Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
„Wir helfen unseren Partnern, ihr Kerngeschäft einfach, profitabel und nachhaltig zu betreiben.“ Dieses Versprechen steht nicht nur im Zentrum des sich derzeit in der Überarbeitung befindlichen Franchise-Angebots von Vergölst, sondern ist auch die zentrale Aussage der diesjährigen Franchise-Jahrestagung. Viele Partner machten sich auf den Weg nach Berlin, um am 17. September mit Mitarbeitenden von Vergölst sowie von verschiedenen Geschäftsbereichen der Continental AG und strategischen Partnern Informationen auszutauschen und gemeinsam Lösungen für die Zukunft zu diskutieren.
„Wir haben dabei bewusst den Fokus auf die Themen gelegt, die uns von unseren Partnern immer wieder gespiegelt werden: Recruiting von neuen Mitarbeitenden für die Werkstatt, den Auf- und Ausbau des eigenen Autoservice-Portfolios, die Veränderungen im Lkw-Markt und wie wir als Unternehmen darauf reagieren sowie welche Unterstützung wir unseren Partnern in diesem Segment bieten können – um nur einige Bereiche zu nennen“, erklärt Franchise-Leiter Emanuel Buddensiek. Das BrewDog DogTap Berlin bot dafür den idealen Veranstaltungsort.
„Der Franchise-Bereich ist ein essenzieller Baustein unseres Geschäfts. Gleichzeitig sehen wir unser Franchise-System insgesamt auch als Versprechen an unsere Partner“, vertieft Vergölst-Geschäftsführerin Frauke Wieckberg. Daher nutzen wir solche Tagungen nicht nur, um sich mit einzelnen Personen auszutauschen, sondern auch, um global und umfassend über Veränderungen im Unternehmen, auf dem Markt und in der Branche zu informieren und unsere Lösungen aufzuzeigen. Nur so können wir gemeinsam mit unseren Partnern nachhaltig erfolgreich sein.“
İsrail’in Gazze’ye ve Lübnan’a saldırılarını izlerken aklıma hep Vietnam geliyor.
Dönemin güçlü devi, önünde hiçbir gücün duramayacağına inanılan ABD, bu savaşta 58 bin askerini kaybetti. Savaşın son yıllarında ABD’li anneler ABD hükümetini eleştiren ve suçlayan büyük bir protesto düzenlediler. Sloganları çok manidardı ve gerçekleri yansıtıyordu: “Bizim evlatlarımızın Vietnam’da ne işi var, niye başkasının toprakları için ölüyorlar.”
Vietnam savaşı ardından yaşanan bu infial “Vekalet Savaşları”nı ortaya çıkardı.
ABD Vietnam savaşından sonra hiçbir savaşında veya işgalinde ABD askerlerini göndermedi, gönderdiyse de ön saflara kendi askerini değil, para ile tuttuğu “paralı askerleri” öne sürdü. Kendi evlatlarını kurban etmemek için paralı askerlere maaş, lojistik destek, silah desteği ve savaş araç gereci vermeyi tercih etti.
Vietnam savaşından alınacak çok dersler var.
Askeri stratejist değilim ama düz mantıkla bile bazı hesapları görmek mümkün.
Vietnam Savaşı raporlarını okurken, dikkatimi çeken en önemli askeri strateji konularından biri, işgal edilen toprakların elde tutulabilme çabasıydı. Bunun için gereken insan sayısı, harcanan enerji, silah, lojistik destek, gıda, ilaç, yakıt ve benzeri destekler inanılmaz boyutta idi.
Örneğin ABD ordusunun bir Vietkong köyünü yaka yıka ele geçirmesi için 500 asker gerekiyor idiyse bu köyün topraklarını ve bu köyü Güney Vietnam’a bağlayan yolları, sızma olmaması, tuzaklar kurulmaması için koruyabilmesi ancak asgari 10 misli (5 bin) askerle olabiliyordu.
Gelelim günümüze; İsrail’in Türkiye’nin sınırlarına kadar gelebilmesi ve Doğu Akdeniz’den Irak sınırına kadar bu bölgeyi koruyabilmesi için önce Lübnan sonra da Suriye topraklarını yakıp yıkarak ve düşmanı sıfırlayacak düzeyde yok ederek ilerlemesi gerekiyor. Bu bağlantısını İsrail’in kuzey hududuna kadar da kuş uçurtmayacak şekilde koruması için de on binlerce piyade askerine, askeri araca, silaha ve elektronik cihazlara ihtiyacı var.
