırmış olanların oranı yüzde 58’e çıkmasına rağmen karar yürürlüğe koyuldu. Yaygın görülen Omikron varyantının daha hafif atlatılmasından yola çıkılarak sektörde aşı zorunluluğunun gerekli olup olmadığı tartışmaları sürerken Robert Koch Enstitüsü (RKI), yaptığı açıklamada sağlık ve bakım sektöründeki vaka sayılarının hala çok yüksek olduğunu gerekçe gösteriyor. 28 Şubat-6 Mart 2022 tarihleri arasındaki vaka sayılarına dikkat çeken RKI, vatandaşlar arasındaki vaka sayılarının bin 416’lerde seyrederken bakım evlerindeki vaka sayılarının 7 bin 678 olarak kaydedildiğini açıkladı. Almanya, 18 yaş üstündeki herkes için aşı zorunluluğu getirilmesi yönünde çalışmalarını sürdürüyor.
 
Hamburg’un Lohbrügge semtinde hizmet veren AKA Hasta ve Yaşlı Bakım Hizmeti şirketi sahibi Esma Arslan, konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: “İşveren olarak bu konuda bizler daha önce de bilgilendirilmiştik. Çalışanlarımızın 15 Mart 2022 tarihine kadar bizlere aşı karnelerini ya da hastalığı atlatmış olduklarına veya aşı yaptıramayacaklarına dair doktor raporunu bize beyan etmeleri gerekiyordu. 16 Mart itibarıyla bu beyanların artık bağlı bulunulan sağlık dairelerine yapılması gerekiyor. Şu andan itibaren aşısız eleman çalıştırmamız durumunda 3 bin 400 avroya kadar para cezasına tabi tutulabileceğiz. Ayrıca aşısız çalışanlar için de cezai yaptırımlar uygulanacak. Aşısız çalışan personellerin ücreti, sağlık kasaları tarafından ödenmeyebilecek. Bu nedenle sektörde çalışıp aşısız olanlara bir an önce aşı olmalarını tavsiye ediyoruz”.  
 
Sağlık ve bakım sektöründe aşı zorunluluğuyla ilgili bir de değerlendirme yapan Arslan, “İşveren olarak tabii ki herkesin aşı olmasından yanayım. Zira çalışanlar hasta ve yaşlı insanlarla, yani bağışıklık sistemi zayıf kişilerle birebir temastalar. Öte yandan kişilerin aşılı olsalar bile taşıyıcı olabileceklerini de göz ardı etmemek gerekiyor. Bu nedenle biz hijyen ve mesafe kurallarına azami dikkat gösteriyoruz. Yani aşı zorunluluğu bir çözüm mü, bu tartışma konusu. Zira ortada zorlama ve aşırı baskı olduğu zaman inatlaşma da olabiliyor. Belki insanlar rahat bırakılırsa daha dikkatli olurlar. İnsanların kafaları bu konuda net değil, orantısız uygulamalar, kısıtlamalar insanların kafasını karıştırıyor hatta tıbbi maske takanlarla FFP2 maskesi takanları bile zaman zaman karşı karşıya getiriyor”  
 
AKA Hasta ve Yaşlı Bakım Hizmetleri şirketi ile ilgili daha fazla bilgiye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:  

 

Gebündelte Fachexpertise für chronisch kranke Kinder...

Ein Meilenstein in der Versorgung von chronisch kranken Kindern: Die Diakoneo Klinik Hallerwiese- Cnopfsche Kinderklinik erhält die Ermächtigung für ein Sozialpädiatrisches Zentrum (SPZ). Der Start ist für die erste Jahreshälfte geplant.

Das neue Sozialpädiatrische Zentrum wird eine interdisziplinäre Diagnostik und Behandlung für Babys, Kinder und Jugendliche mit chronischen Erkrankungen anbieten und eröffnet die Möglichkeit, die Entwicklung dieser Kinder noch nachhaltiger und effektiver zu fördern. Damit erweitert die Cnopfsche Kinderklinik ihr bereits umfassendes Leistungsspektrum für die Versorgung von Kindern in der Metropolregion Nürnberg.

