Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Tüm dünya ile birlikte ‘bu günleri de mi görecektik’sorusunu sıkça sordurtan bir yılı geride bırakıyoruz. Hepimizin kendisine göre bir tahmini veya beklentisi varsa da gireceğimiz yılın neleri getireceği ve başımızdaki salgının nasıl biteceği konusunda kafamız bir hayli karışık. Uzayda istikbal arayan günümüz insanlığı, hala nasıl meydana geldiği tartışmalı bir virüsle baş edememesi ile tarihe geçecektir.

İnsanlığın uğradığı felaketler, ister mahalli ister global düzeyde olsun her şeyden önce kafamızı ellerimizin arasına alıp düşünmeye, neleri yanlış yaptığımızı bulmaya ve yapmamız gereken doğrulara yönlendirmiyorsa bir sonraki yıkımın sıkıntılarını çekmeyi göze alıyoruz demektir. Ne yazık ki dünyamız birçok yönü ile böyle bir görüntü sergilemektedir. Bu görüntü gelebilecek muhtemel felaketlerin, yaşananları aratacağı ihtarını vermektedir.

RANT ELDE EDİLECEĞİ DÜŞÜNCESİ

Bütün insanlığı tehdit eden salgına karşı topyekun karşı durulması ve ortak mücadele verilmesi gerekirken dünya nimetlerinden en çok yararlanan ve dünyanın gidişatında en çok pay sahibi olanlar, salgını gezegenimiz üzerinde hakimiyet tesis etme ve tahakkümlerini pekiştirme fırsatına dönüştürme çabasına giriştiler. Çaresizlik içerisinde çırpınan insanların ve kitlelerin feryatları, kazanç hırsı ile yanıp tutuşan kesimlerin vaveylaları arasında duyulmaz oldu, istatistik değere dönüştü. ‘Belki bir çare buluruz’ diye uğraşan ilim insanlarının gayretleri bile hangi derde deva olacağından ziyade buluşlarla ne kadar para kazanılacağı, kimlerin köşeyi döneceği, hangi ülkenin ne kadar rant elde edeceği ölçülerine indirgendi. 

İnsanlık tarihinde görülmemiş şekildeki insan sağlığını rant kaynağına dönüştürme hırsı, içinde cebelleştiğimiz şok durumunu atlattığımızda yeni bir medeniyet arayışını hızlandıracaktır. Geleceğin dünyasının ancak temelinde, merkezinde ve hedefinde insan olan bir anlayış üzerinde inşa edilmesi keyfiyeti, kendisini bütün ağırlığı ile şimdiden göstermektedir. Yönelimlerimizin, kazanç sağlamak için ihtiyaç haline getirilen alanlar yerine temel ihtiyaçlarımızın sağlıklı ve sürekli karşılanması gayesine matuf hale getirilmesi mecburiyeti artık tüm çıplaklığıyla kendisini hissettirmektedir. Sağlıklı insan ve sağlıklı toplumların yaşayamadığı bir dünyada ilerilik, kalkınmışlık göstergesi gibi sunulan hiçbir şeyin anlamının olmayacağı açıktır.

VİCDANLI BİR ZİHNİYETE TERK ETMELİ

Hastalığı fırsat, hastaları müşteri gibi gören günümüzdeki hakim zihniyet, yerini daha insani ve vicdanlı bir zihniyete terk etmek zorundadır. Bu yola, sıkıntıları katlanarak artan insanlığın patlama noktasına gelmesini beklemeden girilmesi gerekmektedir. Bunalımların şiddetinin arttığı dönemlerde insanların ve toplumların kafalarına üşüşen fikirlerin daha ziyade ekstrem, daha çok problem üretme potansiyeline sahip, tepkisel arayışların ürünü olduğu bilinmektedir. O sebeple böyle bir uç noktaya varılmadan dünyamızın sakinleşmesi, insanlığın rahatlaması ve doğru bir istikamete yönelmesi herkesin yararınadır. Elbette bunu öncelikle düşünmesi gerekenler ipleri ellerinde tutanlardır. Ancak yaşanan felaketlerin katlanarak artmasından adeta bayram eden çıkarcı egoist çevrelerin de bunlarla birlikte olduğu bilinmektedir. Felaketlerin çıkması ve yayılmasında, önlenmemesi veya önlenememesinde asıl sorumlular ve bir suç söz konusuysa suçlular bu çevrelerin içindedirler. İnsanlığın karşılaştığı çözümü en zor kısır döngü kendisini bu noktada göstermektedir.

Tüm bu karanlık tabloya rağmen insanlığın çıkış yolu veya yollarını bulacağına inanmak gerekmektedir. Halk arasında çokça söylendiği gibi hiçbir derdin dermansız kalmayacağına inanmak gerekmektedir. Tüm aykırı tutumlara rağmen insanlığın kendisine yakışan ve gerekli yörüngeye gireceğine inanmak gerekmektedir. Tabii tüm yapılacakları sadece başkalarından talep etme ve bekleme yerine ‘ben de yapabilirim’ şuuru ile her birimizin üzerine sorumluluk alması kaçınılmazdır. Bu duygu ve düşüncelerle 2021 yılınızın hem özelde hem de insanlık ölçeğinde sıkıntıların aşıldığı, yeni dertlerin üretilmediği, güzel, aydınlık, sağlıklı, huzurlu, barış içerisinde bir yıl olmasını temenni ederim.

