Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

BERLİN (AA) - Alman biyoteknoloji firması BioNTech’in, kanser ve diğer hastalarına yönelik immünoterapi tedavileri geliştirmek için İngiltere merkezli Crescendo Biologics iş birliği yapacağı bildirildi.

BioNTech ve Crescendo Biologics'den yapılan ortak açıklamada, söz konusu tedavileri bulma iş birliğinin ilk aşamasının 3 yıl süreceği belirtildi.

Açıklamada, BioNTech'in iş birliğiyle ortaya çıkartılacak tüm immünoterapileri tedavilerinin dünya çapında geliştirme ve pazarlama haklarını elinde tutacağının altı çizilerek, Crescendo Biologics'in de ürünlerin satışından lisans ücreti alacağı ifade edildi.

Açıklamaya göre, BioNTech, iş birliği döneminde 40 milyon doları ön ödeme olmak üzere Crescendo Biologics’e 750 milyon dolardan fazla ödeme yapacak.

Açıklamada görüşlerine yer verilen BioNTech Üst Yöneticisi (CEO) ve Kurucu Ortağı Prof. Dr. Uğur Şahin, Crescendo'nun platformunun mRNA temelli tedavilerin geliştirilmesi için mükemmel özellikler sunduğunu ve hastalar için çığır açan hassas ilaçlar sunmak için Crescendo ile çalışmaya başlamaktan heyecan duyduklarını belirtti.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), kardeş, akraba ve soydaş toplulukların kalkınmalarına yönelik bilimsel araştırmaları desteklemek amacıyla “Beşerî ve Sosyal Kalkınma Araştırmaları Destek Programı”nı başlattı. Birinci başvuru dönemi 7 Mart'a kadar devam edecek program kapsamında ülkeler arası izlenecek politikalara yol gösterici nitelikteki araştırmalara nakdi destek sağlanacak.

 
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB); ülkemiz ile tarihi, dini, siyasi, coğrafi ve kültürel derin bağlara sahip toplulukların beşerî ve sosyal kalkınmalarına yönelik kapsamlı bilimsel araştırmaları desteklemek amacıyla “Beşerî ve Sosyal Kalkınma Araştırmaları Destek Programı”nı (BESKAP) hayata geçirdi. Program kapsamında yapılacak araştırmaların kardeş topluluklar ve Türkiye tarafından gerçekleştirilecek politikalar için yol gösterici olması hedefleniyor.  Bu çerçevede, politika belgesi niteliğinde ve yol haritası oluşturacak araştırmalara öncelik verilecek.
 
 
 
 
 
HER PROJEYE 20 BİN TL DESTEK
BESKAP için başvurular bireysel araştırmacılar arasından seçilecek. Bu kapsamda; yüksek lisans ve doktora öğrencileri, lisans mezunu bireysel araştırmacılar ve doktor unvanına sahip serbest araştırmacılar veya akademisyenler programa başvuru yapabilecek. Programa Türkiye ve yurtdışındaki araştırmacılar ikili veya çoklu ortaklıklar kurarak başvurabilecek. Dernek, vakıf vb. tüzel kişiliklerin programa başvuruları kabul edilmeyecek.   Türkiye Bursları kapsamında halihazırda öğrenim gören öğrenciler de bu programa başvuramayacak. Türkiye’de eğitimini tamamlamış ve ülkesine dönmüş Türkiye Mezunlarının başvuruları ise kabul edilecek. Bir araştırma projesine en fazla 20.000 TL destek verilecek. Programa ilişkin öncelikli konular ise; Kurumsal Ayrımcılıklar, Anadil Eğitim Hakları, Eğitimde Fırsat Eşitliği, Sivil Toplum Araştırmaları, Medya Analizleri, Sosyolojik ve Demografik Araştırmalar ve Türkiye Mezunları olarak belirlendi. 
 
PROGRAMA NASIL BAŞVURU YAPILACAK?
Öncelikle programa başvurular iki dönem halinde alınacak. Birinci dönem  başvuru süreci başladı ve 7 Mart 2022 tarihine kadar devam edecek. İkinci dönem başvuru tarihleri ise 28 Mart 2022- 30 Mayıs 2022 olarak belirlendi . Programa başvuracak adayların ytb.gov.tr/beskap adresi üzerinden ön başvuru ve BESKAP Araştırma Formu doldurmaları gerekiyor. Ardından ise adaylar BESKAP araştırma formu ve ytb.gov.tr/beskapadresinde belirtilen bilgileri Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein! adresine göndermeleri gerekiyor. Programa ilişkin detaylı bilgiler yine Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein! adresinde yer alıyor.
 
 

Almanya'nın Aşağı Saksonya eyaletine bağlı Stade şehrinde Müslümanlara için 139 kapasiteli mezarlık tahsis edildi.

 

 

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı Stade Mevlana Camii’nin birkaç yıl süren çalışmalarının ardından şehirdeki Müslümanların cenazelerini İslami usullere göre defnedebilecekleri 700 metrekarelik alan üzerine planlanan 139 kapasiteli mezarlığın açılışı için tören düzenlendi.

