Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

30 Ekim 1961 tarihinde Türkiye ile Almanya arasında imzalanan İş Gücü Anlaşması ile başlayan Türk göçü kitap oldu. 63 yıllık Türk göçünün 44 yılına bizzat yaşayarak tanıklık eden tarihçi-yazar Dr. Latif Çelik, gelecek nesilleri de derinden etkileyecek ‘60. Yılında Almanya Türkleri’ adlı bir kitap yazdı.

“Bütün bildiklerinizi unutun, Türklerin 60 yıllık Almanya tarihi yeni baştan yazıldı” diyen Dr. Latif Çelik, kalıcı bir eser bırakmanın gururunu yaşadığını söyledi. Eser, Anadolu’nun yolu ve elektriği olmayan ıssız köylerinden kalkıp Avrupa’nın en önemli sanayi ülkesine çalışmak için gelenlerin başarı hikâyelerini bilimsel kriterler ile ortaya koyuyor. Yüzlerce hikâyeden çıkarılan özetlerle her biri ayrı ayrı tarih kokan binlerce fotoğraf arasından seçilen bir dönemin serüvenini 10 ana başlık altında 351 sayfadan oluşan büyük boy kitabında toplayan Dr. Latif Çelik, “Türk göçünün 60 yıllık serüveninin farklı yönleriyle gelecek nesillere ulaştırılması öncelikle bizim neslin kalem tutan entelektüelleri için önemli bir görev olduğuna inanıyorum” dedi. Dr. Latif Çelik, Hürriyet’in sorularını yanıtlarken de göç hikâyesinin tarihini ve heyecanını yaşadığını gizlemedi.

 

 

BÖYLE bir çalışma yapmak fikri nereden çıktı?
Türklerin Almanya’ya gelişinin 60’ıncı yıl dönümünde birçok etkinlik düzenlenirken, elbette bir kültür tarihçisi olarak kendi alanımda değişik projeler planladım. Biz de Türklerin Almanya’daki varlığının belge niteliğinde bir kitapla kayıt altına alınması adına bir kültür tarihi saha araştırması çalışması başlattık.


Uzun süren bir çalışma oldu sanırım. Bu kadar geniş içerikli bir kitabı ortaya çıkarmak için farklı kurumlarda araştırmak zor olmadı mı?
Başkanlığını yaptığım Kültür, Tarih ve Entegrasyon Enstitüsü’nün ciddi bir arşivi var. Benzer konularda çalışmalar ve henüz üzerinde değerlendirme yapmaya fırsat bulmadığımız belgeler de mevcut. Öncelikle Almanya’da Federal Çalışma Dairesi, DOMID-Göç Araştırmaları Merkezi ve Münih, Würzburg, Berlin, Stuttgart, Karlsruhe, Hamburg ve Köln şehir arşivlerinde uzun süreli çalışmalar yaptım. Türkiye’de İş ve İşçi Bulma Kurumu, Devlet Demir Yolları arşivleri dışında kesin dönüş yapan 28 kişiyi 25 ayrı şehirde ziyaret ettim. Türk ve Alman arşivlerinden elde ettiğimiz, ancak kitapta yer veremediğimiz 770 fotoğraf ise gelecek projelerde okuyucuyla buluşmayı bekliyor.
Anlatırken mesleğinizi çok sevdiğinizi hissediyorum...


Kültür tarihçileri, öncelikle samimi, kendi milletinin tarihiyle barışık ve sessizliği seven bilim insanlarıdır. Çok zorluklarla ulaştıkları her belgeyi anlamlandırmak ve kategorize etmek zorundadırlar. Bizim için annelerin ninnisi veya çocukların şarkısı bile bazı şeyleri ifade edebilir. Kültür tarihi kararlı olmayı, iyi düşünmeyi ve bazen de takdir edilmeyi bekler. Çünkü onlar, yorumlayan, anlamlandıran ve zaman tünelindeki nesiller arası yorgun savaşçılardır.

 

 

 

GÜN YÜZÜNE ÇIKMAMIŞ KÜLTÜREL VARLIKLAR
Tarihçilerin duygusal olduğu söylenir?
“Hayır” demek istemem. Onların alanına uzak olanların kelam eylemesine kırılırlar. Konuyu anlamayanların konudan uzak değerlendirmeleri onları çok yaralar. Geçmiş bir dönemin tozlu arşivlerindeki gizemli belgeleri üzerinde yapılan çalışmalara gereken değer verilmediğini hisseden bir kültür tarihçisinin motivasyonu aniden kaybolabilir. Araştırmacılığın kendi kendine has metodolojik kuralları vardır. Bu kategorik çalışma sürecinden habersiz değerlendirmeler, bir eserin omurgasının sorunlu bir yöne evrilmesine sebep olabilir. 60 yılın kültürel boyutunu araştıran ve bu izleri okuyucuyla buluşturmayı hedefleyen satırlara sadece ‘bir kitap yazma projesi’ olarak bakılması, yazarı yazamaz hale getirebilir.

Kültür tarihçileri “Zaman tünelindeki gerçeklere samimi olmalı” derken neyi kastediyorsunuz?
Milletlerin tarihi, öncelikle onların geçmiş nesillerinin gün yüzüne çıkmamış kültürel varlığıdır. Bu alanda çalışanlar, öncelikle tarih bilimi üzerinden bir yere varmayı hedeflemelidir. 60’ıncı yılını kutladığımız Almanya’daki Türk varlığını birçok açıdan ortaya çıkarmak bizim için mesleğin kızıl elmasıdır. Bunun değerlendirmesi ise öncelikle tarihçinin kendisine bırakılmalıdır.

 

 

‘SÖYLEYECEK SÖZ BULAMADIM’
Almanya’daki Türk varlığının ortaya çıkarılması sizce neden bu kadar önemli?
Milletler, tarihleriyle yaşar. Zaten, onlar millet ise tarih onlara sayfalarında yer verir. Elbette Türklerin, sanatın farklı dallarına özne olup birçok alanda farklı açılardan bakılacak ilginç başarı hikâyeleri vardır. Öncelikle Türklerin tüm alanlardaki kültürel varlığı tarih metodolojisine uygun olarak ele alınmalıdır. Bu hazine, detaylı olarak günümüze taşınmalı ve özellikle araştırmacı-akademik kesimin önüne koyulmalıdır.


Sizce bu yönde çalışmalar yapılmadı mı?
Genelleme yaparak “Yapılmadı” diyemem ama ben bu kitabı yazarken değişik açılardan araştırıp, konuyla ilgili belge bulmaya çalıştım. Bana verilen bazı cevaplar vardı ki, gerçekten söylenecek söz bulamıyorum. Özetle, “Almanya’daki Türklerin tarihiyle ilgili birçok dosya ve belgeyi depoda nemlenip, küflenmiş dosya belgeleri çöpe gönderdik” denildi. Bir milletin tarihini çöpe atmak hakkına kimse sahip olamaz.

