Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
İsrail’in Lübnan’a saldırısı, İkinci Dünya Savaşının sudan nedenlerle başlaması ve başta Avrupa olmak üzere sanayi, ticaret ve ekonomide dünyanın önde gelen ülkelerinin yeniden yapılandırılması ile benzeşiyor.
Özellikle ABD’nin sanayide gelişmiş olmasına karşın ürettiği mallarını Avrupa’ya ve Avrupa’nın kanını emdiği sömürgelerine satamıyor olması ve savaş sonunda bu durumun değişmesi, savaşın dünyayı yeniden şekillendirdiğinin bir göstergesi olmuştu.
Görünen o ki ABD, İsrail’in lehine ve rahat edeceği şekilde Orta Doğu’yu yeniden dizayn etmek istiyor.
İsrail’in 1948 yılında devlet olarak tanınmasından sonra 1948, 1952, 1967 ve 1973 yıllarında birleşerek 4 kez İsrail’e ortak bir ordu ile saldıran Mısır, Libya, Suriye, Ürdün ve Irak gibi Arap ülkeler, bölgede İsrail için potansiyel tehdit olarak algılandı. Özellikle 1973 yılında yer alan Yom Kippur savaşında, ABD’nin sınırsız desteği ile yenilgiden kıl payı kurtulan İsrail, bölgede varoluşunu sağlamlaştırmak ve garantilemek için ABD ile uzun vadeli bir plan yaptı. Çareyi de söz konusu Arap ülkelerinin bir kez daha birleşip İsrail’e saldırmaması için bu ülkeleri kontrol altına alarak pasifize etmek, pasifize edemediklerini de içten, bir daha birleşememek üzere parçalamakta buldular.
İlk etapta İngiltere’nin gizli sömürgesi olan Ürdün, bu birlikten ayrıldı ve Atlantik ittifakının kontrolü altına girdi.
İkinci adımda Mısır, ABD’nin Maryland eyaletinde yer alan Camp David’de Mısır devlet başkanı Enver Sedat ile İsrail başbakanı Menahem Begin’in, 12 gün süren gizli pazarlık sonrasında 17 Eylül 1978'de el sıkışmaları ile ABD’nin güdümü altına girdi ve birlik içinde pasif kalmayı tercih etti.
Bu tarihten sonra Libya, Suriye ve Irak’ta, MOSSAD’la CIA’in çalışmaları ile pasif hücreler kuruldu, satın alınan siyasilerin yardımı ile de yavaş yavaş ülke içinde işsizlik, gıda enflasyonu, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü, usulsüzlükler ve kötü yaşam koşulları yaratıldı. Zamanlamanın ve ortamın uygun olduğu 2010 yılında pasif hücreler harekete geçirildi ve hedef dışı olan Tunus'ta Muhammed Buazizi'nin kendini yakmasıyla hükümete karşı bir başkaldırı hareketi başlatıldı. Bu başkaldırının ardından, pasif hücrelerin aktif hale getirilmesi ile benzer sorunlar yaşayan hedef ülkelerde eşzamanlı olarak başkaldırılar başlatılmıştı. Sonuçta, geçmişte Birleşik Arap Ordusuna katılan Ürdün ve Mısır Atlantik İttifakının denetimi altına girerken, Libya, Irak ve Suriye üçe bölündü, kısmi olarak Atlantik İttifakının işgali altına girdi, geçmişte Birleşik Arap Ordusunu oluşturan tüm devletler bir daha birleşememek üzere saf dışı bırakıldı.
Günümüzde Orta Doğu, İsrail ve ABD tarafından, tamamen İsrail’in bekası ve ABD’nin bölgesel çıkarları doğrultusunda tekrar şekillendirilmeye çalışılıyor.
Bu ikinci etabın hedefinde Hizbullah, Hamas ve Yemen’deki Ensarullah Hareketi yer almakta. İsrail bu üç Arap örgütünü de imha ederek rahat bir soluk almak istiyor. Bunun için ilk hedefi Gazze ve Hamas oldu.
Hamas yapısı itibarı ile gerilla örgütü ve gerektiğinde de düzenli orduya dönüşebilecek yetenekte olduğu için İsrail Hamas’ın üst düzey yöneticilerini hedef aldı. Ardından Hizbullah lideri Nasrallah’ı saf dışı bıraktı, Hizbullah’ı yönetim zafiyetine sokmak için hedefine üst düzey Hizbullah komutanlarını koydu.
