Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Hollanda da yaşayan itibarlı gönül ve dava  insanı Türk eğitim merkezi kurucu  başkanına  hackerli  dolandırıcılar tarafından tehditlerle İtibar Suikastı düzenlendi.
 
50 Yıllık gurbetçimiz Aslen Yozgat ili Sorgun ilçesinden olan Zekeriye Ackalmaz’ın sosyal medya hesabı Watshap,Facebook hesapları hackerler  tarafından ele geçirildi. Daha sonra şantaj yapmaya başladılar. Konuyla ilgili yazarımız gazeteci Doğan Tufan’a konuşan Zekeriye Ackalmaz, Bundan 50 yıl önce Yozgat lisesinden mezun olduktan sonra, Hollanda’ya eğitim için gelenlerden. Hollanda başta olmak üzere Avrupa Türklüğüne yarım asıra yakın hizmet eden öncü önderlerden olan Zekeriye Ackalmaz “İlk geldiğim yıllarda dil kursu daha sonra eğitimimi tamamladım. İş hayatıma başladım. 35 yıl Roterdam Türk eğitim merkezinin kurucusu ve başkanlığını yaptım. Bunun yanında Diyanet Vakfı idare heyetinde bulundum.”
 
 
Zekeriye Ackalmaz Hollanda Kraliyet ödülü sahibi
 
“Benim sosyal ve insani  hizmetlerimi takdir eden Hollandalı yetkililer tarafından Hollanda Kraliyet ödülüne laik görüldüm. Bu müjdeyi Roterdam belediye Başkanı telefonla verdi. Bu ödül Roterdam belediye sarayında bizlere takdim edildi” dedi. 
 
 
Hollanda Yetkilerinden  Vefa
 
Vefayı bilenler hatırlayanlar bu günlerde yok gibi. İstanbul’da sadece bir semtin ismi olarak mı kalacak Vefa.
Elbette hayır kalmamalı. Vefa’yı bilmek kadiri kıymeti bilmek vefalı insanların işi. 35 yıl dile kolay, büyük fedakarlıklarla gönüllü olarak insanına her türlü hizmet edeceksin. Eşinden çocuklarına ayıracağın zamanını toplumuna geleceğimiz gençliğe ayıracaksın. Bunu senin yöneticilerin, idarecilerin bilmeyecek veya bilmezden, görmezden gelecek. Bize göre Elin adamı Hollanda devletinin birimleri hizmeti basın ve yayından öğreniyor, takdir ediyor. Bize de sarayında bu hizmet ödülünü törenle veriyor. Bizde bir deyim varya,”Kul bilmezse Haluk bilir.”  Allah rızasına talip olanlar bu yolun yolcularıdır. Yarım asıra yakın Eğitim merkezi ve Camii başkanlığı yapanlara neden bir Yunus Emre veya Mevlana isimleriyle onurlandırılmazlar. Bu da bizim eksikliğimiz. Zekeriye Ackalmaz Hollanda devletinin bu ödülünü unutamayanlardan.
Hizmetlerini anlatmaya devam eden Zekerye Ackalmaz; “Eğitim Merkezimiz’de 100 yataklı yatılı ve donanıma sahip 50 tane üniversitede okuyan kızlarımız evlatlarımız kaldı. Onlara merkezimiz ev oldu”
 
 
Ağabey Abla projesi 
 
Merkezimizde kalan üniversiteli kız öğrencilerimiz lise ve orta okulda okuyan  kızlarımıza  ev ödevleri başta olmak üzere eğitimlerinde yardımcısı olarak  kendi küçüklerine ek dersler verdiler. Onları yüksek okula teşvik amaçlıydı. Bundanda çok sonuç aldık. Çok türlü faaliyetler içerisinde bulunduk  konferanslar ve siyasilerle toplantılar düzenledik.
Türkiye’den din görevlilerini getirdik. Camimizde dini eğitim ibadetler devam etti.  Düzenli Hallandaca kurslar düzenledik.”
 
 
50 yıldır Hollanda’da onurumla yaşadım 
 
Bir kaç yıl önce korona aşısı sonrası  alerji oldum. Hollanda’da cilt doktoruna gittim ama Türkiye’mizden tanıdığım dokturumada vücudumdaki alerjiden dolayı yaraların resimini çekip telefonumla watsaptan göndermiştim.Yaralarımı görmesi için. ilaçlar yazdı gönderdi alerjim geçti iyi oldum çok şükür.
Whatsaptan sildim ama çöp kutusunda kalıyormuş orda fotoğraflarımı alışmışlar hoş olmayan halegetirmişler şekillendirmişler. Hesabımı hackerleyenlerden bir bayan daha sonrada bir bay tarafından 
arandım. Benden 4000 Euro para istediler
Yarım saat içinde ödemezsen  internet aleminde seni rezil edeceğiz dediler. Whatsap ve fecabook taki olan arkadaşlarıma göndermişler ve listemde olan arkadaşlarıma gönderiyorlar Polise baş vurdum iki kez rapor tutuldu 9 ağustos tarihinde özel randevum var. Hoş olmayan onur kırıcı yayınları kaldıracaklar. Şu an çeteyi araştırıyorlar. Bu itibar suikastçılarından şikayetçiyim.” Dedi.
İnsan onuruyla oynanmamalı. Bu hadsiz çeteye mutlaka hesap sorulmalı. Hollanda adaletine güveniyorum.Bu onursuz insanları bulup hesap sorulmalı.
Fotoğraflar:Doğan Tufan

In Unterfranken werden viele hochwertige Bio-Lebensmittel und Bio-Rohstoffe erzeugt. Ganz nach dem Motto „Wissen wo’s herkommt“ luden die vier unterfränkischen Öko-Modellregionen zusammen mit der Abteilung Gemeinschaftsverpflegung des Amtes für Ernährung, Landwirtschaft und Forsten Kitzingen-Würzburg am 17. Juli zu dem landwirtschaftlichen Betrieb Gut Obbach in Euerbach-Obbach ein. Rund 30 Akteure der Außer-Haus-Verpflegung aus Unterfranken kamen zusammen, um sich zu dem Thema „Genuss mit Mehrwert: Darum lohnt sich Bio aus der Region!“ auszutauschen.