 

 

‘YTB BAŞKANI BİZZAT İLGİLENDİ’
Almanya Türkleri ile ilgili en acil neler yapılmalı veya siz ne yapıyorsunuz?
Uzun yıllardan beri bir grup tarihçi arkadaşım ile birlikte Alman arşivlerinde ve Alman Milli Kütüphanesi’nde sürekli çalışma içerisindeyim. Bu ülkenin, İngiltere ve Fransa ile özel bir tarih kroniği vardır. Alman-İngiliz Kroniği veya Alman-Fransız Kroniği önemliyse, Türk-Alman Kroniği de önem arz etmeli diye düşünüyorum. Böyle bir çalışma, Almanlar için daha az önemli olsa da Türkler için gereklidir. Bundan sonraki nesiller kategorik bilgiye daha çabuk ulaşabilmelidir.

Türklerin unutulmaması adına kültürel çalışmalarınız önemli. Bu alanda size destek olan var mı?
Son yıllarda Almanya’daki Türkler arasında ciddi bir tarihe ilgi ve merakın ortaya çıktığını söyleyebilirim. Bunu aldığımız davetler ve organizasyonlar üzerinden de fark edebiliyoruz. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) bu kitap çalışmasına desteği oldu. YTB Başkanı Abdullah Eren Bey, eserin ortaya çıkıp okuyucuyla buluşmasında bizzat ilgilendi. Buradan kendisine teşekkür ediyorum. YTB Daire Başkanı Adem Günaydın Bey ise eserin hazırlanmasında önemli bir koordinasyon desteği verdi.

 

 

‘ALMANLAR DA DESTEK VERİYOR’
Bu kitap sizin 12’nci eseriniz. Bu tarihi eser Almanya Türkleri için neyi ifade ediyor?
Biraz önce 60’lı yılların konusu ile ilgili arşivlerin çöpe atıldığından bahsettim. Bir milletin tarihi böyle bir hareketle karşılaşabilir mi? 1980 öncesi bizim nesil Osmanlı arşivlerinden tasnif edilmeyen birçok belgenin SEKA kâğıt fabrikasına hamur kâğıt olması için gönderildiğini tartıştı. Tarihçiler için en hafif deyimle bu duyarsızlık ve ilgisizliğin Almanya’da da yaşandığını gördüm. Bu ülkede Türkiye kökenli STK’ların arşivi ve Türk milletinin bir hafızası oluşsun istiyorum. Tarihin ve arşivin kayıtlara girmişse, senin varlığın tescil edilmiştir. Aksi halde bir göçebe kültürünün yolculuğu içinde kaybolur gidersin. ‘GöçTürkler’in Almanya’daki kültür tarihidir.

Alman tarafının çalışmalarınıza yaklaşımı nasıl?
Almanya tarafı da çalışmalarımıza destek veriyor. Sonuçta Alman arşivleri için bir üretim yapıyor ve emek veriyoruz. Tarih enstitüsünün demirbaşı ihtiyacı ile çeşitli dillerdeki kaynak kitapların kütüphanemize kazandırılmasından araştırma projelerimizin desteklenmesine kadar eyalet, belediye kültür daireleri nezdinde çalışmalarımız destekleniyor.


Sizin deyiminiz ile ‘GöçTürkler’in geleceğini nasıl görüyorsunuz?
An itibarıyla eğitime önem veren, kültürüne sahip çıkan ve kendisini Avrupa’da konumlandıran elit bir toplum olma yolunda hızla ilerlediğini gözlemleyebiliyorum. Öncelikle, Türklerin bu ülkedeki varlığı, Almanya ile Türkiye arasında bir ailenin çocuğu gibidir. Basit bir tabirle, herkes kendi anlayışına göre yetiştirip yönlendirmek istiyor. Oysa rüştünü ispat eden çocuğa dikte etmekten öte destek olunmalı diyorum. Türkiye ve Almanya’nın yaklaşımları ‘GöçTürkler’in geleceğinin şekillenmesinde belirleyici olacaktır.

 

Das Baby schreit. Der Kinderarzt sagt, es hat keine Schmerzen, es ist gesund. Es wird gut versorgt. Die Eltern machen sich Sorgen und fragen sich, was sie falsch machen, sie fühlen sich hilflos, überfordert, leiden an Selbstzweifel und ihre Liebe zu ihrem Kind wird schon jetzt auf die Probe gestellt. Spätestens jetzt sollten Eltern über zusätzliche externe Hilfe nachdenken. Diese gibt es beispielsweise in der Person von Familienhebammen und Familien-Gesundheits- und Kinderkrankenpflegerinnen, sogenannten „Fachkräften der Frühen Hilfen“.

 

Zehn zertifizierte Fachkräfte der Frühen Hilfen sind für die Koordinierende Kinderschutzstelle (KoKi) – Netzwerk frühe Kindheit im Fachbereich Jugend und Familie der Stadt Würzburg freiberuflich auf Honorarbasis und bei freier Zeiteinteilung tätig sowie in Anstellung bei zwei Trägern, der Mobilen Jugendhilfe Creglingen und der Evangelischen Kinder- und Jugendhilfe. Ihre Aufgabe ist es, Familien mindestens ein halbes Jahr lang im Babyalltag zu unterstützen – nicht nur im Umgang mit Schreibabys.

 

Aufgabe der Fachkräfte ist es, Hilfe zur Selbsthilfe zu leisten, damit Eltern und Kinder eine gesunde Bindung zueinander aufbauen. Familienhebammen und -Gesundheits- und Kinderkrankenschwestern werden eingesetzt zum Beispiel wenn Kinder nicht schlafen möchten, wenn es sich schwierig gestaltet, Beikost zu füttern, wenn Eltern unsicher sind, ob sie ihre Kinder richtig versorgen, im Umgang mit schwierigen oder herausfordernden Situationen, wenn Eltern glauben, die Signale ihres Kindes nicht zu verstehen, wenn sich Eltern in einer belasteten Lebenssituation befinden, wenn es an familiärer Unterstützung mangelt, Eltern erschöpft, belastet, krank sind. In all diesen Situationen steht KoKi Eltern zur Seite und greift dafür auf ein breit angelegtes Netzwerk an Beratungsstellen und weiterführenden Diensten zu, um Überforderungssituationen gar nicht entstehen zu lassen.

„Unser Anspruch ist es, Familien möglichst früh zu erreichen und passgenau zu unterstützen“, berichten Silvia Engert und Barbara Müller, die beiden Mitarbeiterinnen der KoKi im Fachbereich Jugend und Familie der Stadt. Eltern melden sich bei ihnen beispielsweise nach einer traumatischen Geburt, wenn Kinder krank sind, viel weinen, Mütter von postnatalen Depressionen betroffen sind, wenn der Wohnraum zu knapp für die gewachsene Familie geworden ist, kurzum in belastenden Lebenssituationen.