Almanya mesleki eğitime verdiği önem ile bilinin bir ülkedir. Tarihin her döneminde kaliteli bir mesleki eğitimi almak isteyenlerin yolu Almanya’dan geç-miş, titiz bir mesleki başarıya yönelmek isteyenler bir şekilde bu ülke eğitiminin kriterlerine yakın yaşamaya çalışmışlardır. Ülkede halen uygulanan mesleki eğitim kriterlerinde kabul edilmiş meslekler adlandırılmış, kategorize edilmiş ve kendi içlerinde düzenlemeler yapılmıştır. Mesleki eğitimi düzenleyen kurumlerın en üst araştırmasında kabul edilmiş meslek sayısı 330’dur. Mesleki eğitim almak isteyen birinin bu 330 meslek içerisinden bir seçim yapması ve uygulamadaki kriterlere de uyması gerekmektedir.

Otomobil sanayisinde  mesleki eğitim

Bir Ali örneği ile başlayalım anlatmaya. Genç Ali’nin küçük yaştan beri otomobillere merakı varmış. Yaşı ilerleyip mesleki eğitim alma çağına geldiğinde araştırmaya başlamış ve yanındakilere ilk sorusu şu olmuş; “Otomobiller hakkında bir şeyler öğrenmek için nereye gitmeliyim? Aldığı cevap Almanya olunca bizim Ali mekatronik okumaya başlamış ve mezuniyet aşamasına kadar da hayli başarılı. Almanya sadece kaliteli otomobiller açısından değil, mükemmel bir meslek eğitim sistemi açısından da oldukça ciddi bir ülke. Ülkedeki sistem pratik ve teoriyi biraraya getirmesi ile dünyaca tanınıyor. Bir çok ülke Almanya’nın mesleki eğitimdeki başarısını örnek almaya çalışmaktadır. Öğrenci hem okulda, hem de işyerindedir. Almanya’dan alınmış bir meslek eğitimi diploması dünyanın her yerinde geçerli olduğu gibi dünyanın her yerinde iş bulunabileceği kesindir. Almanya’nın mesleki eğitim diploması kariyerin ilk basamaklarıdır demek daha doğru bir tarif olacaktır.

Uluslararası adayların Almanya’da yer bulma imkanı ne kadar?

Günümüz Almanyası’nda pek çok meslekte çırak ve kariyer sahibi ulsta ve kalfa açığı var. 2019 yılında neredeyse 70 bin civarında mesleki eğitim kontenjanı boş kaldı. Bu nedenle başka ülkelerden meslek öğrencilerinin gelmesi arzulanıyor. Bu durumun geçerli olduğu meslekler özellikle sağlık ve bakıcılık, inşaat, bilgi teknolojileri, gastronomi, sıhhi tesisat, ısıtma ve klima tesisatı, fırıncılık veya kasaplık gibi perakende iş alanları. Almanya’ya gelebilme şansı olan mesleki eğitim elemanlarının eğitim sonunda iş yerlerinin de hazır olduğu kabul edilmelidir.

Almanya’da hangi meslekler için eğitim var?

Makalenin başında belirttiğimiz gibi Almanya’da yaklaşık 330 tanınmış meslek eğitimi var. Bir çalışmanın meslek olarak kabul edilebilmesi için çalışma alanı ve öğretici ustaya önem veren Almanlar kabul edilmiş meslekler için zaman zaman işyerine ve öğrenciye maddi destek te sağlamaktadır. Bu alanda bilgi almak için planet-beruf.de ve berufe.tv web sitelerine bakılabilir. Mesleki eğitim adayları için nerelerde yer olduğuna İş Kurumunun, Sanayi ve Ticaret Odasının ve Lehrstellenradar’ın iş ilanları bölümlerine bakabilirsiniz.

Bir yabancı genç mesleki eğitim için Almanya’ya gelebilir mi?

Avrupa Birliği’nden herkes Alman-ya’ya gelip meslek eğitimi alabilir. Topluluk vatandaşı olduğundan eğitim almasına da gerek yoktur. İsviçre’den, Lichtenstein’dan, Norveç’ten ve İzlanda’dan gelenlerin oturma izni almasına gerek yok. Ama bunların dışındaki bir ülkeden geliyorsanız vize başvurusu yapmanız gerekir. Özellile Türk gençleri mutlaka öncelikle vize başvurusu yapmalı.

Birlik Gazetesi üzerinden yeni yılda okuyucularımıza seslenmenin mutluluğu içerisindeyim. Güzel ülke Türkiye’den güzel ülke Almanya’ya gelen, burada yaşayan ve hayallerini bu ülkede kuran herkese merhaba diyerek başlamak isterim. Hepimizin evinde ve ailesinde sevincin bol, huzurun çok ve mutluluğun hiç eksik olmaması da en iyi dileklerimin kapağı olsun. İki yılık süre için bu topraklara gelenlerin bu topraklarda kalan başarılı çocukları geriye doğru baktığında 60 uzun yıl gördüğünü tahmin edebiliyorum. Bu bağlamda gelecek yıl Almanya IKG Enstitüsü ile birlikte faliyetler yaparak karatrenler ile gelenlerin unutulmaması için örnek proğramlara imza atmaya çalışacağız. TGMN Nürnberg olarak bu alandaki çalışma ve programlarımızı paydaşlarımız ile paylaşacak ve onların da görüş-lerini alacağız. Bütün çabamız Türklerin Almanya literatürüne girmesi, arşivlerde yer alması ve Türk kimliğinin Almanya’ya katkılarının hep hatırlanmasıdır. Bu proğramların bilimsellik adına kurum ve kuruluşlar tarafından incelemeye alınması ise Almanya’da ilk andan itibaren Türklerin kabulü manasına gelecektir.

