Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Tarihin en kanlı savaşının en karanlık dönemine ışık tutan IKG- Kültür, Tarih ve Entegrasyon Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik Türk-Alman İlişkileri alanındaki 9. eserini yayınladı.
İkinci Dünya Savaşı’na herkes Alman  – Rus savaşı deyip geçiyor ama Dr. Latif Çelik herkes tarafından çok az bilinen savaşın bir başka boyutuna dikkat çekiyor. Resmi kayıtlarda Alman kaybı, ya da Rus kaybı olarak yer alan yüzbinlerce insanın kendi aralarında Türkçe’nin değişik lehçelerini konuştuğunu belirten Dr. Latif Çelik yüzbinlerce Türk asıllı Sovyet askerinin akibetini 600’den fazla kaynaktan bilimsel olarak ortaya koydu. Alanında tek kitap olarak birinci derece Alman arşivlerinden faydalanılan kitap ile ilgili açıklamalarda bulunan Dr. Latif Çelik, “Bu savaş literatüre Almanya ile Rusya’nın savaşı olarak geçti. Oysa Kızılyıldız ile Gamalı Haç arasında kalan milyonlarca Türkistan Türkü hiç bir zaman kendi kimlikleri ile ortaya çıkamadığından ya Alman kaybı, ya da Rus kaybı olarak arşivlerde yer aldı.
Dr. Çelik ile yeni kitabı konusunda yaptığımız röportajda ilginç cevaplar aldık.
 
Bu savaşta Türkiye yer almadı diye biliniyor ama, sizin kitabınızın adı, “Kayıp Türkler“ Bunu nasıl açıklayacaksınız?
Dr. Latif Çelik: Doğru, ama bu savaşta yer almayan Türkiye Türkleridir. Türkçe’nin değişik aksanlarını konuşan yarım milyondan fazla insan bu savaşlarda hayatını kaybetti.
 
Bunların belgesi var mı?
Dr. Latif Çelik: Bu savaş tabiki Almanya ve Rusya’nın savaşı olarak başladı. Ama özellikle Rusya cephelerinin en ön saflarında Türkistan’dan getirilen milyonlarca asker vardı.
 
 
 
 
 
 
Kayip Türkler’in kapağı
 
 
75 Yıl Sonra Gün Yüzüne Çıkıyor
 
Türkistan asıllıların da Almanlara karşı cephede olması normal değil mi sizce?
Dr. Latif Çelik: Konu askerin kiminle savaştığı değil, eğitimi ve hangi düşmana karşı savaştığıdır. 20 yılını ancak dolduran Bolşevik rejimi Basmacı isyanları dolayısı ile zaten Türkistan Coğrafyasındaki insanları baskı altına almış ve onlara hiç bir şekilde güvenmiyordu. 1940 yılında başlayan savaş bir an olsun bu baskıyı hafifletir gibi olsa da Ukrayna hattının ön saflarındaki Rus askerlerinin önemli bir bölümü Türk asıllılardan oluşuyordu.
 
Bunların Rus kaybı olarak adlandırılması normal değilmi sizce?
Dr. Latif Çelik: Türkistan Türkleri bu savaşta korkunç güce sahip Almanların karşısına sadece yem olarak atılıp bozuk para gibi harcandılar. Bir haftalık silah talimi ile bir askeri dönemin en güçlü ordusunun karsına çıkaranlar bunların daha ilk etapta yok edileceklerini çok iyi biliyorlardı. Elbette bunu farkedenlerden erken davranıp kalabalık olarak Alman tarafına geçenler oldu. Hayallerindeki bağımsız Türkistan’ı ancak Almanların desteği ile kurabileceklerine inanıyorlardı. Alman propagandalarında da benzer sözler veriliyordu. Dolayısı ile toplu halde Almanlara teslim olmalar başlayınca Rusların Kiev hattı çöktü Almanlar karşısında.
 
 
Almanların ayak oyunları idi
 
Almanların tavrı gerçekten samimiydi?
Dr. Latif Çelik: Bunlar Almanların savaş içindeki propagandaları idi. Hiç bir zaman olmadı ve olmayacaktı da. Buradaki amaç, Türkiye’nin de iştahını kabartarak Ruslara karşı dengeyi sağlamak isteyen Alman siyasetinin ayak oyunları idi.
 
Çok heyecan verici ama hiç bilinmeyen bir konudan bahsediyorsunuz.
Dr. Latif Çelik: Savaş şartları içinde Almanya bu insanlara ne kadar destek oldu o daha ayrı bir konu. Ancak ilk etapta bunların kominist yanlısı mı, yoksa gerçekten Ruslara karşı olan gruptan mı olduğu hiç bir zaman bilinmiyor tabi. Alman tarafına geçenler için ilk durak tabiki esir kamplarıydı.
 
Kitabınızda bu insanlardan oluşan lejyon birliklerinden bahsediyorsunuz?
Dr. Latif Çelik:
Ama bu lejyona girmek için öncelikle sağlığıyın yerinde olması gerekli. Sadece lejyonlardan önce Türk asıllıların kaldığı kampların konuşulması bile insanı dinlerken deli edecek kadar ağır şartlar içeriyor.
Saygıdeğer büyüklerim,
Kıymetli kardeşlerim,
 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın himayelerinde Kovit-19 yani Koronavirüs’le mücadele kapsamında gereken tedbirleri almaya devam etmektedir.
 
Tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs’e karşı Türkiye olarak aldığımız tedbirlerle tüm dünyaya örnek oluyor, millet-devlet dayanışması ve seferberlik anlayışıyla milletimizin sağlığını önceleyen adımları atarken vatandaşlarımızın mağdur olmaması için de gereken planlamaları yapmaya özen gösteriyoruz.
 
Bu zorlu süreçte sadece sınırlarımızda değil yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sağlıkları ve haklarıyla da yakından ilgileniyoruz.
Bu çerçevede; Yurtdışı Borçlanma talebiyle emekli olmak isteyen vatandaşlarımızın eksik belge tamamlama sürelerini uzattık.
 
Yine aynı şekilde, yurtdışından Türkiye’ye araçlarıyla gelen ve Koronavirüsü’ne karşı alınan tedbirlerden dolayı yaşadıkları ülkelere dönemeyen vatandaşlarımızın araçlarıyla Türkiye`de kalma izin sürelerini Ticaret Bakanlığı Gümrükler Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı genelgeyle uzattık.
 
Ayrıca bu süreçte yurtdışında Koronavirüs ya da başka sebeplere hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızın cenazelerini Bilim Kurulumuzun belirlediği şartlarla THY tarafından Türkiye’ye getirilmesinin önünü açtık.
Şimdi attığımız bu adımlara bir yenisini daha ekliyor “Yurtdışından Getirilen Sim Kartlı” cihazlar için 120 güne çıkarttığımız kullanım süresine MAYIS ayı itibariyle 30 gün daha ekleyerek, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sevdikleriyle irtibatlarının kesilmemesini sağlıyoruz.
 
 “Yurtdışından Getirilen Sim Kartlı” telefonlar için BTK tarafından sağlanan 120 gün kullanım kararı süresinin dolmak üzere olması nedeniyle, kurum yetkilileriyle yaptığımız görüşmeler neticesinde 120 güne 30 gün daha ilave edilmesi yönünde bir karar alınmıştır.
 
BTK tarafından alınan Kurul kararıyla; Covid-19 salgınına bağlı karantina uygulaması, sosyal izolasyon gibi kısıtlamalar nedeniyle vatandaşların elektronik haberleşme hizmetlerinden kesintisiz bir biçimde yararlanmalarının temini, herhangi bir şekilde mağduriyet yaşanmaması ve ulusal huzurun teminine katkı sağlanması açısından; Yurt dışında yaşamakla birlikte bu olağanüstü süreç nedeniyle halen ülkemizde bulunan, alınan kısıtlama tedbirleri nedeniyle yaşamakta olduğu ülkelere geri dönemeyen vatandaşlarımızın e-devlet üzerinden başvuru yaparak telefonlarının 120 günlük kayıtsız kullanım sürelerine 30 gün daha ilave edilmiştir.
 
Yurtdışından gelen vatandaşlarımız yanlarından getirdikleri sim kartlı cihazlarının Türkiye`de kullanım sürelerini uzatmaları için e devlet üzerinde yapım aşaması devam eden uygulamadan telefonlarını kayıt ettirerek kendilerine tanınan ilave 30 günden faydalanabileceklerdir.
 
Karantina düzenlemelerinin ve seyahat kısıtlamalarının devam etmesi halinde ilave edilen 30 günlük sürenin genişletilmesine imkân sağlayan düzenlemelerin yapılması öngörülmektedir.
Bizler tüm vatandaşlarımızın hem sağlıkları hem de tüm ihtiyaçlarıyla ilgili tedbirleri onları mağdur etmeyecek şekilde almaya özen gösterirken onlardan tek isteğimiz bu zorlu süreçte evlerinde kalarak koronavirüs’e karşı mücadelemize destek vermeleri.
 
Dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım şunu unutmayalım Koronavirüs, alacağımız tedbirlerden daha güçlü değil.
Saygılarımla.
Zafer Sırakaya
AK Parti İstanbul Milletvekili
TBMM Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Alt Komisyonu Başkanı
İnsanlık kritik bir süreçten geçiyor. “Üç ayda olanlar üç asırda olmadı” diyen tarihçiler bile şu an sadece tıp camiasına güveniyor. Dünyayı dinleyip haberleri izleseler de, Almanya Türkleri en çok Almanya ve Türkiye ile ilgileniyorlar. Almanya’daki gelişmeleri bire bir yaşarlarken, ‘acaba memleket ne durumda’ diye Türkiye’yi merak eden 4 milyona yakın insanımız anavatandan gelecek bilgilere kulak kabartmış durumda... Adana Başkent Üniversitesi’nin alanında uzman akademisyenlerinden Prof. Hüsnü Çelik’e ulaşarak gelişmelerle ilgili sorularımızı ilettik. Almanya Türkleri’nin yakından tanıdığı Hüsnü Hoca, “Rahat olun! Türk tıp camiası olarak tarihi bir sınav veriyor, insanımızı ve insanlığı bu görünmez düşmandan destanımsı bir mücadeleyle korumaya çalışıyoruz. Siz, sadece kendinizi koruyun, biz bu belanın üzerinden geliriz” dedi. Kısıtlı imkanlarla Prof. Dr. Hüsnü Çelik ile yaptığımız tele-röportajı okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Hocam son durum nedir, iyi haberler var mı, Almanya Türkleri’ne verebileceğiniz?