Dabei beobachten sie gerade seit der Coronazeit einen steigenden Bedarf und komplexer werdende Lebenssituationen. Verunsichernd würde bisweilen auch zu viel unterschiedlicher Input wirken. „Eltern lesen zahlreiche Bücher, befragen sich in verschiedenen Chatgruppen, finden dort zehn unterschiedliche Meinungen, aber sie erhalten keine fachkundige und professionelle Auskunft. Das sorgt für Verunsicherung“, sagt Engert. Und diese führt zu einer „gefühlten Isolation“, wie es Familienhebamme Hannah Arand beschreibt. Hannah Arand und Judith Bieber sind seit Januar neu zertifizierte Familienhebammen.

Es ist ihnen ein Anliegen, nicht nur in der Nachsorge der jungen Mütter tätig zu sein, sondern Familien vertrauensvoll länger zu begleiten. „Diese Arbeit mit den Familien kann eine Hebamme nicht leisten. Man kommt hier sehr schnell an zeitliche und manchmal auch an fachliche Grenzen. Aber genau diese Hilfe wird eben sehr oft benötigt.“ Sie verstehen sich als Schnittstelle zwischen medizinischer und sozialpädagogischer Betreuung bei der intensiven, persönlichen Begleitung der Familien. „Wir sind im Alltag eingebunden, sehen, was Familien ändern können, können bei Abläufen behilflich sein.“ Denn, wie es Barbara Müller formuliert: „Je früher eine gute Bindung zwischen Eltern und Kindern entsteht, desto unbelasteter wachsen Kinder auf.“ Die Fachkräfte der Frühen Hilfen sind damit ein Angebot präventiven Kinderschutzes. Und so kann es mit Hilfe der Fachkräfte gelingen, dem Schreibaby eine feste Struktur zu geben, trotz allem ruhig zu bleiben und Überforderungen von Eltern wie auch Kind abzubauen und auch schwierige Situationen mit Liebe zu meistern – ganz ohne finanziellen Aufwand für die Eltern.

Eltern sind laut einer repräsentativen Befragung des Nationalen Zentrums Frühe Hilfen sehr froh über die Betreuung durch die Fachkräfte der Frühen Hilfen. Sie bewerten besonders positiv, dass sie die Familienhebammen „alles fragen können“ und dass diese „mehr leisten, als sie müssten“.

Die Ausbildung zur zertifizierten Fachkraft frühe Hilfen wird über das Bayerische Landesjugendamt berufsbegleitend angeboten und über die Bundesstiftung Frühe Hilfen finanziert, bereits während der Weiterbildung beginnen die Fachkräfte, Familien mit Kindern im Alter von 0 bis 3 Jahren zu unterstützen.

 

Mehr Infos für Eltern: KoKi bietet auch zweiwöchentliche offene Babytreffs mit Begleitung einer Fachkraft in den Familienstützpunkten der Stadt Würzburg. https://www.wuerzburg.de/themen/jugend-familie/willkommen-im-leben/familienstuetzpunkte

https://www.familienbildung-wuerzburg.de/veranstaltungen/offene-treffs-wiederkehrende-veranstaltungen.html

 

 

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un üyesi olduğu Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) Federal Meclis ve Dışişleri Komisyonu üyesi Nils Schmid, Filistin devletini tanımanın Almanya için tabu olmaması gerektiğini söyledi.

 

Milletvekili ​​​​​​​Schmid, Spiegel dergisine verdiği röportajda, İsrail ve Filistin arasındaki şiddet sarmalından çıkma konusunda esirlerin serbest bırakılması için hızlı bir şekilde çatışmalara ara verilmesine ihtiyaç duyulduğunu kaydetti.

Bu bağlamda iki tarafa güvenlik getirecek bir siyasi teklifin sunulması gerektiğini ifade eden Schmid, bunun, İsrail'in Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesini ve aynı zamanda bir Filistin devletinin tanınmasını da içermesi gerektiğini ifade etti.

Schmid, Filistin devletinin nihai sınırlarının müzakerelerde netleşeceğini savunarak, "Filistin devletini tanımak bizim için tabu olmamalı." dedi.

 

Milletvekili Schmid, müzakerelerin başında “İsrail'i tehdit etmeyecek şekilde inşa edilmiş bir Filistin devleti" hedefinin tüm taraflarca kabul edilmesi gerektiğini kaydetti.

Şimdiye kadar Filistin’i devlet olarak tanımayan Almanya, iki devletli çözümü destekliyor.

Almanya’ya işçi ailesi birleşimi nedeniyle 1981 yılında Badenwürtemberg eyaletinin Göppingen şehrine gelen Yozgat ili  Cayıralan ilçesinden Dalsungur Çakır, “Anadilimiz Türkçemizin Avrupa da korumak ve gençlerimize sevdirmek için Müzik eğitimine önem verilmeli, aynı zamanda Müzik ruhumuzun gıdasıdır”  
 
Yozgatlı Kore Gazi Hasbi Çakır 
Almanya’ya ilk geldiğim 80 Ağustos tarihinde İlk tanıdığım Yozgat ili Çayıralan ilçemizden Hasbi ve Emin Çakır amcalardı. Babamın dostlarıydı. Emin amca şen şakrak biriydi. Hasbi Çakır ise olgun, konuşması ve tavırlarıyla, ağır oturaklı nasihatlarıyla toplum içinde  sevilen saygı duyulandı. Özü sözü bir olandı. Rahmetli babamda Hasbi amcaya çok değer veriyor ve saygı gösteriyordu. Bir gün babam bana, “bu Hasbi amcam bir Kore gazisidir” dedi. Sonra bana Hasbi Çakır amca, bana uzun nasihatları oldu. 
 
Kendis ve kardeşi Emin amcayı rahmetle anıyorum. Mekanları cennet olsun.
 Kore gazisi Hasbi amca  sekiz çocuğundan Altıncısı olan Dal Sungur Çakır’ı 1981 yılında gurbet kervanına  davet eder daha iştirak etmesini sağlar. Dalsungur’la a tanıştık, kucaklaştık. Sungur’u bağrımıza bastık. Yeni kurduğumuz Türk milli kültür Cemiyetinde Gençlerimize hemen adapte oldu, hatta o günler gençlere kültürel yönden eğitimci yönüyle önderlik etmeye gayret ettiğini gördükçe çok mutlu olduk. Dalsungur, ilk ve Orta Okulu doğup büyüdüğü Çayıralan ilçesinde okuduktan sonra girdiği imtihan la yatılı eğitimi kazanarak Erzurum ilimizde Meslek lisesini okumuş. 
Meslek lisesinde müziğe ilgi duymuş aldığı bağlama saz eğitimiyle kültür edebiyatımızın parlayan yıldızı olmaya doğru yürüyor.
 