Üçüncü hedef de Yemen ve Ensarullah gibi duruyor.
Umalım ki ABD ve Batı şimdiye kadar sürdürdüğü “İsrail’e her koşulda destek” politikasından vazgeçsin ve Orta Doğu, daha da sıkıntılı günler yaşamasın.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
SPD Milletvekili Macit Karaahmetoğlu, CDU Genel Başkanı ve Birlik Partileri Başbakan Adayı Friedrich Merz'in gençlik ceza hukukuna ilişkin son açıklamasını eleştirdi. Karaahmetoğlu, Merz’in yıllardır uygulanan gençlik ceza hukukunu sertleştirerek ‚endişeli vatandaşlar‘ nezdinde 'kanun ve düzen' adamı olarak kabul görmek istediğini belirtti. Karaahmetoğlu, Merz’in böylelikle hukuk sisteminin ilkelerini görmezden geldigini kaydetti.
Ludwigsburg SPD Milletvekili Macit Karaahmetoğlu’nun konuyla ilgili açıklaması şöyle:
"Friedrich Merz, genellikle 90'ların siyasetçisi olarak tanımlanır. Ancak 19. yüzyıldan kalma bir siyasi düşünceye sahip olduğu konusunda şüphelerim giderek artıyor. Gençlik ceza hukuku hakkındaki son açıklamaları beni hayretler içinde bıraktı. Birlik Partilerinin başbakan adayı, hukuk devletimizin temel ilkelerini anlamamış. Gençleri, yetişkinler gibi yargılamak ve gençlik ceza hukukunun eğitim anlayışını ortadan kaldırmak istiyor. Onun sert tutumlu düşünce yapısı, görünüşe göre yalnızca cezalandırma ilkesini kapsıyor.
Bir suçtan ders çıkarmak, topluma yeniden kazandırmak ve daha fazla suçun önlenmesi gibi kavramlar anlaşılan ona tamamen yabancı. 1975'te reşit olma yaşının 21'den 18'e düşürülmesinden sonra, gençler için bilinçli olarak bir takdir yetkisi alanı oluşturuldu ve bu sayede olgunluklarına göre ya yetişkin ya da gençlik ceza hukukuna göre yargılanabiliyorlardı. Merz, yaklaşık 50 yıllık uygulamayı göz ardı ederek ‚endişeli vatandaşlar‘ nezdinde 'kanun ve düzen' adamı olarak kabul görmek istiyor. Muhtemelen bir sonraki adımda 14 yaşından itibaren kısmi ceza ehliyetini sorgulayacak ki bu, ülkemizde bir asırdır uygulanmaktadır."
İsrail’in Lübnan’a saldırısı, İkinci Dünya Savaşının sudan nedenlerle başlaması ve başta Avrupa olmak üzere sanayi, ticaret ve ekonomide dünyanın önde gelen ülkelerinin yeniden yapılandırılması ile benzeşiyor.
Özellikle ABD’nin sanayide gelişmiş olmasına karşın ürettiği mallarını Avrupa’ya ve Avrupa’nın kanını emdiği sömürgelerine satamıyor olması ve savaş sonunda bu durumun değişmesi, savaşın dünyayı yeniden şekillendirdiğinin bir göstergesi olmuştu.
Görünen o ki ABD, İsrail’in lehine ve rahat edeceği şekilde Orta Doğu’yu yeniden dizayn etmek istiyor.
İsrail’in 1948 yılında devlet olarak tanınmasından sonra 1948, 1952, 1967 ve 1973 yıllarında birleşerek 4 kez İsrail’e ortak bir ordu ile saldıran Mısır, Libya, Suriye, Ürdün ve Irak gibi Arap ülkeler, bölgede İsrail için potansiyel tehdit olarak algılandı. Özellikle 1973 yılında yer alan Yom Kippur savaşında, ABD’nin sınırsız desteği ile yenilgiden kıl payı kurtulan İsrail, bölgede varoluşunu sağlamlaştırmak ve garantilemek için ABD ile uzun vadeli bir plan yaptı. Çareyi de söz konusu Arap ülkelerinin bir kez daha birleşip İsrail’e saldırmaması için bu ülkeleri kontrol altına alarak pasifize etmek, pasifize edemediklerini de içten, bir daha birleşememek üzere parçalamakta buldular.
