Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Almanya'nın önde gelen ekonomik düşünce kuruluşlarından Ekonomi Araştırma Enstitüsü (Ifo), ülkenin bu yıla ilişkin büyüme tahminini, Ukrayna savaşının olumsuz etkileri nedeniyle aşağı yönlü revize etti.

 

Merkezi Münih'te bulunan Ifo, ülke ekonomisine ilişkin Aralık 2021'de paylaştığı büyüme beklentilerini Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle güncelledi. Ifo, savaşın Almanya'da büyümeyi yavaşlatmasını ve enflasyonu artırmasını bekliyor.

 

Büyüme beklentisini bu yıl için yüzde 3,7'den yüzde 2,1 ila yüzde 3,1 aralığına indiren Ifo, gelecek yıl için de yüzde 2,9'dan yüzde 3,3 ila yüzde 3,9 aralığına yükseltti.

 

Rusya-Ukrayna savaşının bu yıl Almanya'da büyümeyi yavaşlatmasını ve enflasyonu hızlandırmasını bekleyen Ifo, savaşa karşın Kovid-19 sonrası ekonomideki toparlanmanın istihdam artışını hızlandıracağı, işsizliğin bu yıl için yüzde 4,9 ila yüzde 5 arasında, 2023'te ise yüzde 5 olacağı öngörüsünde bulundu.

 

Bu yıl 45 milyon 479 bin olan istihdam edilen kişi sayısının, 2023'te 45 milyon 654 bine yükselmesi bekleniyor.

 

Ifo, Alman kamu sektörünün bu yıl 81,8 milyar avro olarak tahmin edilen bütçe açığının, 2023'te 44,2 milyar avroya gerilemesini öngörüyor.

 

Ülkede şubatta yüzde 5,1 olan enflasyonun, beklentilerden hızlı artacağına işaret eden Ifo, enflasyonun bu yıl ortalama yüzde 5,1 olmasını, 2023'te de yüzde 6,1'e kadar yükselmesini bekliyor.

 

Bu yıl enerji fiyatlarının özel tüketim harcamaları üzerinde önemli etkisi olacağına dikkati çeken Ifo, "iyimser senaryoda" petrolde varil fiyatlarının kademeli olarak 101 dolardan yıl sonuna kadar 82 dolara gerilemesini öngörüyor. "Kötümser senaryoda" ise petrolün varil fiyâtının Mayıs 2022'ye kadar 140 dolar sevi-yesine çıkması, 2022 sonuna kadar da 122 dolara gerilemesi bekleniyor.

 

Ifo İş Döngüsü Araştırma ve Ekonomik Tahmin Müdürü Timo Wollmershaeuser, konuya ilişkin değerlendirmesinde, Rusya'nın Ukrayna'da başlattığı savaşın yüksek emtia fiyatları, yaptırımlar, tedarik dar boğazları ile artan ekonomik belirsizlikle ekonomiyi yavaşlattığını belirtti.

 

Subat ayında, İthalat fiyatlarındaki hızlı yükse-lişte petrol, gaz ve diğer enerji ürünlerindeki keskin artışlar etkili oldu. Almanya'da İthalat Fiyat Endeksi, şubatta enerji fiyatlarındaki yükselişin etkisiyle 2021´in aynı dönemine göre yüzde 26,3 arttı. Deutsche Welle ve  Neue Ekoonomi dergisi basta olmak üzere ülkedeki bir çokj medya organi bu artisa dikkat çekmeye devam ediyorlar.

Almanya Federal İstatistik Ofisi'nin (Destatis) açıkladığı veri- lere göre, ülkede İthalat Fiyat Endeksi, şubat ayında geçen yılın aynı ayına kıyasla yüzde 26,3 bir önceki aya göre de yüzde 1,3 yükseldi.

İthalat Fiyat Endeksi, ocakta yıllık bazda yüzde 26,9 ile petrol krizinin yaşandığı Ekim 1974'ten bu yana en güçlü yıllık artışını kaydetmişti.

İthalat fiyatlarındaki hızlı yükselişe, petrol, gaz ve diğer enerji ürünlerinin fiyatlarındaki keskin artışlar neden oldu.

 

Destatis'in açıklamasinda, 24 Şubat’ta başlayan savaşın fiyatlar üzerinde bir etkisinin olmadığı belirtilirken enerji başta olmak üzere dış ticaretteki belirsizliklerin savaş öncesinde fiyat gelişmelerini etkilediği ifade edildi.

Şubatta enerji ithalat fiyatlarının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 129,5 daha pahalı olduğunun vurgulandığı açıklamada, "Yıllık enerji fiyat artışında en büyük etki yüzde 266,5 ile doğal gaz ve yüzde 70,3 ham petrol fiyatlarındaki artıştan oldu" ifâdesi kullanıldı.

 

Almanya'da Enerji ürünleri hariç ithalat fiyatları yıllık bazda %14,7 arttı.

Destatis, yurt içinde üretilen enerjinin, şubatta bir önceki yıla göre üçte iki oranında daha pahalıya mal olduğunu da bildirdi.

Almanya'da İhracat Fiyat Endeksi, şubatta bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 12,4 ve bir önceki aya göre de yüzde 1 yükseldi.

Endeksteki yıllık artış, Aralık 1974'ten bu yana en yüksek artış olarak kayıtlara geçti. Endeks, ocakta yüzde 11,9 ve Aralık 2021’de yüzde 10,9 artış göstermişti.

 

Analistler, artan ithalat maliyetlerinin tüketici fiyatlarını da etkile-yeceğini tahmin ediyor.

Almanya'da ocak ayında yüzde 4,9 olan yıllık enflasyon, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısıyla artan petrol ve gaz fiyatlarındaki son yükselişten önce şubatta yüzde 5,1'e ulaşmıştı. Savaş nedeniyle uzmanlar, Almanya'da enflasyon oranının kes-kin şekilde artmasını bekliyor.