 
Derneğimizin organize ettiği Kültür şölenlerimizde bağlamasıyla salonları inletti. Bağlama sazı  ve sedasıyla ruhlarımızı okşuyordu. Çok efendi yüzünden tebessümü hep vardı. Kaldığımız şehirde Sungur’u tutamadık. Almanya’nın en büyük Türk nüfusununda yoğun olduğu Köln şehrine göç etti. Orada Fort fabrikasında işe başladı. Evlendi iki erkek birde kız evlatları dünya’ya geldi. Kızı makina mühendisi, oğulları meslek eğitimlerini almışlar her biri iş yerlerinde iyi birer konumda olduklarını duymak görmek bizi sevindirdi.
Dalsungur Çakır’la sohbetimiz devam ediyor, baba dostu olan arkadaşım hemşehrimle sohbetimiz şöyle devam etti;, ”Köln şehrine geldikten sonra, Türk danış diye bilinen Arbeiterwolfahrt’ta müzik korosu oluşturduk, uzun yıllar burda çalıştık. Müzik benim ruhumun gıdasıdır, dilimiz ana lisanımız Türkçeyi ancak böyle diri tutarız. Müzik diye geçiştirmeyelim. Derneklerimiz eğitim proğramlarına müzik derslerini mutlaka almalılar” diyerek tecrübelerini aktaran Sungur Çakır kardeşime sağlıklı bir ömür dilerken milli kültürümüze verdiği katkı ve destekden dolayı teşekkür ediyorum.
Almanya’ya ilk geldiği yıllarda yazdığı bir şiirini bize okudu, bizde okuyucumuzun okuması için köşemize taşıdık.
 
Doğan Tufan
 
 
 
 
 
Hasret şiiri 
Ömrümden bir gün daha kaydı
Ben yine gurbet elde yalınız 
Bilseniz nereler aklıma düştü
Nereler derken taa bizim oralar.
Doğduğum yöreler aklıma düştü.
 
Bilseniz ne kadar özledim Cayıralan'ı
Pınarları, yaylaları aklıma düştü
Bey pınarı, Hacet pınarı, Alım Pınarı
Gözüm kapalı Hayâl ederken
Şeref  yaylası sektir aklıma düştü
 
Nur Camisinden yola koyulup
Kaynar Pınarın da bir soluklanıp
Hüyük boğazından şöyle fırlanıp
Çetin çardağını sol yana alıp
Gök yolda bir mola aklıma düştü.
 
Dere boyu  yola revan olurken
Sağda seki sol da erik deresini
İleride saadettin'in Elmalığının
Elma  çiçeği kekik kokusu derken
Selman Üstünerin pınarı aklıma düştü.
 
Sungur Çakır
 
 
 

 

Auf Rad- und Wandertouren das romantische Franken erkunden...

 

Zwischen sanft geschwungenen Hügeln, idyllischen Dörfern, malerischen Obstwiesen und schattigen Wäldern rollen die Radler im romantischen Franken von einer historischen Stadt zur nächsten: Der aussichtsreiche Radweg Burgenstraße führt sie zu Burgen, Schlössern und Kulturschätzen zwischen Mannheim und Bayreuth. Ein Höhepunkt an der 170 Kilometer langen Tour ist die Residenzstadt Ansbach am Rande des Naturparks Frankenhöhe. Hier kreuzen sich gleich mehrere Fernradrouten, die sich mit reizvollen Themen- und Rundwegen kombinieren lassen. Dazu zählen der Fränkische Wasserradweg oder der Erlebnisradweg Hohenzollern. Vor Ort warten interessante Tagestouren wie der Ansbacher Karpfenradweg, der Weiherketten, Bäche und ein Wasserschloss verbindet. Der Markgrafenweg führt auf eine eindrucksvolle Zeitreise in die Geschichte, während zwei Rundtouren die Residenzstadt auf 44 oder 72 Kilometern Streckenlänge umkreisen.

 

Residenzschloss und Altstadt

Ansbach ist daher ein guter Ausgangspunkt für den Fahrradurlaub, sowohl für Etappentouren als auch für gemütliche Tagesausflüge. Neben fahrradfreundlichen Hotels und Familienpensionen steht auch ein Wohnmobilplatz bereit, der nur zehn Gehminuten von der Altstadt entfernt neben dem Erlebnisbad "Aquella" liegt. Unter www.tourismus-ansbach.de sind Unterkünfte, interaktive Tourenportale für Rad- und Wanderwege sowie Prospekte direkt im Download zu finden. Ob Urlauber länger bleiben oder durchreisen, für einen Rundgang durch Ansbach sollten sie sich Zeit nehmen: Im berühmten Markgräflichen Residenzschloss flanieren sie durch 27 Prunksäle im "Ansbacher Rokoko", darunter das Spiegelkabinett und der Festsaal mit Deckenfresken. Ein Spaziergang durch den prachtvollen Hofgarten führt sie zur imposanten Orangerie im französisch-barocken Stil. Und in der verwinkelten Altstadt laden grüne Kleinode wie der Beringershof oder das Zumach-Gärtchen zum entspannten Verweilen ein.

 

Naturpark Frankenhöhe

Im Zentrum der Ferienregion "Romantisches Franken" gelegen, lädt die Landschaft um Ansbach auch zu Spaziergängen ein: Von hier aus führt der Europäische Wasserscheideweg in den Naturpark Frankenhöhe, ausgezeichnet als Qualitätsweg Wanderbares Deutschland. Zudem verlaufen zehn ausgeschilderte Rundwege über die Hügel und Täler rund um Ansbach. Auf dem Gumbertusweg folgen die Wanderer beispielsweise den Spuren des Stadtgründers zum Naturschutzgebiet Scheerweiher, zur 600-jährigen Kreuzeiche und zum Gumbertusbrunnen. (djd).

Sürücülerin rüyalarını süsleyen bir otomobil, lüks, çevrecilik ve performansın mükemmel bir uyumunu yakaladı: TOYOTA RAV4 Plug-in Hybrid. Bu göz alıcı araç, tasarım, teknoloji ve sürüş keyfini bir araya getirerek geleceğin otomobilini bugünden yaşama nızı sağlıyor.

 

Toyota'nın otomobil üretimindeki uzun ve sağlam geçmişi, TOYOTA RAV4 Plug-in Hybrid'i tasarlarken de kendini gösteriyor. Bu muhteşem araç, birçok açıdan rakiplerinden sıyrılıyor ve neden bu kadar özel olduğunu açıklamak için fazlasıyla kelimelere ihtiyaç duyuyoruz.

 

Estetik Şıklık ve Zarif Tasarım

 

TOYOTA RAV4 Plug-in Hybrid, estetik açıdan göz alıcı bir tasarıma sahiptir. Elektrifikasyon odaklı tasarım ekibimiz, Yeni RAV4 Plug-in Hybrid modeline özel olarak geliştirdiğimiz "uzatılmış gövde" tasarım anlayışını benimseyerek, otomobilin estetik kimliğini güçlendirdi. Bu modern tasarım anlayışı, elektrikli gücün vurgulanmasının yanı sıra yerden daha düşük ağırlık merkezini yansıtan özel bir Toyota ön panjur entegrasyonuyla desteklendi. Aynı zamanda daha kompakt ve zarif farlar, hava girişleri ve artırılmış iz genişliği, otomobilin kararlı ve özgüven dolu görünümünü daha da pekiştirdi. Üstelik, Otomatik Yanan Uzun Farlar ile dona tılmış LED farlar, sıradışı sofistike bir tasarımı ön plana çıkararak aracın dikkat çekici görünümünü vurguluyor. Tasarım, işçiliğin ve özenin zirvesini temsil ediyor.