İsrail’in hedefi büyük olasılıkla ABD’nin 2012’de işgal ettiği ve halen kontrolünü elinde tuttuğu Suriye’nin petrol yatakları. Her ne kadar bu petrol yatakları ABD’nin vekalet güçlerinin yönetimindeyse de ana kontrol ABD’nin elinde. Söz konusu ABD yönetimindeki Petrol yataklarının büyük bir bölümü, Suriye’nin doğu bölgelerinde Irak sınırı ile kuzeydoğuda Haseke yakınlarındaki Deyr ez Zor vilayetinde yer almakta.
Zaten sorun da burada başlamakta.
İsrail’in bu bölgeye korunaklı bir şekilde ulaşabilmesi için Suriye-Lübnan sınırının kuzeyinde ve doğusunda yer alan Rus Askeri Üslerinin arasından geçmesi gerekmektedir ki, Suriye-Rusya Stratejik İsbirliği Anlaşması nedeni ile bunu başarması neredeyse olanaksız gibi.
Bu nedenle de İsrail’in, ABD’den aldığı askeri harekat desteği hangi boyutta olursa olsun, Suriye’yi güneyden kuzeye veya güneyden kuzey-doğuya ulaşacak şekilde yarıp ilerlemesi ve de geçtiği yerleri koruması, konvansiyonel silahlarla olanaksız.
Bu koşullarda Orta Doğu’nun yeniden oluşturulması, şekillendirilmesi ve sınırların yeniden düzenlemesi hedefli yaşanmakta olan acımasız savaşın, Türkiye’yi de içine alması neredeyse imkansız gibi.
Tabi bu söylediklerim normal savaş koşulları içinde geçerli varsayımlar. İsrail’in şeytani planlarını ve niyetlerini okuyabilen bir teknolojiye sahip olmadığımız için mevcut enstrümanlar üzerinden yorum yapabiliyoruz.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
İsrail’in Gazze’ye ve Lübnan’a saldırılarını izlerken aklıma hep Vietnam geliyor.
Dönemin güçlü devi, önünde hiçbir gücün duramayacağına inanılan ABD, bu savaşta 58 bin askerini kaybetti. Savaşın son yıllarında ABD’li anneler ABD hükümetini eleştiren ve suçlayan büyük bir protesto düzenlediler. Sloganları çok manidardı ve gerçekleri yansıtıyordu: “Bizim evlatlarımızın Vietnam’da ne işi var, niye başkasının toprakları için ölüyorlar.”
Vietnam savaşı ardından yaşanan bu infial “Vekalet Savaşları”nı ortaya çıkardı.
ABD Vietnam savaşından sonra hiçbir savaşında veya işgalinde ABD askerlerini göndermedi, gönderdiyse de ön saflara kendi askerini değil, para ile tuttuğu “paralı askerleri” öne sürdü. Kendi evlatlarını kurban etmemek için paralı askerlere maaş, lojistik destek, silah desteği ve savaş araç gereci vermeyi tercih etti.
Vietnam savaşından alınacak çok dersler var.
Askeri stratejist değilim ama düz mantıkla bile bazı hesapları görmek mümkün.
Vietnam Savaşı raporlarını okurken, dikkatimi çeken en önemli askeri strateji konularından biri, işgal edilen toprakların elde tutulabilme çabasıydı. Bunun için gereken insan sayısı, harcanan enerji, silah, lojistik destek, gıda, ilaç, yakıt ve benzeri destekler inanılmaz boyutta idi.
Örneğin ABD ordusunun bir Vietkong köyünü yaka yıka ele geçirmesi için 500 asker gerekiyor idiyse bu köyün topraklarını ve bu köyü Güney Vietnam’a bağlayan yolları, sızma olmaması, tuzaklar kurulmaması için koruyabilmesi ancak asgari 10 misli (5 bin) askerle olabiliyordu.
Gelelim günümüze; İsrail’in Türkiye’nin sınırlarına kadar gelebilmesi ve Doğu Akdeniz’den Irak sınırına kadar bu bölgeyi koruyabilmesi için önce Lübnan sonra da Suriye topraklarını yakıp yıkarak ve düşmanı sıfırlayacak düzeyde yok ederek ilerlemesi gerekiyor. Bu bağlantısını İsrail’in kuzey hududuna kadar da kuş uçurtmayacak şekilde koruması için de on binlerce piyade askerine, askeri araca, silaha ve elektronik cihazlara ihtiyacı var.