İlk etapta İngiltere’nin gizli sömürgesi olan Ürdün, bu birlikten ayrıldı ve Atlantik ittifakının kontrolü altına girdi.
İkinci adımda Mısır, ABD’nin Maryland eyaletinde yer alan Camp David’de Mısır devlet başkanı Enver Sedat ile İsrail başbakanı Menahem Begin’in, 12 gün süren gizli pazarlık sonrasında 17 Eylül 1978'de el sıkışmaları ile ABD’nin güdümü altına girdi ve birlik içinde pasif kalmayı tercih etti.
Bu tarihten sonra Libya, Suriye ve Irak’ta, MOSSAD’la CIA’in çalışmaları ile pasif hücreler kuruldu, satın alınan siyasilerin yardımı ile de yavaş yavaş ülke içinde işsizlik, gıda enflasyonu, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü, usulsüzlükler ve kötü yaşam koşulları yaratıldı. Zamanlamanın ve ortamın uygun olduğu 2010 yılında pasif hücreler harekete geçirildi ve hedef dışı olan Tunus'ta Muhammed Buazizi'nin kendini yakmasıyla hükümete karşı bir başkaldırı hareketi başlatıldı. Bu başkaldırının ardından, pasif hücrelerin aktif hale getirilmesi ile benzer sorunlar yaşayan hedef ülkelerde eşzamanlı olarak başkaldırılar başlatılmıştı. Sonuçta, geçmişte Birleşik Arap Ordusuna katılan Ürdün ve Mısır Atlantik İttifakının denetimi altına girerken, Libya, Irak ve Suriye üçe bölündü, kısmi olarak Atlantik İttifakının işgali altına girdi, geçmişte Birleşik Arap Ordusunu oluşturan tüm devletler bir daha birleşememek üzere saf dışı bırakıldı.
Günümüzde Orta Doğu, İsrail ve ABD tarafından, tamamen İsrail’in bekası ve ABD’nin bölgesel çıkarları doğrultusunda tekrar şekillendirilmeye çalışılıyor.
Bu ikinci etabın hedefinde Hizbullah, Hamas ve Yemen’deki Ensarullah Hareketi yer almakta. İsrail bu üç Arap örgütünü de imha ederek rahat bir soluk almak istiyor. Bunun için ilk hedefi Gazze ve Hamas oldu.
Hamas yapısı itibarı ile gerilla örgütü ve gerektiğinde de düzenli orduya dönüşebilecek yetenekte olduğu için İsrail Hamas’ın üst düzey yöneticilerini hedef aldı. Ardından Hizbullah lideri Nasrallah’ı saf dışı bıraktı, Hizbullah’ı yönetim zafiyetine sokmak için hedefine üst düzey Hizbullah komutanlarını koydu.
Üçüncü hedef de Yemen ve Ensarullah gibi duruyor.
Umalım ki ABD ve Batı şimdiye kadar sürdürdüğü “İsrail’e her koşulda destek” politikasından vazgeçsin ve Orta Doğu, daha da sıkıntılı günler yaşamasın.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Berlin’de Türk sivil toplum kuruluşları ve iş insanlarıyla gerçekleştirdiğiniz buluşmada, Türkiye’nin stratejik konumunu vurgulayarak, ülkemizin 4 saatlik uçuş mesafesiyle 67 ülkeye ulaşabilen önemli bir lokasyonda bulunduğunu belirttiniz. Bu kritik avantajın, Türkiye’ye olan ekonomik ve kültürel katkılar açısından ne kadar değerli olduğunun farkındayız dediniz.
Ancak, bu stratejik avantajı tam anlamıyla değerlendirebilmek ve yurtdışındaki milyonlarca vatandaşımızın potansiyelini en üst düzeye çıkarabilmek için acilen Yurtdışındaki Türklerin Gücünü Harekete Geçirmek ve Güçlendirmek İçin Yeni Adımlar Atılmalıdır!
