Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Başbakan Olaf Scholz, Almanya’da yaşayan Türklerin 40 yıllık rüyası olan çifte vatandaşlığı hayata geçiren SPD’nin seçim kampanyası kapsamında Almanya’da yaşayan Türk kökenli seçmenlere hitap etti.
SPD’nin ayrışmayı değil birliktelik için mücadele ettiğini vurgulayan Olaf Scholz, video mesajında, SPD Milletvekili Macit Karaahmetoğlu’nun, çalışmalarından övgüyle söz ederek, onun bu birliktelik için mücadele ettiğini belirtti.
Olaf Scholz mesajında, “Bizler, hiçbir zaman burada yaşayanlar ve yeni gelenler olarak ayrışmamalıyız. Bölünmek, bizim yolumuz olamaz ve olmamalıdır. Dayanışma bizim yolumuzdur. SPD saflarında Macit Karaahmetoğlu gibi, dayanışma ve SPD ile Alman-Türk topluluğu arasındaki iş birliğini başarıyla savunan bir milletvekiline sahip olduğumuz için mutluyum.” şeklinde konuştu.
Olaf Scholz mesajında, çifte vatandaşlığa imkan tanıyan vatandaşlık yasasındaki düzenlemenin sosyal demokrat bir politikanın başarısı olduğuna vurgu yaparken, CDU/CSU Başbakan adayı Friedrich Merz’ın yasayı geri alacağı yönündeki açıklamasını da şu sözlerle eleştirdi: “Elbetteki insanın kalbi doğduğu yerdedir. Ama aynı zamanda kalp yeni vatana da açıktır. Bu nedenle CDU/CSU’nun Başbakan adayı Merz’in vatandaşlık yasasının modernleştirilmesi ve iyileştirilmesini kaldırmak istemesi beni kızdırıyor. Bu girişim, geriye dönüş anlamına gelir. Bu nedenle çok açık bir şekilde söylüyorum, işler bu noktaya gelmemeli.” dedi.
Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunun altını çizen SPD’nin Başbakan adayı Olaf Scholz, “SPD ve benim için tüm seçmenlerin haklarını ve çıkarlarını temsil etmek çok önemlidir. Bu Türk kökenliler için de geçerli.” şeklinde konuştu.
Federal Meclis Ludwigsburg Milletvekili Macit Karaahmetoğlu da, partisinin Başbakan Adayı Olaf Scholz’un konuşmasını değerlendirirken, Olaf Scholz’un Almanya’daki herkesin Başbakanı olduğunu ve aynı şekilde Türk kökenlilere de kendini adadığını ifade etti.
Karaahmetoğlu, Başbakanın, konuşmasında CDU/CSU'nun bir seçim zaferinin, özellikle vatandaşlık hukuku alanındaki önemli başarılar için ne kadar tehlikeli olabileceğini açıkça ortaya koyduğunu belirtirken, Türk toplumunun da bunu net bir şekilde gördüğünü söyledi.
Karaahmetoğlu, bu konuda yaptığı değerlendirmede şunları söyledi: ”Olaf Scholz ve SPD, insanların birden fazla vatana sahip olabileceğini biliyor ve Almanya'da yaşayan milyonlarca insanın bu yaşam gerçekliğini tanıyor. Birlik Partileri(CDU/CSU) işe bunu bir tehlike, sadakat eksikliği olarak görüyor ve Almanya’da vatandaşlığa geçerken bazılarının mevcut pasaportlarından vazgeçmek zorunda kaldığı eski adaletsizliğe geri dönmek istiyor. Bu nedenle: 23 Şubat’ta SPD’ye oy verin.
Almanya’nın Nürnberg kentinde düzenlenen Türkiye Almanya Film Festival Açılış galası 7 Mart Cuma Akşamı 19:00’da.
29.Türkiye Almanya Film Festivali, bu yıl sinema ve sanat dünyasında iz bırakan iki önemli ismi, Nur Sürer ve Osman Okkan’ı onurlandırıyor. Festivalin onur ödülleri, Türkiye’den oyuncu Nur Sürer ve Almanya’dan yönetmen ve gazeteci Osman Okkan’a verilecek.