Öncelikle devletimiz, Sağlık Bakanlığı ve siyasi irade bu salgın karşısında elindeki tüm imkanları kullanarak tarihi bir kenetlenme ile sınav veriyor. Sorularınızı bir birey olarak cevaplandırmak isterim. Avrupa’dan dün de bir telefon aldım ve mesleğimle değil, siyasetle ilgili sorular yöneltilmesine çok üzüldüm. Öncelikle biz tüm hekim arkadaşlarımızla en ön cephedeyiz bu savaşta. Türkiye olarak bireyselliğin tavan yaptığı ülkelerden değiliz. Bir defa bunun iyi anlaşılması gerek. Bizi kimse İtalya, İspanya, İran veya ABD sanmasın, biz zor zamanlarda kenetlenen bir milletiz. Öğretmenlerimiz ütü masasının üzerine yazdıklarıyla uzaktan eğitim verir, mühendislerimiz olmayanı üretir, iş insanlarımız tesislerini eksikleri üretmek için tahsis eder ve doktorlarımız hastanelerinde canla başla çalışır. Kesinlikle bu salgından güçlenerek çıkacağımıza inanıyorum.

Doğrusu moralinizi takdir ediyorum hocam, neye dayanarak kuruyorsunuz bu güzel cümleleri?

Bizim sektördeki tıp camiasını 25 yıldır tanıyorum. Avrupa’nın en iyi mekanik ventilatör parkı bizde. Özel sektörümüzde de ciddi imkanlar var. Yoğun bakım hastalarına düşen yatak sayısında da açık ara öndeyiz birçok ülkeye göre. Türk hekimi önüne gelen hastanın yaşına, statüsüne ve sosyal konumuna bakmaz. Biz yaşadığımız sürece sadece hipokrat yeminine bağlı kalarak insana hizmet ederiz.

 

Meslektaşlarınızın hepsi böyle pozitif moralle bakabiliyor mu şu anki durumda?

Öncelikle devletimiz son yıllarda ciddi bir sosyalizasyona giderek özellikle hastanelerimizin altyapı, teknik donanım ve ihtiyaçlarını karşılama yönünde ciddi çalışmalar yaptı. Elbette şu an ihtiyaç giderek artıyor ama özel sektörümüzün elindeki MV’ler de (Mekanik Ventilatör) sonuçta bu ülkenin. Biz bu salgın furyasından elimizdeki yerli ve milli kaynaklara dayanarak, devlet-millet dayanışması içinde ulusça güçlenerek çıkacağız. Yazın bir kenara, bu pandemiden en az zararla çıkacak olan Türk Milleti olacaktır.

Hocam sıkça araya girerek sormam gerek, hemen açıklar mısınız kısaca, nasıl olacak bu güçlenme?

Öncelikle elimizdeki BT (Bilgisayar tomografi) parkı muazzam sayıda. Bütün Avrupa’daki cihazın toplamı kadar sadece İstanbul’da var. Elimizdeki mevcut BT’ler hastalığın ilk günlerde ciddi anlamda Torax BT çekti. O imkanlarla viral pnömonilileri hızlı bir şekilde tanıdık bir an önce tedaviye başladık. Hekimlerimiz bilir, ne kadar erken tedaviye başlanırsa o kadar başarılı sonuçlar alabiliyoruz hastanelerimizde. Hastaların yüzde 80’den fazlası zaten ayakta geçiriyor bu hastalığı, konu o değil. Orta ve şiddetli derecede semptomları olan grup bir an önce tanınıyor, diğerlerinden ayrılıyor ve tedavi sürecine geçiliyor. Radyologlar çok BT çekiliyor diye şikayet etse de, bir an önce tanı alıp tedaviye başlanması şu an hayati önem arz etmektedir. Bunlar sadece benim değil, en öndeki acilci ekip arkadaşımızın da genel gözlem ve düşüncesi.

Türkiye’nin medikal altyapısına güvendiğinizi söylüyorsunuz, böyle anlayabilirmiyiz hocam?

Bu anlattıklarım tahmin değil, gerçekten bilinen net bilgiler, MV parkımızı Avrupa’da 1 numara. Almanya’dan bile daha iyiyiz bu alanda. İl hıfsızsıha kurulları ciddi bir personel denetimi yapıyor. Her yoğun bakım ünitesinde kaç yatak olduğunu sağlık müdürlüğü ruhsattan fark ediyor. Adamın 40 yatağı var. 2 tane Covid için yer ayırmış. Sağlık müdürlüğünün ‘bana 20-30 tane yatak ve yeteri kadar da personel isterim’ dediği anda bu anında karşılanmalı. Acile gelen Covidl’i hasta YB (yoğun bakım) için beklememeli.

Hocam doktorlarımızın morali ne durumda?

Öncelikle Türk hekimlerinde ciddi bir bilinç sıçraması ve özgüven ortaya çıktı bu dönemde. Konuya tıp camiası olarak birlikte sahip çıkıldığını sanırım siz de fark ediyorsunuzdur. Bir ürolog veya iç hastalık uzmanı hocamız soruyor Covid pnömonisi ‘yatırılabilir mi ben takip edebilir miyim’ diye. Bu bir mesleki samimiyet ve sahiplenme duygusudur. Hocaların yazdıklarını ve altındaki yorumları okurken gözlerim yaşardı inanın, ve “Biz buyuz be” dedim kendi kendime.

 

 

Sanırım Türk özel sektörü de sağlık sektörünün bu savaşına ciddi anlamda omuz veriyor?