Dr. Almut Hirsch, Fachärztin für Kinder- und Jugendmedizin und Neuropädiatrie an der Cnopfschen Kinderklink, wird das Sozialpädiatrische Zentrum leiten: „Durch die Vielzahl der verschiedenen Fachexpertisen und der kurzen Wege können wir Kinder und Jugendliche noch besser umfassend und ganzheitlich betreuen“, erklärt die designierte Leiterin. So gehören zum Beispiel auch Physio- und Ergotherapeuten, Logopäden oder Psychologen zum Team. Denn viele chronische Erkrankungen oder Behinderungen erfordern eine komplexe Betreuung, beispielsweise der sogenannte offene Rücken – eine Fehlbildung der Wirbelsäule.

 

Prof. Michael Schroth, Ärztlicher Direktor der Cnopfschen Kinderklinik und Chefarzt der Pädiatrie und Neonatologie betont: „Der interdisziplinäre Behandlungsansatz kommt den behandelten Kindern und deren Familien direkt zugute.“

Das interdisziplinäre Team, zudem neben Dr. Almut Hirsch und Prof. Michael Schroth auch Dr. Kerstin Remmel, Chefärztin der Kinderorthopädie und Prof. Dr. Maximilian Stehr, Chefarzt der 

Kinderchirurgie und Kinderurologie gehören, freut sich auf den Start des Sozialpädiatrische Zentrum noch innerhalb der ersten Jahreshälfte.

Das Angebot ergänzt in der Metropolregion Nürnberg künftig das bestehende Sozialpädiatrische Zentrum der Kinderklinik des Universitätsklinikums Erlangen.

 

Bildunterschrift:
Dr. Almut Hirsch, Prof. Michael Schroth, Dr. Kerstin Remmel, Prof. Maximilian Stehr (von rechts) Foto: Diakoneo/Claudia Pollok

 

Diakoneo ist mit über 10.000 Mitarbeitenden und einer Gesamt- leistung von ca. 650 Millionen Euro ein zukunftsorientiertes diakonisches Sozial- und Gesundheitsunterneh-men. Wir sind offen für kulturelle und religiöse Vielfalt und setzen uns für eine friedliche und inklusive Zukunft ein, in der Menschlichkeit und Respekt unsere Gesellschaft prägen. Als international vernetzter, gemein- nütziger Verbund von über 200 Einrichtungen in Bayern, Baden- Württemberg und Polen begleiten wir Menschen, die in ihren Lebens- situationen verlässliche Unter- stützung suchen. Als eines der größten diakonischen Unternehmen in Deutschland bieten wir rund 190.000 Menschen umfassende Leis-tungen in den Bereichen Bildung, Gesundheit, Pflege, Wohnen, Assis- tenz, Arbeit und Spiritualität – weil wir das Leben lieben. Mehr Informationen unter: www.diakoneo.de

Asrın salgını korona virüsü atlattıktan üç ay sonra ani bir kalp krizi sonucu 3 Mart 2021 tarihinde hayatını kaybeden Kanal Avrupa TV’nin sevilen yüzü gazeteci Mehmet Baş vefatının sene-i devriyesinde dualar ile anıldı.

DİTİB Melle Mimar Sinan Camii’de gerçekleşen mevlid programına merhumun aile yakınlarının yanı sıra çok sayıda dostu ve sevenleri katıldı. 1978 senesinde Mehmet Baş’ın da kurucular arasında yer aldığı ve daha sonraları kendisinin başkanlığı döneminde onun imzasıyla Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)’e devredilen camiide okunan mevlid programına çevre cami derneklerinden de cemaat ve din görevlileri katıldı. Kanal Avrupa TV’nin gülen yüzü Mehmet Baş için duaların okunduğu mevlid programında ayrıca Hannover, Braunschweig, Bielefeld, Ahlen, Sendenhorst, Unna, Soest, Osnabrück gibi şehirlerden de bir çok sivil toplum kuruluşu yöneticileri, basın mensupları ve iş adamları hazır bulundu. Bayanların da katılım gösterdiği programda hatmi şerifler okunarak merhuma dualar edildi. Korona tedbirleri kapsamında gerçekleşen mevlid merasimine yaklaşık 300 kişi geldi. Mevlid-iŞerif programı yemek ikramı sonrası son buldu.