 

Alman Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü (IfW), 17 Mart'ta, ham madde ve üretim maliyetlerindeki keskin artışın henüz tüketicilere tam olarak yansıtılmadığını belirterek, ek maliyetlerin tüketici fi-yatlarına yansıtılmasıyla yıl boyunca Almanya'da yüksek enflasyon oranları görüleceğine dikkati çekmişti.

IfW ekonomi uzmanlari, Almanya'da enflasyonun bu yıl ortalama yüzde 5,8'e yükselmesini bekliyor. Bunun gerçekleşmesi halinde ise, Doğu ve Batı Almanya'nın 1990'da birleşmesinden bu yana ülkede en yüksek enflasyon seviyesi görülecek.

 

Avrupa’lı Türkleri  şu ya da bu şekilde 60 yıldır kültürel kimliklerinin yaşamasına gayret ediyorlar. Ancak bu konuda birbirinden haberi olan, birlikte çalışan gelecekte dil ve kültür açısından olabilecekleri bu günden tahmîn edebiliyorlar mı derseniz, cevabım “maalesef” olacaktır. Çünkü Türkler çok dağınık ve kurumsal anlamda Türkye’ye sahip çıkmayı başaramamışlardır. Türkçe dersine devam cetvelleri, dili konuşurken düzgün konuşma özelliklerine baktığımızda Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler maalesef dillerine, dolayısı ile kültürlerinin gelecek nesillere aktarılmasına  gayret göstermemektedirler. Dil konusunda Türk Toplumu ve Türkiye Devleti’nin yapması gerekenleri kısaca özetlemek isterim.

 

Öncelikle Türk dernekleri bir araya gelerek Türkçe konusunu ele almalılar. Eyâletler düzeyinde yapılan çalışmalar federal düzeyde birleştirilerek koordineli bir çalışma yürütülmelidir. “Alman Anayasası’na göre bu ülkede yaşayan insanların anadilini konuşma ve öğrenme hakkı vardır. Türkler bu hakkı yasal olarak Alman Devleti’nden istemelidir. Hukukî yollara başvurmalı, gerekirse anayasa mahkemesine gitmelidir. Türkçe, bu toplumun bir dilidir. İtalyanca, İspanyolca, İngilizce, Fransızca gibi Türkçe dersleri de yabancı dil statüsünde müfredâta alınmalı, zorunlu ders olarak okutulmalıdır. Öğretmenler, veliler ve bilim insanlarının katılacağı, düzenli eğitim kurultayları organize edilerek gelecek 5 yıllık proğramlar ile eksikler tespit edilip hedefler ortaya koyulmalıdır. Türklerin yaşadığı her ülkede 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı öğretmen ve velilerin toplu katılımı ile birlikte düzenlenmelidir. Herşeyden önemlisi Atatürk gelecek nesillerdeki çocuklarımıza iyi öğretilmelidir.

 

Türkçe’nin Avrupa’da Türk Toplumu’nun önemli bir bölümünün konuştuğu olabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti’nin de bazı şeyleri yapması gerekmektedir. Öncelikle Millî Eğitim Bakanlığı tarafından birçok ülkeye dağılmış olan Türk Toplumu için  Türk Toplumunu iyi tanıyan komisyonların çalışmaları ile şekillenen  “Kültür ve Eğitim Proğramı” geliştirip uygulamaya konulmalıdır. Herşeyden önce olumlu örnek teşkîl etmesi açısından Alman makamları ile görüşülerek yeni model uygulamalar geliştirilmelidir. Ailelerin de katılımı ile her türlü bilgi eksikliğini giderecek şekilde öğretmenlerimiz, konsolosluklarımız daha duyarlı  çalışmalıdır. Çünkü Türkçe hem kimliğimiz, hem de ses bayrağımızdır.

Almanya’nın güçlü ekonomisi uluslararası piyasaların duraklama döne minden etkilenmeye başladı. Geçtiğimiz ay aklanan verilerde şubatta aylık bazda, yabancı siparişlerde %3,3 düşüş görüldü. Bu durumun önümüzdeki aylarda hangi yönde bir grafik eğritisi çizeceğini ise şimdiden tahmin edebilmek  hiç te kolay değil.

Almanya'da fabrika siparişleri, Ukrayna’daki savaşın başladığı şubatta beklentilerin üzerinde düşüş gösterdi. Almanya Federal İstatistik Ofisi (Destatis), şubat ayına ilişkin fabrika siparişleri geçici verilerini açıkladı. Buna göre, ülkede üretilen ürünler için siparişler, şubatta bir önceki aya kıyasla %2,2 düştü. Söz konusu siparişler Şubat 2021'ye göre ise %2,9 arttı.

 

Fabrika siparişlerine ilişkin piyasa beklentisi, aylık bazda yüzde 0,2 düşmesi yönündeydi. Ancak Ukrayna krizinin beklenenden daha tehlikeli yöne doğru evrilerek ambargoların arka arkaya gelmesi tedarik zincirlerinde ciddi anlamda kayıpların yaşanmasına sebep oldu.

 

Almanya'da şubatta aylık bazda yurt içi siparişlerde %2,8 ve yabancı siparişlerde %3,3 düşüş görüldü. Söz konusu dönemde Avro Bölgesi'nden yeni siparişler ocak ayına göre %3,3 ve diğer ülkelerden Almanya'ya gelen siparişler yüzde 3,4 düştü. Şubatta ara malı üreticilerinin siparişleri aylık bazda %1,9 ve sermaye malı siparişleri %2,8 azalırken, tüketim malı üreticilerinin siparişleri yüzde 0,7 arttı.