İsrail’in hedefi büyük olasılıkla ABD’nin 2012’de işgal ettiği ve halen kontrolünü elinde tuttuğu Suriye’nin petrol yatakları. Her ne kadar bu petrol yatakları ABD’nin vekalet güçlerinin yönetimindeyse de ana kontrol ABD’nin elinde. Söz konusu ABD yönetimindeki Petrol yataklarının büyük bir bölümü, Suriye’nin doğu bölgelerinde Irak sınırı ile kuzeydoğuda Haseke yakınlarındaki Deyr ez Zor vilayetinde yer almakta.
Zaten sorun da burada başlamakta.
İsrail’in bu bölgeye korunaklı bir şekilde ulaşabilmesi için Suriye-Lübnan sınırının kuzeyinde ve doğusunda yer alan Rus Askeri Üslerinin arasından geçmesi gerekmektedir ki, Suriye-Rusya Stratejik İsbirliği Anlaşması nedeni ile bunu başarması neredeyse olanaksız gibi.
Bu nedenle de İsrail’in, ABD’den aldığı askeri harekat desteği hangi boyutta olursa olsun, Suriye’yi güneyden kuzeye veya güneyden kuzey-doğuya ulaşacak şekilde yarıp ilerlemesi ve de geçtiği yerleri koruması, konvansiyonel silahlarla olanaksız.
Bu koşullarda Orta Doğu’nun yeniden oluşturulması, şekillendirilmesi ve sınırların yeniden düzenlemesi hedefli yaşanmakta olan acımasız savaşın, Türkiye’yi de içine alması neredeyse imkansız gibi.
Tabi bu söylediklerim normal savaş koşulları içinde geçerli varsayımlar. İsrail’in şeytani planlarını ve niyetlerini okuyabilen bir teknolojiye sahip olmadığımız için mevcut enstrümanlar üzerinden yorum yapabiliyoruz.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
BOLU (AA) - Bolu'da milli futbolcu Melih Demiral'ın heykeli, törenle açıldı.
Demiral'ın 2024 Avrupa Şampiyonası'ndaki Türkiye-Avusturya maçında "bozkurt" işareti yaptığı anı simgeleyen heykel, Karaçayır Mahallesi Şehit Selen Paşa Caddesi'ndeki dönel kavşağa yerleştirildi.
Heykelin açılış töreninde konuşan Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, o dönem UEFA tarafından Demiral'a 2 maç ceza verilmesini tepki gösterdiklerini belirterek, futbolcunun heykelini dikeceğini söylediklerini hatırlattı.
En büyük tepkisinin emperyalizme olduğunu dile getiren Özcan, "Hep çifte standartlılar. İspanyol sporcu gol atıyor, boğa işareti yapıyor buna ceza yok çünkü boğa İspanyolların simgesi. Türk dünyasının simgesi de bozkurt. Bu hareketi yapınca niye ceza veriliyor?" dedi.
Heykelden bazı kesimlerin rahatsızlık duyduğunu söyleyen Özcan, "sözde değil, özde milliyetçi" olduklarını, verdikleri sözü tuttuklarını sözlerine ekledi.
MANNHEIM. Seit Ende Juni 2024 gilt das „Gesetz zur Modernisierung des Staatsangehörigkeitsrechts“ (StARModG). Wer Deutscher:in werden will, muss seine bisherige Staatsbürgerschaft nicht aufgeben. Das bedeutet zum Beispiel: Viele neue Doppelstaatler:innen können künftig in zwei Ländern wählen. In Deutschland und in Europa ist es keine Seltenheit, in verschiedenen Kulturen gleichzeitig aufzuwachsen. Doch was passiert eigentlich, wenn sich das auch in zwei Pässen niederschlägt – wenn man ganz offiziell zu zwei Ländern gehört? Wer darf überhaupt zwei Pässe besitzen und was bedeutet das für den Alltag – in Bezug auf Reisefreiheit, Arbeit oder politische Teilhabe? Im Rahmen der ersten Langen Nacht der Demokratie in Baden- Württemberg veranstaltete das Deutsch-Türkische Institut für Arbeit und Bildung e.V. (DTI) eine spannende Diskussionsrunde im Studio Werkhaus des Nationaltheaters Mannheim (NTM). Rund 80 Teilnehmende versammelten sich, um die weitreichenden Folgen der Doppelstaatlichkeit zu erörtern.