 

Auf der Suche nach Knöllchenbakterien

 

Gleich zu Beginn ging es raus auf den Bio-Acker, um den Linsen beim Wachsen zuzuschauen. Dieses Jahr wachsen die Belugalinsen beim Gut Obbach zusammen mit der Gerste auf einem Acker. Die Linse zählt mit zu den Körnerleguminosen. Vor allem im Öko-Landbau erfüllen Leguminosen, umgangssprachlich auch Hülsenfrüchte genannt, eine wichtige Funktion im Ackerbau. Daher wird ihnen ein fester Platz in der Fruchtfolge zugesprochen. Über die Knöllchenbakterien an ihren Wurzeln können sie zum einen sich selbst und zum anderen durch Ernterückstände auch nachfolgende Kulturen mit Stickstoff versorgen. Im Verlauf des Erntejahres profitiert die Gerste von der natürlichen Düngung und andersherum fungiert die Gerste für die Linse als Stützfrucht. Die Linsen sind im Anbau wenig standfest und knicken vor allem bei starken Niederschlägen während Blüte- und Reifezeit leicht um. Für viele Teilnehmende war der Anbau von Linsen neu. Umso größer war die Freude über die Entdeckung der Knöllchenbakterien an den Wurzeln.

 

Bioverpflegung und -zertifizierung: Fragerunde bei einer bereits zertifizierten Küche. Foto: Hanna Dorn

 

Bioverpflegung und -zertifizierung

 

Ein großer Punkt bei dem Thema Bio-Verpflegung ist immer der Anfang: Wie hoch ist der Aufwand und welchen Mehrwert hat es für meine Einrichtung? Bernd Fischer und Agnes Sitzmann von der Umweltbildungsstätte Oberelsbach gGmbH stellten sich souverän den Fragen der Teilnehmenden. Die Küche ist bereits bio-zertifiziert und es werden rund 80 Prozent regionale, saisonale, fair gehandelte sowie Bio-Produkte verwendet. Die beiden empfehlen:

Mit einem Rohstoff anfangen und dann nach und nach erhöhen. Sobald Sicherheit und Planbarkeit da ist, kann der Schritt der Zertifizierung angefangen werden. Manche Einrichtungen stellen zuerst das Fleisch auf Bio-Qualität um, andere fangen mit einzelnen Produkten wie Kartoffeln oder Nudeln an. Es kommt ganz auf die Einrichtung und die Region an: Welche Bio-Betriebe sind in unmittelbarer Umgebung? Was ist unsere Zielgruppe?

 

Integration in den Speiseplan

 

Ein großer Vorteil der Gemeinschaftsverpflegung gegenüber der Individualgastronomie ist, dass die Speisepläne flexibel gestaltet werden können. Damit bleibt die Einrichtung für regionale Besonderheiten wie Erntezeitpunkte und Schlachttermine offen. Daher kommt es in der Umweltbildungsstätte Oberelsbach gGmbH auch mal vor, dass es zum Beispiel einige Monate kein Putenfleisch auf dem Speiseplan gibt. Die flexible Speiseplangestaltung birgt auch große Vorteile bezüglich des vorhandenen Budgets. Während der Wareneinsatz mit Bio-Hackfleisch bis zu 20 Euro pro Kilogramm beträgt, sind die bio-regionalen Platterbsen mit zehn Euro pro Kilogramm sehr viel preiswerter. Und in der Summe lassen sich hieraus mehr Portionen zubereiten. Zudem sind Hülsenfrüchte wertvolle Protein- und Energielieferanten in der menschlichen Ernährung. Wie das schmackhaft in den Speiseplan integriert werden kann, zeigte am Ende der Veranstaltung Michael Müller: Bio-Profi und Küchenleitung der Waldorfschule Würzburg. Seit Corona gibt es für alle Schülerinnen und Schüler nur noch vegetarische Gerichte aus bio-regionaler Landwirtschaft. Der Geschmack spricht für sich, denn die teilnehmenden Schülerzahlen am Mittagessen haben sich seitdem fast verdoppelt – und manchmal bleiben auch die Eltern zum Essen.

 

Aufgaben der Öko-Modellregionen

 

Staatlich anerkannte Öko-Modellregionen sollen die Produktion, Vermarktung und das Bewusstsein für regionale Bio-Lebensmittel voranbringen. 35 Öko-Modellregionen sind Impulsgeber, die den ökologischen Landbau in Bayern weiterentwickeln. Im Fokus der Öko-Modellregionen steht nicht nur die Steigerung der Öko-Anbaufläche, sondern auch die Verbindung von regionaler wirtschaftlicher Entwicklung und ökologischer Erzeugung mit ihren positiven Auswirkungen auf Biodiversität, Boden-, Wasser-, und Klimaschutz.

Aktuelle Informationen zu Veranstaltungen sind auf der Homepage https://oekomodellregionen.bayern/stadt.land.wue./termine abrufbar. Fragen beantwortet Öko-Modellregionsmanagerin Hanna Dorn, Tel.: 0931-8003-5108, E-Mail: Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!

 

Vom Acker auf den Teller: Wie können wir die trockenresistenten Kulturen in den Speiseplan integrieren? Foto: Hanna Dorn

 

 

 

 

 

 

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Avrupa'nın Rusya'nın Ukrayna'da hız kesmeden sürdürdüğü savaşa karşı birlikte durduğunu söyledi.