Kesinlikle evet derim, Koç grubu ventilatörün prototipini yaparak videosunu yayınladı, Tofaş sürüntü alma kabinine odaklandı, birçok meslek lisesi şu an maske ve sıhhi malzeme üretiyor. Ünlü firmalarımızdan birçoğu sessizce bu mücadelede biz hekimlerin çabalarına destek veriyor. İnanın bazıları hiç kimseye duyurmadan ne yapabilirim diye bize ulaştıklarında bilim kurulumuzun başındaki sağlık bakanımıza veya illerdeki yetkili mercilere yönlendiriyoruz.

Tıp camiası olarak gönülleri de fethettiğinizin farkındasınız sanıyorum?

Bu milletin gönlünde biz sağlık çalışanları olarak zaten özeliz. Birkaç boşboğazın doktor karşıtı aykırı hareketini lütfen genelleştirmeyin, bu milletin doktorları onların kalbindedir. İki hafta önce 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutladık, nedir bu bayram bilir misiniz, Tıbbiye-i Şahane’deki öğrencilerin İngiliz işgaline karşı bayrak açmalarıdır. Bu milletin doktorlarının altın sayfalarıdır bu anlattıklarım. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in kendini kime emanet ettiğini söylememe gerek yok sanırım. Doktora saldıran da kavgada yaralanıp gelse yine bir hekimin şevkatli ellerinde bulacaktır kendini. Şimdi kötülükleri unutup milletçe kenetlenme zamanı. Bu millet kadirşinastır, mahalleden nöbette olan doktorlara yemekler yapıp gönderenler oluyor. Hayırsever bir Adanalı’nın kasalar dolusu portakalı sağlık ocakları ve hastanelere vitamin diye sessizce dağıttığı ortaya çıktı. Bu dünyanın başka neresinde var.

Üzüldükleriniz de oluyor mutlaka bu gergin ve stresli ortamda?

Elbette ayağımıza taş değdiği de olmuyor değil. Malesef Cemil hocamız bize insan sevgisini ve hastaya şevkat duygularını miras bırakarak ahirete uçup gitti. Rakamı tam bilemiyorum ama malesef sağlık çalışanlarımızdan pozitif olanlar var.

Bu kadar stres ve tehlikenin içinde sizin insanlara, hatta Almanya Türkleri’ne ümit dağıtmanız öncelikle bizi de motive etti...

Ben “Bu yolda dövüşürken düşene bin selam olsun” diyen bir kültürden geliyorum. Bir hekim asli ve milli görevinden şaşmadan ve moralini bozmadan yaşamalıdır. Testi pozitif olanı ise hiç yalnız bırakmamalıyız. Sonuçta biz de insanız ve yoruluyoruz ama mesleğime saygılı bir eşim ve tıp mensubu iki çocuğum var. Onlar hep yanımda ve benim için en önemli moral kaynakları. Onun üzerine 80’lik annemin ve beni çok seven ailemin duası geliyor bunların üstüne daha. Gözlerimin içine bakan hastalarımın elimi okşayan bakışları ise bana hep güç veriyor.

Hocam, Türkiye toplumu doktorları ile bütünleşmiş bir konuma gelmiş son aylarda ama bu dışarıdan çok az fark ediliyor.

Tespitiniz doğru ama görmek istemeyenler elbette işin o yanına bakmıyor. Biz hekimler sessiz ve mütevazı insanlarız, bakın ancak 7. telefonda beni ikna edebildiniz bir telefon röportajına. Almanya Türkleri’nden olduğunuz için, kırmadan ve doğrusu zorlayarak biraz zaman ayırmak istedim. Ama bir hekim aileyi, camiayı ve milleti arkasında hissetmeli böyle anlarda. Tıp camiamız şu an sadece moral anlamında destek bekliyor. İnanın ortaokul ve lise arkadaşlarımdan, ilaç sektöründen, hafta sonu gittiğimiz restorandan, bazen uğradığım berberimizden, Almanya ve Amerika’da asistanlık dönemlerimde tanıştığım dostlarımdan ‘Hüsnü Hocam ihtiyaç varsa lütfen söyle bana’ diye arayanları sağlık müdürlüğü, valilik veya diğer yetkili birimlere yönlendiriyoruz. Moral trübünü komple arkamızda demek için anlattım bunları.

Sanırım tıp camiası şu an ülke ve milletten en çok moral beklentisi içinde?

Kesinlikle öyledir derim. En öndekiler hep arkadakilerin varlığını hissetmek ister. Doktor olmayandan doktorluk bekleyemezsiniz ama, doktorun yanında oldukları hissi çok önemlidir. Siyasi irade sağlık çalışanlarına şu an önemli destekler sağlıyor ve bunu çok önemli buluyorum. Türkiye bu işin içinden sağlık takımının gayretleri ile çıkacaktır. Bakın gün geçmiyor ki bir küçük olumlu habere bile sevinmek için bekliyoruz. Bu haberlere özne olan insanların hepsi Türk sağlık camiasının mensuplarıdır. Onlara milletçe sahip çıkarak moral desteğimizi esirgemeyelim.

Almanya Türkleri sizi Berlin Charitè Hastanesi döneminizden tanıyor. Adana’dan Almanya’ya son bir mesaj verebilir misiniz?