Açılış galası, 7 Mart Cuma akşamı saat 19:00’da Nürnberg Tafelhalle’de gerçekleşecek. Galaya, ödül sahiplerinin yanı sıra Nürnberg Kültür Belediye Başkanı Prof. Dr. Julia Lehner, gazeteci ve yönetmen Can Dündar, oyuncu ve yönetmen Ercan Kesal, Uluslararası Antalya Film Festivali Yönetmeni Deniz Yavuz ve Oscar ödüllü İsviçreli yönetmen Xavier Koller gibi sanat ve medya dünyasından seçkin isimler katılacak.
Açılış filmi olarak, Nadim Güç’ün yönettiği ve senaryosunu Erdi Işık’ın yazdığı ‘Mukadderat’ (TR, 2024) gösterilecek. Filmin ekibi de geceye eşlik edecek. Filmin yönetmeni Nedim Güç ve Senaristi Erdal Işık’da festivalin açılış konukları arasıda yer alacak. Açılışta caz ve blues müzik performansını Hildegard Pohl ve Yogo Pausch üstlenecek.
Nur Sürer toplumsal duyarlılığıyla tanına insan
Nur Sürer, Türkiye sinemasının unutulmaz yapımlarında yer alan, politik duruşu ve toplumsal duyarlılığıyla tanınan bir isim. ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ (1979), ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ (1989) ve ‘Umuda Yolculuk’ (1991) gibi birçok başarılı projede yer aldı. Uluslararası alanda Oscar kazanan ‘Umuda Yolculuk’, Sürer’i dünya çapında bir yıldız haline getirdi.
2024’te, festivalin açılış filmi olan **‘Mukadderat’**taki Sultan rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde üçüncü kez En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görülen sanatçı, ödüllerini toplumsal mücadele ve insan hakları savunucularına ithaf ediyor.
Kültürlerarası diyaloğun mimarı Osman Okkan
Radyo, televizyon gazetecisi ve belgesel yönetmeni Osman Okkan, Almanya ve Türkiye arasında kültürel köprüler kuran çalışmalarıyla tanınıyor. ‘Nazım Hikmet – Şair ve Devrimci’ ve ‘Hrant Dink Cinayeti Dosyası’ gibi belgeselleri, sanat ile siyasetin kesiştiği konulara ışık tutuyor.
1960’lardan itibaren göçmen hakları, kültürel diyalog ve insan hakları konularında yürüttüğü çalışmalar, Almanya-Türkiye ilişkilerine katkı sağladı. Çalışmaları nedeniyle Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Nişanı ve Federal Almanya Liyakat Nişanı’na layık görülen Okkan, yaşamını diyalog ve toplumsal barışa adadı.
Festival Başkanı ve Festival Yönetmenin açıklamaları:
Türkiye-Almanya film festival başkanlığını yapan Inter Forum Dernek Başkanı Adil Kaya “Türkiye-Almanya Film Festivali her zaman olduğu gibi insanları ve kültürleri sınırlar ötesinde buluşturmayı hedefliyor. Ülke çapında sahip olduğu istisnai konumu sayesinde Almanya’daki toplumsal bütünleşmeye önemli katkıda bulunuyor” dedi.
Festivalin yönetmenliğini yapan Ayten Akyıldız’da, iki değerli sanatçının festivale katılımından büyük mutluluk duyduğunu belirtti. “Nur Sürer ve Osman Okkan, film ve toplum çalışmalarını harmanlayarak kültürlerarası diyaloğa örnek olmuş kişiler. Festival programımız bu yıl da zengin içerik ve sürprizlerle dolu. 7 Mart’ta izleyicilerimizi bekliyoruz.” 29. Türkiye Almanya Film Festivali, yarışma filmleri, özel seçkiler ve etkinlikleriyle izleyicilere unutulmaz bir deneyim sunacak. Detaylı program ve diğer konuk sanatçılar önümüzdeki günlerde açıklanacak. Geniş bilgi ww.fftd.net adresinden açiklanacak.
Saadet Avrupa Sosyal İşler Başkanı Murat Gürbüz, Stuttgart Bölge Başkanı Ömer Şengül ve Kadın Kolları Başkanı Selma Şengül ile birlikte Stuttgart Başkonsolosluğu’na nezaket ziyaretinde bulundu.