„Als gemeinnütziger Verein engagieren wir uns seit vielen Jahren aktiv im Bereich der Demokratiebildung, denn wir sind fest davon überzeugt, dass demokratische Teilhabe und Bildung das Fundament für eine starke, inklusive Gesellschaft bilden. Für unser Engagement wurden wir kürzlich mit einem der Mannheimer Demokratiepreise ausgezeichnet, eine Ehre, die uns bestärkt, diesen Weg weiterzugehen. Und JA: Wir lieben die Demokratie und insbesondere die Werteordnung des Grundgesetzes. Es gibt nichts Besseres!“, so Franz Egle, geschäftsführender Vorstand des DTI e.V.
Dirk Grunert, Bürgermeister für Bildung, Jugend und Gesundheit, würdigte das neue Gesetz als bedeutende Erleichterung und Chance für viele Menschen zur aktiven politischen Teilhabe: „Diese Entwicklung ist ein großer Schritt nach vorne, nicht nur für die Betroffenen, sondern auch für unsere Stadtgesellschaft. Mehr Menschen werden nun die Möglichkeit erhalten, voll und ganz Teil unserer demokratischen Gemeinschaft zu werden. Sie können wählen, politisch aktiv werden und die gleichen Rechte und Pflichten wie alle deutschen Staatsbürger wahrnehmen.“
Zahra Alibabanezhad Salem, Vorsitzende des Mannheimer Migrationsbeirats, hob hervor: „Das neue Gesetz zur Mehrstaatlichkeit ist ein riesengroßer Fortschritt für Deutschland. Der deutsche Pass bedeutet für mich, die gleichen Rechte wie alle anderen Deutschen zu haben. Denn die Pflichten, von denen wir sprechen, gelten auch für alle Menschen ohne Staatsangehörigkeit, die hier leben. Das wichtigste Recht, wenn wir über demokratische Teilhabe reden, ist das Wahlrecht. Für mich bedeutet das, zur Gesellschaft zu gehören.“
An der Diskussionsrunde nahmen Expert:innen wie der Heidelberger Rechtsanwalt Mehmet Kılıç, die Übersetzerin Hülya Ayağlar, die CDU-Stadträtin Sengül Engelhorn sowie Andrea Baroncioni, Leiterin des Fachbereichs Bürgerdienste, teil. Kılıç erläuterte die juristischen Aspekte des neuen Gesetzes und teilte seine eigene Einwanderungserfahrung mit den Anwesenden. Moderiert wurde die Diskussionsrunde von Bahar Deniz, die 1998 in Istanbul geboren wurde und seit 2016 in Deutschland lebt. Im vergangenen Jahr initiierte sie gemeinsam mit Akın Demircioğlu und weiteren Engagierten im Zusammenhang mit der Kommunal- und Europawahl einen „Weckruf“ zur politischen Partizipation.
Kabarettist Omurca: Doppelpass oder Doppellast?
Muhsin Omurca, Kabarettist und Cartoonist, bekannt für die Prägung des Begriffs „biodeutsch“, thematisierte auf humorvolle Weise die Herausforderungen der doppelten Staatsbürgerschaft.
In den 1980er Jahren kam er nach Deutschland und wurde später zum „staatlich geprüften Deutschen“.
In seinem unterhaltsamen Programm, das er mit eigenen Cartoons bereichert, schilderte Omurca seinen Werdegang und reflektierte über die Schwierigkeiten, die ihm beim Erlernen der deutschen Sprache begegnet sind. Er beleuchtete, was ihn von einem „Biodeutschen“ unterscheidet und erzählte von einer amüsanten, aber auch herausfordernden Begegnung mit einem Taxifahrer in Brasilien, der den Hitlergruß zeigte. Mit einem Augenzwinkern kommentiert er seine Identität als „Neudeutscher“: „Jetzt muss ich mich auch zu meiner deutschen Vergangenheit bekennen. Als ob meine türkische Herkunft nicht genug wäre. Ich wollte nur den Doppelpass – jetzt trage ich die Doppellast.“
Die Veranstaltung fand im Rahmen der Veranstaltungsreihe ‚Bildung,Beteiligung, Demokratie‘ des DTI e.V. und der einander.Aktionstage des Mannheimer Bündnis sowie der Langen Nacht der Demokratie 2024 in Kooperation mit dem NTM statt.