TGMN - Nürnberg Metropol Bölgesi Türk Toplumu olarak derneklerimiz arasında koordinasyon ve işbirliğine büyük önem veriyoruz. Bazı faliyetleri ortak yaparak, bazılarını ise destekleyerek daha verimli geçmesi de bizim çalış-malarımız arasındadır. Çünkü bizim bir çok sorunumuz ortaktır, bir yabancı düşmanı şunun derneği veya camisi demiyor. Tehdit mektupları gelirken Konyalı başkan veya Karadenizli’lerin derneği diyerek seçmiyor. Ama gözü kapalı karanlık faşitlere göre Türkler bu ülkede fazlalık ve korkutup sindirerek sayıları azaltılmalı. Bunların karşısına güçlü, bilgili ve kararlı bir ses ve duruş gereklidir. Bunu başarabildiğimiz ölçüde sonuç alabiliriz. Bunları göç tarihinin 40 yılına şahitlik eden biri olarak biliyorum.

İnsanımızın toplumsal anlam da moral yüklü ve geleceğe güvenli bakması da önemli bir etkendir. Tehdit mektubu alan, saldırıya uğrayan ve moral bozucu hakarete uğrayan derneklerimize destek olmak adına bir yandan yasal yollara başvurarak yerel güvenlik makamları nezdinde harekete geçerken, diğer yandan TGMN heyeti olarak ziyaretler gerçekleştirip yalnız olmadıklarını farkettiriyoruz. Şunun iyi farkındayız ki, yasal ve moral bağlamında karşılığı verilmeyen her karanlık güç, bir sonraki seferde daha çok ses getirmek adına tahmin edilemeyecek zararlar verebilir. Bunu bir korku olarak değil, bu ülkenin geç mişte yaşadığı acı tecrübelerden biliyoruz.

TGMN olarak hiç bir derneğimizin iç işlerine, seçimine, veya gelecekteki faliyetlerine karışmıyoruz. Bilakis her derneğimizin ve bizim insanlarımız tarafından kurulan ve hayata geçirilen kurumların faliyetlerini daha düzenli, verimli ve kaliteli yapabilmesini teşvik ediyoruz. Alman toplumunun gözünde derneklerimizin yaptığı faliyetler “Türkler” olarak kilişeleniyor. 60 yılın sonunda pırıl pırıl gençlerimizin idaresindeki dernek faliyetleri artık bizim insanımı zın dışa vuran kalitesi olarak algılanıyor. Türklerin artık, Alman ya için artı değer olduğunu öne çıkarmaya çalışıyoruz.

Mecliste milletvekilimiz, bele diye meclislerinde parti sırasında oturan arkadaşlarımız var. Firmalarımızın sayısı her geçen gün artıyor. Başarıyı sürekli teşvik eden bir başkonsolosumuzun bölgemizde oldu ğu bir dönemde birbirimizin ufak tefek hatalarını da yok sayabilmeliyiz. Unutmayalım, Nürnberg ve çevresinde biz hepimiz 100 bin civarında bir Türk ailesiyiz. İmkanımız bol, herşeyimiz var, biraz şaka ama artık Adana Kebap yemek için Adana’ya gitmeye gerek yok, Plärrer meydanında en kralı var.

Birbirimizin hep hatasından bahsetmeyelim, o bana şunu yapmıştıyı geçelim. Sen ona yapma ki büyüklüğün ortaya çıksın. Affederek birlik olalım. İri olalım, diri olalım, ama mutlaka iyi insan olalım. Hayatta iyi insan olmak çok önemli. İyi insan olarak bazen kaybetseniz de insanlığınızdan ödün vermeyin. İyi insanlar kaybetse de üzülmezler, çünkü onlar ahlaklıdır ve adil dövüşürler. Ama sonunda mutlaka kazanırlar.

Uzun yıllardan bu yana saflarında siyaset yaptı-ğım ve Türkiye kökenli göçmenlere en yakın siyasi merkez olarak gördüğüm Sosyal Demokrat Parti başkanlığında kurulması kararlaştırılan üçlü koalisyonun proğramında Türkiye kökenli göçmenleri tarif eden olumlu satırların yer alması beni ve bir çok vatandaşımızı memnun etti.

Birim insanımızın derdini işçi kökenli siyasetin ana ekseni  olan Sosyal Demokratların başında olduğu bir hükümet  taslak-proğramında yer alması ise partimizin bir milletvekili olarak bende büyük bir mutluluk uyandırdı.

Koalisyon anlaşmasının satır aralarına baktıkça özellikle çocuk paralarının geliri düşük aileleler için yükseltilmesi, eğitim ve meslek öğreniminde kullanılacak devlet yardımlarının artırılması ve yılda 400 bin yeni konutun inşa edileceğinin belirtilmesi hüküme tin en alttakilere olan samimi yaklaşımını işaret etmektedir. Biz Sosyal Demokratların yıllardır söyleye geldiği, en üsttekilerin huzuru ile en alttakilerin memnuniyeti arasındaki ilişkiyi unutma yan bir parti olduğumuzu açıkça ortaya koyarak koalisyon ortaklarımız ile anlaşmaya varmamız geniş halk kitlelerini memnun etti. Üçlü koalisyondaki bu satır arası koalisyon görüşme tutanaklarından önümüzdeki dönemde ciddi sıkıntı içinde olan vatandaşlarımızın da büyük oranda dahil olduğu geniş halk kesimlerinin mutluluğunun amaçlanıp sosyal devle tin şemsiyesinin alt kesimlere doğru genişlediğini farkediyoruz.