Almanya’da çok sayıda hekim arkadaşım ve mesleğinde saygın Alman meslektaşlarım var. Öncelikle bizim vatandaşlarımızın ülkedeki geçerli uygulamalara harfiyen uyması çok önemli. Siyasi irade o ülke için hangi kriterleri koymuş ise mutlaka uyulması gerekli. Almanya bir sosyal devlettir ve imkanları geniştir, ama sokaktaki insan da şu anki sıra dışı uygulamalara riayet etmelidir. Bu işin şakası yoktur ve hastalığın yayılmasının önünün kesilmesi için alabileceğimiz en önemli tedbir kalabalıklara girmemek, kendi evinde veya bahçende bu stresli günlerde daha basit şeylerle meşgul olmaktır.

 

 

Hocam herkes korona sonrası dünya çok değişik olacak diyor, siz ne dersiniz bu konuda?

Bakın hep alanımda kalarak konuştum ve ben öncelikle hastalarımı en iyi şekilde tedavi etmeliyim. Genel bir değerlendirme için hem bu alana uzak biri, hem de şu an mesleğime odaklanmış durumda olduğumu belirtmek isterim. Hepimiz kendi alanımızda kalmaya ve işimizi en iyi şekilde yaptığımızda daha başarılı oluruz diye düşünüyorum.

Hocam o kadar akıcı konuştunuz ki, inanın içimizdeki karamsarlık şimdi bize biraz daha uzak.

Koronasız günlerde sizi Adana’ya davet eder, Seyhan Baraj Gölü kenarında mangal partisi yaparız inşallah. Şimdi milletçe kenetlenme zamanı.

Teşekkür ederiz hocam.

Almanya Türkleri’ni selamlıyor, sağlıcakla kalmalarını diliyorum.

In nur drei Stunden ist man mit dem Flieger aus Deutschland in Izmir, und nur eine Stunde vom Flughafen entfernt liegt schon das perfekte Revier für den Windsurfer – Alaçatı auf der Halbinsel von Çeşme in der türkischen Ägäis.

Konstanter Wind über flachem, türkisschimmerndem Wasser, der im Sommer sideshore von links kommt und in der Bucht durch seitliche Berge noch beschleunigt wird, macht Alaçatı zum idealen Spot für Wind- und Kitesurfer aller Könnerstufen.

Bis vor kurzem war Alaçatı noch ein verträumtes kleines Dorf, in dem Fischer, Handwerker und Bauern still für sich lebten und arbeiteten. Heute ist das Örtchen nicht mehr ganz so still, aber dafür voll von vielen begeisterten Windsurfern. Und schon wird es das St. Tropez der Türkei genannt. Denn in Alaçatı gibt es immer das entscheidende Quentchen mehr Wind als anderswo im Aufsteigerland am Bosporus.

Anfänger, Aufsteiger, Speed- und Freestylecracks finden im 500 mal 400 Meter großen, sandigen Stehbereich perfekte Bedingungen und garantierten Lernerfolg. In der zwei Quadratkilometer großen Flachwasserbucht fühlen sich auch bei starkem Wind Anfänger und sogar Kinder absolut sicher. In der Bucht von Alaçatı gibt es für alle Kiteanfänger und –aufsteiger in Luv hinter dem Hafen eine Kitezone, die täglich mit dem Boot angefahren wird. Aber auch darüber hinaus gibt es rund um das nahe gelegene Çeşme diverse faszinierende Spots, die man mit dem Minibus oder dem Roller leicht erreichen kann.

Çeşme wiederum bietet auch für die Tage, wo man den Wind mal für sich sein lässt, eine grandiose Landschaft und Kultur, die zum Erholen und Entdecken viele Gelegenheiten bietet. Der Name Çeşme bedeutet Brunnen, was den vielen Quellen der Gegend geschuldet ist. Von herrlichem  blauen Wasser umgeben ist Çeşme mit seinen wunderschönen Anis-, Sesam- und Artischockenfeldern sowie Feigenplantagen sicherlich eine der schönsten Gegenden der Türkei. Und wer den Tag gern in die Nacht verlängert, findet in den vielen Restaurants, Cafés, Bars und Discos auf der Promenade von Çeşme reichlich Möglichkeiten dazu. Auch kulturell gibt es einiges zu entdecken: Eine im 14. Jahrhundert von den Genuesern erbaute und im 16. Jahrhundert von den Osmanen restaurierte Festung etwa, oder die in der Nähe der Festung von Suleiman dem Prächtigen errichtete Karawanserei, die heute ein Hotel ist.

Wer aber von der Kultur der Gegend noch nicht gesättigt ist, der kann von hier aus sehr schnell sehr viel tiefer in die Geschichte eintauchen, wenn er die leicht erreichbaren Orte, die wir alle aus dem Geschichtsunterricht kennen, besucht: Ephesus, Troja, Assos, Pamukkale.

Kültür ve Turizm Bakanlığınca 74 ildeki 159 sinema salonuna 15,9 milyon lira destek sağlanacak.
Bakanlık, koronavirüs salgını nedeniyle kapılarını kapatmak zorunda kalan sinema salon işletmecilerine, “Yerli Film Gösterim Desteği” kapsamında 15,9 milyon liralık destek aktaracak.
Sinema sektörünün yoluna daha güçlü bir şekilde devam edebilmesi amacıyla Bakanlık tarafından sağlanacak destekten başvuru yapılan tüm illerdeki sinema salonu işletmecileri faydalanmış olacak.
Destek alan sinema salonlarının listesi Bakanlık Sinema Genel Müdürlüğünün https://sinema.ktb.gov.tr/TR-281515/2021-1-sayili-sinema-destekleme-kurulu-karari-aciklandi.html internet adresinde yayımlandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığının girişimleriyle 23 Aralık'ta Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile sinema biletleri üzerinden alınan “Eğlence Vergisi” oranı 1 Haziran 2021’e kadar sıfıra indirilmişti. Buna ek olarak önceki süreçte sinema biletlerine uygulanan “KDV” oranı da yüzde 1’e indirilmişti.
Almanya’nın Leverkusen kentinde bulunan Avrupa Denizlililer Derneği, sosyal sorumluluk projesine bir yenisini ekledi. 