 

Hibrit Teknolojisi ile Çevreci Güç

 

RAV4 Plug-in Hybrid'in en büyük özelliklerinden biri, hibrit teknolojisinin gücünü kullanmasıdır. Bu özelliği sayesinde, benzinli ve elektrikli motorların birleşimiyle daha düşük yakıt tüketimi elde ederken, çevresel etkiyi minimize eder. Bu, hem cebiniz için hem de gezegenimiz için büyük bir kazançtır.

 

Yüksek Performans Keyfi

 

RAV4 Plug-in Hybrid, sürücüye beklenenden fazlasını sunuyor. Hibrit motorun verdiği anlık tork, hızlanmayı bir zevk haline getiriyor. Aynı zamanda sessiz bir iç mekan ve üstün konfor, uzun yolculukları bile keyifli bir deneyime dönüştürüyor.

 

 

Lüks İç Mekan ve Konfor

 

RAV4 Plug-in Hybrid, iç mekan kalitesiyle ün kazanmıştır ve bu geleneği sürdürüyor. Yüksek kaliteli malzemeler, ergonomik koltuklar ve son teknoloji multimedya sistemleri, sürücülerin ve yolcuların rahatlıkla birinci sınıf bir deneyim yaşamasını sağlar.

 

 

Güvenlik Standartları Üst Seviyede

 

Sürücülerin ve yolcuların güvenliği, RAV4 Plug-in Hybrid'ın önceliğidir. Gelişmiş sürücü destek sistemleri ve güvenlik teknolojileri sayesinde, bu otomobil kazaları önlüyor ve sürüş güvenliğini en üst düzeye çıkarıyor. Yeni RAV4 Plug-in Hybrid, artırılmış güvenlik performansını sağlayan Toyota Safety Sense’deki gelişmiş aktif güvenlik ve sürücü yardım sistemlerinden yararlanıyor. Bu sistemler arasında, sürücülere destek sunan Otomatik Yanan Uzun Farlar, Akıllı Şerit Takip Sistemi, Kör Nokta Uyarı Sistemi ve daha fazlası mevcuttur.  Ayrıca, Adaptif Hız Sabitleme Sistemi yaklaşan bir virajı dengeli bir şekilde geçmesine yardımcı olur.

 

Kişiselleştirme Seçenekleri

 

RAV4 Plug-in Hybrid, farklı donanım seviyeleri ve ekstralarla kişiselleştirilebilir. Bu, sürücülere araçlarını kendi isteklerine göre özelleştirme özgürlüğü sağlar. RAV4 Plug-in Hybrid, lüks, çevrecilik ve performansın muhteşem bir birleşimidir. Bu araç, geleceğin otomobillerinin nasıl olması gerek tiğini gösteriyor. Şimdi geleceğe bir adım atmak için mükemmel bir zaman.

 

Yakıt

 

RAV4 Plug-in Hybrid, son derece sessiz bir sürüş sunmanın yanı sıra, düşük birleşik CO2 emisyonu olan 22 g/km (WLTP)ile sınıfındaki standartları yeniden tanımlıyor. Bu muazzam otomobil, 225 kW (306 PS) gücünde dört silindirli 2.5 litrelik hibrit motoru, dışarıdan kabloyla şarj edilebilen ve sınıfının en yüksek kapasiteli bataryası ile birleştiriyor. RAV4 Plug-in Hybrid, sınıf lideri elektrikli menzili ile 75 km (EAER), şehir içinde ise 98 km'ye kadar sürücülere geniş bir elektrikli sürüş deneyimi sunarken, EV modunda 135 km/h hıza ula şabilme kabiliyeti ile dikkat çekiyor. Bu özellikleriyle, RAV4 sürdürülebilir ve yüksek performanslı bir otomobilin mükemmel bir örneğini sunuyor.

 

Sürücülerin Gözdesi

 

RAV4 Plug-in Hybrid, sürücüleri ve çevreyi düşünenler için mükemmel bir seçenek sunuyor. Sürücüler, bu otomobilin sunduğu lüks, performans ve çevrecilikle büyüleniyor lar. Bu otomobil, geleceğin otomobillerinin sadece taşıt araçları olmadığını, aynı zamanda birer yaşam tarzı ifadesi olduğunu hatırlatıyor.

 

Eğer geleceğin otomobili bugünün gerçekliğini yaşamak istiyorsanız, RAV4 Plug-in Hybrid sizin için doğru seçim olabilir. Bu harika araçla sürdüğünüzde, geleceğin otomobilinin ne kadar heyecan verici olduğunu kendi gözlerinizle göreceksiniz. Toyota RAV4 Plug-in Hybrid, sürücülerin beklentilerini aşıyor ve geleceğin otomobilini bugünden deneyimlemenin ayrıcalığını sunuyor.

 

 

 

Heute hat der Deutsche Bundestag die Entkriminalisierung von Cannabis für Erwachsene beschlossen und damit endlich einen Paradigmenwechsel in der Cannabispolitik eingeleitet. Mit dem Cannabisgesetz werden der Gesundheitsschutz sowie der Kinder- und Jugendschutz in den Fokus gerückt. Gleichzeitig dämmen wir den Schwarzmarkt ein, beenden die Kriminalisierung der Konsumierenden, kontrollieren die Qualität von Cannabis und verhindern die Weitergabe von verunreinigten Substanzen. Dieser Schritt ist ein Meilenstein für die Umsetzung einer modernen Drogen- und Suchtpolitik.

"Mit dem Cannabisgesetz erkennen wir ausdrücklich die gesellschaftliche Realität an und verabschieden uns endlich von der gescheiterten Verbotspolitik der Vergangenheit. Gleichzeitig verdeutlichen wir, dass Cannabis für alle Konsumierende eine schädliche Droge ist. Wir stellen daher den Gesundheitsschutz und insbesondere den Kinder- und Jugendschutz ins Zentrum unserer neuen Cannabispolitik", betont Hümpfer, Bundestagsabgeordneter der SPD für Schweinfurt und Kitzingen. So bleibt der Konsum von Cannabis in unmittelbarer Gegenwart von Kindern und Jugendlichen ausdrücklich verboten, die Weitergabe an Kinder und Jugendliche wird stärker bestraft. Auch werden Qualitätsstandards des kontrollierten Anbaus und der Abgabe von Cannabis an Erwachsene in Cannabis Social Clubs auferlegt. "Bislang werden Cannabiskonsumierende stigmatisiert, kriminalisiert und auf dem Schwarzmarkt mit gesundheitsschädlichen Stoffen versorgt, deren Inhalt sie nicht einmal kennen. Das hat nun ein Ende", ergänzt Hümpfer. Bis dato waren gesundheitliche Risiken durch Verunreinigung der Substanz mit massiven gesundheitsschädlichen Folgen verbunden.