Stade Belediye Başkanı Sönke Hartlef ve DİTİB Mevlana Camii Dernek Başkanı Yakup Aydın ve din görevlisi Talha Üzüm’ün katılımıyla şehrin güneydoğusunda yer alan Campe mezarlığı içerisinde Müslüman için tahsis edilen mezarlığın açılışı gerçekleşti.

 

 

Campe mezarlığında Müslümanların defn edilebileceği alan oluşturduklarını belirten Stade Belediye Başkanı Sönke Hartlef, “Stade'de yaşasa da yaşamasa da Müslüman inancına sahip insanlar, dinlerine ve geleneklerine göre Campe mezarlığına defnedilebilecekler. Stade ve çevresinde Müslüman inancına sahip birçok insan yaşıyor. Uyum hakkında konuşuyor ve bunu teşvik etmek istiyorsak, o zaman benim için aynı zamanda Müslüman geleneklerine göre cenaze merasimi yapma imkanı da sunmamız gerekiyor. Campe mezarlığında bu hizmetler için şartları oluşturduk. Çok memnunum” dedi.

 

 

Hartlef, mezarlığın dolması durumunda da yeni alanların açılmasıyla ilgili yardımcı olacağını söyledi.

Stade DİTİB Mevlana Camii dernek başkanı Yakup Aydın, burada kalıcı ve Stade sakinleri olarak, Müslümanlara ait mezarlığın olmasından büyük mutluluk duyduklarını ifade etti. 

 

 

Müslüman mezarlığının açılması yönünde konuyla yakinen ilgilenen başta Belediye Başkanı Hartlef’e, mezarlıklar müdürüne, çevre düzenleme sorumlusu ve ekibine teşekkür eden Aydın, “Sizlerin sayesinde şehrin bir parçası ve hemşehrisi olarak önemli bir eksikliği çözdük. Cemaatimiz ve Müslümanlar adına şükranlarımı sunuyorum” dedi.

Konuşmalar sonrası Stade DİTİB Mevlana Camii din görevlisi Talha Üzüm kısa bir açılış duası yaptı. Ardından abdest alma ve su ihtiyacı için çeşme ile musalla taşının yer aldığı mezarlık alanı gezildi.

 

 

 

Kasachstan: Was steht für Moskau auf dem Spiel?

 

Wegen der gewaltsamen Proteste in Kasachstan sind erste Einheiten einer von Russland angeführten sogenannten Friedenstruppe des Militärbündnisses OVKS in dem Land eingetroffen. Allerdings ist diese Aktion nicht für alle Kommentatoren ein Zeichen der Stärke.

 

LA REPUBBLICA (IT) 07. Januar 2022

Das erinnert an Breschnews Panzer in Prag

Die Lage in Kasachstan schwächt Putin letztendlich in den Ukraine-Verhandlungen, glaubt La Repubblica: „Der russische Präsident hatte sich vorgenommen, aus einer Position der Stärke heraus anzutreten und eine Weltanschauung durchzusetzen, die auf dem geopolitischen Atlas des Kalten Krieges basiert. Das gesamte von Moskau lancierte Vorschlagspaket zielt auf die Schaffung eines strategischen Schutzraumes für Russland ab. Einige sprachen gar von einer 'neuen Konferenz von Jalta'. Jetzt, wo Kasachstan in Aufruhr ist, erinnert Putin jedoch weniger an Stalin denn an Breschnew, der Panzer der UdSSR und der Mitglieder des Warschauer Paktes nach Prag schickte, um Dubčeks Prager Frühling gewaltsam zu unterdrücken.“ (Paolo Garimberti)

 

VERSLO ŽINIOS (LT) 07. Januar 2022

Putin in der Sackgasse

Die Unruhen in Kasachstan sind bedrohlich für Putin, denn sie zeigen, wie schwach die Gemeinschaft Unabhängiger Staaten (GUS) ist, meint Verslo žinios: „Die Ereignisse in Kasachstan haben ein offenes Geheimnis enthüllt: Putin ist ein Koloss auf tönernen Füßen und die GUS ist genauso bröckelig, wenn sie nur mit Hilfe der korrupten lokalen Diener und Silowiki [Sicherheitskräfte], russischer Rubel und russischem Militär zusammenhält. Die Ukraine, Moldau, Georgien, Belarus, Kasachstan - Wer kommt als Nächstes? Bislang ist es Putin gelungen, den Geist in die Flasche zurückzutreiben, aber der Flaschengeist wird immer stärker und die Diktatoren immer schwächer. Russland kann dem Druck nicht ewig standhalten. ... Russland hat keine normalen Nachbarn mehr und gerät immer mehr in eine Sackgasse.“

 