Yurtdışı Türkler Bakanlığı ve 82. Seçim Bölgesi Türkiye'nin Gücünü Artıracaktır
Avrupa’da yaşayan yaklaşık 7.5 milyon vatandaşımız ve Türkiye’ye gelip giden 3 milyon vatandaşımızla birlikte toplamda 10 milyonluk dev bir potansiyel bulunmaktadır. Yurtdışındaki Türklerin oluşturduğu bu büyük topluluk, Türkiye’nin ekonomik ve kültürel kalkınmasında önemli bir rol oynamaktadır. Almanya’da faaliyet gösteren Türk işletmelerinin yıllık 50 milyar Euro ciroya ulaşması, yurtdışındaki vatandaşlarımızın Türkiye’ye sağladığı katkıların en somut göstergesidir.
Saadet Avrupa olarak, bu dev potansiyelin daha iyi değerlendirilmesi ve yurtdışındaki vatandaşlarımızın sorunlarına kalıcı çözümler üretilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu bağlamda, Yurtdışı Türkler Bakanlığı kurulması ve 82. Seçim Bölgesi olarak adlandırılacak bir temsil bölgesinin oluşturulması elzemdir.
Yurtdışı Türkler Bakanlığı, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın Türkiye ile olan bağlarını güçlendirecek, ekonomik ve kültürel katkılarını artıracak projeler geliştirecek ve yaşadıkları ülkelerdeki sorunlarına çözüm üretmek için çalışacaktır. Aynı zamanda, 82. Seçim Bölgesi ile yurtdışındaki vatandaşlarımızın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde daha güçlü bir şekilde temsil edilmesi sağlanacaktır.
Saadet Avrupa olarak, bu adımların atılmasının Türkiye’nin uluslararası alanda daha güçlü bir konuma gelmesine büyük katkı sağlayacağına inanıyor ve bu iki konunun TBMM gündemine bir an önce taşınmasını talep ediyoruz.
Samet Sami Temel
Saadet Avrupa Başkanı
Zertifikatsübergabe an die Schüler:innen des “Aktiven Schuljahres” durch Bürgermeisterin Judith Roth-Jörg
Im Würzburger Rathaus fand nun die feierliche Zertifikatsübergabe an die Schüler:innen des aktiven Schuljahres statt. Bürgermeisterin Judith Roth-Jörg überreichte den engagierten Jugendlichen ihre Auszeichnung.
Während der Übergabe betonte Bürgermeisterin Roth-Jörg die Bedeutung von Bildung und Engagement. Sie lobte die Schüler:innen für ihre herausragenden Leistungen und ihren Einsatz während des Schuljahres: „Ihr habt gezeigt, dass ihr auch neben den täglichen Anforderungen im Schulalltag Durchhaltevermögen und Ehrgeiz besitzt. Diese Eigenschaften werden euch auf eurem weiteren Lebensweg begleiten und unterstützen“, so Bürgermeisterin Roth-Jörg.
Zum Abschluss der Zeremonie wünschte Bürgermeisterin Roth-Jörg den Absolvent:innen alles Gute für ihre Zukunft und ermutigte sie, ihre Träume und Ziele weiterhin mit Leidenschaft zu verfolgen.
Eine Abschlussveranstaltung mit einer gemeinsamen Aktivität am Vormittag, Spiel und Spaß sowie dem Höhepunkt der feierlichen Zertifikatsübergabe wird alle zwei Jahre vom Aktivbüro der Stadt Würzburg ausgerichtet.
In den Schuljahren 2022/23 und 2023/24 nahmen insgesamt zwei Schülerinnen und fünf Schüler am „Aktiven Schuljahr“ teil. Eine Schülerin leistete ihren freiwilligen Einsatz in der Schulkindbetreuung U-Boot des Kindergartens St. Jakobus, die anderen beim Sportverein Heidingsfeld 1919 e. V.
Über das Auszeichnungsprojekt “Aktives Schuljahr”
Das Auszeichnungsprojekt bietet Würzburger Schüler:innen die Möglichkeit, sich ein Schuljahr lang ehrenamtlich zu engagieren. Dabei leisten sie insgesamt 50 Stunden freiwillige Arbeit in einer selbst gewählten Einsatzstelle, was etwa 1-2 Stunden pro Woche entspricht. Die zwei großen Schlagworte des freiwilligen aktiven Schuljahres sind „Gutes tun und gleichzeitig wertvolle Erfahrungen sammeln“.
Ziel des Projekts ist es, den Jugendlichen außerhalb der Schule wertvolle praktische Erfahrungen, Verantwortungsübernahme und das Entdecken neuer Fähigkeiten zu ermöglichen. Am Ende des Schuljahres erhalten alle Teilnehmenden ein Zertifikat, dass ihr Engagement offiziell anerkennt und bei zukünftigen Bewerbungen hilfreich sein kann.