Avrupa Denizlililer Derneği hizmet binasında düzenlenen hayır kahvaltısında, elde edilen gelirle ihtiyaç sahibi 120 öğrenciye tablet aldı. Eğitime destek amacıyla, Denizli Merkez, Pamukkale ve Merkezefendi ilçelerinde ihtiyaç sahibi öğrencilere tablet yardımında bulunuldu.

 

 

Tabletleri teslim etmek üzere Denizli’de bulunan Avrupa Denizlililer Derneği Başkanı Ali İnceören,Denizli Valisi Ali Fuat Atik'i makamında ziyaret etti. Vali Atik, desteklerinden dolayı başkan İnceören ve dernek yönetimine teşekkür etti.

Avrupa Denizlililer Derneği ihtiyaç sahibi öğrencilere tablet dağıttıDenizli Sosyal Yardımlaşma Vakfı Müdürü Murat Sevinç ile bir araya gelen başkan İnceören, ilçelerde önceden belirlenen ihtiyaç sahibi 120 öğrenciye tabletleri ulaştırılmak üzere teslim etti.

Avrupa Denizlililer Derneği’nin çalışmaları hakkında bilgi veren başkan İnceören, şubat ayında düzenledikleri hayır kahvaltısında elde edilen yardımları daha önce teslim etmeyi planladıklarını ancak pandemi nedeniyle bunu gerçekleştiremediklerini söyledi.

 

 

Avrupa Denizlililer Derneği ihtiyaç sahibi öğrencilere tablet dağıttıİhtiyaç sahibi öğrencilere desteği daha da büyütmeyi hedeflediklerini kaydeden İnceören, “Pandemi nedeniyle öğrencilerimiz uzaktan eğitim alıyor. Onların eğitim sürecine sağlayacağımız destek yarınlarımıza yapacağımız en güçlü yatırım olacaktır. Avrupa'daki yardımsever hemşehrilerimize, bizlere tabletlerin indirimli alımında aracı olan Pamukkale Tv ailesine, ihtiyaç sahibi ailelere ulaşmamızda bizlere desteklerini esirgemeyen kıymetli Valimize ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı müdürümüze, Avrupa Denizlililer Derneği adına teşekkür ediyorum. Bizler bu projeyi geliştirmek üzere çalışmalarımızı önümüzdeki haftalarda Avrupa’da devam ettireceğiz” dedi.

Serik’in eski Belediye Başkanı Ramazan Çalık’ın 20 yıl önce Alman arşivlerinde yaptığı çalışma Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Soysal’ın makalesine konu oldu.
Koronavirüs kelimesinin en çok konuşulduğu bir dönemde Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Soysal’ın hafta sonu yazdığı köşe yazısı bir anda gözlerin Serik eski Belediye Başkanı Ramazan Çalık’a çevrilmesine yol açtı. Mehmet Soysal Ramazan Çalık’ın 22 yıl önceki çalışmasını köşe yazısına konu ederek savaşlar ve krizler döneminde virüs ve hastalıklar konusunu uzun uzun anlatması özellikle akademik camiada dikkat çekti. 
Makalesinde Ramazan Çalık’ın genç bir akademisyen iken Alman arsivlerinde yaptığı çalışmadan pasajlar aktaran Soysal, “Doç. Dr. Ramazan Çalık ve arkadaşı Muzaffer Tepekaya’nın ‘Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu’da Salgın Hastalıklar ve Ermeniler’ adlı çalışmasını okuduğunzda hayretler içerisinde kalıyoruz. Bu ülkenin çocuklarına yıllardan beri tarih dersi okutuluyor ama yaşanan gerçekleri hiç kimse bilmiyor. Methiye kültürü ile tarih dersi yazmış ve okutmuşuz. Ve biz buna yüz yıldan beri “milli eğitim” diyoruz. Yaşadığımız tarihi gerçekleri bile ülkemizin çocuklarına anlatmayarak belki de en büyük kötülüğü yaptık“ şeklinde devam eden satırlarında virüs ve hastalıkların bir orduyu, milleti ve toplumu nasıl yok ettiğini anlattı.
Prof.Ramazan Çalık’ın Alman arşivlerindeki çalışmasından örnekler veren Soysal, “Orduda alınan önlemlere rağmen sıtmanın yaygınlaşması önlenemedi. Dört sene içinde Osmanlı ordusunda 412 bin er sıtmaya yakalandı. Bunların 20 bini öldü. Askerlerimizin bir bölümü de taşıyıcı olarak geri döndü. Özellikle Hicaz, Irak ve diğer sıcak bölgelerden dönen askerlerimiz sıtmanın yayılmasına neden oldu“ derken, hem Türkiye’nin bir türlü içinden çıkamadığı kayıp bir kaçyüz bin Ermeni nüfüsun da bu hastalık ve virüsülerden nasibini almış olduğunu genç akademisyen Çalık ve arkadaşının konuyu belgeleri ile ortaya koyduğuna ve hem de yanlış tarih eğitimine dikkat çekti.
Mehmet Soysal’ın Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan makalesi sonrası kendisine telefon ile ulaştığımız Prof. Dr. Ramazan Çalık ise, “Mehmet Soysal konuyu gündeme getirince bugün çok sayıda telefon aldım. Özellikle Alman arşivlerinde daha yapılması gereken önemli işler var. Zaten tüm emir, bilgi, belge ve yönlendirmeler Almanların arşivinde. Tarih hem araştırılmalı, hem de yayınlanmalı. En önemlisi ise okunmalıdır” dedi.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) bünyesinde çıkarılan Memleketim Dergisi’nin üçüncü sayısı “Balkanlar ve Karabağ” dosyası ile yayımlandı.
Yurt dışında yaşayan Türkler, kardeş topluluklar ve Türkiye’deki uluslararası öğrencilere yönelik faaliyetlerini Covid-19 salgını döneminde de hız kesmeden sürdüren YTB, Memleketim Dergisi’nin üçüncü sayısında Aliya İzzetbegoviç ve Dr. Sadık Ahmet gibi siyaset ve fikir önderlerinin hayat ve mücadelesine ışık tutuyor. Yeni sayı aynı zamanda okurları, Balkan coğrafyasında müzikten sinemaya, kültür, sanat, spor ve mimariden tarihimize ışık tutan şehirlerin ruh iklimine uzanan bir yolculuğa çıkarıyor.
Memleketim Dergisi’nin dördüncü sayısı “kimlik” dosyası ile önümüzdeki aylarda raflardaki yerini alacak.