DER STANDARD (AT) 06. Januar 2022

Ruhe um jeden Preis

Der Kreml versucht verzweifelt den Einfluss auf die ehemaligen Sowjetrepubliken zu bewahren, meint Der Standard: „Russland hat Fallschirmjäger nach Kasachstan geschickt. Polizisten und zivile 'Befriedungs'-Experten dürften folgen. Eine schnelle Reaktion auf die Unruhen im Nachbarland. Aber eine, mit der der Kreml Gefahr läuft, sich viele Kasachen zum Feind zu machen. Erst recht, wenn seine Soldaten auf Demonstranten schießen. ... Mit seiner schnellen Hilfe für Präsident Kassym-Schomart Tokajew zeigt der Kreml - wie in Belarus und Syrien -, was für ihn zählt: der Machterhalt der Elite, die Sicherung des Moskauer Mikrokosmos, Ruhe um jeden Preis. Das scheint wichtiger als das Begehren nach Freiheit, Wohlstand oder Autonomie.“ (Lothar Deeg)

 

RIA NOWOSTI (RU) 06. Januar 2022

Jetzt ist die OVKS kein Papiertiger mehr

Ria Novosti zeigt sich erfreut über die Aktivierung des Verteidigungsbündnisses OVKS: „Bislang erregte die OVKS zumeist abschätzige oder ironische Reaktionen, denn man sah in ihr nichts anderes als ein formales Papierkonstrukt. Nun geht die OVKS vor den Augen aller Welt in ihre Feuertaufe. Die aktuellen Ereignisse zeigen, dass Kasachstan mit der Krise nicht allein bleibt. Ja, es muss die eigentliche Herausforderung selbst meistern, aber ihm stehen jetzt Alliierte zur Seite, die ihm den Rücken decken und die Sicherheit strategischer Objekte garantieren. Diese Tür steht auch für andere Länder der Region offen. Die kollektive Sicherheit im postsowjetischen Raum ist von einem Moment auf den anderen kein virtuelles Konstrukt mehr, sondern hat sich in praktizierte Realität verwandelt.“ (Irina Alksnis)

 

POSTIMEES (EE) 06. Januar 2022

Nasarbajews Schicksal ist Putin eine Warnung

Da sich auch Putin um seine Zukunft sorgt, wird er das Schicksal des langjährigen Machthabers Nasarbajew auch aus ganz persönlichem Interesse verfolgen, glaubt Postimees: „Die Ereignisse in Kasachstan haben nicht nur dort, sondern auch in Russland die politischen Karten unerwartet neu gemischt. Nicht etwa, weil Menschen ums Leben kamen oder das Land von der Welt abgeschnitten wurde. Sondern wegen der Nachricht, dass Präsident Tokajew den 'Vater des Volkes', Nasarbajew, angesichts der Unruhen von dessen Stelle als Vorsitzendem des Sicherheitsrates abberufen hat. Es gibt keine Garantien! Für den Kreml und Putin ist das eine Lehre: Egal, wie gut alles durchdacht ist, gibt es keine hundertprozentige Machtgarantie für den ehemaligen Präsidenten.“ (Jaanus Piirsalu)

 

NV (UA) 05. Januar 2022

Russland wartet nur auf seine Chance

Der Historiker Timothy Garton Ash fürchtet in NV, dass sich Moskau die Proteste zunutze machen könnte: „Meine Prognose lautet wie folgt: Das Tokajew-Regime wird zunächst sanft vorgehen und Zugeständnisse machen, bevor es zu härteren Maßnahmen übergeht. Sie werden angewandt, sollten die Proteste anhalten. Schließlich sind sich die kasachischen Behörden der Gefahr einer russischen Intervention bewusst, wenn die Situation nicht schnell unter Kontrolle gebracht wird. Moskau hat den Norden Kasachstans, in dem viele ethnische Russen leben, schon lange im Visier. Es wird befürchtet, dass Moskau den Norden Kasachstans einfach als Teil eines großrussischen Konstrukts annektieren könnte.“ (Timothy Garton Ash)

 

EKHO MOSKVY (RU) 05. Januar 2022

Auch die Geduld von Sowjetmenschen ist endlich

In Kasachstan kann man nun das typische Scheitern einer postsowjetischen Autokratie beobachten, meint Echo Moskwy: „Es gibt keine ewige Liebe und keine ewige Geduld. Ein Führer kann beim Volk beliebt sein und das für lange, aber um ihn herum entsteht unweigerlich ein System aus tausenden Schmarotzern, Nichtsnutzen, Karrieristen und Gaunern, die beginnen, das Land als ihren Besitz zu betrachten und das Volk als ihre Bedienstete. ... Die Sowjetmenschen - und das sind wir alle noch irgendwie - sind sehr geduldig, zäh und demütig. Aber auch bei Sowjetmenschen ist dieses Reservoir an Geduld nicht grenzenlos. Nasarbajew ist fünf Jahre früher als Lukaschenka und zehn Jahre vor Putin an die Macht gekommen. Nun können wir uns ausrechnen, wem noch wieviel Zeit bleibt.“ (Anton Orech)

 