"Die SPD-Bundestagsfraktion setzt sich schon seit Jahren für eine Abkehr der Verbotspolitik und für eine Neuausrichtung der Drogenpolitik ein. Heute ist es endlich gelungen, diesen bedeutenden Schritt zu gehen", so Hümpfer. Die Kriminalisierung von Konsumierenden und deren Stigmatisierung werden nun aufgehoben, insbesondere auch für Cannabispatientinnen und -patienten. Die Herausnahme aus dem Betäubungsmittelgesetz ermöglicht Ärztinnen und Ärzten eine bürokratieärmere Verschreibung von Cannabis. "Darüber hinaus stärken wir den Anbau von medizinischem Cannabis am Standort Deutschland. Das ist gerade im Interesse einer bestmöglichen Versorgung von Patientinnen und Patienten unerlässlich", begrüßt Hümpfer den Gesetzesbeschluss.

Im Umgang mit Cannabis im Straßenverkehr wird eine Grenzwertkommission des Bundesverkehrsministeriums bis Ende März 2024 einen gesetzlichen Grenzwert festlegen. "Bisher sah die Gesetzeslage vor, den Besitz von kleinen Mengen Cannabis mit einer Teilnahme an einer Medizinisch-Psychologischen Untersuchung (MPU) und einem Fahrverbot zu ahnden. Gerade für Personen im ländlichen kann dies existenzielle Folgen haben, da der Weg zur Arbeit dann nicht mehr möglich ist. Ich freue mich nun auf konstruktive Beratungen über die Einführung von Modellprojekten zur Erprobung des zertifizierten Verkaufs von staatlich kontrolliertem Cannabis an Erwachse (sog. 2. Säule), um die im Koalitionsvertrag festgelegte Legalisierung weiter voranzutreiben", so Hümpfer abschließend.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş ve farklı ülkelerden İslam alimleriyle birlikte Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi’nde Cuma namazında bir araya geldi. Cuma namazını Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez kıldırırken Cuma hutbesinin konusu işgalci siyonist İsrail'in soykırım yaptığı Gazze oldu.

Cuma hutbesini irâd eden Prof. Dr. Mehmet Görmez, Gazze için harekete geçme çağrısında bulundu.



Görmez, Cuma hutbesinde şu ifadelerde bulundu:

Aziz kardeşlerim! Allah'ın selamı rahmeti bereketi üzerinize olsun, Cumanız mübarek olsun. Kerim kitabımız Kur'an'ın dilinde ‘vema lekum’ diye bir ifade vardır. ‘Vema lekum’; “Ne oluyor size” demektir, “Size yakışıyor mu” demektir. Pek çok ayet bu ikaz ve uyarı içeren ifadeyle başlar. Onlardan birisi az önce okuduğum, Nisa Suresi 75. ayettir. “Ne oluyor ki; size Allah yolunda savaşmıyorsunuz, öldürülenleri korumak için harekete geçmiyorsunuz! Ne oluyor size ki; zayıf düşmüş, zor durumda kalmış kadınlar, erkekler, çocuklar için mücadele etmiyorsunuz. Ne oluyor size ki; ‘Bu halkı zalim olan beldeden bizi kurtaran kimse yok mu, kimse yok mu?’ diye feryat eden kardeşlerinize yardım etmiyorsunuz. Ne oluyor size ki; ‘Katından bize sahip çıkacak bir veli gönder, bir yar ve yardımcı gönder’ diye yalvaran yakaran kardeşlerinizin imdadına yetişiyorsunuz.”



Aziz kardeşlerim! 3 ayı aşkındır İslam coğrafyasında yaşadığımız büyük acıları dikkate aldığımızda bu ayeti okuyan her mü’min sanki bugün nazil olmuş gibi güçlü bir inanca sahip olur. Ayet günümüze adeta şöyle sesleniyor;

“Ey insanlar! Ne oluyor ki, size 134 gündür insanlık tarihinin en vahşi katliamını seyrediyorsunuz! Ne oluyor size ki her yaşta ve her durumdaki insanın alçakça katledilişine yeterince ses çıkarmıyorsunuz. Ey Müslümanlar! Size ne oluyor ki; daracık bir sahil şehrinde abluka altına alınmış bir halkın topyekûn soykırıma uğramasına seyirci kalıyorsunuz! Ne oluyor size ki; her gün, her dakika insanlığın ortak vicdanına olan güvenin yitirilişine adeta kulaklarınızı tıkıyorsunuz. Ey insanlar! Çocuklar, bebekler ölüyor. Mabetlerdeki dua ve ibadet bombalanıyor. Çocukların masumiyeti hedef alınıyor. Sizler neredesiniz! Hastanelerdeki şifa katlediliyor, barınaklardaki iltica enkaza çevriliyor. Size ne oluyor da bütün bunlara kulak çıkıyorsunuz.”

Aziz kardeşlerim tam 134 gündür, Gazze'de devam eden bu vahşet ve saldırı bugünlerde yeni bir aşamaya geçmiş bulunuyor. Katliamın en çetin günlerine, soykırımın ziyadesine eriyor. Bir zamanlar arkasında firavunun orduları varken Mısır'dan çıkıp Sina Çölü’ne sığınanlar, bugün aynı firavunun işgal ordusuna dönüşüp ocaklarını söndürdükleri Gazzeli mazlum ve müstezafları yine aynı yere, yani Sina Çölü’ne sürmenin planlarını yapıyor. Gazzeli mazlum ve müstezafları yine aynı yere sürgün ediyor. Açlığa, susuzluğa mahkum etmenin ilaçtan, ışıktan, gıdadan mahrum bırakmanın hesabını yapıyor. Şimdilerde Refah adındaki sınır kapısına sıkıştırılmış mazlum çocuklar, mahzun kadınlar, mağdur yaşlılar bir kez daha toplu bir katliamla karşı karşıya. Ve ne acıdır ki, Ümmet kendi refahını bozmamak için kardeşlerinin son sığınağı Refah’ta soykırıma uğramalarına seyirci kalmaktan başka bir yol bulamıyor.

Aziz kardeşlerim, bugün bu sebeple insanlık tarihinin en kadim mabedi, Fatih Sultan Mehmet'in ümmete en büyük emaneti Ayasofya'nın minberinden belki de bir kez daha iki çağrıda bulunmak istiyorum. Biri bütün insanlığa, insanlık onurunu taşıyan herkese, diğeri ise tüm Müslümanlara, İslam'ın haysiyetini taşıyan bütün İslam ümmetine.

Birinci çağrım insanlığadır. Ey Nas, ey bu alemde insan diye ünlenen eşref-i mahluk, ey insanlık alemi! Şunu biliniz ki; Gazze'de yürütülen katliam, zulüm ve vahşet sadece Gazzelilere yönelik değildir. Bu bütün insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, yapılmış bir soykırımdır. Filistinli çocuklara yapılanlar sizin çocuklarınıza da yöneliktir. Filistinli kadınlara yapılanlar sizin kadınlarınıza da yöneliktir. Bu savaş fıtrata yönelik bir savaştır, bu savaş varoluşa karşı bir işgal hareketidir, bu savaş insanlığa karşı bir harptir, bu savaş yeryüzünü ifsattır. Yürütülen bu çirkin savaş, insanı insan kılan bütün değerleredir. Allah'ın uğruna insanı yarattığı fıtratına zerk ettiği bütün değerlere açılan bir savaştır.