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ile Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Ankara Büyükelçisi David Satterfield'in katılımıyla Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde Türkiye'ye ait arkeolojik ve etnolojik eserlerin kaçakçılığının önlenmesi ve Türkiye'nin kültür mirasının korunmasına katkı sağlanması amacıyla iş birliği mutabakat zaptı imzalandı.

İmza töreninde konuşan Bakan Ersoy, Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmelere uygun olarak, kültür varlığı kaçakçılığıyla mücadele alanında önleyici tedbirler, uluslararası yardımlaşma ve eser iadesi olmak üzere üçlü bir stratejiyle hareket edildiğini söyledi. Bakan Ersoy, anlaşmanın iki ülke arasında çok kıymetli bir iş birliğini tesis ederken, getirdiği hukuki düzenlemeler açısından da önleyici tedbir, sonuçları bakımından ise eser iadesine zemin oluşturan büyük bir adım olduğunu vurguladı.
Türkiye'nin rakipsiz medeniyet mirası sebebiyle kültür varlıklarına yönelik yasa dışı faaliyetlere karşı en yoğun mücadeleyi veren ülke olduğunu anımsatan Bakan Ersoy, mutabakat zaptına ilişkin şu bilgileri verdi:
"Mutabakat zaptımız, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ülkemizden yasa dışı yollarla çıkarılarak, ABD'ye götürülen eserlere el konulacak ve Türkiye'ye iadesi sağlanacaktır. ABD kolluk birimlerinin operasyonlarına da hukuki zemin teşkil edecek olan bu önemli belge, aktif sonuçlar getirecektir. Özetle çok büyük maliyetlerle yıllarca süren hukuk mücadeleleri, çok kısa sürede ve düşük maliyetlerle sonuçlandırılabilecek. Bu da elimizdeki en büyük caydırıcılıktır."
Bakanlık tarafından yapılan müzakereler neticesinde mutabakat zaptının alanındaki en geniş kapsamlı örneklerden biri olduğunu vurgulayan Bakan Ersoy, "1 milyon 200 bin yıl öncesinden başlayarak, 1923 yılına kadar olan kültür varlıklarını, Kurtuluş Savaşı dönemine ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e ait eşyaları içermektedir. Ayrıca bu anlaşma çerçevesinde karşılıklı sergiler, kültürel aktiviteler ve entelektüel etkileşimi sağlayacak her türlü ortak etkinliği de gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. İnşallah Türkiye ve Amerika arasında kültürel diplomasinin daha güçlü işlediğini göreceğiz." ifadelerini kullandı.
 
"ABD'nin Ortaya Koyduğu Net Tavrı Memnuniyetle Görüyoruz"
Bu noktada, yakın dönemdeki çalışmalara bakıldığında, ABD'nin ortaya koyduğu net tavrı memnuniyetle gördüklerini dile getiren Bakan Ersoy, bu olumlu yaklaşım ve karşılıklı iş birliği sayesinde Zeugma Mozaikleri, Lidya dönemine ait mezar stelleri ve son olarak geçen ay Kybele Heykeli'nin Türkiye'ye iade edildiğini söyledi.
Amerikalı uzmanlarca yönetilen, aralarında Gordion, Aphrodisias, Sardis gibi önemli antik kentlerin bulunduğu kazılardaki çalışmalar ile Manisa'daki Kaymakçı Yerleşimi kazısında yürütülen belgelendirme ve üç boyutlu kayıt faaliyetlerinin önemine değinen Bakan Ersoy, şunları kaydetti:
"Kütahya'da Aizonai Antik Kenti'nde gerçekleştirilen bilimsel faaliyetler kapsamında, Penkalas Çayı Projesi Uygulama Çalışmasında gün yüzüne çıkarılan 651 gümüş sikkenin Anadolu Medeniyetleri Müzemizde sergilenmeye başlandığının haberini vermek isterim. Roma Cumhuriyet döneminin son yüzyılının bir albümü niteliğinde olan sikkelerin yanında, Augustus dönemine ait olanlar da bulunmuştur. Bu arkeolojik buluntuları, bilim dünyamıza kazandıran çalışma arkadaşlarımızı kutluyorum."
Konuşmaların ardından mutabakat zaptını imzalayan Bakan Ersoy ve Büyükelçi Satterfield, ABD'den iadesi sağlanan Lidya stelleri ile Aizanaoi Antik Kenti kazılarında bulunan Penkalas sikkelerini inceledi.
 