FRANKFURTER RUNSCHAU (DE) 06. Januar 2022

Das Fass ist übergelaufen

Auch wenn die Gaspreise die Proteste ausgelöst haben mögen, sind die Ursachen struktureller Natur, meint auch die Frankfurter Rundschau: „Da ist zunächst die Zentralisierung der politischen Gewalt und das Abschöpfen von wirtschaftlichen Gewinnen durch das Zentrum. Der Reichtum des riesigen Landes fließt also in die Hauptstadt, die Provinz hat wenig zu melden. Auch die autoritäre Staatsführung ist ein Erbe der Sowjetunion, ebenso die Bevorzugung einer technokratischen, loyalen Elite. Nur der sich lange entwickelnde Wohlstand vermochte den Großteil der Bevölkerung ruhigzustellen. ... Kasachstan stehen unruhige Zeiten bevor und es ist nicht absehbar, ob sie in bessere Zeiten münden.“ (Viktor Funk)  

 

WPROST (PL) 06. Januar 2022

Drücken wir den Demonstranten die Daumen!

Wprost zeigt sich solidarisch mit den Kasachstanern, die aus eigenem Antrieb protestieren: „Der Aufstand ist ein Ausbruch aus der traurigen Alltagsrealität unglücklicher Untertanen postsowjetischer Satrapen, die von ewiger Macht und großen Imperien träumen. Es sind nicht die mythischen Nato-Kriegstreiber, die ein Komplott schmieden, sondern die einfachen Menschen, die aus eigenem Antrieb ein anständiges Leben, Freiheit und Demokratie wollen. Sie sind bereit, für diese Ideen, die von Kreml-Zynikern verspottet werden, gegen die Polizei aufzustehen. Drücken wir ihnen die Daumen, denn auch wenn das Zusammentreffen des kasachischen Wutausbruchs mit Putins kriegerischem Zirkus gegen Europa nur zufällig ist, so ist es für uns doch sehr willkommen.“

 

https://www.eurotopics.net/de/274075/kasachstan-was-steht-fuer-moskau-auf-dem-spiel; Aufgerufen am 08.01.2021 um 1450LCL)

NUR SULTAN (AA) - Kazakistan'daki protestolarda 212 milyon ABD doları hasar tespit edildiği bildirildi.
 
Geçici Kazakistan İçişleri Bakanı Yerlan Turgumbayev, yaptığı açıklamada, ülkesinde 2 Ocak'tan bu yana süren olayların kronolojik sıralamasını vererek, polisin çalışmalarının geçici sonuçları hakkında bilgi paylaştı.
Ülkenin batısında 2 Ocak'ta sıvılaştırılmış petrol gazına (LPG) yapılan zamlar ve sosyoekonomik durumun kötüleştiği gerekçesiyle başlatılan protestoların, 4 Ocak'ta yerel idare binalarının silahlarla ele geçirilmesiyle devam ettiğini söyleyen Turgumbayev, Atırau, Kızıl Orda, Almatı, Aktubinsk, Jambul bölgeleri ile Semey şehri yerel yönetim binalarının ele geçirildiğini ve 5 bölgedeki idare binalarına da saldırı girişiminde bulunulduğunu hatırlattı.
 
Protestocuların herhangi bir talepte bulunmadığı ve müzakerelere yanaşmadığı Almatı kentinde, durumun ağırlaştığını kaydeden Turgumbayev, polisin asayişi sağlama çabalarına rağmen protestocuların kentte 7 silah dükkanındaki mühimmata el koyduğunu, belediye ve toplu taşıma araçlarını gasbettiklerini ve bunlarla güvenlik güçlerine karşı direndiklerini anlattı.
 
Turgumbayev, 5 Ocak'ta Almatı'nın civar yerleşim birimlerinden sayıları 20 bini bulan organize kitlenin, kent merkezine gelerek yerel yönetim binasına girdiğini, protestocuların polise karşı silah kullandığını, kamu binalarını yaktığını, polis ve askeri okul öğrencilerine saldırdığını, güvenlik güçlerinin özel ekipmanlarını ele geçirerek şehirde rasgele ateş açtıklarını, 100'den fazla AVM, dükkan, banka, ATM ve finans kuruluşlarını da yağmaladığını söyledi.
Yaklaşık 800 saldırganın Almatı Havaalanını ele geçirmesinin ardından hava yolu trafiğinin çöktüğünü aktaran Turgumbayev, olayların organize olduğunun gözlendiğini kaydetti.
 
- 5 bin 135 kişi gözaltına alındı
Kazakistan'da 2 Ocak'tan bu yana devam eden olaylarda 346'sı polis aracı olmak üzere 400'den fazla aracın tahrip edildiğini ifade eden Turgumbayev, protestolarda 212 milyon dolarlık hasar tespit edildiğini ifade etti.
Turgumbayev, ülkede olağanüstü hal ilan edilmesinin ardından olaylarla ilgili 125 soruşturma başlatıldığını, 5 bin 135 kişinin gözaltına alındığını, 516 kişiye idari ceza kesildiğini, gümrük kapılarından silahlar, yüklü miktarda para, çok sayıda cep telefonu ve değerli eşyayla ülkeden çıkmaya çalışan yaklaşık 300 kişinin gözaltına alındığını kaydetti.