Alle zwei Jahre findet zudem eine gemeinsame Abschlussveranstaltung mit feierlicher Zertifikatsübergabe statt.
Alle Informationen zum „Aktiven Schuljahr“ 2024/25 findet man über die Homepage der Freiwilligenagentur Würzburg (https://www.freiwilligenagentur-wuerzburg.de)
Er hat sich bereits zu einer kleinen Tradition im Landkreis Kelheim entwickelt: Der Kinoabend zum Thema Demenz. Mit knapp 200 Besuchern war die Veranstaltung ein voller Erfolg und bot eine Plattform für Aufklärung, Austausch und Verständnis. Der Film „Blauer Himmel Weiße Wolken“, der im Mittelpunkt des Abends stand, beleuchtete auf eindrucksvolle Weise die Herausforderungen und Erfahrungen von Menschen mit Demenz sowie deren Angehörigen.
„Wir freuen uns sehr über den diesjährigen Besucherrekord beim Demenz-Kinoabend. Die rege Teilnahme und das Interesse der Besucher zeigen, wie wichtig es ist, über dieses Thema zu sprechen und das Bewusstsein dafür zu schärfen.“
Franziska Neumeier,
Geschäftsstellenleiterin Gesundheitsregionplus Landkreis Kelheim
Schon Tage vorher waren die Plätze im Roxy-Kino Abensberg ausgebucht. Zahlreiche Personen hatten die Chance genutzt, sich auf eine etwas andere Art und Weise mit dem Thema Demenz auseinanderzusetzen. Und das kostenlos, denn die AOK Direktion Landhut-Kelheim übernahm die Kosten für die Filmvorführung.
„Als Gesundheitskasse wollen wir Verantwortung übernehmen, denn die Krankheit Demenz betrifft nicht nur die Erkrankten selbst, sondern auch deren Zu- und Angehörige. In Deutschland leben Millionen von Menschen mit dieser Erkrankung, und die Zahl wird voraussichtlich weiter steigen. Daher ist es entscheidend, dass wir als Gesellschaft mehr über Demenz lernen.“
Jürgen Eixner, AOK Landshut-Kelheim
Im Anschluss an die Filmvorführung hatten die Gäste die Möglichkeit, an einer moderierten Gesprächsrunde mit dem Kelheimer Neurologen Dr. Florian Grum teilzunehmen. Dr. Grum beantwortete zahlreiche Fragen und gab wertvolle Einblicke in die verschiedenen Formen der Demenz, deren Symptome und den aktuellen Stand der Forschung. Viele Besucherinnen und Besucher berichteten von persönlichen Erfahrungen mit dem Thema und nutzten die Gelegenheit zum Austausch.
Der Kinoabend Demenz ist ein gemeinsames Angebot der AOK Landshut-Kelheim, der Katholischen Erwachsenenbildung im Landkreis Kelheim und der Seniorenunion unter dem Dach der Gesundheitsregionplus Landkreis Kelheim.
Der ehemalige „Kardinal-Faulhaber-Platz“ hat einen neuen Namen: er heißt jetzt „Theaterplatz“. Oberbürgermeister Christian Schuchardt enthüllte das neue Straßennamenschild im Beisein zahlreicher Gäste.
„Die Umbenennung des Kardinal-Faulhaber-Platzes in Theaterplatz markiert einen bewussten Umgang mit unserer Vergangenheit und ist das Ergebnis eines demokratischen Prozesses“, so Schuchardt. „Ich bin froh, dass wir nach längerem Diskurs im Stadtrat zu einer gemeinsame Entscheidung gefunden haben.“
Der bisherige Name „Kardinal-Faulhaber-Platz" geht auf einen Kardinal aus Unterfranken zurück, dem Forscher ein zwiespältiges Verhältnis zum Nationalsozialismus attestieren. Der langjährige Münchner Kardinal Michael von Faulhaber (1869-1952) stammte aus Unterfranken und erhielt in Würzburg seine theologische Ausbildung. Seine Haltung zu Adolf Hitler und der NS-Bewegung wird von vielen Forschern als „zwiespältig" beschrieben.