İngiltere'nin Woodstock şehrinde bulunan Blenheim Sarayı'ndaki Avrupa Siyasi Topluluğu'nun (AST) 4'üncü zirvesine katılan Şansölye Scholz düzenlediği basın toplantısında, "Avrupa, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna'da hız kesmeden sürdürdüğü savaşa karşı birlikte durmaktadır. 40'tan fazla devlet ve hükümet başkanı bu mesajı net bir şekilde vermek üzere Blenheim Sarayı'nda bir araya gelmiştir. Bu, Belarus ve Rusya dışında neredeyse tüm Avrupa anlamına gelmektedir ve Avrupalılar olarak Rus emperyalizmine karşı net bir tavır alıyoruz." dedi.

 

Rusya'nın komşularını hibrit saldırılar ve dezenformasyon da dahil olmak üzere pek çok yolla tehdit ettiğini savunan Scholz, "Moldova bu tür saldırıların başlıca hedefidir. İngiltere, Fransa, Polonya ve Romanya'dan mevkidaşlarımla burada Moldova Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Maia Sandu ile bir araya geldik ve Moldova'nın egemenliği ve toprak bütünlüğü için verilen mücadelede dayanışmamızı bir kez daha teyit ettik." diye konuştu.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'nin Batı'dan tedarik edilen silahların Rus topraklarına karşı kullanılmasına yönelik kısıtlamaların kaldırılması talebinin sorulması üzerine Scholz, "Bu tür adımların söz konusu olmadığı konusunda fikir birliği görüyorum ve ABD de bu konuda çok net." diyerek bu talebe karşı çıktı.

Zirvede Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki barış görüşmelerini hatırlatan Scholz, bu yılın bölge için çok önemli bir yıl olduğunu kaydetti.

 

İki tarafın da birbirlerine karşı daha kararlı ve cesur adımlar atmaları durumunda bu yılın bir barış yılı olabileceğini umduğunu dile getiren Scholz, "Ben de bu vesileyle kendilerini cesaretlendirmek istedim. Avrupa bir bütün olarak Ermenistan ve Azerbaycan'a, birbirleriyle uzun süre devam edecek ve komşu olan bu iki ülkenin uzun vadede iyi bir işbirliği yapmasını sağlayacak bir barış yapma yoluna eşlik edecektir." ifadelerini kullandı.

Her iki ülkenin birbirleriyle yoğun bir şekilde ve yapıcı bir yaklaşımla müzakere ettiğine dikkati çeken Scholz, "Halihazırda birçok somut anlaşmaya varılmıştır. Konuştuğum herkes nihai bir barış anlaşmasının önündeki sorunların yüzde 90'ından fazlasının çözüldüğünü söyledi. Son yüzdelik kısım her zaman çok zor olabilir ama bu konuda örneğin geçen seneye göre çok daha umutlu olduğumu söyleyebilirim." değerlendirmesinde bulundu.

 

Scholz ayrıca Kosova ve Sırbistan'la ilgili olarak da yakın işbirliğini sürdürmek istediklerini sürekli tırmanan gerilimlerin ve ablukaların sona ermesini istedi.

 

BERLİN (AA) - Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırıları nedeniyle sivil kayıpların arttığı dönemde, Gazze'deki savaşa son verilmesi çağrısında bulundu.

Baerbock, yaptığı yazılı açıklamada, "Gazze'deki bu savaş nihayet sona ermeli. Gazze'de siviller için güvenli bir yer yok." ifadelerini kullandı.

 

Gazze Şeridi'nin yaklaşık yüzde 80'inin İsrail ordusu tarafından tahliye bölgesi ilan edildiğini ve çocuklar, hastalar, yaşlılar ile hamile kadınların buraları terk etmek zorunda olduğunu belirten Baerbock, İsrail ordusu tarafından güvenli bölge ilan edilen aşırı kalabalık yerlerin bile tekrar tekrar vurulduğuna dikkati çekti.

Alman Dışişleri Bakanı, İsrail'in terörizme karşı kendini savunma hakkı olduğunu ancak uluslararası insancıl hukukun her savaşa sınırlar koyduğunu hatırlattı.

"Ordu sivil nüfusu korumakla yükümlüdür. Çünkü insanlar öylece ortadan kaybolamazlar, acilen desteğe ve güvenliğe ihtiyaçları var." ifadelerini kullanan Baerbock, Gazze'de insani bir ateşkesin sağlanması için küresel çabaların artırılması çağrısında bulundu.

 

Bölgedeki tüm aktörlerin tüm enerjilerini insani ateşkes müzakerelerine odaklamasını isteyen Baerbock, şunları kaydetti:

"(ABD Başkanı) Joe Biden'ın planı masada, BM Güvenlik Konseyi planı destekliyor. İsrail Savunma Bakanı (Yoav) Gallant'ın kısa süre önce yaptığı çağrıda olduğu gibi, bu planı kabul etmenin tam zamanıdır. Böylece rehineler serbest bırakılır, ölümler durur ve nihayet insani bir ateşkes sağlanır."

BERLİN (AA) - Almanya'nın başkenti Berlin'de düzenlenen Filistin'e destek yürüyüşünde, polis göstericilere sert müdahalede bulundu.

Neptunbrunnen Meydanı'ndan başlayan yürüyüşte göstericiler "Almanya finanse ediyor, İsrail bombalıyor", "Terörist İsrail", "Filistin bizimdir", "Filistin'e özgürlük" şeklinde sloganlar attı.

 

Yürüyüşün bitiş yeri Potsdamerplatz'da karşıt görüşten 3 kişinin İsrail bayrağı açması sonrası gerilim yükseldi.

Polis, bunun üzerine, Filistin'e destek yürüyüşüne katılanlara sert müdahalede bulundu ve çok sayıda kişiyi gözaltına aldı.

Polisin gözaltı işlemi yaparken orantısız güç kullanması dikkati çekerken, sert müdahale sırasında iki kadın gösterici yaralandı.