Mit rund 1,1 Millionen Fluggästen im Jahr 2021 konnte der Airport Nürnberg sein Passagieraufkommen im Vorjahresvergleich um 16 Prozent steigern. Insgesamt wurde damit in einem zweiten pandemiegeprägten Jahr etwa ein Viertel des Vorkrisenaufkommens von 2019 erreicht. „Die Wunsch zum Reisen wächst wieder. Für 2022 rechnen wir, je nach Corona-Lage, mit einer deutlichen Erholung der Fluggastzahlen“, so Flughafengeschäftsführer Dr. Michael Hupe.

Der Albrecht Dürer Airport Nürnberg liegt damit im zweiten Jahr bei einem mit den meisten deutschen Flughäfen vergleichbaren niedrigen Passagierergebnis. Die passagierstärksten Fluggesellschaften waren Corendon Airlines an erster sowie Ryanair und Turkish Airlines an zweiter und dritter Stelle. KLM bot die meisten Frequenzen im Umsteigeverkehr an und flog ohne pandemiebedingte Unterbrechung.

Nach einem schwierigen Jahresauftakt im Winter-Lockdown 2020/21 erholten sich Verkehr und Nachfrage während der Sommermonate spürbar. Bis zu 40 Ziele waren in der Hochsaison wieder nonstop zu erreichen, darunter die wichtigsten Drehkreuze, Urlaubs- und Städteziele. Mit dem Aufkommen neuer COVID-19-Virusvarianten nahm die Flugnachfrage zuletzt wieder ab und die meisten Airlines reduzierten erneut ihr Angebot, so dass die Verkehrsentwicklung im Winter 2021/22 hinter die Erwartungen zurückfiel.

Die Hoffnungen richten sich jetzt auf den Sommer 2022: Der Airport Nürnberg geht davon aus, dass das Streckenangebot über 60 Ziele umfassen wird, die meisten sind bereits buchbar. Allein Ryanair wird mit zwei stationierten Flugzeugen ab Ende März 27 Ziele anfliegen. Corendon Airlines folgt ebenfalls mit zwei stationierten Flugzeugen und 23 Zielen. Insgesamt fliegen mehr als 20 Airlines den Airport Nürnberg regelmäßig an.

Als deutlich dynamischer erwies sich das Luftfrachtgeschäft, u.a. für dringend benötigtes medizinisches Material und Ausrüstung. Mit 7.935 geflogenen Tonnen lag der Wert um 15 Prozent über dem Vorjahr und sogar über dem Vor-Corona-Wert von 2019.

Wie bereits in den Vorjahren werden die wirtschaftlichen Ergebnisse erst im Rahmen der Jahrespressekonferenz voraussichtlich Ende April / Anfang Mai bekanntgegeben.

Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Eyaleti’nde faaliyet gösteren Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı cami dernekleri başlattıkları “Katarakt Ameliyatı Kampanyası” ile Afrika’da 400 kişiye ışık oldu.
Essen DİTİB Eyalet Bölge Birliği ve Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) iş birliğinde, Balve Mimar Sinan, Hamm-Hövel Selimiye, Hattingen Fatih, Hemer Merkez, Iserlohn Merkez, Lüdenscheid Sultan Ahmet, Wickede Anadolu ve Witten Sultan Ahmet cami derneklerinin desteğiyle yapılan ameliyatlar sonucunda 400 kişi yeniden hayata tutundu.
 
 
 
Essen DİTİB Eyalet Bölge Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve Balve Mimar Sinan Camii dernek başkanı Özkan Güler, Hemer Merkez Camii dernek başkanı Tacettin Önal, Iserlohn Merkez dernek başkanı Doğan Üstün ve Lüdenscheid Sultan Ahmet Camii dernek başkanı Göksal Üçüncü başta katarak ameliyatlarını takip etmek ve ihtiyaç sahiplerine yardım paketi dağıtmak üzere Afrika’nın Senegal ülkesine gitti.
 
 
 
 
 
 
 
 
DİTİB heyeti Senegal ve Dakar bölgesinde 4 yetimhaneyi ziyaret etti. Heyet, yetimhanede eğitim gören çocuklara hediye ve yetimhanenin yatak ihtiyaçını karşıladı. Ayrıca bölgedeki ihtiyaç sahibi 400 aileye yardım paketi dağıttı.
Görme problemi yaşayan ihtiyaç sahiplerine katarakt ameliyatı yaptırmak üzere Senegal’de bulunduklarını belirten Essen DİTİB Eyalet Bölge Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve Balve Mimar Sinan Camii dernek başkanı Özkan Güler, hayırseverlerin desteğiyle 2 gün süren ameliyat sonrası 400 kişiye ışık olduklarını ifade etti.
 