Almanya'da 1997 yılından bu yana geleneksel olarak her yıl düzenlenen "Açık Cami Gününe" bu yıl da Müslüman olmayan toplumun ilgisi yoğun oldu.
Almanya Müslümanlar Koordinasyon Konseyinin (KRM) bu yılki temasını "İnsan hayatı ve önemi" olarak belirlediği Açık Cami Gününde, Diyanet İşleri Türk İslam Birliğine (DİTİB) bağlı camilere Müslüman olan veya olmayan çok sayıda kişi yoğun ilgi gösterdi.
Almanya'da 858 caminin bağlı bulunduğu DİTİB Genel Merkezi bünyesindeki Köln Merkez Camisi'ne gelen konuklar, cami ve İslamiyet ile ilgili bilgi aldı.
Köln'de bu yıl 28'ncisi düzenlenen programa, Köln Anakent Belediye Başkan Yardımcısı Ralf Heinen ile kentin yerel yöneticileri de katılarak camiyi ziyaret etti.
DİTİB Genel Sekreteri Eyüp Kalyon, AA muhabirine, 3 Ekim gününün gerek Müslüman gerekse gayrimüslimlerin camilere davet edildiği çok özel bir gün olduğunu söyledi.
Gün içinde yüz binlerce kişinin camileri ziyaret ederek, ibadethaneleri içeriden görme imkanına sahip olduklarını belirten Kalyon, "Bu sebepten dolayı biz her yıl yeni bir temayla bu etkinlikleri değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu yıl camilerimizde 'insan hayatının önemini' vurgulayarak bunu insanlara anlatmaya çalışıyoruz. Bugün çok özel bir gün ve Almanya'da izin günü olması dolayısıyla insanların camiye gelme oranı daha yüksek. Bugün de burada misafirlerimize hem camimizi hem İslamiyet'i anlatmaya çalıştık." dedi.
Bu yılki etkinlikler kapsamında gün boyu çeşitli seminer, sergi ve etkinlikler düzenlendi, cami rehberleri ziyaretçilere camileri tanıttı.
BERLİN (AA) - ERBİL BAŞAY - Doğu Almanya ile Batı Almanya resmen 3 Ekim 1990'da birleşmesinin üzerinden 34 yıl geçti, ancak ülkenin iki tarafında yaşayan Almanlar arasında halen tam bir bütünleşme gerçekleşmedi.
İkinci Dünya Savaşı’nı kaybeden Almanya, işgal kuvvetleri ABD, Fransa, İngiltere ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarafından dörde bölündü.
Daha sonra ABD, Fransa ve İngiltere'nin kendi yönetim birimlerini birleştirmesi sonucu 1949'da Almanya Federal Cumhuriyeti (Batı Almanya), doğuda da SSCB’nin etkisi altında bulunan ve sosyalist sisteme sahip Alman Demokratik Cumhuriyeti (Doğu Almanya) kuruldu.
Halkın, refah seviyesi yüksek Batı Almanya’ya gitmesini engellemesi amacıyla Doğu Alman yönetimi 1961’de "Utanç Duvarı" olarak anılan Berlin Duvarı'nı inşa etti.
SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un 1980'li yıllarda açıklık ve yeniden yapılanma politikasıyla Doğu Bloku ülkelerinde reform süreci yaşandı.
Bu süreçte Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde halk rejime karşı 1989’da sokaklara çıktı ve Kasım 1989’da "Utanç Duvarı" yıkıldı.
Doğu Almanya'da 18 Mart 1990'da yapılan ilk serbest seçimlerden sonra Doğu ve Batı Almanya arasındaki görüşmeler "Birleşme Anlaşması" ile sonuçlandı.
3 Ekim 1990'da Doğu ve Batı Almanya'nın yeniden birleşme süreci resmen tamamlandı ve varlığı sona eren Alman Demokratik Cumhuriyeti, Almanya Federal Cumhuriyeti'ne katıldı.
Halkın "barışçıl bir devrimle" Doğu Almanya rejimine son vermesinin ve iki Almanya’nın birleşmesinin üzerinden 34 yıl geçmesine ve hükümetin ülkenin doğusuna yatırımlar yapmasına rağmen bir çok konuda ülkenin doğusu ile batısında yaşayanlar arasında halen tam olarak bütünleşme sağlanamadı.