Haber: Doğan Tufan

 

 

 

Asağıdakı konularla ilgili konularda aşırı derecede bilgi kirliliği bulunmaktadır. Bu sebepten ötürü o konular ile ilgili olarak o değerli bilgileri sizler için özetledim.
Bakım hizmeti: Danışmanlık ziyaretleri nedir?
 
Lisanslı bakım hizmeti tarafından yapılan düzenli danışmanlık ziyaretleri bakıma muhtaç kişilere iyi bakıldığını ve hasta bakıcıların ihtiyaç duydukları tüm bilgilere sahip olmalarını sağlamayı hedeflemektedir. Hasta bakım uzmanları örneğin hasta bakım ilaçları, yaşam alanında değişiklikler veya bakım derecesindeki bir değişiklik için uygulamalar hakkında tavsiyelerde bulunmaktadır. Bunun ücreti bakım sigortası tarafından karşılanmaktadır. 
 
Bakım parası alan bakıma muhtaç kişiler bu danışmanlık ziyaretlerinden yararlanmalıdır:
  • Bakım derecesi 2 ve 3 olanlar her altı ayda bir
  • Bakım derecesi 4 ve 5 olanlar her üç ayda bir
Bakım derecesi 1 olanlar veya sadece bakım parası talep etmeyen kişiler ise her altı ayda bir danışmanlık ziyaretinden yararlanabilir.
 
Hasta bakan yakınlar ne zaman sosyal güvenlik kapsamına girmektedir?
Hasta bakan aile bireyleri bakım derecesi 2 ve daha yüksek olan bir veya birden fazla bakıma muhtaç kişiye kendi ev ortamlarında profesyonel olmayan ve düzenli olarak iki veya daha fazla gün harcayıp haftada en az on saat bakım sunuyorsa sosyal güvenlik ödeneğinden yararlanabilmektedir.
Yakın çevrenizden birine bakıyorsanız ve bu koşullara uygunsanız bakım sigortasında "hasta bakıcı" olarak kabul edilirsiniz. Böylece emeklilik, işsizlik ve kaza sigortası kapsamına alınırsınız.
 
Önemli bilgi: Kişi haftada 30 saatten daha fazla çalışmıyorsa bakım sigortası emeklilik primlerini ödemeyi üstlenmektedir. Primlerin miktarı bakım gören kişinin bakım derecesine ve bakım durumuna bağlı olarak düzenlenmektedir.
 
 
 
 
Tabelada ki katkı payı miktarlar en yüksek değerleri teşkil etmektedir. Bakım işlevni yapan kişinin alabileceği en yüksek katkı payı miktarlardır. Bu rakamlar kombi veya aynı bakım hizmetlerini alan kişilerde belirli miktarlarda aşajı çekilir. Her yıl bu miktarlar değişir.
Bakıma muhtaç yakınlarına bakmak için işten ayrılan veya işsizlik parası almayı kesen hasta bakıcılar için bakım sigortası, işsizlik sigortasına katkı payını ödemektedir. Bu da şu anlama gelir: Hasta bakıcılar, bakım faaliyeti bittikten sonra yeni bir işe giremezse sigorta desteğini kaybetmez ve - diğer şartlar karşılandığı sürece - işsizlik ödeneği ve aktif çalışma promosyon ödeneğini alma hakları vardır.
 
Hasta bakıcı olarak şartları karşılayan yakınlarına bakan kişiler de primsiz olarak kaza sigortasından yararlanmaktadır. Sigorta, fiziksel bakım önlemlerinin ve ev yönetimi yardımlarının yanı sıra bakım sigortası kanununda belirtilen çeşitli alanlarda bakımla ilgili destek önlemlerini de kapsamaktadır. Hasta bakıcının veya bakıma muhtaç kişinin aynı evde yaşamaması halinde olası gidiş-dönüş ücretleri de sigortaya dahil edilmektedir.
 