 
 
DİTİB heyeti olarak ihtiyaç sahiplerine yardım paketi dağıttıklarını ve katarakt ameliyatlarını  yerinde gördüklerini aktaran Güler, “Yokluk içerisinde insanlara umut olmak çok güzel bir duygu. Bu iyilik hareketini destekleyen hayırseverlere, DİTİB ailesine ve Türkiye Diyanet Vakfı’na teşekkür ediyor, hayırlarının kabulünü Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyoruz” dedi.
 
 
Hayırseverlerin iyilik eli pek çok ülke insanının yüzünü güldürdü
Güler, şunları kaydetti: “Yapılan hizmeti anlatmak kelimelerle kifayetsiz. Görmek ve yaşamak lazım. Yokluk içerisinde insanlara umut olmak çok güzel bir duygu. Böyle güzel ve anlamlı hayri hizmetlere derneklerimiz ve hayırseverlerimiz her zaman destek oluyor. Daha önce ziyaretlerimizde bu sıkıntıyı gördük. Avrupa ve ülkemizde orta yaş üstü insanlarda bu rahatsızlık görülürken bu coğrafyalarda çocuk, genç hatta bebeklerde de bu rahatsızlığın görüldüğüne şahit olduk. Afrika’da güneşin dik vuruşu, kum ve fırtına sebebiyle bu hastalıktan muzdarip milyonlarca insan tedavi bekliyor. Maddi imkansızlık, su ihtiyacının yanında katarakt hastalığından evinden çıkamayan, çalışamayan ve iş bulamayan insanlar var. DİTİB ailesi olarak mağdur ve mazlum kardeşlerimize sahip çıkarak, Dakar’da özel bir hastanede 6 hekim tarafından ameliyatların gerçekleştirilmesini sağladık. Sadece Senegal ve Dakar çevresinden değil komşu ülke Moritanya, Mali ve Gambiya’dan da katarakt ameliyatı için gelenler oldu. Sabahın erken saatlerinde sırada umut ışığı için bekleyenlere ikramda bulunduk. Hayırseverlerimizin iyilik eli pek çok ülke insanının yüzünü güldürdü. Katarakt ameliyatı olan insanların yüzlerinde oluşan sevincini görmenin mutluluğunu yaşıyoruz.”
 
 
 
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nca yayımlanan Memleketim Dergisi’nin 60. Yıl Özel Sayısı okurlarıyla buluştu. Türkiye ile Federal Almanya arasında 1961’de imzalanan İş Gücü Anlaşması’nın 60. yılı kapsamında hazırlanan dergide; Almanya’daki Türk diasporasının zaman içinde geçirdiği ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal dönüşümün yanı sıra Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkilerin Türk diasporası ekseninde dünü ve bugününü inceleyen çalışmalar yer alıyor.
 
Bülent Güven, “60 Yılın Muhasebesi” başlıklı yazısında Almanya’daki Türk toplumunun altmış yıllık serüvenini çeşitli boyutlarıyla ve genel hatlarıyla değerlendiriyor. Dr. Şuay Nilhan Açıkalın, “Euro-Türkler ve Türk-Alman İlişkilerinde Değişen Rolleri” isimli yazısıyla Almanya’daki Türk diasporasını göç, uyum, katılım, kimlik ve kültür bağlamında ele alıyor.
Enes Seydanlıoğlu, “Almanya’da 60 Yıllık Göç Tecrübesinin Öznesi: Türk Diasporası” başlıklı yazısında NSU cinayetleri, Solingen Katliamı, Mölln Katliamı ve Hanau Saldırısı bağlamında Almanya’daki Türklerin uğradığı ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve terör saldırılarını inceleyerek altmış yılın genel bir değerlendirmesini yapıyor.
 
Dr. Tuğba İsmailoğlu Kacır, “Avrupa’nın Türk Algısının Tarihsel Dönüşümü” isimli yazısında Avrupa’da tarih içinde değişen Türk imgesini birbirinden farklı boyutlarıyla ele alarak Türk algısının kültürel ve siyasal boyutlarına değiniyor.
Doç. Dr. Meryem Nakiboğlu, “60. Yılında Almanya’da Göçmen Edebiyatı” başlıklı yazısında Almanya’daki Türk Edebiyatını sosyokültürel ve sosyopsikolojik olarak inceliyor ve bu edebiyatın zaman içinde geçirdiği dönüşümü ele alıyor.
Dr. Mustafa Arslan, “Almanya’da Siyasal Yapı ve Katılım” isimli yazısında Almanya’daki siyasal yapı ve seçim süreçleri ile Almanya’nın siyasal partilerini ele alarak Türklerin Almanya’daki siyasal katılımlarını inceliyor.
Dr. Mehmet Gürcan Daimagüler, “NSU Cinayetlerinden Ders Çıkarabildik mi?” başlıklı yazısında terör örgütü NSU’nun Almanya’da işlediği cinayetleri, bu cinayetlere ilişkin soruşturma ve yargılama süreçleri ile Alman medya ve bürokrasisindeki NSU Cinayetleri algısını inceliyor.
 