„Der neue Name „Theaterplatz“ ist nicht nur ein neutraler Begriff, sondern auch eine Hommage an die kulturelle Bedeutung sowie die prägende Architektur dieses Ortes.“
„Gegenüber erhebt sich das imposante, neue Gebäude des Mainfranken Theaters, das als Staatstheater ein noch wichtigerer Anziehungspunkt für Kulturinteressierte aus Nah und Fern sein wird. Der Theaterplatz kann sich so zu einem lebendigen Raum entwickeln. Einem Treffpunkt, an dem sich Menschen begegnen und austauschen können. Einer Piazza, die im Alltag von zahlreichen Menschen passiert wird“, blickt der Oberbürgermeister in die Zukunft.
Auch in historischer Hinsicht hat der Platz in Anbetracht seiner umliegenden Grundstücke und Gebäude viel zu bieten. In Sichtweite waren einst die Kartause Engelgarten, der Ludwigsbahnhof, die Schrannenhalle und das alte Stadttheater. Heute sind in unmittelbarer Nähe außer dem namensgebenden Theater die Residenz, das Mozart-Areal oder Greissings Greiffenclau-Palais, besser bekannt unter dem Namen Roter Bau.
Nach dem Bau der neuen Straßenbahnlinie soll der Theaterplatz gemäß den Ergebnissen mehrerer Workshops und eines städtebaulichen Wettbewerbs zu einer grünen Oase gestaltet werden.
Das neue Schild am rechten Platz
BERLİN (AA) - Berlin’de iki yılda bir düzenlenen Avrupa’nın en büyük uluslararası ulaşım teknolojileri, sistemleri ve araçları fuarı InnoTrans, mobilitenin geleceği, dijitalleşme, elektrifikasyon, otomasyon ve sürdürülebilirliği yeniden şekillendirmek için kapılarını açmaya hazırlanıyor.
Almanya’nın başkenti Berlin'de yarın başlayacak InnoTrans2024, 27 Eylül'e kadar ziyaretçilerini ağırlayacak. 59 ülkeden 2 bin 940 firmanın ulaşım teknolojisinde yeni ürünlerini sergileyeceği fuarı yaklaşık 140 bin kişinin ziyaret edeceği tahmin ediliyor.
Bu yıl fuarda toplu taşımada hareketlilik ve verimlilikte en son trendlerin, yolcuların bilgiye yönelik beklentilerini karşılayan ürünlerin, giderek önem kazanan dijital ağın, yapay zekanın ve enerji tasarruflu sağlayan ulaşım araçlarının ilgi görmesi bekleniyor.
Dijitalleşme ve sürdürülebilirliğin bu yıl fuarın odağında olması planlanıyor.
Bu yıl 1996’dan beri en büyük sergi alanına sahip olacak fuarda, katılımcılara, yolcular için daha akıllı konfor eğilimlerini izleme ve karşılaştırma, toplu ulaşım için yeni ürün ve teknolojilerle tanışma fırsatı sağlanacak, ulaşım sektörünün güncel ve gelecekteki sorunlarını kapsamlı bir konferans programı ile ele alma imkanı sunulacak.
Yapay zeka, veri koruma ve robotik alanlarındaki en son gelişmelerin bulunduğu Yapay Zeka Mobilite Laboratuvarı da fuarda yer alacak. Labarotuvar da derslerin yanı sıra ziyaretçilerin yeniliklerle doğrudan temas kurmasını sağlayan özel yapay zeka turları da düzenlenecek. Ayrıca Google Cloud, yapay zekanın lojistik ve tedarik zincirlerinde kullanımına ilişkin vizyonunu paylaşacak.
Şirketlerin insan kaynakları yöneticileri, demir yolu sektörüne yeni gireceklerle görüşecek ve onlardan gelecek soruları yanıtlayacak.
Bu yıl 14'üncüsü düzenlenen fuara, TCDD'nin yanı sıra ulaşım sektöründe faaliyet gösteren Kardemir, Sarkuysan, Türesaş ve Bozankaya'nın da aralarında bulunduğu 65 Türk firması katılıyor.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu ile Almanya Dijitalleşme ve Ulaştırma Bakanı Volker Wissing'in, InnoTrans fuarının resmi açılışına katılması planlanıyor. Uraloğlu'nun, fuarda Türk şirketlerinin stantlarını gezerek, çeşitli firmaların yetkilileri ile görüşmeler yapması bekleniyor.