Ey insanoğlu, biliniz ki; insandan ziyade insanlığı yitirmek çok daha büyük bir ziyandır. Bu telafisi mümkün olmayan bir hüsrandır. Bir tarafta sayılara döktüğümüz binlerce masum insan hayatını kaybederken diğer taraftan bütün beşeriyetin özü olan insanlık cevherini yitirmek üzereyiz. Unutmayalım ki; bugün bu katliamı önlemek için bizleri insan kılan vicdanlarımızın harekete geçirmezsek kendi elimizle insanlığımızı bitirmiş olacağız.

Ey Nas, ey insanlar, bugün Gazze'de yürütülen vahşet sadece bir dinin mensuplarına yönelik değildir. Sadece Muhammed Mustafa'nın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetinin bir grubuna yönelik değildir. Bu savaş Hz. İbrahim'e Hz. İsmail'e açılan bir savaştır, Hz. İshak'a açılan bir savaştır. Hz. Yakup'un, Hz. Yusuf'un, Hz. Davut'un, Hz. Süleyman'ın, Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın kısaca bütün peygamberlerin getirdiği dini, ahlaki, insani bütün yüce evrensel değerlere yöneliktir.

Aziz Kardeşlerim! Bu suçun doğrudan mağdurları; şüphesiz masum çocuklardır, mahzun annelerdir, şifa bekleyen hastalardır, bir açık hava hapishanesinde yıllardır açlığa yokluğa terk edilmiş özgürlüğüne, yurduna, mukaddesatına saldırılmış onurlu bir halktır. Ancak bu cinayetin muhatapları bütün dünya milletleridir, bütün inançlardan insanlık onuruna sahip olan herkestir. Bütün dünyanın bu yaşananlarda ahlaki sorumluluğu vardır. Gazze'de olup bitenlere karşı çıkmak için Müslüman olmak gerekmez, insan olmak yeterlidir. Bugün İzzet sahibi olmak isteyen vicdanlı aziz olmayı murat eden her fert Gazzelilerin çığlığına koşmak zorundadır, imdadına yetişmek mecburiyetindedir.

İkinci çağrım İslam ümmetinedir. Ey alem-i İslam, neredesiniz, hani İslam dünyası nerede? Ey insanlık için çıkarılmış en hayırlı Ümmet! En hayırlı Ümmet olduğumuzu bugün değil de ne zaman göstereceğiz insanlığa. 2,5 milyonluk Gazze kendi kanında boğulurken 2,5 milyarlık İslam alemi suskun kalmaya devam mı edecek? Ey bütün insanlığa şahit kılınan Ümmet! Şahitliğimizin gereğini bugün değil de ne zaman yerine getireceğiz? Ey İslam ümmeti! Gazze'de olup bitenler karşısında bugün harekete geçmezsek şahitlik vasfımızın da hayırlı Ümmet oluşumuzun da vallahi artık bir anlamı kalmayacaktır. Ey şahid ümmet, şuhedilillah olan Ümmet! Biz zulme ve mazluma şahit olmak için gönderilmedik, bütün insanlığa hakkın, adaletin şahidi olarak gönderildik. Ey Ümmet-i şahide! Biz Ashab-ı Uhdud kıssasında zikredilen, ateş dolu çukurlarda diri diri yakılan mü’minleri seyretmeye gelmedik. Biz hakkı ve adaleti ayakta tutmak için gönderildik.

Ey İslam ümmeti, unutmamak gerekir ki; ümmetin her ferdinin Allah'a karşı başkasına asla yüklemeyeceği bir sorumluluğu vardır. Bilesiniz ki; bütün kınama ve sorumluluğu devletlere ve hükümetlere yüklemek bizi kurtarmaz. Zamanımızı ihanetlere sızlanarak, hainlere lanet okuyarak geçirmek bize yakışmaz.

Ey Müslümanlar, Hakkı gören gözlerimizi yeniden bulalım, ilahi çağrıyı işiten kulaklarımızı yeniden hissedelim. Rabbimize söz verdiğimiz şehadet getiren o dilimizi yeniden bulalım. Resul’ün eli üzere biat eden o ellerimizi yeniden bulalım. Adalet üzere bileylenen kılıcımızı bulalım, kardeşlik hukukunu bulalım. Mazlumun yanında durmakla, zalime mukavemet etmekle edindiğimiz o kayıp izzeti yeniden bulma zamanıdır. Ey aziz Ümmet! Vakit ümmeti olmakla iftihar ettiğimiz Allah Resulü’nün bizi kardeş kılan o muhteşem cümlelerini hatırlama zamanıdır. “Müslüman, Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, zalimin eline terk etmez, onu aşağılamaz” buyuran nice sözlerine kulak verelim.

Sözlerimi bitirirken vahyin bize talim ettiği şu dua ile Rabbime iltica ediyorum: Rabbenâ efrig aleynâ sabren ve sebbit ekdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirîn. Allahümme münzilel-kitâb ve mücriyes-sehâb ve serial hisab, Allahümmehzumul ahzâb, Allahümme’hzimhum ve zelzilhum ven-surnâ alel gavmiz zalimin. (Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et. Ey kitabı indiren, hesabı çabuk gören, orduları bozguna uğratan Allahım! Düşmanları hezimete uğrat ve onları sars.

 

 

HAMBURG- Finkenwerder Futbol Kulübü FFC 08 Osman Bey e. V., eski tekne barakasını yıkımdan kurtararak bölgeye kazandırmak için kolları sıvadı. Finkenwerder’de uzun süredir boş duran ve “Inselperle” olarak bilinen eski gençlik evi tekne barakası, artık Finkenwerder Landscheide’de hayat bulacak. Finkenwerder Bölge Komitesi tarafından görevlendirilen bir uzmanın “Tekne barakası restore edilebilir ama artık ekonomik değil” raporu Finkenwerder Futbol Kulübü’nü yıldırmadı. Yıkılmaya yüz tutmuş binaya sahip çıkan Finkenwerder Futbol Kulübü FFC 08 Osman, kendi imkanlarıyla binanın tadilatını yapıp kulüp binası olarak kazandırma kararı aldı. Cesurca bir adım atan kulüp temsilcileri, Hamburg Mitte Belediye Başkanı Ralf Neubauer’e (SPD) başvurarak kararlarını bildirdiler. Kulübün talebini olumlu karşılayan Neubauer, “Adanın İncisi” olarak anılan Bootsschuppen tekne barakasında kulüp yetkilileriyle buluşarak binanın temsili anahtarını takdim etti.