 

Alman ekonomisinde fabrika siparişleri iyi iç talep sayesinde ocakta revize olarak %2,3 artmıştı. Ancak dış satışlarda bu hızın yakalanamaması da geleceğe yönelik tahminlerde ciddi bir revizeyi gündeme taşıdı. Almanya Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, şubatta söz konusu siparişlerdeki genel düşüşün yurt dışından gelen zayıf talepten kaynakladığı belirtildi. Bakanlık açıklamasında, şubatta siparişlerdeki düşüşün, önceki aylardaki önemli artışlardan sonra geldiği hatırlatılarak, "Rusya'nın Ukrayna'daki savaşının etkileri şubat verilerine dahil olmadı. Ancak savaş, talebin daha da gelişmesi konusunda büyük belirsizliğe yol açıyor. Bu nedenle, önümüzdeki aylara ilişkin görünüm şu anda daha düşük kalıyor” denildi.

 

Ekonomistler, Ukrayna'daki savaşın Almanya'nın Rusya’dan başta doğal gaz olmak üzere enerji ithalatına diğer Avrupa ülkeleri ne göre fazla bağımlı olmasıyla yeni bir belirsizlik oluşturduğunu belirterek, artan enerji maliyetlerinin özellikle ülkenin imalat sektörü üzerinde baskı oluşturabilece-ğini dile getiriyor. Bu alanda fali-yet gösteren ekonomistler Almanya ekonomisinin krizler ile başedebilecek kadar dirençli ve kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi oluşumun öncelikle Almanya’da yaşayanların  inandıklarını belirtmektedirler.

 

VP Bank Başekonomisti Thomas Gitzel de konuya ilişkin değerlendirmesinde, Kovid-19 sonrası sipariş defterlerinin doluluğu ve baz etkilerinin Alman ekonomisinin büyümesini destekleyeceğini belirterek, Ukrayna'daki savaşın, tedarik zinciri sorunlarıyla beraber şirketleri baskı altına aldığını ve piyasalarda bu yönde bir etkilenme olduğunu vurguladı.

İleriye dönük ekonimi tahminlerinin devam ettiği günlerde Alman Ekonomi Araştırma Enstitüsü (Ifo), 1 Nisan’da Ukrayna-Rusya savaşının Alman sanayisin deki malzeme sorununu daha da artırdığını bildirmişti. Tedarik zincirlerindeki  aksaklıklar yeni zorluk-ları beraberinde getirdiği belirtildi. Ifo, martta, Almanya’daki şirketlerin yüzde 80,2'si ara ürün ve ham madde tedarikindeki darboğazlar başta olmak üzere sorunlar yaşandığını belirtmişti. Şubat ayında bu oran yüzde 74,6 olarak kayıtlara geçmişti.

 

Ciddi anlamda ihracaata dayalı bir ekonomisi olan Almanya sadece imal eden değil, imalatını da hızlı bir şekilde dış pi-yasalara göndermesi gereken  önemli bir ülke olarak bilinmektedir. Ukrayna Savaşı sonrası bir yandan göç alan ülkenin diğer yandan savaşın etkilerini ithalat - imalat - ihracaat üçgeninde görmesi ise yeni zorlukları ortaya çıkaracaktır.

Bol tüketime ayarlı, insandan çok rakamlara odaklanmış politikaların olağanüstü şartlarda dünyayı ve insanlığı ne gibi sıkıntılara sokabileceği, salgın sürecinde bir kez daha tüm açıklığı ile ortaya çıktı. Kısıtlamalar canımızı sıksa da bazı şeyler olmadan da yaşanabileceğini görmüş olduk. Bu arada bir çoğumuz, normal zamanlarda neleri yapmamız gerekirken ihmal ettiğimizi de öğrenmiş oldu. İnsanlar arası ilişkilerde nelerin önemsiz nelerin değerli olduğunu düşünme ve ayırdetme fırsatı bulduk. Daha önemlisi sosyal hayatın ne derece mühim olduğunu idrak ettik.

Anlatıla anlatıla bitirilemeyen globalleşmiş dünya şartlarının abartılmasının yeri geldiğinde ne gibi sıkıntıları beraberinde getirebileceği görüldü. Sürekli büyümeye endeksli politikaların gün gelince birçok ülkeyi nasıl krizden krize taşıdığına şahit olduk. Üretimde ve bilhassa tedarik zincirlerinde küçük ülkeler aleyhinde oluşmuş yapıların yol açtığı sıkıntılar gözlerimizi açtı. Kendine yeterli olabilmenin ehemmiyeti artık yadsınamaz şekilde ağırlığını hissettirdi.

İş dünyasındaki düzenlemelerin yanlışlığı kendisini tüm dehşeti ile ortaya koyarken, dünyayı yönetenler yine göstermelik çözümler peşindeler. Alınteriyle karnını doyurmaya çalışan kitleler aleyhindeki adaletsiz düzenin devamı için ellerinden geleni yapmaktalar. Rekabet dedikleri haksız kazanç ve gerilim sistemini yaşatmak için insafsız uygulamaları sürdürmekte bir beis görmüyorlar. Bu açıdan bakınca felaketin kurbanlarının yine sıradan insanlar olduğunu söylemek mümkün.