 

İki kadına tıbbi müdahale etmek isteyen sağlık ekibine de izin vermeyen polis, yaralıları doğrudan ekip aracına bindirdi.

Anadolu insanı demokratik kültürü içselleştirerek, geçmişle geleceği bugünde yaşamaya başlamıştır. Türkiye ithalatçı bir ekonomik yapıdan, ihracatçı bir ekonomik yapıya evrilmiştir. Dönüştürülen bir ülke olmaktan çıkan Türkiye, dönüştüren bir ülke konumu kazanmıştır. Seçmenlerin ağırlığını yitirdiği bürokratik devlet, seçmenlerin ağırlık kazandığı girokratik devlete dönüşmüştür. Türkiye’yi değiştirenler üniforma giyenler değil, forma giyenler olmuştur.

Temel hak ve özgürlüklerin en büyük, en önemli güvencesi olan demokratik mekanizma, yıldan yıla açıklık içinde yeniden yapılanarak, yeni boyutlar kazanmaktadır. En güçlü en etkili silahlarının, oyları ve paraları olduğunun bilincine varan seçmenler, Türkiye’nin siyasal yapısıyla birlikte, ekonomik yapısını yenilemişlerdir. Hiçbir toplumun yerinde, durması mümkün değildir, her toplum ya olumlu ya da olumsuz yönden dönüşmektedir. Demokratik kültür, sağlıklı dönüşümün güvencesidir.

Doğu ve Batı değerlerine hayatın içinden bakan, aralarındaki iç içe geçişleri, iletişimi ve etkileşimi yakından gözleyen, Nilüfer Göle’nin, Ayşe Çavdar ile yaptığı “Mahremin Göçü” isimli söyleşi kitabında, Türkiye’nin Brüksel adaylığıyla, Avrupa ülkelerini nasıl dönüştürdüğünü, bir kuyumcu titizliğiyle, ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Batılılar Osmanlı sonrası İslam dünyasında, yalnızca sakalı ve başörtüsünü görmüşler, dayatmacı yönetimleri destekleyerek, yenilenmenin yolunu kesmişlerdir.

Yirminci yüzyılın başında Avrupalılar işgalci olarak İslam dünyasına giderken, aynı yüzyılın sonunda, Müslüman ülkeler göçmen olarak Avrupa ülkelerine gelmişlerdir. Artık her Avrupa ülkesinde, bir Irak, bir Afganistan, bir Suriye, bir Mısır vardır. Avrupalılar İslam dünyasından insanlar bekliyorlardı, ancak Müslümanların geldiklerini gördüler. Artık seküler kültür Avrupa ülkelerinde, Müslüman ülkelerde tartışıldığından, daha çok tartışılmaktadır, daha çok sorgulanmaktadır.

Avrupa’yı dönüştürecek olanlar, Batılı entelektüellerden önce, Doğulu entelektüeller olacaktır. Avrupa’daki Mısır’ın, Lübnan’ın ve Fas’ın iki dünyanın nerede birbirlerinden ayrıldıklarını, nasıl birbirleriyle birleştiklerini, iyi bilen entelektüelleri, Müslüman ve Hristiyan dünyanın yeni mimarları olacaklardır. Yirmi birinci yüzyılda, Avrupa’da yeni Çin Sedlerine kesinlikle yer yoktur. İçine kapanan Avrupa’yı, Çin ve Hint dünyalarının istilasından hiçbir duvar, hiçbir gümrük kurtaramaz.

 İslam ve Hristiyan kültürlerinin ortak olan yanları, farklı olan yanlarından çok daha büyüktür. Her iki kültürün, Hint ve Çin kültürleriyle ortak yanları çok azdır. Avrupalıların Müslümanlarla ortak geçmişlerini inkar etmeye kalkışmaları, temsili demokrasilerin katılımcı demokrasilere, ekonomik bağımsızlıkların ekonomik bağımlılıklara, bilgi toplumlarının değer toplumlarına, evrildiği bir dünyada, Paris’in, Londra’nın, Köln’ün, merkezlerindeki camileri bombalamak olur.

Tek bir Avrupa yoktur, her Avrupa’nın güvencesi, paylaşımcı demokratik kültürdür.

 Avrupa’nın özeti Eiffel Kulesi değil, İstanbul’daki boğaz köprüleridir.

 Boğaz köprüleri iki kıtayı, iki kültürü, iki dünyayı bütünleştirir.

Anadolu insanı demokratik kültürü içselleştirerek, geçmişle geleceği bugünde yaşamaya başlamıştır. Türkiye ithalatçı bir ekonomik yapıdan, ihracatçı bir ekonomik yapıya evrilmiştir. Dönüştürülen bir ülke olmaktan çıkan Türkiye, dönüştüren bir ülke konumu kazanmıştır. Seçmenlerin ağırlığını yitirdiği bürokratik devlet, seçmenlerin ağırlık kazandığı girokratik devlete dönüşmüştür. Türkiye’yi değiştirenler üniforma giyenler değil, forma giyenler olmuştur.

Temel hak ve özgürlüklerin en büyük, en önemli güvencesi olan demokratik mekanizma, yıldan yıla açıklık içinde yeniden yapılanarak, yeni boyutlar kazanmaktadır. En güçlü en etkili silahlarının, oyları ve paraları olduğunun bilincine varan seçmenler, Türkiye’nin siyasal yapısıyla birlikte, ekonomik yapısını yenilemişlerdir. Hiçbir toplumun yerinde, durması mümkün değildir, her toplum ya olumlu ya da olumsuz yönden dönüşmektedir. Demokratik kültür, sağlıklı dönüşümün güvencesidir.