Hükümet programının 117. Sayfasının 3951. satırındaki tarif ise “Almanya’ya gelen göçmenler, onların çocuk ve torunları bu ülkeyi inşa edip kalkındırdılar. Bunun en güzel sembolü “Türkiye - Almanya İşgücü Anlaşmasının 60. Yılı.” şeklinde  bahsedilmesi nesiller boyu bu ülkeye yaptığımız katıkıların unutulmadığı şeklinde görebiliriz.

Üçlü koalisyon protokolünün diğer bölümlerinde ise ilginç yenilikler göçmen kökenlilerin memnun olacağı şekilde düzenlenmiş görülüyor. Benim ilk gözüme çarpan yenilikleri ile hükümet proğramının Türkiye kökenli hemşerileri mi ilgilendiren bölümlerini daha iyi farkedip ve  bilgilenmeleri adına bu makalede sıralamak istiyorum;

- Göçmenlerin daha fazla söz haklarının olması için uyum yasasının geleceği,

- Kamu şirketlerinde yabancı kökenli çalışanların sayısı arttırılacağı,

- Almanya’ya meslek eğitimi ve üniversite okumak için yurtdışından gelme şartlarının kolaylaştırılacağı,

- Çifte vatandaşlık için şartların kolaylaştırılarak Alman vatandaşlı- ğını alma şartlarının makul hale getirileceği,

- Alman vatandaşlığının beş yıl sonra alınabileceği, (çok iyi uyum sağla-yanların 3 sene sonra (vatan daşlığı alabileceği,

- Göçmenlere üç sene sonra süresiz oturum (Niederlassungserlaubnis) verileceği,

- 5 sene Almanya’da yaşayan ebeveynlerin çocukları otomatik çifte vatandaş olup bu vatandaşlıkların her ikisini de daima kullanabilme imkanı sağlanacağı,

- “İlk Nesil Gurbetçi’lere” geçmişte entegrasyon kursları (Almanca dili vs.) verilmediğinden onların vatandaş olmalarına büyük kolaylıklar getirileceği, 

- NSU kurbanlarının unutulmaması  için anma yeri (Dokumentationszentrum) kurulacağı,

- Müslümanlar ve inanç mabetlerinin korunup İslam düşmanlığına karşı önlemler alınıp, dernekler, camiiler ve gençlik yapılanmalarının destekleneceği, hükümet proğramına girmiş bulunmaktadır.

Aralık ayından itibaren partilerin kendi gruplarına sunarak onayının alacakları hükümet proğramın da yer alan yukarıdaki gelişme ve olumlu hükümet politikalarının Ocak ayı başından itibaren hayatımıza olumlu anlamda yansımaya başlayacağına inanıyorum. Özellikle ilk neslin rahat etmesinin he-deflenmesi Almanya siyasetinde önemli bir gelişmedir.

Değerli büyüklerim,

Sevgili arkadaşlar,

hükümet protokolü ile ilgili parti kanalları ve medyaya yansıyan bilgilerden derlediğim bu bilgileri öncelikle içinden geldiğim Türk  Toplumunun moral değerlerine olumlu yansımaları olması için hızlı bir şekilde ve sevinçle biraraya getirdim.

Bazılarının hayata geçmesinde uyum protokolleri değişikliği şeklindeki bürokratik düzenleme ler için birkaç ay zaman alsa da üç ayrı partinin alt gelir gruplarının sosyo-ekonomik hayatına tatlı dokunuşlar yaparak Almanya’nın savaş sonrasında ayağa kalkmasında en büyük emeği olan birinci nesil insanlarımızın ismen zikredilerek unutulmaması ve bu ülkedeki Türkiye kökenli bir milyondan fazla gencin Almanya’nın iş ve eğitim hayatına daha iyi entegrasyonu için son derece olumlu yaklaşım politikalarının benimsendiği farkediliyor.

Sosyal Demokrat bir siyasetçi olarak hep söyledim, “Bir ülke göçmenlerin dinamizminden faydalanabildiği ölçüde sosyal devlettir. Almanya özellikle dün, bugün ve yarın ekseninde Türk Göçmenlere samimi bir vatan olma yolunda kucaklayıcı bir göçmen politikası izleyecektir. Buna inanıyor ve proğramda bunu görüyorum.

Arkadaşım Dr. Latif Çelik, “Koca bir yılı korku dolu Covid-19 hikayeleri ile bitirdik be sayın vekilim” deyince acı acı güldüm. Hakikaten böyle oldu ve 2020 malesef hepimiz için kabus dolu bir zaman dilimi olarak belleklerimizde kalan bu yıl hemen herkesi hareketsiz hale getirdi. İnsanlığın baş belası hastalığın aşısı kullanılmaya başlasa da, toplumun önemli oranında bağışıklık sağlaması için sanırım gelecek yıl sonlarına kadar dikkatli olmamız gerekecek. Allah hiç kimseyi bu hastalık ile karşılaştırmasın, karşılaşanlara acil şifalar nasip etsin ve hepimize bu hastalıktan uzak günler nasip eylesin.

Sağlığımız tehlikeye girince anlıyoruz onun kıymetini. Ülkenin en önemli tıp otoritelerinin bile çare bulamadığı hastalığın önünü Türkiye asıllı iki doktorumuzun geliştirdiği aşı ile kesilmesi hepimize grur veriyor. Yıllardır göçmenleri sosyal sisteme yük olarak gören radikal çevrelere öyle bir cevap vermek nasip olduki, onlar bu konuda tek kelime  bile konuşamadılar. Uğur Íahin’in Almanya’ya ve insanlığa katkısı milyarlar ile ölçülemeyecek kadar değerlidir. Aklı selim her siyasetçi bunu zaten görüyor ve gelecekte milliyetlerin, renklerin ve cinsiyetlerin değil bilginin önemli olacağını ortaya çıkarmaktadır.