Anlaşmaya Konu Her Türlü Arkeolojik Ve Etnolojik Eserin ABD'ye Girmesine İzin Verilmeyecek
Anlaşmayla Türkiye'ye ait tarihi eserlerin kaçakçılığının önlenmesi amacıyla özel izine tabi durumlar hariç, anlaşmaya konu her türlü arkeolojik ve etnolojik eserin, Amerika Birleşik Devletleri'ne girmesine izin verilmeyecek.
Türkiye'nin kültürel mirasını korumaya yönelik bu anlaşma, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ile ABD Ankara Büyükelçiliği ve ABD Eğitim ve Kültürel İlişkiler Bürosunun iş birliği ve çalışmalarıyla hayata geçecek.
Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı cami dernekleri “Bir Damla Hayat” projesi kapsamında Afrika’da susuzluğa umut olmaya devam ediyor.
Essen DİTİB Eyalet Bölge Birliği dernekleri, cemaatin ve hayırseverlerin bağışlarıyla Tanzanya’da 5 su kuyusu ve vakıf çeşmesi açtı. Kırsal bölgelerinde yaşayan ihtiyaç sahibi 500’e yakın aileye de gıda paketi dağıtıldı.
Mazlum ve mağdur coğrafyalara hayırseverlerin bağışlarıyla hizmet götüren Türkiye Diyanet Vakfı’nın (TDV) koordinesi ve “Bir Damla Hayat” projesi kapsamında DİTİB’e bağlı Bochum-Hövel, Bergkamen-Rünte, Bochum-Langendreer cami dernekleri ile Essen Gençlik Kolu ve Lünen Kadınlar Kolu, halkının temiz su ihtiyacını karşılamak için beş su kuyusu ve vakıf çeşmesi açtı.
DİTİB Eyalet Bölge Birliği 32 su kuyusu açtı
Essen DİTİB Eyalet Bölge Birliği Başkanı Fahrettin Alptekin açılan su kuyularıyla ilgili yaptığı açıklamada: DİTİB’e bağlı 36 cami derneğinin desteği ve hayırseverlerin katkılarıyla “Bir Damla Hayat” projesi kapsamında son iki yılda Moritanya’da 19, Zimbabve’de 1, Nijer’de 5, Togo’da 1, Burkina Faso’da 1 ve Tanzanya’da 5 olmak üzere 32 su kuyusu ve vakıf çeşmesi açıldığını söyledi. Alptekin, her zaman desteklerini esirgemeyen Essen DİTİB Dini Danışma Kurulu Başkanı Hakkı Gür’e teşekkür etti.
Su kuluyarını açmak üzere Essen Eyalet Bölge Birliği’ni temsilen Hamm-Bochum-Hövel DİTİB Selimiye Camii dernek başkanı ve birlik yönetim kurulu üyesi Muammer Gökçe ile NRW Eyalet Birliği Müdüresi Hülya Ceylan Tanzanya’ya gitti.
Emanetler kurak topraklarda hayat buldu
Tanzanya’nın Jingo, Mpanga, Chandama, Singida ve Tanga bölgelerinde halkın uzun yıllar temiz su ihtiyacını karşılayacak su kuyusu ve vakıf çeşmesi açıldı. Tanzanya din hizmetleri koordinatörü İskender Demir’in duasıyla bir damla suya hasret insanların ihtiyaçlarını giderecek su kuyusu ve vakıf çeşmeleri hizmete girdi. DİTİB heyeti ayrıca 500’e yakın ihtiyaç sahibi aileye de gıda yardımı yaptı.
"Niyet hayır, akıbet hayır" sözüyle yola çıktıklarını kaydeden Gökçe: “Çıktığımız yolda bize ve bağlı bulunduğunuz kurumumuz DİTİB ailesine olan güven ile bize emanet edilen yardımları ulaştırdık. Yardım eden ve destek veren cemaatimize, üyelerimize ve hayırseverlere teşekkür ediyorum. Kendilerinden Allah razı olsun” dedi.
Tanzanya’da bir yudum suya ihtiyaç duyan insanların yaşam mücadelesi verdiğini anlatan Ceylan, şunları kaydetti: “Binlerce kilometre uzaktaki ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onların çaresizliğine bir nebze olsun katkı sunmak anlatılmaz bir duygu. Hayır sahiplerinin emanetini bizzat ihtiyaç sahibine ulaştırarak, onların mutluluğuna şahit olduk. Hayırseverlere dua ve selamlarını dillerinden eksit etmediler. Onların günlük su ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşantılarını kolaylaştırmak, bir nebze ışık olmak inanılmaz mutluluk verici.”
Gökçe ve Ceylan gittikleri bölgelerde kuru gıdadan oluşan yardım paketlerini hayırseverler adına ihtiyaç sahiplerine teslim etti.
Ercüment Aydın