Doğu ve Batı değerlerine hayatın içinden bakan, aralarındaki iç içe geçişleri, iletişimi ve etkileşimi yakından gözleyen, Nilüfer Göle’nin, Ayşe Çavdar ile yaptığı “Mahremin Göçü” isimli söyleşi kitabında, Türkiye’nin Brüksel adaylığıyla, Avrupa ülkelerini nasıl dönüştürdüğünü, bir kuyumcu titizliğiyle, ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Batılılar Osmanlı sonrası İslam dünyasında, yalnızca sakalı ve başörtüsünü görmüşler, dayatmacı yönetimleri destekleyerek, yenilenmenin yolunu kesmişlerdir.

Yirminci yüzyılın başında Avrupalılar işgalci olarak İslam dünyasına giderken, aynı yüzyılın sonunda, Müslüman ülkeler göçmen olarak Avrupa ülkelerine gelmişlerdir. Artık her Avrupa ülkesinde, bir Irak, bir Afganistan, bir Suriye, bir Mısır vardır. Avrupalılar İslam dünyasından insanlar bekliyorlardı, ancak Müslümanların geldiklerini gördüler. Artık seküler kültür Avrupa ülkelerinde, Müslüman ülkelerde tartışıldığından, daha çok tartışılmaktadır, daha çok sorgulanmaktadır.

Avrupa’yı dönüştürecek olanlar, Batılı entelektüellerden önce, Doğulu entelektüeller olacaktır. Avrupa’daki Mısır’ın, Lübnan’ın ve Fas’ın iki dünyanın nerede birbirlerinden ayrıldıklarını, nasıl birbirleriyle birleştiklerini, iyi bilen entelektüelleri, Müslüman ve Hristiyan dünyanın yeni mimarları olacaklardır. Yirmi birinci yüzyılda, Avrupa’da yeni Çin Sedlerine kesinlikle yer yoktur. İçine kapanan Avrupa’yı, Çin ve Hint dünyalarının istilasından hiçbir duvar, hiçbir gümrük kurtaramaz.

İslam ve Hristiyan kültürlerinin ortak olan yanları, farklı olan yanlarından çok daha büyüktür. Her iki kültürün, Hint ve Çin kültürleriyle ortak yanları çok azdır. Avrupalıların Müslümanlarla ortak geçmişlerini inkar etmeye kalkışmaları, temsili demokrasilerin katılımcı demokrasilere, ekonomik bağımsızlıkların ekonomik bağımlılıklara, bilgi toplumlarının değer toplumlarına, evrildiği bir dünyada, Paris’in, Londra’nın, Köln’ün, merkezlerindeki camileri bombalamak olur.

Tek bir Avrupa yoktur, her Avrupa’nın güvencesi, paylaşımcı demokratik kültürdür.

 Avrupa’nın özeti Eiffel Kulesi değil, İstanbul’daki boğaz köprüleridir.

 Boğaz köprüleri iki kıtayı, iki kültürü, iki dünyayı bütünleştirir.

Avrupalı Türklerin temsilcisi İstanbul Milletvekili Zafer Sarıkaya gazeteci Altaylı’ya sert tepki gösterdi.
 
Almanya’da yetişen gençlerimizden olan  Ak Parti İstanbul milletvekili Zafer Sarıkaya, yazarımız Doğan Tufan’a gönderdiği mesajında;“Bu nezaketten nasibini almamış üslup ve söylem bir yana; popülist söylemlerle “ötekileştirme”’nin kapısını aralamaya çalışan bu anlayışın, Türk Diasporası ve dünyadaki diaspora kültüründen bihaber olduğu aşikârdır”dedi.
 
 
Altaylı Çizmeyi Aşmıştır
 
İşsiz kalan Fatih Altaylı gündemde kalmak için 15 Temmuz milli birlik günü bayramlarının kutlanıldığı bu günlerde Feto vari kinini gurbetçilere kustu. Avrupa’ya Türklerin göçünün yarım asırı geride bıraktığı  birasıra doğru yol aldığımız Avrupada bu gün Türklerin beşinci nesil gençliği yetişiyor. Avrupa’da Türk örf ve an annelerimiz unutulmasın Lisanımız konuşulsun diye Avrupa’da Anadolu’yu yaşıyoruz. Kültürel etkinliğimizi  her hafta fahri fedakar gurbetçi Türkler derneklerinde şenlikler içerisinde geçiriyor kutluyor. Türkiye’mizde her gurbetçimizin baba evi iş yeri, hatta fabrikası olan gurbetçi Türkler var. Vergisini öder, yardımını yapar. Bunları bildiğini tahminettiğim Altaylı Müslüman Türklere “Lan”diyerek hakaret etmesini nefretle kınıyorum.
 
 
Gazeteci Yilmaz Kuzucu da tepkisini dile getirdi. Kuzucu şöyle konuştu;
“F. Altaylının
Malum garip “gurbetçi vergisi” ifadeleri gibilerine eskiden,
(işe yaramayan aşırı bilginin kibriyle) her yemeğe maydonoz olup burnunu sokanlara “çizmeyi aşmak” tabiri kullanılırdı.
 
Elbette kuyruk acısından dolayı haddini aşmış neslinin son örneklerinden; “tipik” bir “beyaz türk” konuşması.
 
Dinozor kemiklerini dahi araştıran bu sözde gazeteci “bilirkişi” evrensel hukuk ve “gurbetçinin sosyolojisi”nden bii habermiş maalesef.
 
Bir gurbetçi yazısında belirttiğim gibi:
 
“…Her iki taraftan dışlanmaya rağmen, 
her şey kendisinden umulan-beklenen o fedakar gurbetçim, Garibim!
 
O, yinede en kötü ve zor zamanlarda ana vatanın, akrabanın imdadına yetişir; döviz yollar.
 
Yaşamadığı memlekete, askerlik bedeli öder, köyünde kasabasında içinde oturamayacağı evler yaptırır.
 
Her türlü kadir bilmezliği dahi unutarak, tekrar tekrar kath eder onca tehlikeli yolu.
Bir güler yüz, bir sıcak kucak, biraz sevgi ve muhabbet için.
 