Bakıma muhtaç olmadan yaşamanızı arzu eder, esenlikler dilerim.

Herzschwäche gehört zu den häufigsten Gründen für eine Krankenhaus-Behandlung.

 
Wenn das Herz zu schwach ist, um genügend Blut durch den Körper zu pumpen, drohen Luftnot und Erschöpfung. Die Lebensqualität verschlechtert sich rapide, unentdeckt kann Herzinsuffizienz innerhalb weniger Jahre zum Tod führen. Hochrangige Experten gehen am 16. März 2022 beim „Runden Tisch Herzinsuffizienz“ der Frage nach, wie man die Versorgung von Patient*innen verbessern kann. „Wir müssen diese Volkskrankheit noch stärker ins öffentliche Bewusstsein bringen“, fordert Prof. Dr. Matthias Pauschinger, Chefarzt der Klinik für Innere Medizin 8 mit Schwerpunkt Kardiologie am Kli- nikum Nürnberg, das den „Runden Tisch Herzinsuffizienz“ unterstützt. 
 
Der erste Runde Tisch zum Thema fand 2021 in Kanada statt. In diesem Jahr richtet der Verein Herzschwäche Deutschland e.V. das Expertentreffen auf Wunsch der World Heart Foundation (WHF) in Deutschland aus. Bei der hybri- den Tagung tauschen sich Mediziner und Patient*innen sowie Vertreter*innen von Pflege, Krankenkassen, Reha-Einrichtungen, Politik und Pharmaindustrie aus. Auch Medienvertreter*innen sind herzlich willkommen. „Wir wollen uns noch besser vernetzen, um Veränderungen im Sinne der Patientinnen und Patienten anzustoßen“, sagt Winfried Klausnitzer, selbst Herzinsuffizienz-Patient und Vorstand des Vereins Herzschwäche Deutschland e.V, der seinen Sitz in Nürnberg hat. 
 
„Die Sterblichkeit ist sehr hoch“ 
Die Häufigkeit der Erkrankung nimmt seit Jahren zu. Das Risiko steigt mit den Lebensjahren. Jeder zehnte Deutsche über 70 Jahre lebt mit einer chronischen Herzschwäche und ist dadurch massiv in seiner Lebensqualität eingeschränkt. Aber auch Jüngere kann es treffen. „Manche denken, das ist eine harmlose Erkrankung, aber das stimmt nicht. Die Sterblichkeit ist sehr hoch, sie ist sogar höher als bei Brust- oder Prostatakrebs“, sagt Prof. Pauschinger. 
 
Die Ursache für eine Herzschwäche liegt meist in vorangegangenen Erkrankun- gen wie Bluthochdruck, Herzinfarkt, Herzmuskelentzündungen oder Herzklap- penerkrankungen. Die typischen Symptome sind Luftnot, Gewichtszunahme oder Wassereinlagerungen, weil das Herz zu schwach ist. „Oft wird die Diagnose erst spät gestellt“, kritisiert Prof. Pauschinger. 
 
Akute Herzschwäche ist der häufigste Grund für einen stationären Kranken- hausaufenthalt. Die klassische Behandlung ist medikamentös, auch Herzschritt- macher können helfen. Die Verbindung zwischen Krankenhaus und ambulanter Betreuung sei elementar, fährt Pauschinger fort. Der Grund: Allzu oft verpuffen die Erfolge der Krankenhaus-Behandlung, weil die Patient*innen nach der Ent- lassung ihre Medikamente nicht regelmäßig nehmen oder nicht regelmäßig zum Arzt gehen. „Der Prozess der Herzinsuffizienz-Behandlung muss verbessert werden, an diesen Stellschrauben können wir noch drehen“, sind sich Prof. Pauschinger und Winfried Klausnitzer einig.
 