İnsan hayatı üzerindeki tehdidi kumara çevirme fırsatı bulan zengin ülkeler ile artık ülkeler kadar kaderimiz üzerinde söz sahibi haline gelen kişiler/şirketler, hayat memat mücadelesi veren yığınlar üzerinden daha da semirmenin hesaplarını yaptılar ve ne yazık ki bunda başarılı da oldular. İstatistiklere göre günümüz dünyasında sağlık sektörü için harcanan para, öncelerin gözde sektörü silah üretimi ile eğitime harcanan paranın çok üzerinde. Bunun hakikaten insanlığın sağlığı için yapılan bir harcama olduğunu bilsek sevinmemiz gerekir; ancak herkes biliyor ki bu, fırsatçıların kasalarının daha fazla dolması için ülkelerin, dolayısıyla halkın ceplerinin boşalması anlamını taşıyor. İnsanlık, faydasının ne olduğunu hakkıyla öğrenemediği ilaçlara trilyonlar ödüyor. Oluşmuş tekeller, istenen paralara gücü yetmeyen bölgelerin insanlarına dönüp bakmıyorlar bile.

Çarpıklık sadece salgın nedeniyle her an aktüel olan sağlık alanında değil. Gıda başta olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinin temininde tedarik zincirlerinin çözülmesinden doğan aksamalara ilaveten üretim politikalarındaki yanlışlıkların ceremesi çekilmeye başlandı. Ölümü gösterip sıtmaya razı eden anlayış, geniş halk kitlelerinin her şeye boyun eğmesini istiyor. Üretimi ve tüketimi olması gerekenden fazla şişirerek kazanç elde edenler, kısıtlamalardan da kazanç elde ediyorlar. Bu kadar tek taraflı, bu kadar adaletsiz bir dünya sisteminin insanlığa layık olup olmadığı tartışılamıyor bile.

Almanya; ekonomik gücüne, üretim kabiliyetine ve ihracat pazarlarındaki hakimiyetine rağmen salgın süresince halkın memnuniyetini yeterli ölçüde sağlayamadı. Toparlanma dönemi olması gereken günümüzde de yeterli enerjik tavrı sergileyemiyor. Üstüne üstlük savaşa dönüşen Ukrayna krizinde büyük sıkıntı çekecek ülkeler arasında görülüyor. Avrupa Birliği (AB) içerisinde sağlanacak bir bütünlük anlayışı çerçevesinde sıkıntıları aşmanın daha mantıklı olacağı var sayılsa da bunun düşünüldüğü kadar kolay olmadığı bilinmekte. Tüm bunlar Almanya’da hayatın artık pek kolay olmadığını gösteriyor.

Türkiye’nin durumu ise bazı benzer ülkeler gibi daha da sıkıntılı. Böylesine bir krize hazırlıkla olmamak bir yana, alternatif programlara da sahip olmadığımız görüldü. Adeta yolumuzu el yordamı ile bulmaya çalıştık. Ne yazık ki bu yeterli değildi. Bilhassa piyasalardaki yüksek kur ve yüksek enflasyon baskısı ekonomiyi ve halkı bunalma seviyesine getirdi. Gelirlerdeki artışlar yetersiz kalırken bilhassa temel tüketim mallarında, gıdada, elektrik ve doğalgazdaki devasa artışlar hem halkı hem sanayicileri olumsuz etkiledi. Gıda ithalatı mecburiyetinde olmamız, döviz üzerinde baskı oluştururken, paramızın değer kaybetmesi ürettiklerimizi dünya piyasa fiyatlarının altında elden çıkarmamıza sebebiyet vermekte. Çıta gittikçe açılırken hükümetin aldığı tedbirlerin ne derece şifa olacağı ve bu durumun ne kadar sürdürülebileceğinin cevabını bilen yok. Bu çerçeveden bakıldığında yeni hayatın Türkiye’de yaşayanlar için de pek iç açıcı olmadığını söylemek mümkün.

Umarız yanılırız ve her şey güllük gülistanlık olur.

Die Luftaufnahmen ähneln sich sehr: Würzburg nach seiner Zerstörung im
März 1945 und die Partnerstadt Caen nach der Bombardierung während der
Kämpfe in der Normandie. Diese Parallelität war einer der Gründe,
warum beide Städte vor 60 Jahren eine Partnerschaft eingegangen sind. Im
Zeichen des Friedens stand deshalb auch dieser Freitag bei der
Bürgerreise des städtischen Partnerschaftsbüros Würzburg
International.
Den Auftakt machte das Memorial in Caen, in dem nicht nur die
Geschehnisse um die Befreiung Caens nach der Invasion 1944 dokumentiert
sind, sondern auch der politische Weg in den Zweiten Weltkrieg in Europa
wie auch im Pazifik sowie das Leid, dass der Krieg über alle Länder
gebracht hat. Die vielen Zeitzeugenberichte oder auch persönlichen
Schicksale, die in der Ausstellung zu sehen sind, erinnerten manchen an
die eigene Familiengeschichte, wo man oft nicht über die Erlebnisse der
Eltern oder Großeltern sprach, die selbst oft den Krieg als Soldaten,
Flüchtling oder als Ausgebombte erlebt hatten.
Am Nachmittag besuchte die Gruppe schließlich die Invasionsstrände
Point du Hoc und Arromanche sowie den Soldatenfriedhof am Omaha Beach.
„Gerade in aktuellen Zeiten haben Völkerverständigung und
Städtepartnerschaften eine ganz besondere Rolle,“ spielte
Oberbürgermeister Christian Schuchardt auf den aktuellen Krieg in der
Ukraine an.

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), iş, sanat, siyaset ve bilim dünyasından birçok insanı Ramazan iftar sofrasında bir araya getirdi.

 

Köln DİTİB Merkez Camii Konferans Salonu’nda gerçekleşen iftar yemeğine Köln, Düsseldorf, Essen ve Münster Başkonsolosları, Müslüman teşkilatların genel başkan ve yöneticileri, dini cemaatlerin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, DİTİB yönetim kurulu üyeleri, dini danışma kurulu başkanları ve eyalet birliği başkanları ile iş, sanat, siyaset ve bilim dünyasından temsilciler katıldı.