Gelecek haftadan itibaren dedelerimiz ile başlayan Almanya yolculuğunun 60. yılını kutlamaya hazırlanıyoruz. Elbette bu ülkeye  Anadolu’dan gelenlerin önemli katkısı oldu ama, bilgiyi küçük yaşlarda yakalayarak kendini yetiştirenler çok önemli başarılar yakaladılar. Ailelerin çocuklarının eğitimine özellikle dikkat etmesi şimdi daha önemli. Bu ülkedeki eğitim sisteminde çocuklarının geleceğini garanti altına almak isteyenlerin önü açıktır. Bizim insanımızın eğitime olan duyarlılığının daha da artması için elimizden gelen her türlü imkanı ortaya koymak istiyoruz. Bu alanda özellikle aileler çocuklarının öğretmenleri ile  direk kontakt kurmalı, korona bana engel  demeyerek telefon ile de olsun sürekli çocuklarının durumunu yakından takip etmelidir.

Yakın gelecekte Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri yine gündeme gelecek. Parti içindeki arkadaş-larıma, özellikle de partimizin AB içindeki temsilcilerine Türkiye’ nin önemini sürekli vurgulayarak üyelik perspektifinden uzaklaştırılma- sının Almanya için çok önemli bir kayıp olacağını vurguluyorum. Türkiye ve Almanya tarihi süreç içinde birbirinin çok önemli müttefiki, dostu ve partneridir. Almanya’da AB ülkelerinin hiç birinden biz Türkiye kökenliler kadar büyük bir grup bulunmamaktadır, Dolayısı ile federal veya eyalet bazında bana Türkiye ile ilgili sorular da gelmektedir. Benim partimden ya da diğer partilerden arkadaşlara sürekli şunu söylüyorum; “Türkiye Almanya için çok önemli bir ülkedir. Üyelik gerçekleştiğinde bunun faydası çok daha açık farkedilecektir. Türkiye konusundaki AB üyeliği tartış-maları her iki tarafta da  iç politikalara malzeme edilmeden karar verilmelidir. Türkler bu bağlamda en çok Almanya’dan destekve anlayış  beklemektedir“ şeklinde sohbetlerimiz olmaktadır.

Son olarak, Türkiye kökenli tüm insanlarımız siyaset ile ilgilenip, yerel bazda entegrasyona destek olabilecek şekilde siyasete girmelidirler. Unutmayın, siz konuşmaz iseniz sizin yerinize başkaları konuşur. Sizlerin verdiği oylar ile girdiğim eyalet parlamentosunda son derece yararlı çalışmalara imza atarak gelecekte göçmenleri ilgilendiren sosyal politikalarda önemli kararların alınmasını sağladım. Göçmen kökenlilerin sorunlarını gerek kendi gerekse diğer partilerdeki arkadaşları da ikna ederek çözüme kavuşmasını sağlamaya çalıştım. Siyasete giriş nedenim sessiz çoğunluğun sesi olmak ve geleceğe yönelik çabalarımda onların lehine sos-yal politikalar üretmektir. Ben de göçmen kökenli bir işçi ailesinin çocuğu olarak gelecekte seçmenlerime mutluluk, Nürnberg’lilere güler yüzlü siyaset ve Bavyera’ya samimi hizmet etmek amacı ile yola çıktım.  Siyaset yaptığım süreçte de bu yolda devam ederek Arif Taşdelen samimiyetini her zaman göstereceğim.

Sevgili hemşerilerime herşeyin en güzelini dilerken iş ve özel hayatlarında sağlık ve mutluluk dolu bir yaşam diliyorum.

Sümer Matematiği

Januar 14, 2022

Batı dünyası, uzun yıllar bizim çalışmamızda da alıntılar yaptığımız antik yunanı, medeniyetin çıktığı yer olarak gösterme çabalarına rağmen ve yazı öncesi döneme ait arkeolojik araştırmaların akademik sınırlandırmalarına karşın bugün halen kullanımda olan bir çok bilginin ve buluşun kökeninin Sümer uygarlığına ait olduğunu bilmekte. Bugün bilinen anlamda ilk devlet teşkilatı, ilk sulama ve lağım kanalları, ilk barajlar, kazıma ve saban kullanımı, kil tabletler üzerine ilk resim yazısı, kil, kurşun, gümüş ve altın üzerine ilk çivi yazısı, İlk borç seneti, ilk evlilik seneti, Neolitik dönemin hemen sonra sı Sümer uygarlığının getirdiği yeniliklerden yalnızca birkaçıdır.

Sümerler, ay, güneş ve yıldızların hareketlerini, burçları, güneş ve ay tutulmalarında kaydetmişlerdir.

Sümerlerin bilimde attıkları en önemli adım, matematik ve geometride olmuştur. Matematikte onlu e altılı olmak üzere iki sistem kurmuşlardır. Onlu istemin yanında, saatte, daire ölçümlerinde ve modüler adı altında hala altılı sistem de kullanılmaktadır. Çarpım tablosunu, çeşitli problemlerde bütün matematik işlemlerini en büyük sayıdan kesildi sayılara kadar yaparak bugünkü matematiğin ve hatta Cebir’in temelini atmışlardır. Geometri konusu da aynı. Heyecan verici değil mi? Burada unutulmaması gereken bir nokta. Bir önceki bölümde müzik yazımında lineer yerine, halen astroloji de kullanıldığı gibi dairesel bir sistem kullanmanın da onlardan bugüne miras olduğudur. Bugün de derece hesaplarında, bir daireyi 360° dereceye bölmekteyiz; yani 6 × 6 × 10. Süreci ölçmekte kullandığımız sistem de altmışlık bir sistemdir: 1 saat 60 dakika, 1 dakika 60 saniye.