Der „Runde Tisch Herzschwäche“ befasst sich denn auch mit der Frage, wie die Versorgung von Patient*innen verbessert werden kann. Diskutiert wird über Prävention und Rehabilitation oder über die Frage, welche Chancen der neue Koalitionsvertrag Betroffenen bietet. Auch die Sicht der Pflege auf diese Erkran- kung wird beleuchtet. 
 
Das genaue Programm finden Sie unter www.runder-tisch-herzschwaeche.de 
Wir laden Medienvertreter*innen herzlich ein, am 16.3.2022 im Marmorsaal des Presseclubs am Gewerbemuseumsplatz 2 teilzunehmen. Die Veranstaltung beginnt um 10 Uhr und endet um 15 Uhr. 
Medienvertreter*innen können gerne auch virtuell teilnehmen. In beiden Fällen wird unter Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein! um Anmeldung gebeten. 
Es können auch vorab Einzelinterviews organisiert werden. 
 
Das Klinikum Nürnberg ist eines der größten kommunalen Krankenhäuser in Deutschland und bietet das gesamte Leistungsspektrum der Maximalversorgung an. Mit 2.233 Betten an zwei Standorten (Klinikum Nord und Klinikum Süd) und 7.000 Beschäftigten versorgt es knapp 100.000 stationäre und 170.000 am- bulante Patienten im Jahr. Zum Klinikverbund gehören zwei weitere Krankenhäuser im Landkreis Nürn- berger Land. 
Die Paracelsus Medizinische Privatuniversität in Nürnberg wurde 2014 gegründet und ist zweiter Standort der Paracelsus Medizinischen Privatuniversität in Salzburg. In Nürnberg werden jährlich 50 Me- dizinstudierende ausgebildet. Das Curriculum orientiert sich eng an der Ausbildung der amerikanischen Mayo-Medical School. Die Paracelsus Medizinische Privatuniversität kooperiert zudem mit weiteren wis- senschaftlichen Einrichtungen im In- und Ausland. 
 
 

Laut einer Studie* ist die Mediensucht bei Kindern und Jugendlichen in Deutschland während der Corona-Pandemie gestiegen. Im Gaming-Bereich liegt die Spielzeit bei den 10- bis 17-Jährigen an einem Werktag bei 109 Minuten. Der Übergang von einem intensiv ausgelebten Hobby zu einem riskanten Mediennutzungsverhalten ist jedoch oft nicht klar erkennbar. Die Klinik für Psychiatrie, Psychosomatik und Psychotherapie im Kindes- und Jugendalter am Klinikum Nürnberg hat aufgrund dieser Entwicklung ein neues Therapieangebot für junge Patientinnen und Patienten etabliert, die mediensüchtig sind. Die Klinik behandelt auch präventiv junge Patienten mit kritischem Medienkonsum.

Viele Haushalte sind aufgrund von Homeschooling und Homeoffice digital besser ausgestattet als vor der Pandemie. Die Forschung belegt, dass eine größere Verfügbarkeit von Tablet, Laptop, Smartphone und Co. fast immer mit längerer Mediennutzung einhergeht. Oft befriedigt die Mediennutzung psychologische Bedürfnisse wie das Verlangen nach Anerkennung, Zugehörigkeit und Selbstbestimmung. Manchmal führt das sogar zur Sucht.

 