 

Ney dinletisi ve Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan iftar porgramının açılış konuşmasını DİTİB Genel Başkanı Kazım Türkmen yaptı. Türkmen, Ramazan ayının ortak bir sofrayı paylaşmak, toplu ibadetler, buluşmalar, paylaşım yoluyla dayanışma ve hayırseverliğin önemli bir alanı ve sosyal uyumun temel taşı ve insanlar arasındaki bağların bir güçlendiricisi olduğunu söyledi.

Ramazan ayının şefkat, dayanışma ve merhamet ayı olduğuna vurgu yapan Türkmen, “Ramazan, birlikteliğin temeli olan ortak sosyal sorumluluk için de büyük önem taşımaktadır. Ve yine: Ramazan hepimizin çok beklediği ve hasret kaldığı o normalliğin oluşmasına da bir vesiledir” dedi.

Dayanışmaya, yardımlaşmaya, barışa ve şiddete karşı bireylere, toplumlara ve dini cemaatlere önemli sorumluluklar düştüğüne dikkat çeken Türkmen, şu ifadeleri kullandı:

“Ülke çapında yüzlerce camimiz aşı kampanyalarına öncülük etmiş, yüzbinlerce insanın aşılanması sağlanmıştır.

Sonra da birdenbire sel felaketi, yangınlar ve Avrupa'daki diğer doğal afetlerle meydana gelmiş, insanlar hayatlarını, varlıklarını ve geleceklerini, sevdiklerini, eşyalarını kaybetmişlerdir. İnsanlar evlerinin ve şehirlerinin yıkıntıları karşısında çaresiz kalmışlar, barınaksız, içme suyundan mahrum, elektriksiz, yiyeceksiz, giyeceksiz kalmışlardır. Ama bu defa da yine güçlü olduk, bu insani felaket karşısında yine kenetlendik ve gerçek bir kader topluluğu olabildik. Almanya'nın etkilenen bölgelerine su, ekmek ve giyecek ulaştırdık. Ve ihtiyacın en büyük olduğu yerde yardım edebilmek için bir bağış kampanyası başlattık.

 

Dünyanın bazı bölgeleri kontrol edilemeyen su ve lav kütlelerine, kasırgalara ve fırtınalara karşı seferberlik ilan ederken, diğer bölgeleri ise kuraklığa ve yıkıcı ateşe karşı mücadele etmiştir. Türkiye'de de yıkıcı sel felaketleri yaşanmış ve birçok ormanlık alanlar yanmış, kül olmuştur. Ama bu defa da yine de güçlü olmayı başardık, bu çevresel felaketler karşısında yine birbirimize kenetlendik. Yardım kampanyaları düzenleyerek bağışlarda ve mahallinde yardımlarda bulunduk. Derin ve gözle görülür yaralar bırakan yüzyılın yangınlarından sonra, şimdi de 250.000'in üzerinde fidanla bu bölgelerin yeniden ağaçlandırılmasına destek verebildik. Bu zorluklar karşısında da üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirdik.

Ancak yeni yılda da, bizi endişelendiren ve geleceğimiz adına karamsar olaylar bizi boğmaya devam etmiştir. Ukrayna'daki savaş sadece şiddetli ve jeopolitik bir istikrarsızlık yaratmamış, aynı zamanda birçok insanın da ölümüne, yaralanmasına, yerinden edilmesine ve evsiz kalmasına sebep olmuştur. Bu sadece siyasi bir felaket değil, her şeyden önce tüm Avrupa'yı etkileyen insani bir felakettir. Dünya çapındaki tüm bu anlamsız savaşların kurbanları ile dayanışma içinde olduğumuzu ifade etmek isterim.

Bizler bu inanılmaz insani felaketler karşısında güçlü olmalıyız, saflarımızı daha da sıklaştırmalıyız; dayanışma gösterdiğimiz, birbirimize yardım ettiğimiz, empati kurduğumuz ve sınırlarımızın ötesinde hareket ettiğimiz gerçek bir kader topluluğu olabilmeliyiz.

Kafamızda ki, toplumumuzda ki, siyasette ki, haritalarda ki bütün bu sınırların kalkması mecburdur. Dile, kültüre, dine, kökene veya ülkelere göre çizilen bütün bu sınırlar ve sınırlama kategorileri bize sözde farklı olduğumuzu göstermeye çalışmaktadır. Ancak bu son üç yıl bize çok önemli bir şey göstermiştir: Bilinmeyen hastalıklar, doğal afetler veya savaşlar önünde insanlık olarak hepimiz aynı şekilde yaralanmakta ve etkilenmekteyiz: Ve bu etki önünde hepimiz eşitiz.

Müslümanlar için Ramazan ayı, ortak bir sofrayı, toplu ibadetler, birlikte buluşmalar ve paylaşım yoluyla dayanışma ve hayırseverliğin önemli bir alanı ve dolayısıyla sosyal uyumun temel taşıdır. Ramazan insanlar arasındaki bağların bir güçlendiricisidir. Özellikle bu zor zamanlarda bilinçli bir dayanışma ve merhamet evresi olan Ramazan, birlikteliğin temeli olan ortak sosyal sorumluluk için de büyük önem taşımaktadır. Ve yine: Ramazan hepimizin çok beklediği ve hasret kaldığı o normalliğin oluşmasına da bir vesiledir.

Bu aynı zamanda yakında Köln'de mümkün olacak olan dışarıya açık hoparlörden ezan okumayı da içermektedir. Bu gelişmeyi memnuniyetle karşılamaktayız. Zira bu, etnik, kültürel ve dini çeşitliliğin de gereğidir. Bu çeşitlilik, herkesin eşit haklara sahip olduğu bir toplumsal zenginliği de mümkün kılmaktadır.