Bilhassa Doğu eyaletlerinde yaşayanların beklentilerinin karşılanmamış olması hayal kırıklığına yol açtı.
Bu özellikle haziranda düzenlenen Avrupa Parlamentosu (AP )seçiminde ve eylülde ülkenin doğusunda bulunan Thüringen, Saksonya ve Brandenburg eyaletlerinde yapılan seçimlerde bir kez daha görüldü.
AP seçiminde aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisinin ve Sol Partiden ayrılan Sahra Wagenknecht İttifakı-Anlayış ve Adalet İçin" (BSW) Partisinin doğu eyaletlerinde yüksek oy aldı. AfD’nin tüm doğu eyaletlerinde birinci çıktı. Buna karşın batı eyaletlerinde Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partileri ilk sırada yer aldı. Bu da 1990'da iki Almanya'nın birleşmesinden önceki ülkenin "Doğu ve Batı" olarak bölündüğü tabloyu anımsattı.
AfD’nin, Saksonya ve Brandenburg eyaletlerinde yapılan seçimlerde ikinci, Thüringen’de ise birinci çıkması doğudaki halkın önemli bir bölümünün tepki oyu kullandığı ve mevcut hükümetten memnuniyetsizliğinin yanı sıra iki Almanya’nın birleşmesinin üzerinden 34 yıl geçmesine rağmen halen halkın beklentilerinin karşılanmadığı şeklinde yorumlar yapıldı.
- Almanya'nın doğusunda yaşayanlar kendilerini ikinci sınıf vatandaş görüyor
Alman kamu yayıncısı ARD’nin 22 Eylül’de düzenlenen Brandenburg eyalet meclisi seçimleri öncesinde bu eyalette yaptığı bir anket çoğunluğunun kendilerini "ikinci sınıf vatandaş" olarak gördüğünü ortaya koydu.
Ankete katılanların yüzde 67’si "Doğu Almanlar hala pek çok yerde ikinci sınıf vatandaş konumunda" olduğunu ifade ederken yüzde 64’ü de "Siyaset ve ekonomi hala büyük ölçüde Batı Almanların hakimiyetinde" görüşünü paylaştı.
- Doğu Almanlar üst pozisyonlarda yeterince yer almıyor
Alman hükümetinin Doğu Almanya Sorumlusu Carsten Schneider’in yaptırdığı araştırmada da doğu Almanların yüksek pozisyonlarda yeterince temsil edilmediğini ortaya koyarken bunun da doğu Alman halkının kendilerini ikinci sınıf vatandaş görmelerine neden olabileceği belirtildi.
Almanya’da nüfusun yüzde 19’nun Doğu Almanlardan oluşmasına rağmen ülkedeki üst düzey pozisyonların sadece yüzde 12,3'ünde Doğu Almanya'da doğanların yer aldığı aktarıldı.
Üst yönetim kademelerine bakıldığında ise bu durumun daha belirgin şekilde yansıdığı ve burada Doğu Almanya'da doğanların oranının yüzde 7'de kaldığı görülüyor.
Ülkedeki şirketlerde yüksek pozisyonda bulunan Doğu Almanların oranın yüzde 4,3 olduğu belirtildi.
- Doğu Almanya'daki maaşlar batıdan daha düşük
Birleşmenin ardından Alman hükümeti, Almanya'nın doğusundaki bölgelere "ayrıcalıklı" yatırımlar gerçekleştirmesine rağmen yine de doğudaki eyaletler ekonomik olarak batıdaki eyaletlerin gerisinde kaldı.
Bertelsmann Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre iki Almanya’nın birleşmesinin üzerinden 34 yıl geçmesine rağmen Doğu Almanya’daki maaşlar Batı Almanya’dakilerden yüzde 15,9 daha düşük.
İşsizlik oranı da batı eyaletlerde yüzde 5,3 olurken doğu eyaletlerinde bu oran yüzde 7,2 olması dikkati çekti.
- Doğuda yaşlı nüfus çok
Öte yandan Doğu Almanya'da bir başka sorun da demografik gelişme olarak görülüyor.
İki Almanya’nın birleşmesinden sonra yüzbinlerce genç, özellikle kadınlar ekonomik sebeplerden dolayı "batıya" göç etti. Bu da doğu eyaletlerde ekonomik gelişmeyi etkiledi. Bir çok yerde kalifiye eleman eksikliği yaşanıyor. "Doğuda' çoğunlukla yaşlılar bulunuyor.