Ana kucağı gibi anavatanda arar,
“babavatan” daki eksik ilgi ve sıcaklığı…
Gurbetteki yarım asrı aşkın çileli hayattan sonra, bir çifte vatandaşlığı ve bir reyi dahi ona çok görenlere ne denir? Siz söyleyin!”
 
Avrupalı Türklerin temsilcisi İstanbul Milletvekili Zafer Sarıkaya gazeteci Altaylı’ya sert tepki gösterdi.
 
Almanya’da yetişen gençlerimizden olan  Ak Parti İstanbul milletvekili Zafer Sarıkaya, yazarımız Doğan Tufan’a gönderdiği mesajında;“Bu nezaketten nasibini almamış üslup ve söylem bir yana; popülist söylemlerle “ötekileştirme”’nin kapısını aralamaya çalışan bu anlayışın, Türk Diasporası ve dünyadaki diaspora kültüründen bihaber olduğu aşikârdır”dedi.
 
 
Altaylı Çizmeyi Aşmıştır
 
İşsiz kalan Fatih Altaylı gündemde kalmak için 15 Temmuz milli birlik günü bayramlarının kutlanıldığı bu günlerde Feto vari kinini gurbetçilere kustu. Avrupa’ya Türklerin göçünün yarım asırı geride bıraktığı  birasıra doğru yol aldığımız Avrupada bu gün Türklerin beşinci nesil gençliği yetişiyor. Avrupa’da Türk örf ve an annelerimiz unutulmasın Lisanımız konuşulsun diye Avrupa’da Anadolu’yu yaşıyoruz. Kültürel etkinliğimizi  her hafta fahri fedakar gurbetçi Türkler derneklerinde şenlikler içerisinde geçiriyor kutluyor. Türkiye’mizde her gurbetçimizin baba evi iş yeri, hatta fabrikası olan gurbetçi Türkler var. Vergisini öder, yardımını yapar. Bunları bildiğini tahminettiğim Altaylı Müslüman Türklere “Lan”diyerek hakaret etmesini nefretle kınıyorum.
 
 
Gazeteci Yilmaz Kuzucu da tepkisini dile getirdi. Kuzucu şöyle konuştu;
“F. Altaylının
Malum garip “gurbetçi vergisi” ifadeleri gibilerine eskiden,
(işe yaramayan aşırı bilginin kibriyle) her yemeğe maydonoz olup burnunu sokanlara “çizmeyi aşmak” tabiri kullanılırdı.
 
Elbette kuyruk acısından dolayı haddini aşmış neslinin son örneklerinden; “tipik” bir “beyaz türk” konuşması.
 
Dinozor kemiklerini dahi araştıran bu sözde gazeteci “bilirkişi” evrensel hukuk ve “gurbetçinin sosyolojisi”nden bii habermiş maalesef.
 
Bir gurbetçi yazısında belirttiğim gibi:
 
“…Her iki taraftan dışlanmaya rağmen, her şey kendisinden umulan-beklenen o fedakar gurbetçim, Garibim!
 
O, yinede en kötü ve zor zamanlarda ana vatanın, akrabanın imdadına yetişir; döviz yollar.
 
Yaşamadığı memlekete, askerlik bedeli öder, köyünde kasabasında içinde oturamayacağı evler yaptırır.
 
Her türlü kadir bilmezliği dahi unutarak, tekrar tekrar kath eder onca tehlikeli yolu.
Bir güler yüz, bir sıcak kucak, biraz sevgi ve muhabbet için.
 
Ana kucağı gibi anavatanda arar,
“babavatan” daki eksik ilgi ve sıcaklığı…
Gurbetteki yarım asrı aşkın çileli hayattan sonra, bir çifte vatandaşlığı ve bir reyi dahi ona çok görenlere ne denir? Siz söyleyin!”
 
 

Muharrem ayı dolayısıyla Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'ne (DİTİB) bağlı camilerde Cuma namazı kılınmasının ardından cemaate aşure dağıtıldı.

Aşure günü dolayısıyla Nürnberg bölgesi DİTİB Merkez ve Fürth Mevlana, Hof Osmanlı, Karlstadt Fatih, Lichtenfels Mevlana, Bamberg Selimiye, Neustadt b.Coburg Fatih ile Mainz bölgesi Höhr-Grenzhausen, Esen bölgesi Witten Sultan Ahmet cami derneklerinde Cuma namazı sonrasında cemaate aşure ikramında bulunuldu.

Muharrem ayının 10'uncu gününün aşure günü olduğunu belirten DİTİB Genel Başkanı Dr. Muharrem Kuzey, Muharrem ayının İslam alemi ve insanlık için çok önemli bir birlik ve beraberlik ayı olduğunu ifade etti.

Aşurenin birlik ve beraberliğin, bolluk ve bereketin sembolü olduğunu belirten Kuzey, “Bugün birçok camimizde Cuma namazı sonrasında aşure ikramında bulunduk. Aşure sadece bir yiyecekten çok öte aynı zamanda çok derin manalar barındıran bir semboldür. Aşurede bulunan birbirinden farklı gıdalar bir araya gelerek bambaşka bir lezzet oluşturması gibi, birbirinden farklı inanç ve kültürlere sahip toplumlar da bir araya gelerek birlikte yaşama kültürünün güzel örneklerini oluşturur. Bu mübarek ayın tüm insanlığa bereket, huzur ve barış getirmesini diliyorum” dedi.

Aşure hizmetleriyle aynı zamanda toplumun paylaşım kültürünü de yansıttıklarını vurgulayan Kuzey, İslam kültürünün vazgeçilmezi olan aşure faaliyetinin evlere bolluk ve bereket getirdiğini, DİTİB olarak bu katkının devam ettirilmesine katkı sağlandığını kaydetti.