 

 

Binayı geçen 15 yıl boyunca canlandırmaya çalıştıklarını söyleyen Neubauer, “Hatta bunun için bir mahalle atölyesi bile planlanmıştı. TuS Finkenwerder ile de görüşmeler yapılmıştı. Ancak maalesef her seferinde planlar suya düştü. Bu süre zarfında meydana gelen su hasarı da binanın daha da kötü duruma gelmesine neden oldu. Bu nedenle, FFC 08 Osman Bey’in binayı bu yıl içinde bitirmek gibi azimli bir hedef belirlediklerinden ötürü mutluyum” şeklinde açıklama yaptı.

Hamburg Mitte İlçe Belediye Başkanı Neubauer’e bu süreçte kendilerine sağladığı kolaylık ve imkanlardan ötürü teşekkür eden FFC 08 Osman Bey Futbol Kulübü Başkanı Muhammed Ali Yılmaz, “Bakım ve onarım sürecini gençlerimiz ve üyelerimizle başaracağımıza inanıyorum. Arsayı bize bedelsiz kiralayan başkanımıza kulübümüz adına teşekkür ediyorum” dedi.

Ziyarette Neubauer’e eşlik eden SPD Hamburg Eyalet Milletvekili Barış Öneş ve Hamburg Mitte İlçe Meclis Başkanı Carina Oestreich de (SPD), eski tekne barakasını yıkımdan kurtararak semte kazandırılması için sahiplenen futbol kulübünü tebrik ettiler. Finkenwerder ilçe idaresi ile Spor Çerçeve Anlaşması imzalayan kulüp, binanın tadilatına da en kısa zamanda başlayacaklarını açıkladı. Finkenwerden Futbol Kulübü FFC 08 Osman Bey e. V., tekne barakasının olduğu bölgedeki tek futbol kulübü olmayacak. Binanın bitişiğinde SC- Finkenwerder von 1927 e. V. da bulunuyor.

 

(Soldan sağa) Mesut Yılmaz (FFC 08 Osman Bey saymanı), Osman Sağır (kulübün as başkanı), Ralf Neubauer (belediye başkanı), Carina Oestreich (Hamburg Mitte Meclis Başkanı, Yakup Yalçın, Barış Öneş (SPD Hamburg Eyalet Milletvekili)), Muhammed Ali Yılmaz (kulüp başkanı)

Bir dönem Serik Belediye Başkanlığı görevini yürüterek ilçeyi Türkiye'nin en iyi tanınan yerel yönetimlerinden biri haline getiren Prof. Dr. Ramazan Çalık'ın tekrar adaylığı, sadece bölgesinde değil, yurtdışında yaşayan birçok Avrupalı Türk ve Antalya bölgesine tatil için gelen Avrupalılar arasında da sevinç yaratmıştır.

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Avrupalı Türklerden seyahat acentesi sahibi ve Türk-Alman İşadamları Derneği Başkanı İsmet Zeytin, "Bölgenin turizm potansiyeli çok önemlidir, bu işi bilen, modern düşünceleri ve gelenekleri harmanlayabilen, aynı zamanda yabancı dili olan kültürel yetkinliği olan insanların seçilmesi önemlidir. Serik Belek, tatil yapmaktan vazgeçen Alman komşularımız için cazip hale geldi. Sıkça bize Prof. Dr. Ramazan Çalık'ın aday olup olmayacağını soruyorlardı. Ramazan Başkan'ın liderliğiyle bölge altın yıllarını yaşayacaktır." dedi.

Uzun yıllardan beri Serik - Belek bölgesine binlerce Alman ve Avrupalı turisti getiren organizasyon komiteleri ve acenta sahibi Hansa Ringelmann ise, "Turist bilgi ve güleryüz ister. Prof. Çalık döneminde isteyen her Avrupalı ertesi gün başkanın makamında kabul edilirdi. Ayrıca Belek'de defalarca Türk-Alman programları düzenleyen Prof. Dr. Ramazan Çalık, Türkiye - Almanya arasında önemli çalışmalar yapıyordu. Antalya bölgesi turizmden yaşayan bir bölge ise özellikle Serik - Belek bölgesi seçimini doğru yapmalı. Avrupalı turistlerle Avrupalı yaş meyve - sebze ithalatçıları, doğru seçilen başkanla tekrar bölgeye yöneleceklerdir." şeklinde konuştular.

Serik ve çevresindeki çok sayıda seçmenin desteğini almaya çalışan Prof. Dr. Ramazan Çalık ise Ayhaber'e yaptığı açıklamada, "Mevlam hakkımızda ne hayırlısı ise onu versin. Ben sadece iyi niyet ve temiz bir kalp ile ülkeme ve şehrimize hizmet etmek istiyorum. Serik'in kayıp yıllarını en kısa zamanda geri almak için 1 Nisan sabahı göreve hazırım. Bu adaylık, öncelikle Seriklilerden gelen yoğun 'Hocam bizi yalnız bırakma, Serikli seni bekliyor' şeklindeki istek üzerine gerçekleşmiştir." şeklinde konuştu.

 

Ramazan Çalık kimdir?

Prof. Dr. Ramazan ÇALIK, 1961 Antalya-Yeşilyurt doğumlu bir akademisyendir. 09.07.2012 tarihinde Yükseköğretim Kurumu Başkanlığı tarafından Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı'na atanmıştır. ÇALIK, 1985 yılında Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuş, 1988 yılında yüksek lisansını tamamlamış ve 1994 yılında doktor unvanını almıştır.

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi alanında uzmanlaşan ÇALIK, Türk-Alman Dostluk Derneği üyesidir ve üç yıl Almanya olmak üzere Avusturya ve İsviçre'de akademik görevlerde bulunmuştur. Ulusal ve uluslararası birçok projede görev alarak ülkemize maddi katkı sağlamış, Almanca ve Türkçe olarak yayınlanmış çok sayıda makale ve kitabı bulunmaktadır. Ayrıca, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Cumhuriyet Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanlığı gibi çeşitli idari görevlerde bulunmuş ve yöneticilik alanında deneyim kazanmıştır.

 

 

 

Son GELİŞMELER

FOTO GALERİ

AJet Avrupa’da hedef büyütüyor - Almanya’da 100 Türk acente ile stratejik toplantı

YTB Başkanı Eren Manastır’daki Yeni Cami’nin müze olarak hizmete açılmasına tepki gösterdi

YTB Başkanı Abdullah Eren: “Kerkük Türklerinin uyarıları dikkate alınmalı”

Murat ve Jonas, Würzburg Belediye Sarayını Türk müziğiyle coşturdu

Avrupa Nizam-ı Alem Federasyonu 30. Yılında

Avrupa Saadet ‘yabancı plakalı araçların için Türkiye'de TÜV muayenesi olabilmesini’ istedi

Almanya Türkleri'nin duayen gazetecisi Ahmet Külahçı Mocca dergisine konuştu; İslam düşmanlığı zehirdir

Gedenkveranstaltung 35 Jahre Mauerfall: Journalist Eberhard Schellenberger über seine Jahre im Visier der Stasi

„Gewalt kommt nicht in die Tüte“