Kamuoyunda ki Ramazan, cami ve Müslüman algısına yurttaşlık duygusu ve artan empati gibi giderek daha fazla rastlamaktayız. Ramazan ayının başında cesaret ve ilham verici mesajlar gönderen en yüksek devlet temsilcisi olan Federal Cumhurbaşkanı’na varana kadar tüm kamu aktörlerine ve politikacılarına teşekkür ederiz. Bu ülkede yaşayan Müslümanlar ve var olan camiler ancak bu şekilde, bu ülke toplumunun bir parçası olduğunu hissedebilir.

Birliktelik tekrar tekrar oluşturulmalı ve güçlendirilmelidir. Bunun üzerinde birlikte çalışmak elzemdir. Ve belki de eskisinden daha fazla düşünmeliyiz: İnsanoğlu, bu gezegende ancak bu dünyadaki tüm canlılar ve varlıklarla karşılıklı sorumluluk içinde yaşayabileceğini anlamalıdır. Çevremize karşı sorumluluk, aynı zamanda insanlığın geleceği için de temel bir yükümlülüktür. Aynı şekilde tarihten, günümüzdeki olaylardan ve küresel gelişmelerden de gerekli sonuçları çıkarmamız gerekmektedir. Bu konuda dini cemaatler olarak bizlere de büyük sorumluluk düşmektedir.

Almanya'nın Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Eyaleti Başbakanlık Müsteşarı ve Başbakanlık Dairesi Başkanı Nathanael Liminski, Müslümanların son dönemlerde bazı kesimlerin nefret söylemlerinin hedefi olduğuna işaret ederek, "Müslümanlar toplumumuzun önemli bir parçasıdır." dedi.

 

KRV eyaletinde 2021 yılında Müslümanlara yönelik 110'dan fazla suç işlendiğini söyleyen Liminski, „Bunlar sadece resmi rakamlardır. Buna karşı yeni önlemlem planlarımız kapsamında Müslüman Karşıtı Irkçılık Bildiri Merkezleri açıyoruz. Bunlar önleyici olarak görev yapacak. Ölenlere saygı göstermenin her din ve millette insanların kültürünün bir parçası olmasına rağmen 2022 yılında Iserlohn'da Müslüman mezarlığına saldırı bizleri KRV’de de endişelendirdi. Biz mezarlık ve camilere KRV’de daha çok korumaya kararlıyız. Salıdrılar bize yapılmış bir saldırıdır. O yüzden dayanışma içerisindeyiz ve bunu başbakanımız Hendrik Wüst adına da ifade ediyorum“ diye konuştu.

 

Liminski konuşmasını şöyle sürdürdü: „Hayırseverlik ve dayanışma bizi hangi dinden ya da mezhepten olursak olalım birbirimize bağlıyor. Savaştan kaçan Ukraynalılar eyaletimize sığınıyor. Biz de kendilerini 2015 yılında Suriye'den kaçıp buraya gelenlerde olduğu gibi memnuniyetle karşılıyoruz. Köln DİTİB Merkez Camii'nin dinlerin bir arada barış içinde yaşayabildiğini gösteren örnek bir rol modeldir. Müslümanlar toplumumuzun önemli bir parçasıdır. Toplumun bu kesimine karşı çıkan herkes, hepimize karşı çıkmış sayılır. Yan yana duruyoruz ve bu birlikteliğin parçalanmasına asla izin vermeyeceğiz.“

 

Şuana kadar kendileriyle yapılan işbirliği için DİTİB’e teşekkür eden Rheinland Protestan Kilisesi Temsilcisi ve Köln Diyalog Sorumlusu Dorothee Schaper, birlikte dini alanlardaki işbirliği için başbiskoposların selamlarını getirdi ve Almanay Protestan Kilisesi’nin ramazan ayı mesajinı okudu

Oruçlarını ezogelin çorbasıyla açtıklarını ifade eden Liberal Yahudi Cemaati Başkaın Rafi Rothenberg, „Dinlerimizin çok benzer yönleri bulunmaktadır. Bizler Pesah bayramı, Hristiyanlar da paskalya bayramı ve Müslümanlar da Ramazan ayı sonrası bayramlarını yapacaklar. Allahımız bir ve herkes kendi bayramını kutluyor“ dedi.

 

Almanya’daki ve KRV’deki vatandaşların Almanya ile Türkiye arasında organik bir bağ olduğunu ifade eden Köln Başkonsolosu Turhan Kaya, „Onların emniyeti, huzuru, hakları ve güvenliği bizim için çok önemlidir. Onların buranın bir parçasıdır. Geçen yıl 60 yılı kutladık, bu 60 yılda çok şey değişti. Gerek Türkiye değişti gerekse Almanya ve Almanya’daki Türk toplumu değişti“ dedi.

Uyum ve toplumsal katılım için DİTİB‘e önemli roller düştüğünü ifade eden Kaya, „Sadece dini görevler ve manevi rehberlik değil, çocuk eğitimi, gençlerin uyumu, yaşlılar bakımı ve cenaze alanında da DİTİB çok önemli toplumsal görevleri bulunmaktadır. Son 60 yıldaki büyük kazanımlara rağmen zorluklarda bulunmaktadır. Özellikle ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı, dışlanma, İslam düşmanlığı toplumsal olarak mücade de çok önemli partnerdir“ ifadelerini kullandı.