Erkan Şimşek, “Gurbetçilerle Dolu Hayatın İçinden Konuşmak ve Mustafa Dayım” isimli yazısında kişisel bir göç serüveninden yola çıkarak Almanya’daki Türk toplumunun tarih, kültür ve sosyolojisine ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor.
Güven Çolak, “Kreuzberg’in Nefesleri” isimli yazısıyla okurları farklı kimlik ve kültür dokusuyla göze çarpan Kreuzberg özelinde bir göç yolculuğuna çıkararak Almanya’daki Türklerin zaman içindeki serüvenini farklı yönleriyle ve özgün bir dille ele alıyor.
Ömer Faruk Altıntaş, “Müslüman Kalarak Almanyalı Olmak” başlıklı yazısıyla Almanya’daki Müslüman varlığı, Müslüman toplulukların yapısal özellikleri ve Müslümanlar etrafında gelişen temel meseleleri irdeleyerek Almanya’da İslam ve Müslümanlığa ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunuyor.
 
 
 
 
Dr. Latif Çelik, “60. Yılında Asimilasyon ve Entegrasyon Arasında Almanya Türkleri” isimli yazısıyla Almanya’ya Türk göçü, Almanya’daki asimilasyon ve entegrasyon tartışmaları, entegrasyon kavramının Alman kamuoyunda algılanış biçimi ve bu tartışmaların Türk toplumuna yansımalarını ele alıyor.
Doç. Dr. Seyithan Ahmet Ateş, “İşçiden Girişimciye Almanya’daki Türklerin Ekonomik Varlığı” başlıklı yazısında, Almanya Türk toplumunun ekonomik ve ticari olarak Almanya ve Türkiye’ye yaptığı katkılardan hareketle Almanya’daki Türklerin, BionTech gibi, dünya çapında ses getiren başarılarını ele alıyor.
 
Dr. Yılmaz Bulut, “Almanya’da Türkçe 60 Yıldır Öğrenilmiyor, Unutuluyor” isimli yazısıyla Türkçenin Almanya’daki durumunu ele alarak okullardaki Türkçe derslerini, yeni kuşakların Türkçeye bakışını, veli sorumluluğunu ve Türkçenin yaşatılmasında sivil toplumun rolünü inceliyor.
Sahra Şahin, “Avrupa Türk Sosyolojisinin Ontolojik İnşası: Göçün Sosyofenomenolojisi” başlıklı yazısıyla Avrupa Türk Toplumunun ontolojik varlığı, kurumsal yapılanması ve nitelikli bir topluma yöneliş sürecine ilişkin önemli meseleleri ele alıyor.
Prof. Dr. Erol Yıldız, “Türkiye’den Gelen 60 Yıllık Göç: Kentlerin Canlanması mı Yoksa Paralel Toplum mu?” isimli yazısında Türkiye’den Almanya’ya göçün Almanya’daki kentsel gelişime yaptığı önemli katkılar ve bu katkıların farklı boyutlarına yoğunlaşıyor.
Yüksel Aslan, “Almanya ve Türkiye’nin 5. Kuvveti: Göçün 60. Yılında Almanya’daki Türk Sermayesi” başlıklı yazısında “insan sermayesi” olarak Almanya’daki Türkler, Almanya’daki Türk sermayesi, işçi tasarruf ve dövizlerinin zaman içinde geçirdiği yatırım evrelerini inceliyor.
 
Feyzullah Bahçi, “Almanya’da 60 Yıllık Türk Kültürü ve Türk-Alman Kültürleşmesi” isimli yazısıyla Almanya’daki Türklerin tarihsel süreç içinde değişim ve dönüşüme uğrayan kültür evreni ile eğitim ve kültür arasındaki bağı irdeliyor.
 
Memleketim Dergisinin 60. Yıl Özel sayısına çevrim içi olarak Memleketim Dergisi 5.Sayı linkinden erişebilirsiniz.
 

Tazuna-Konzept rückt Fahrer in den Mittelpunkt

Köln, 23. Dezember 2021. In einer perfekten Beziehung zwischen Reiter und Pferd genügen kleine, präzise Zügelbewegungen, um Befehle zu übermitteln. Genau diese Art direkter Verbindung hat Lexus bei der Gestaltung des Fahrer-Cockpits im neuen Lexus NX angestrebt.

Das Konzept wurde auf den Namen Tazuna getauft – das japanische Wort für die Zügel eines Pferdes – und kommt zum ersten Mal in einem Serienfahrzeug von Lexus zum Einsatz. Es verleiht dem Fahrer eine direkte und intuitive Kontrolle über das Fahrzeug und sorgt gleichzeitig für möglichst wenig Ablenkung und maximalen Fahrspaß. Um dieses scheinbar einfache Prinzip zu erfüllen, müssen viele verschiedene Elemente harmonisch zusammengefügt werden. Von der Position des Fahrers hinter dem Steuer über die Form und Platzierung der Bedienelemente bis hin zur Art und Weise, wie wichtige Fahrzeug- und Fahrdaten übermittelt werden.