Cami avlusunda ikram edilen aşureye Müslümanlar yoğun ilgi gösterdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir hafta sonu sakin ve sessiz bir ortamda Armutçi ailesi karşılıyor bizi. Merhaba faslından sonra kendiliğinden başlayan sohbette sektörü, motivasyonlarını ve geleceğe yönelik hedeflerini konuştuk. Melek ve Akın Armutçi ailesinin geleceğe pozitif bakan açıklamaları, işlerine olan samimi duygularını ve gönüllere hitap eden çalışmalarını kendilerinden dinledik.

Dört saatlik görüşmenin su gibi akıp gittiği akşamda, kendi projelerini hayal ederek yaşayan başarılı Karadeniz ailesine sorular yönelterek gelecekte varmak istedikleri hedefi yakalamaya çalıştık. Aldığımız cevaplar üzerinden Almanya'yı da değerlendirdik.

Aytürk: Ne zaman geldiniz Almanya’ya?
Melek Armutçi: 1993 yılının yaz aylarında, 17 yaşındayken geldim. Bambaşka bir diyardan daha başka diyarlara gelmenin hayretleri içerisindeydim. Sadece gelin geldiğim evde eşimi ve yakın akrabalarımı tanıyordum. Bunun dışında hemen her şey bana yabancıydı. Gelinlerin çektiği zorluğu en iyi anlayanlardan biriyim. Kadın olmak, gelin olmak ve Almanya’daki zorluklara dik durmak... Bunların sadece telaffuzudur kolay olan, yaşamak ise hayatın gerçekleridir.

Aytürk: Gerilerden bugüne neler kaldı aklınızda Türkiye’den?
Melek Armutçi: Lise yıllarını hatırlıyorum; başarılı, gayretli ve hayalleri olan bir öğrenciydim. Bir düğünde eşim beni gördü. İyi ki de görmüş diyorum hala. Kendisinden Allah razı olsun. Liseyi bitirene kadar 17 yaşıma kadar bekleyebildim ancak. Üniversite hayatım ise başlamadan bitti. Ben fakülteyi, ama Akın ise bir an önce düğünü istiyordu.

Birlik: Akın Bey, burada söz sırası size düştü?
Akın Armutçi: Melek’i söylediği gibi bir düğünde gördüm. Bizim nesil için kızı görüp konuşabilmek o kadar da kolay değildir, hele de Karadeniz’de. Aileme ilettim ve aileler gerisini devam ettirdi. Uzun yıllar nişanlı kaldık. Ne kadar okumak istese de Almanya’ya geleceğini biliyordu. Bir an önce düğün yaparak kendi çekirdek ailemizi kurduk Almanya’da.

Aytürk: Sağlık sektöründe bölgenizde sizi tanımayan yok gibi. Nasıl ilgi duyup nasıl karşılaştınız sektörün fırsatları ile?
Akın Armutçi: Beni bu sektörün içine Melek çekti. Çünkü sağlık sektöründe kadın eli ve kalbi olması gerekir. Çok sayıda bizim kültürümüzden kadın hastamız da var. Bu iş zaten eşimin mesleğiydi.

Aytürk: Sanırım Türkiye’de başka bir bölüm okumak istiyordunuz. Ama Almanya’da sağlığa yöneldiniz?
Melek Armutçi: Almanya’da sağlığın ne kadar önemli olduğunu, hele de bizim toplumumuz için ne kadar da önemli olduğunu kısa zamanda fark ettim. Hemşirelik çok saygı duyduğum bir meslekti. Çocukları büyüttükten sonra “şimdi sıra sende” diyerek eğitime döndüm.

Aytürk: Devam edebilirsiniz, öyle heyecanlı anlatıyorsunuz ki sözünüzü kesmek istemedim?
Melek Armutçi: St. Vinzenz-Krankenhaus Hanau mesleğe başladığım ilk iş yeri oldu. Özellikle çok istediğim bir meslek olan hemşirelik yönünde kendimi geliştirdim. Sonrasında Abendschule’de Fachabitur yaparak kariyer basamaklarını tırmanmaya çalıştım. Fachabitur sonrası Fulda Fachoberschule’de önce ‘Bachelor Hastane Yönetimi’, akabinde ‘Master İnsan Sağlığı’ diplomalarını aldıktan sonra Hanau Devlet Hastanesinde ‘Bölüm Hemşire Yöneticisi’ olarak 5 yıl çalıştım.

Aytürk: Size göre kariyeri nasıl takip etmek gerek?
Melek Armutçi: Kariyerin en ince noktası iyi düşünüp doğru karar vermektir. Çok iyi çalışalım ama ailemize de danışalım, onların moral ve manevi desteği hep arkamızda olursa öncelikle korkuları yener ve kararları cesurca veririz. Bundan sonrası çalışmaya bağlıdır. Atatürk’ün bir sözü var, siz tarihçisiniz, ne demiş?

Aytürk: Ne demiş?
Melek Armutçi: Yüksel Türk, senin için yükselmenin sınırı yoktur.

Aytürk: Mükemmel bir cevap verdiniz. Bir Türk kadınının başarısını anlatmaktan ve platform oluşturmaktan biz de çok mutluyuz.
Melek Armutçi: Teşekkür ederiz efendim. Kimseyi rakip almıyor, kimseye atıf yapmıyoruz. Sadece ve sadece işimizi en güzel şekilde ve en doğru şekilde yapmaya çalışıyoruz.

Aytürk: Serbest mesleğe ilk nerede başladınız?
Melek Armutçi: 2019’da Rüsselsheim’de, 2020’de ise Hanau’da sağlık bakım merkezlerimiz, yani kendi iş yerimizi açtık. Şu an 130’dan fazla elemanımız var, gençlere meslek eğitimi de vermeye başladık. İhtiyaç olanlara bakım hizmeti ve Türk toplumuna moral veriyoruz.