İftar programı okunan akşam ezanınını ardından hep birlikte oruçların açılmasıyla sona erdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) tarafından Bulgaristan’da Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Ribnovo köyünde iftar programı düzenlendi. Programda konuşan YTB Başkanı Abdullah Eren, “Burada rüzgar esse biz Türkiye’de üşüyoruz. Siz, burada üzülseniz, biz Türkiye’de üzülüyoruz. Siz burada gülseniz, biz Türkiye'de mutlu oluyoruz.” diye konuştu.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) Bulgaristan'da Müslüman toplumun, soydaşların yoğun olarak yaşadığı Ribnovo köyünde iftar programı düzenledi. Müslümanlarının yaşadığı en kalabalık köylerinden biri olan Ribnovo'da, YTB'nin düzenlediği iftar programına yaklaşık 2 bin kişi katıldı. YTB Başkanı Abdullah Eren programda bir konuşma yaptı. Eren konuşmasına “Bizler, nerede bir soydaşımız varsa nerede bir akrabamız varsa, biz oradayız diyerek çalışıyoruz” diyerek başladı. Eren, “Şunu unutmayın, burada rüzgar esse biz Türkiye'de üşüyoruz. Siz, burada üzülseniz, biz Türkiye'de üzülüyoruz. Siz burada gülseniz, biz Türkiye'de mutlu oluyoruz.” ifadelerini kullandı.

 

BEN DE SİZİN İÇİNİZDEN BİRİYİM

Rodop Dağları ile duygusal bağının olduğunu söyleyen Eren, “Ben de sizin içinizden biriyim. Benim babamın doğduğu köy de hemen bu Rodop Dağları'nın arkasında, şu anda Yunanistan’da kalan Gümülcine’ye bağlı bir köy. Sizlerin her birini kendi ağabeyim, kendi amcam, kendim büyüğüm gibi görüyorum, kendi teyzem gibi görüyorum.” diye konuştu.TÜRKİYE BURSLARINA DAHA FAZLA BAŞVURU BEKLİYORUZ

YTB’nin Türkiye’de burslu eğitim imkanı sunduğu Türkiye Bursları programına, Bulgaristan’dan da Ribnovo’dan da daha fazla başvuru beklediğini belirten Eren, “YTB, eğitim ve kültür faaliyetleri ile hem sizlerin yanında olmaya hem de Türkiye-Bulgaristan ilişkilerine katkı sunmaya devam edecek.” dedi.

 

“TÜRKİYE VAR OLDUKÇA BİZ DE AYAKTAYIZ “

Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Başmüftüsü Mustafa Aliş Haci de Türkiye'nin var oldukça kendilerinin de ayakta olacağının altını çizerek, “Bu akşam gerçekten biz farklı bir güzellik yaşıyoruz. Ben YTB Başkanlığına teşekkür etmek istiyorum. Bu akşam burada olmamızın sebebi onlar oldu. Gerçekten bu köydeki Müslümanlar (1989 yılında sona eren) komünizm döneminde çok büyük mücadele verdiler. Bulgar devleti onları asimile etmeye çalışmasına rağmen onlar boyun eğmedi, ayakta kaldılar. Bugün de bu güzellikleri görebiliyorsak, elbette onların çalışmasının sayesinde mümkün oldu. Bunlar Müslüman olarak her şeyden önce Allah'a güveniyorlardı. Ondan sonra Türkiye'ye güveniyorlardı. Allah'a şükür, Türkiye onları bırakmadı."

 

“HER ZAMAN SİZİN YANINIZDA OLACAĞIZ”

Türkiye'nin Sofya Büyükelçisi Aylin Sekizkök de bölge halkının her zaman yanında olacaklarını kaydederek, “Sizler, bu güzel köyde, yüzyıllar boyunca bu güzel dinimizi, minarelerde ezanları okunan bu güzel köyde en güzel şekilde yaşattınız. Kimliğinizi korudunuz, bütün zorluklara rağmen. Biz de her zaman sizin yanınızda olacağız ve bundan sonra da sizin başınızın önünde bir kartal gibi uçmaya devam edeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın kalbi selamlarını getirdim. Türkiye sizleri çok seviyor.” dedi.

Effektive Maßnahmen gegen Trockenheit, Schuppenbildung und Juckreiz

(djd). Ein strahlender Teint, ein ebenmäßiges Hautbild – so fühlen wir uns im wahrsten Sinne des Wortes wohl in unserer Haut. Ganz anders sieht es aus, wenn unser größtes Sinnesorgan aus seiner gesunden Balance gerät und sowohl sicht- als auch spürbare Probleme bereitet. Die schuppigen Stellen möchte man am liebsten verstecken, durch den belastenden Juckreiz ist an Schlaf nicht zu denken, spröde und rissige Stellen reagieren auf jede Berührung empfindlich.

Jeder Zweite hat Hautprobleme

Tatsächlich ist Problemhaut weit verbreitet. Eine neue Studie der Europäischen Akademie für Dermatologie und Venerologie (EADV) zeigte, dass fast jeder Zweite mindestens ein Hautproblem hat. Der Leidensdruck der Betroffenen ist hoch. Untersuchungen belegen, dass Dermatologie-Patienten ein geringeres Glücksempfinden haben und jeder dritte Hautkranke unter psychischen Problemen leidet. Vor allem Krankheiten wie Schuppenflechte oder Neurodermitis machen zu schaffen. Aber auch alltägliche Umweltfaktoren wie Stress, Kälte und Hitze, UV-Strahlen und der natürliche Alterungsprozess können die Hautschutzbarriere schwächen. Umso wichtiger ist die richtige Pflege. Bewährt hat sich hier Original Totes Meer Salz, wie es in den therapeutischen Hautpflegeprodukten von Salthouse enthalten ist. Der spezielle Mineralienkomplex enthält unter anderem Magnesium, Kalium, Kalzium und Brom und trägt zur Regeneration der Haut und zur Verbesserung des Hautstatus bei. Trockene und sensible Haut kann wieder ins gesunde Gleichgewicht kommen, Juckreiz gelindert werden. Grundsätzlich sollten Menschen mit Problemhaut darauf achten, nicht zu heiß und zu lange zu baden oder zu duschen – am besten sollte die Wassertemperatur 35 Grad Celsius nicht überschreiten. Und die Dusch- oder Badedauer sollte man so kurz wie möglich halten, um die Schutzbarriere nicht zu strapazieren.