„Wir haben das Cockpit als Verbindungspunkt zwischen Fahrer und Fahrzeug neu definiert“, erläutert Chefentwickler Takeaki Kato. „Wir wollten ein Cockpit schaffen, das eine tiefere und intuitivere Verbindung ermöglicht und die Kontrolle über das Fahrzeug verbessert.“

Das Cockpit sortiert sich von der Fahrertür bis zur Mittelkonsole um den Fahrer herum und macht ihn somit zum Mittelpunkt aller Systeme. Alle Informationsquellen wie Multi-Informations-Display, Kombiinstrument, zentrale Anzeigen sowie optionales Head-up-Display bieten hochauflösende Grafiken und sind so angeordnet, dass sie mit so wenig Augen- und Kopfbewegungen wie möglich abgelesen werden können. Die Anzahl der physischen Bedienelemente wurde reduziert und entsprechend ihrer Funktion gruppiert, sodass die fahrrelevanten Steuerungselemente in unmittelbarer Nähe sind.

Die neuen Sensortasten am Lenkrad können mit den vom Fahrer bevorzugten Funktionen belegt werden. Bei der Bedienung ist kein Blick aufs Lenkrad mehr nötig: Bei Berührung einer jeweiligen Taste wird seine Funktion im Head-up- oder Multi-Informations-Display angezeigt.

Auch die Form und Anordnung von Fahrersitz, Lenkrad, Schalthebel und Pedalen intensivieren die Verbundenheit zwischen Fahrer und Fahrzeug. Die Seitenwangen der Vordersitze verfügen über Aussparungen, damit der Bewegungsradius der Ellenbogen beim Betätigen der Bedienelemente nicht eingeengt wird. Während der Lenkradumfang auf bestmögliche Griffigkeit und Bedienbarkeit ausgelegt wurde, ist der Schalthebel so kompakt wie möglich, liegt gut in der Hand und ist im idealen Winkel platziert.

Das Tazuna-Cockpit lässt sich zudem an die unterschiedlichen Größen und Staturen der Fahrer anpassen und bietet mit einer Vielzahl von Einstellmöglichkeiten für Fahrersitz und Lenkrad Komfort und einfache Bedienung für alle. Dabei hat Lexus auch den Abstand zwischen Schulter und Fingerspitze berücksichtigt. Eines der Ergebnisse bei der Suche nach den idealen Abständen aller Elemente zueinander ist die verlängerte Mittelkonsole im Lexus NX.

Das Tazuna-Konzept wird in Zukunft auch in weiteren Modellen der Marke eingeführt und die intuitive Bedienung zu einem wichtigen Bestandteil des Lexus Fahrerlebnisses machen.

BERLİN (AA) - Almanya'da 1969-1974 yıllarındaki başbakanlık görevinden önce Willy Brandt'ın, ABD askeri istihbaratı Counter Intelligence Corps (CIC) için 4 yıl boyunca muhbirlik yaptığı öne sürüldü.
 
Der Spiegel dergisinde yer alan haberde Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) başbakanlık yapan Brandt'ın, bu görevinden önce ABD askeri karşı casusluk teşkilatı CIC'e 1948'den 17 Mart 1952'ye kadar istihbarat sağladığı öne sürüldü.
CIC'nin gizliliği kaldırılan 1 Haziran 1952 tarihli listesine ulaşan derginin Alman ve Avusturyalı muhbirlerin isimlerinin yer aldığı listeyi ABD Askeri Tarih Merkezi'ndeki tarihçi Thomas Boghardt'a incelettiği ifade edildi. Tarihçi Boghardt'a göre Brandt, Amerikan hizmetleri için bir "altın madeni" değerindeydi.
Dergi, Brandt'ın CIC'ye Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DDR) ile iktidardaki Sosyalist Birlik Partisi'nin (SED) gençlik kolları FDJ hakkında bilgi verdiğini yazdı.
 
Brandt'ın ayrıca tersaneler, fabrikalar, demir yolu sistemi ve Sovyet ordusunun telefon şebekesiyle ilgili bilgi verdiği öne sürüldü.
Söz konusu kaynaklara göre Brandt, kendisini "güvenilir" olarak sınıflandıran CIC irtibat görevlileriyle 4 yıl boyunca 200'den fazla kez bir araya geldi.
 
4 yıl boyunca muhbirlik yapan Brandt'ın "O-35-VIII" koduyla kayıt altına alındığı belirtildi.
1971 yılında Nobel Barış Ödülü'nü alan Willy Brandt, danışmanı ve Başbakanlıktaki sağ kolu Günter Guillaume'nin DDR casusu olduğunun ortaya çıkmasının ardından istifa etmişti.
Willy Brandt, 8 Ekim 1992'de Almanya'nın eski başkenti Bonn yakınlarındaki Unkel kasabasında vefat etti.