Aytürk: Bakım hizmetinizi bir cümle ile özetleyebilir misiniz?
Melek Armutçi: Main Care adlı şirketimiz ile yoğun bakım servisi, gündüz bakım hizmetleri ve personel daireleri ünitelerinden oluşan bütüncül bir sağlık hizmeti veriyoruz. Yakın gelecekte sağlık kompleksi projesine yönelik çalışmalarımız da devam ediyor.

Aytürk: Başarı kriteri yani ölçüsü var mı?
Melek Armutçi: Bizim sektör periyodik olarak denetlenir. Denetçilerin raporları bizim karnemiz gibidir. Orada varsa eksiğimiz belirtilir ve belli bir süre sonra mutlaka yerine getirmemiz gerekir. Son rapor geçen hafta geldi.

Aytürk: Sonuç nasıl?
Melek Armutçi: Harika, en yüksek not değerlendirmeleri ile dolu sonuçlar geçen hafta elimize geçti. Elbette bundan büyük mutluluk duyuyoruz. Her kritere en yüksek not değerlendirmeler aldık. Main Care, Almanya'da sağlık ve bakım hizmetlerinde mükemmeliyet standartlarını benimsemiş önde gelen bir kuruluştur. Kalitemizden ödün vermeden yüksek kalite standartlarını sürdürerek, toplum sağlığına önemli katkılar sunmaya devam edeceğiz.

Aytürk: Sanıyorum yeni projeniz de hazır bekliyor?
Melek Armutçi: Evet, zamanımız varsa kısaca özetleyeyim. Main Care, sağlık hizmetlerinin kapsamını genişletmek ve daha fazla bireye kaliteli bakım sunmak amacıyla yeni bir bakım merkezi projesi geliştirdik. Proje inşaat aşamasında olup tamamlandığında çeşitli hizmetler sunacak şekilde modern ve kapsamlı olarak planlandı.

 

Aytürk: Projenin bileşenlerinden bahsedebilir misiniz?
Melek Armutçi: 12 yataklı yoğun bakım bölümü ile hizmet vereceğiz. Gelişmiş tıbbi cihazlar ve uzman sağlık personeli ile 7/24 hizmet sunacak olan bu bölüm, kritik durumdaki hastalara yüksek standartlarda bakım sağlayacaktır. Ayrıca günlük bakım ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan bireyler için tasarlanmış bir bölümümüz mevcut. Misafirlerimiz, sosyal aktiviteler, sağlık kontrolleri ve kişisel bakım hizmetlerinden faydalanabileceklerdir. İdari işler ve yönetim faaliyetlerinin yürütüleceği modern ofisler ile bakım merkezi etkin bir şekilde işletilecek ve hizmetlerin koordinasyonu sağlanacaktır. Personelin eğitim ve gelişimini desteklemek amacıyla kurulacak olan bu bölüm yanında bakım merkezi çalışanlarının konaklama ihtiyaçları için modern personel konutları da mevcuttur.

Aytürk: Bütün bu yoğunluk içinde size en çok yardımcı olan kim diyecektim ki Akın Bey gülümsedi?
Melek Armutçi: Doğrusu da o. Bu ülkede çok sayıda orta ölçekli şirket var. Başarılarının en öne çıkan yanı aile içi dayanışmanın öne çıkması. Bununla millet olarak da gurur duyabiliriz. Türk toplumu olarak geleceği bu günden yakalamanın gayretindeyiz.

 

Aytürk: Gazete olarak başarılı ailelere destek olmaya ve onları topluma tanıtmaya çalışıyoruz. Güçlü toplum olmanın yolu da budur. Sizi tebrik ediyoruz.

Melek Armutçi: Çok iyi yapıyorsunuz, milletçe dayanışma içinde olmamız güçlü bir Türk toplumunun ortaya çıkması için hepimizin gayret göstermesi gereklidir. Çok güzel çalışmalarınız var. Kimsenin yapmadığı işleri yapıyorsunuz. Esas tebriği siz hak ediyorsunuz.

 

  

Sağlık sektöründe kariyer basamaklarını tek tek çıkmaya devam eden Main Care Hanau Genel Müdürü Melek Armutçi, büyük bir bölümü kadın olan çok sayıda elemanın da istihdamını sağlıyor. (Foto: Main Care Hanau)

 

 

Aile şirketi olarak hayata geçen Main Care Hanau Ambulanter Fachpflegedienst firması, yakın gelecekte kendi tesislerinde hizmet vermeyi planlıyor. Türk toplumunda kadınların hangi engelleri nasıl aşacağına dair çok önemli örnekleri bire bir yaşayan Melek Armutçi, "Bana inananları hiç mahçup etmedim. Güven ve samimiyete dayalı bir hayat felsefesini takip edenler mutlaka kazanacaklardır” dedi. (Foto: Main Care Hanau)

 

(Foto: Main Care Hanau)

 

 

Son GELİŞMELER

FOTO GALERİ

Bundeskonferenz in Würzburg: Wie können Kommunen „weiblichen Armutsrisiken“ begegnen?

Dilde Fikirde İşte Birlik. Türk Dünyası İçin İlk Adım Atıldı

Azerbaycan Dışişleri Bakanı Bayramov, Türkiye-Ermenistan Özel Temsilcisi Kılıç'ı kabul etti

TİKA, Azerbaycan'da 500 ilköğretim öğrencisine okul malzemesi desteği sağladı

Almanya'da hükümet ekonomide yıl sonuna kadar toparlanma beklemiyor

Alman donanmasına ait iki gemi, Çin'in itirazına rağmen Tayvan Boğazı'ndan geçecek

Danimarkalı DSV, Alman Schenker’i 14,3 milyar avroya satın alıyor

Almanya'da hükümet ekonomide yıl sonuna kadar toparlanma beklemiyor

Almanya ile Kenya arasında göç anlaşması imzalandı