Alltagstipps für Menschen mit empfindlicher Haut

Darüber hinaus können einige Maßnahmen im Alltag hilfreich sein, Tipps dazu gibt es beispielsweise unter www.mein-salthouse.de. So wird weiche Baumwollbekleidung meist besser vertragen als kratzige Wolle oder Synthetikstoffe. Eine kühle Temperatur im Schlafzimmer verhindert Schwitzen, sodass die Haut weniger juckt. Da auch Stress sich negativ auf die Hautbalance auswirken kann, haben entspannende Auszeiten und Techniken wie Yoga oder Autogenes Training oft eine wohltuende Wirkung. Und zu guter Letzt ist eine bewusste Ernährung empfehlenswert, da bestimmte Lebensmittel mitunter Krankheitsschübe auslösen. Hier sind Ausprobieren und Selbstbeobachtung angesagt.

 

Das Salz des Toten Meeres ist bekannt für seine therapeutische Wirkung bei Problemhaut.
Foto: djd/www.murnauers.de/marken/salthouse/Shutterstock/Oleggg

 

Das Salz des Toten Meeres ist bekannt für seine therapeutische Wirkung bei Problemhaut.
Foto: djd/www.murnauers.de/marken/salthouse/Shutterstock/Oleggg

 

Drei der schönsten Wandertouren durch das Paderborner Land

(djd). Wer landschaftliche Abwechslung beim Wandern sucht, ist im Paderborner Land genau richtig. Im Osten liegt der Höhenzug des waldreichen Eggegebirges, im Norden lockt die sandige Heidelandschaft der Senne. Die Mitte wird von der Karstlandschaft der Paderborner Hochfläche dominiert und im Süden geht die Landschaft allmählich in die Ausläufer des Sauerlands über. Zum Wanderwegenetz mit Strecken für jeden Anspruch zählen auch sechs Qualitätswege Wanderbares Deutschland. Zwölf Unterkünfte an diesen Routen wurden als Qualitätsgastgeber zertifiziert, die sich ganz auf die Bedürfnisse von Wanderern eingestellt haben. Alle Infos findet man unter www.paderborner-land.de. Hier sind drei ausgewählte Qualitätswege:

1. Die PaderWanderung

Die knapp zwölf Kilometer lange Wanderung macht nicht nur mit Deutschlands kürzestem Fluss bekannt, sondern auch mit einem einzigartigen Naturphänomen: den über 200 Quellen der Pader, die inmitten der Paderborner Innenstadt entspringen. Von der Quelle bis zur Mündung in die Lippe bei Schloss Neuhaus sind es gerade einmal vier Kilometer. Die Route kann auf verschiedene Streckenlängen verkürzt werden, dank befestigter Wege und vieler Spielmöglichkeiten entlang der Strecke ist sie sehr familienfreundlich. Eine Sehenswürdigkeit ist neben dem Paderquellgebiet und den Paderauen sowie dem Padersee das Schloss Neuhaus mit seinem Barockgarten.

2. Der Viadukt Wanderweg Altenbeken

Schon der Ausgangspunkt der 30 Kilometer langen Runde in Altenbeken ist eine Attraktion: eine Güterzug-Dampflokomotive aus dem Jahre 1941. Altenbeken ist Bahnknotenpunkt und steht für die Eisenbahn- und Industriekultur im Paderborner Land. Rundherum ist die Landschaft waldreich und hügelig. Highlight aber ist das 1853 eingeweihte, bis zu 35 Meter hohe und 482 Meter lange Viadukt mit seinen 24 Rundbögen. Es gilt als größte steinerne Eisenbahnbrücke Europas und ist immer wieder aus unterschiedlichen Perspektiven zu sehen. Am Viadukt befindet sich eine Aussichtsplattform. Der Wanderweg kann auf 18 Kilometer verkürzt werden.

3. Der Heideland Rundwanderweg Hövelhof

Die 6,6 Kilometer lange Tour führt durch das Naturschutzgebiet Moosheide mit seinen Heideflächen und Kiefernwäldern. Im August und September entfaltet die Heide in einem Naturschauspiel ihre volle Pracht. Ein Highlight der Wanderung sind die Emsquellen, die als kleine Sickerquellen in einem etwa 500 Meter langen Quellbereich an die Oberfläche treten. Wer möchte, kann im nahegelegenen Ems-Informationszentrum die Emsquellen anhand eines Modells auch einmal selbst zum Sprudeln bringen. Tipp für Tierfreunde: Die Heidschnuckenschäferei Senne besteht aus etwa 500 Mutterschafen und ebenso vielen Lämmern.

 

 


Zum Wanderwegenetz mit Strecken für jeden Anspruch zählen auch sechs Qualitätswege Wanderbares Deutschland. Hier ist für jeden thematischen Geschmack etwas dabei.
Foto: djd/OstWestfalenLippe/Touristikzentrale Paderborner Land/R. Rohlf

 

Im August und September entfaltet die Heide ihre volle Pracht. Erleben kann man das Naturschauspiel auf dem Heideland Rundwanderweg.
Foto: djd/OstWestfalenLippe/Touristikzentrale Paderborner Land/M. Fortmeier

 

Der Barockgarten von Schloss Neuhaus bildet den Abschluss der PaderWanderung.
Foto: djd/OstWestfalenLippe/Touristikzentrale Paderborner Land

 

Wer in einer abwechslungsreichen Landschaft wandern möchte, wird im Paderborner Land fündig.
Foto: djd/OstWestfalenLippe/Touristikzentrale Paderborner Land/T. Hennig