Birazdan vereceğimiz örnek, onları müzik ve astroloji konusundaki bilgilerinin hiç te hafife alınmaması gerektiğini gösterecek. Müzik konusunda, kil tabletleri kazanmış olan isimler, hem işlemeli hem de telli çalgıları birlikte çalındığını bölgelerdir. Sümer döneminden kalma ve bir nota sistemi ile yazılmış baz müzikal eserlerin tekrardan icra denemeleri yapılmaktadır. Bugün, hala Sümer’den kalma takım yıldız adlarını kullandığımızı ve sümerlilerin güneş temelli bir takvim kullandıklarını ekleyelim.

İlk Sümer uygarlığı birden bire kompleks bir din, anıtsal mimari ve karışık bir yazım biçimi geliştiği için bir çok kişi, bu imparatorluğun kuruculardan yabancı bir yerden geldiklerini iddia etmiştir. Sümerlilerin kendilerinde tufandan önce yaşamış olan kralların torunlarının ikamet ettiği Dilmun adasından geldikleri ni kayıtlara geçirmişlerdir.

Muhtemelen Arabistandan gelen bir Sami Kavmin Mezopotamyanın istilası ile birlikte M.Ö 2360 yılından 2180 yılına dek süren akat uygarlığının yükselişi görülür. Akatlar farklı bir dil konuşmalarına karşın, Sümer yazısını kullanmaya devam etmişlerdir. Bunu Babil İmparatorluğu’nun yükselişi takip eder. Bu büyük imparatorluk M.Ö 2200 yılından 538 yılına dek varlığını sürdürmüştür, Kral Cyrus tarafından yönetilen Perslerce fethedilmiştir.

Ayrıca yaklaşık olarak 3000 yıl önce, kuzey Mezopotamya’da Asur imparatorluğu gelişmiştir. Aşağı yukarı Milat’tan önce 700 yılında Doruk noktasına ulaşmış, sınırları İran körfezi’nden Mısır’a dek varmıştır. Halkı Akatların semitik lehçesini benimsemiş ve Sümer yazısıyla yazmaya devam etmişti.

Babil ve Asur devletleri tarafından sonlandırılan Sümer, İleride göreceğiniz gibi 60 tabanlı bir matematik sistemi kullanan, bir daireyi 60 bölü kare = 360’a bölen, astroloji ve müziğin ortaya çıkışını resimlerdeki yazılardan çivi yazısına, sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş yapan medeniyettir.

Türklerde müzik, Türk tarihi kadar eskiye gitmektedir. Bir çok tarihçi ve müzikolog, en az 6.000 yıldan günümüze kadar devam eden bir Türk musikî tarihinden bahsetmektedir. Türklerde müzik yalnızca zevk, neşe, aşk, hüzün ve eğlenceyle sınırlı değildir: devlet ve millet birliğini oluşturan, savaş sırasında orduya o şevk ve duyguyu veren, onun yürüyüş ve hareketini düzenleyen de yine ses ve ritimdir. 

Çalgılarımızdan bir örnek verecek olursak, günümüze dek Türk dünyasına hâlen eşlik etmekte olan en yaşlı ata çalgılarımızdan biri olan Kopuz, bunlar arasında akıllarımıza ilk gelenidir. Peki; Türk milletinin nal izi bıraktığı geniş coğrafyalarda asırlarca yankılanan bu kutlu ses, yüzyıllar içinde ne çaldı, ne anlattı insanlara? Ya da, bu ses, sadece bir çalgımıydı?

Kopuz, muhakkak yalnızca bir calgı değildir: bu çalgıyla elde edilen ses ve âhenk ilk olarak ruhsal ve diğer hastalıkların tedavisinde kullanılması özelliğiyle, kısacası iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan kutlu ses diye de bilinmektedir. Kopuz, tarihsel yolculuğu boyunca Orta Asya’nın uzayıp giden ovaları ve derin bozkır ve vadilerinde Türkler için velîlik, bir ululuk sembolü de olmuştur her zaman. Hatta bir çoğumuz da biliriz ki, at üstünde ve belinde pusatıyla birlikte, omzunda çalgısıyla savaşa adeta bir düğün ve bayram havasında giden belki de tek milletizdir.

Peki; Kopuzun ya da diğer ata çalgılarımızın dünya müziğine katkısı olmuşmudur? Eğer öyleyse, bunlar nedir? Bu sorunun cevabı hem müzik bilimi açısından, hem de tarihsel bakımdan, kesin bir evet ile cevaplanmalıdır. Hatta diyebiliriz ki; dünya müziği adına da Kopuz’un dünya çapında ciddi bir etkileşiminden söz etmek durumundayız: ancak, ne yazık ki, bir çok farklı diğer konuda da olduğu gibi, gerçekten bizim, bizden ve biz olanı dışarıdan ya da başkalarından duyup öğrenince benimsiyoruz veya öğreniyoruz. Böylesi gerçeklerden, tarih-kimlik-bilinç üçgeninde bu denli büyük bir öneme haîz bir gerçeklikten bîhaber yaşayan herhâlde başka bir millet te yoktur yerküre üzerinde. Kaldı ki, batılıların da Türk musîkisini ısrarla Arap ve Acemlere mal etme çabalarını da gayet yakinen biliyoruz. Íayet, burada konu objektiflik ise, bir Arap düşünür ve tarihçi olmasına rağmen İbn-i Haldun Mukaddime’nin ve musikiye değindiği kısmında Araplarda İslam’dan önce kaydadeğer bir musikînin bulunmadığıdır. Varın tarih ve döneme göre bir kıyaslamayı siz yapın.