Von der Mediennutzung zur Medienkompetenz

Die Klinik für Psychiatrie, Psychosomatik und Psychotherapie im Kindes- und Jugendalter am Klinikum Nürnberg will dieser Entwicklung mit einem neuen gruppentherapeutischen Angebot begegnen: Die bislang im teilstationären Setting angebotene Gruppentherapie richtet sich nicht nur an Betroffene mit diagnostizierter Mediensucht, auch Jugendliche mit riskantem Nutzungsverhalten können ambulant an den einmal in der Woche angebotenen Terminen teilnehmen. In Kleingruppen lernen die Teilnehmerinnen und Teilnehmer, sich sicher im Netz zu bewegen. Die Jugendlichen entlarven Fake News und hinterfragen und beurteilen digitale Inhalte. Auch das Veröffentlichen von sensiblen Inhalten ist ein Thema. „Die Jugendlichen sollen nicht nicht konsumieren. Wir zeigen, welche interessanten Inhalte sie sich aus den Medien herausziehen können, ohne wahllos zu konsumieren“, sagt Andrea Balint, leitende Psychologin in der Klinik für Kinder- und Jugendpsychiatrie. Die Klinik bindet die Eltern eng in die Therapie mit ein. Ziel ist unter anderem, neue Handlungsspielräume für die Kinder und Jugendlichen zu erschließen, indem körperliche und soziale Aktivitäten gefördert werden. Dieses Angebot verstärkt die Gesamttherapie um einen wichtigen Baustein. „Wir wollen dieses Angebot im ambulanten Setting erweitern und im Rahmen einer empirischen Studie weiterentwickeln“, sagt Dr. med. Patrick Nonell, Ärztlicher Leiter der Klinik.

 

Gesundheitliche Folgen bei exzessivem Medienkonsum

Die Jugendlichen richten ihren Alltag nach der Sucht aus und vernachlässigen oftmals ihr Sozialleben. Häufig verschlechtern sich die schulischen Leistungen, sie leiden unter Schlafproblemen und haben somit weniger Energie. Wird den Betroffenen die Mediennutzung verweigert, leiden sie unter anderem unter Entzugssymptomen. Betroffene leiden oftmals unter negativen Gefühlen, die sich direkt aus ungeeigneten Inhalten oder erst im Laufe der Zeit aus dem zunehmenden Kontrollverlust ergeben. Je früher eine Sucht beginnt, desto schlechter ist die Prognose. Zudem ist die Wahrscheinlichkeit, neben der Sucht eine weitere psychische Erkrankung zu entwickeln, sehr hoch. Hierzu zählen beispielsweise Depressionen und Angsterkrankungen. Tatsache ist, dass Computerspielabhängigkeit mit einem erhöhten Suizidrisiko einhergeht. Studien zeigen, dass eine übermäßige Nutzung passiver Bildschirmmedien negative Effekte auf die Entwicklung von Motorik, Sprache und kognitiven Fähigkeiten haben kann.

Weitere Informationen zum neuen therapeutischen Angebot gibt es in der Klinik. Das Erstgespräch ist auch ohne den Betroffenen selbst möglich. Für Fragen, Informationen und Hilfsangebote stehen wir jederzeit und ohne lange Anmeldezeiten zur Verfügung:

*Ergebnisse der Studie der DAK-Gesundheit und des Universitätsklinikums Hamburg-Eppendorf (UKE)

Foto: Fabi F. hat im Rahmen seiner Behandlung präventiv an dem Therapieangebot zur Mediensucht teilgenommen. In den Pausen spielte er lieber Billard, anstatt am Handy zu chatten.
Quelle: Daniel Karmann

Das Klinikum Nürnberg ist eines der größten kommunalen Krankenhäuser in Deutschland und bietet das gesamte Leistungsspektrum der Maximalversorgung an. Mit 2.233 Betten an zwei Standorten (Klinikum Nord und Klinikum Süd) und 7.000 Beschäftigten versorgt es knapp 100.000 stationäre und 170.000 ambulante Patienten im Jahr. Zum Klinikverbund gehören zwei weitere Krankenhäuser im Landkreis Nürnberger Land.

Die Paracelsus Medizinische Privatuniversität in Nürnberg wurde 2014 gegründet und ist zweiter Standort der Paracelsus Medizinischen Privatuniversität in Salzburg. In Nürnberg werden jährlich 50 Medizinstudierende ausgebildet. Das Curriculum orientiert sich eng an der Ausbildung der amerikanischen Mayo-Medical School. Die Paracelsus Medizinische Privatuniversität kooperiert zudem mit weiteren wissenschaftlichen Einrichtungen im In- und Ausland.