Uzmanlar hükümetin doğu eyaletlerini daha cazip kılmak için önlemler alması çağrısında bulunuyor. Gelecek korkusu yaşayan doğu Almanların popülist patilere oy verdiği uyarısı yapılıyor.
Mevcut farklılıklar ve Almanlar arasında tam olarak bütünleşme sağlanamaması "Berlin Duvarının fiziki olarak yıkıldığı, ancak kafalardaki duvarın hala mevcut olduğu" yorumlarına yol açıyor.
Berlin’de Alexander Meydanı'nda iki Almanya’nın birleşmesine ilişkin düşüncelerini AA muhabirine anlatan Fabian Frost, Almanya'nın doğusunda ve batısında çok gezdiğini belirterek, "Birleşmenin insanlar için iyi olduğunu söylemeliyim. Ancak elbette hala çok büyük farklılıklar var. Kültürel olarak, parasal olarak. Öbür tarafta (Batıda) daha iyi bir gelir var." dedi.
Frost, doğu eyaletlerinde de bazı yerlerde iyi gelir elde edilebileceğini ifade ederek, bunun da batıdaki şirketlerin doğu eyaletlerine genişlemesinden kaynaklandığını ifade etti.
Birleşmenin yine de iyi bir olay olduğunu aktaran Frost, halkın bütünleşip bütünleşmediği şeklindeki soruya da "Bazı gruplar farklıklardan dolayı doğu-batı olarak ayrılıyor. Ancak çoğumuz hep birlikte olabilecek durumdayız." şeklinde cevap verdi.
- AfD’nin seçilmesine şaşırmaya gerek yok
Emekli olan Angela ise birleşmeden sonra yıllar geçtiğini ve halen doğu ile batı arasında her şeyin eşitlenmediğini belirterek, "Çok farklılıklar var. Bu bağlamda Batıdakilerin malvarlığına sahip. Burada biz doğudan geliyoruz. Neyi biriktirelim? Bir şey biriktiremedik." dedi.
Angela, Almanların henüz tam olarak bütünleşmediğini vurgulayarak, "Doğu Almanya’nın (varlığı) ne kadar sürdüğüne baktığınızda, yıllar çok hızlı geçti ve aslında pek çok şey iyi olmadığını düşünüyorum." değerlendirmesinde bulundu.
Siyasetçilerin Doğu Almanya için daha fazlasını yapması gerektiğini belirten Angela, "AfD’nin seçilmesine şaşırmaya gerek yok İnsanların hiçbiri (durumdan) memnun değil." diye konuştu.
Doğu Almanyalı olan Kerstin de Doğu ve Batı Almanların bütünleşmediğini ifade ederek, "Oldukça belirgin farklılıkları fark ediyorum. Şu anda çok kötü bulduğum şey doğudan gelen bizlere ne şekilde davranılması, özellikle de siyasi olarak. Bizi entegre etmek veya bize demokrasiyi anlatmak istemeleri, bunu oldukça korkunç buluyorum." dedi.
Kerstin, "doğuluların" daha fazla temsil edilmesi ve dinlenmesi gerektiğini belirterek, "Mantıklı siyaset yapılırsa seçmen de farklı olacaktır." ifadesini kullandı.
- Bilseydik sokaklara çıkmazdık
Soyadını vermek istemeyen Elke adlı vatandaş ise bugün siyasi duruma bakıldığında durumun kötü olduğunu belirterek, "Birleşme iyiydi, yapılması gerekiyordu, olması da gerekliydi. Barışçıl bir direnişti. Ancak siyasetin tamamına ve günümüzün ekonomik durumuna, savaş çığırtkanlığı dahil tüm siyasi duruma bakarsanız, bunun tam bir rezalet olduğunu söylemeliyim. Doğudan geliyorum, 34 yıl önce bunun için sokağa çıkmadık." şeklinde konuştu.
Doğu ve Batı Almanlar arasında bütünleşme sağlanamadığını ifade eden Elke, "Tam tersine. Çünkü toplumu bölmek için çok fazla şey yapıldı. Bunda asıl payı siyaset taşıyor. Kovid-19, silah, ekonomi politikası vesaire. Şu anki siyasi durumdan kimse memnun değil ve burada bizi neyin beklediğini 34 yıl önce bilseydik, o zaman kimse sokaklara çıkmazdı." değerlendirmesinde bulundu.