Yukarıda bahsettiğim katkıya gelirsek; bunun adı pentatonizmdir. Siz değerli ilgili ve okuyucuları bilgilendirmek adına kısaca anlatacak olursak; bildiğiniz üzere müzikte 7 farklı ses vardır, pentatonizmde ise 5. İsmini de zaten Antik Yunanca beş anlamına gelen penta kelimesinden alır. Günümüzde bu sistemi nerelerde duyabiliriz dersek: bu aralıklara, geniş Asya’da hemen hemen bütün ülkelerde olduğu gibi Anadolunun bazı illerinde (örn. Íanlıurfa, Erzurum, Konya, Safranbolu, Eskişehir) rastlarız. Ancak Asya ve Avrupa ile sınırlı olmayıp pentatonik düzen, Amerika’daki caz ve blues müziğinde de sıklıkla kullanılan bir ses aralığıdır. Pentatonik bir müzikâl kulağımıza geldiğinde  beyinlerimizde bir doğu ve uzak doğu imajı uyandırır.

Bir imparatorluk enkâzından dirilen Cumhuriyetimizin henüz genç çağlarında Atatürk’ün isteği ile Türk müziği ile dünya müziğini harmanlamak ve teorik bilgilerle yurda dönmeleri için Avrupa’ya yolladığı Türk Beşlerivardır. Müziğimizde müstesnâ bir yer edinen bu seçkin 5 musikîşinas genç kişiden birisi merhum Ahmet Adnan Saygun’dur. Saygun yurda döndükten sonra Atamız kendisinden Türk musîkisi hakkında bir araştırma yapmasını ister. Bu büyük üstad Ata’ya daha sonra sunduğu  raporda şu tespitlerine yer verir: ”Türklük camiasına dahil mütekâmil insanların, duyuşlarını ifade için bugün dahi pentatonik sisteme müracaat etmeleri o sistemin musikîde Türklüğün damgası olduğu neticesine bizi vardırmaz mı?“ Saygun’un  pentatonizmle ilgili neticelendirdiği iki ana fikir şudur: 

  1. Pentatonizm, Türk’ün öz malı ve musikîsinin ana esasıdır.
  2. Pentatonizmin bulunduğu yerlerde ya Türklerin bir kolu vardır veya medeniyetleri oralara kadar uzanmıştır.

Evet; şüphesiz bu da biz Türklerin müzik dünyasındaki haklı övünç kaynaklarından biridir. Bunun içindir ki, aynı kutlu yolu takip etme ülküsünde olan biz Türk müzik ve kültür elçileri açısından bu musikî emektârı merhum Saygun’un ruhunu ve tînini burada rahmetle anmak bir vazîfedir.

Pek saygıdeğer okurlar; bu ilk yazımda sizlere, dünya kültür sahnesindeki mühür ve izlerimizden olan bir konuyu bir nebze aktarmaya çalıştım. Hiçbir kuruma ya da bir gruba yaslanmadan, sadece ve sadece kendi emel, azim ve gayreti ile hizmet vermek isteyen bir müzik eğitmeni olarak da naçizâne fikrim, dileğim, arzum şudur ki; sanatımıza ve kültürümüze gerçek anlamda sahip çıkalım. Zirâ, tarihimizi başkaları yazdıkça, filmlerimizi başkaları çektikçe, ve türkülerimizi başkalarından duyup öğrendikçe, öz değerlerimizi kaybetmemiz içten bile olmayacaktır. Kaldı ki, biz konuşmazsak, başkaları bizim adımıza konuşur; biz söylemezsek, başkaları söyler ve en nihayetinde, Ortaasya’dan Anadolu havzasına kadar geniş bir coğrafyaya hüküm sürmüş bir milletin kültürel zenginliği tarihin küflü sayfalarında kendine yer bulmak için didinen, birkaç oryantalistin egzotik-folklorik bir izdüşümü hâline gelir. Yine öz düşüncemdir ki; özümüz ile özümüzmüş arasında ince bir çizgi olduğu kanaatindeyim her zaman. Bu çizginin müzmüş kısmına indirgenecek ve hapsedilecek olursak yine başkalarının dayattığı yapay ve sahte bir kültürcük edinilecektir. Íu anda tam da buna maruz kalmıyor değiliz maalesef. İşte sırf bu yüzdendir ki; özümüzü bilmemiz, ve bizi bizim de bilmemiz katî ve elzemdir.

Uzakdoğu düşünce sisteminde, Satori adı verilen bir şuur aydınlanma hâlinin doğru bilginin improvizasyon tarzında sezgi ile elde edilebileceği kanaati, bu konuda geniş araştırmalara yol açtı. Baksı-Şaman da bu hâli elde ediyordu. Sonunda bu vecd hâlinin, davul ritmi ve kopuz, rebap, sıbızgı adlı aletlerle icrâ edilen beş sesli musikî tonları ve buna bağlı hür bir improvizasyon ile elde edildiği anlaşıldı. Hâlen tedavi merkezlerinde uygulanacak müziğin gerilimden uzak olması istendiğinde beş ses sistemine müracaat edilmektedir. Musikîde ritim de çok önemli bir konudur; hatta ritim, müziğin dinamik ve belirgin elemanıdır. Ritim, histerik hâlleri vücuda geri getirebildiği gibi, uyku hâlini de doğurabilir, bir uyanıklık hareketi yahut bir hipnotik tesir oluşturabilir. Tekrarlanan yâhut taciz eden ritim, insanlarda psikolojik olarak üzüntü yaratır. Bilhassa baş seslerde meydana getirilen devamlı tekrar, üzüntü ve sıkıntı oluşturmaktadır.

Yavaş adımlarla devamlı seslerin tekrarı ve zaman içinde yavaşlaması, şuur kaybı sağlamaktadır. Bu ritim, bir melodinin geri planına yerleştirilirse, daha da etkili olabilmektedir. Enerjik olarak tekrar meydana getirilen bir ritim de insana kuvvet ve ümit hissi verebilir. Bazı ilkel ritimler gelişerek komplike bir hale getirilmiştir. Günümüz müzisyenleri, ilkel müzik ritimlerinin gücünü artık fark etmektedirler. Bu ilkel olarak nitelenen ritimler hislerimizi, heyecanlarımızı harekete geçirmektedir. Ritmik müzik, forma bağlı kalmadan tekrarlanırsa, içgüdüler üzerinde sınırsız etkiler sağlar.

Musikînin, duygu yönüyle meydana getirdiği tesîrlerin toplanıp organize olduğu ve değerlendirildiği çok önemli bir yerde, beyindeki limbik sistemdir. Heyecanlar ve duygular diğer sinir merkezleri ve beyindeki ilgili bölümlerle beraber, limbik sistem vasıtasıyla bir adaptasyona geçilmektedir. Son yıllarda sinir sistemi fizyolojisindeki çalışmalar sonucu özellikle hipotalamus ve limbik sistemin heyecanların doğuş ve ifadesi ile yakın ilgisinin keşfinden sonra, heyecanlar psiko-biyolojik bir bilim konusu olarak ele alınmış ve fizyoloji ile psikoloji bu konuda son derece ciddî yaklaşarak birbirini tamamlama yoluna girmişlerdir.

Haz-elem, heyecan ve duygular diye adlandırdığımız ve davranışlarımıza tesir ederek onları yönlendiren fenomenler, beyinde limbik sistemin organizasyonuna tâbi olarak hayatımızda kıymet kazanmaktadır. Denilebilir ki, herhangi bir dış uyaran limbik sisteminin bu özelliklerini harekete geçirerek kişinin motivasyonunda ve davranışlarında değişiklikler husİle getirebilir; Bu dış uyaran da belli bir mesajı ve tesir gücü olan müzikâl bir eser olabilir.

Asya Türk musikîsi, İslam dini tesiri ile spiritüel yönden daha da güçlenmiş ve tasavvufî Türk musikîsi doğmuştur. Büyük Türk İslam velisi hoca Ahmet Yesevî’nin Hikmet adını verdiği dörtlükleri, Türk insanına feyiz dağıtmış, onun izniyle Anadoluyu aydınlatmaya gelen Hacı Bektaş-ı Velî görüşlerini nefeslerle sormuştur. Diğer yandan Horasanda Mevlâna Celâleddin Rumî sezgilerini edebiyat metinleri hâline getirmiştir. Bir çok musikî âleti, bu maksat ile Anadolu ve Asya insanına hizmet etmiştir. Spiritüel (rİhanî, dinî, manevî) esaslı Türk musikîsi, asla pasif değildir. Nitekim bunlardan bu yana bütün askerî teşkilatları da musikî takımları çok önemli verilen ve asla ihmâl edilmeyen müesseselerdir. Mehter kelimesi, Osmanlı dönemindeki askerî teşkilâta Asyadan taşınarak gelmiştir. Beylik alâmetleri içinde âlem, sancak, tabl (ritim âletleri) beraber zikredilir. Eski Türk Hakanlarının ordugâhlarında Gök adı verilen besteler her gün bir tören düzeni içinde çalınır, Osmanlılarda ise mehter takımı belli saatlerde nevbet hurma denen bir çeşit askerî musikî icrâ ederdi. Göktürklerde 1.500 sene önce askerî bando olduğu da söylenmektedir.

Klasik Türk musikîsi böylesine köklü bir malzemeyle, Asyada ve Anadoluda beş sesli musikînin gelişmesi ile ve ifâde gücünün tasavvufî imkânların artmasıyla oluşmuş, sanat değeri yüksek bir musikî olarak temayüz etmiştir. Anadoluda Asyadan girişte Sadiyyİddin Urmevî, Abdülkadir Meragi, Gazi Giray Han’ın tesirleri ve onların Asyadan geldikleri bu geniş ve güçlü malzeme, insanları hayret ve ibretle düşündürücü hakikâtlerdir. İfâde derinliği, makâm zenginliği, eşsiz ses genişliği, yine sanat şâheseri şiirlerle bezenmiş hâlde üç kıtaya hükmeden Türk insanının iç âleminde ve his âleminde yankılanıyor.

Son GELİŞMELER

FOTO GALERİ

Zentrale Platzgestaltung: Grafeneckart erhält schmucken Vorplatz

Kinder und Jugendliche - Fitness-Check für Schulen

İki Ayyıldız Bayrak İtalya'da Dalgalandı

DSÖ: Sudan'da sağlık hizmetlerine yönelik saldırıları en güçlü ifadelerle kınıyoruz

BM raportörleri: "Sudan'da açlığın bir silah olarak kullanılmasına son verilmeli"

Türk Devletleri Teşkilatı Zirvesi 21. Yüzyıl Türk Yüzyılı OIabilirmi?

Türkiye - Irak İlişkilerinde Yeni Dönem: Ortak Menfaatlar

Austauschschüler aus den USA möchten Deutschland entdecken

Rusya: NATO Genel Sekreteri'nin değişmesiyle Rusya'ya karşı yaklaşım değişmez