Saadet Avrupa Sosyal İşler Başkanı Murat Gürbüz, Stuttgart Başkonsolosu Sayın Makbule Koçak Kaçar’a, yurtdışında yaşayan vatandaşların sorunlarına ilişkin getirdikleri çözüm önerilerini ve Saadet Partisi Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Kaya’nın TBMM’de cevaplanması için Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’a yönelttiği soru önergeleri ve kanun tekliflerini takdim etti.
Bedelli askerlik, sıla yolu, diploma denkliği ve yaklaşan Almanya seçimleri gibi birçok konunun ele alındığı görüşmede, konsolosluk hizmetlerinin iyileştirilmesi, hayata geçirilen uygulamaların vatandaşlara sağladığı kolaylıklar ve yaşanan sıkıntılar üzerine görüş alışverişinde bulunuldu.
Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarını da gündeme getiren Saadet Partisi Avrupa temsilcileri, “Değerli Başkonsolosumuza yaptığımız ziyaretlerin hayırlara vesile olmasını diliyoruz. Zaman zaman devletimizin güzide temsilcilerine isteklerimizi ilettiğimizde mutlaka karşılık bulduğunu görmekten sevinç duyuyoruz. Devlet ile millet sürekli karşılıklı istişare içinde bulunursa, o toplum daha güçlü ve dirayetli olur. Bu nedenle Ulu Hakan Kanuni Sultan Süleyman Han’ın şu sözünü her zaman hatırlıyoruz: ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.’” şeklinde açıklamalarda bulundu.
Ziyarette Stuttgart Bölge Başkanı Ömer Şengül ve Kadın Kolları Başkanı Selma Şengül de hazır bulundu.
Gürbüz, Stuttgart Başkonsolosu Sayın Makbule Koçak Kaçar’a nazik kabulleri ve ev sahipliği için teşekkür etti.
Trump, neden Grönland’ın peşine düştü? Küresel ısınmanın Grönland’da ortaya çıkardığı fırsatlar neler? Çin ve Rusya’nın gözü neden burada? Grönland’a alan, nereyi alır? Grönlandlılara fikirlerini soran var mı? Dr. Ayşe Gülsüm Çalık yazdı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin seçilmiş yeni başkanı Donald Trump’ın yaptığı “Ulusal savunmamız ve ekonomimiz için Grönland Amerika’ya katılmalı” açıklaması ve Danimarka’yı yeni gümrük vergisi ile tehdit etmesi sonrasında tüm gözler yeniden kuzeye çevrildi.
Yeniden diyorum, çünkü aynı olay 2019 yılında da yaşanmıştı. Trump’ın Grönland’ı satın almak istemesinin gazete manşetlerine çıkmasıyla fikir birçok şakaya konu olmuş ve uzun bir süre saçma bir düşünce olarak görülmüştü. Biden döneminde ise Arktik ve Grönland unutulmuştu.
Trump, küresel ısınmaya inanmıyor, ama küresel ısınmanın bir sonucu olarak Arktik ticaret ağının aktifleşmesi, küresel ticaret ağı içerisindeki öneminin artması ve kuzeyde enerji çıkarma maliyetlerinin düşmesi sonucunda Grönland’ın önemini anlayıp, bu konuda jeopolitik politikalar öneriyor.
Trump’ın dış politikası bağlamında bu ikilem nasıl okunmalı? Peki, Trump’ın ikinci döneminde en önemli başlıklardan birisi olarak açıkladığı Grönland’ı bu kadar önemli yapan nedir?
Temelde jeopolitik ve ekonomik nedenlere dayanan ilgiyi Arktik Bölgesi’nin artan önemiyle birlikte düşünmemiz gerekiyor.
Kısaca Grönland’a bakarsak ada hem dünyanın en büyük adası hem de en seyrek nüfuslu yerleşim yeri. Sadece %20’sinin insan yaşamına elverişli olduğu Ada’da 57.000’e yakın kişi yaşıyor. Ada özellikle sahip olduğu yer altı kaynakları ve jeostratejik konumuyla öne çıkıyor.
Amerika’nın Grönland’ı topraklarına katma isteği ise sanılanın aksine 19. yüzyıla Monroe Doktrini’ne kadar uzanan bir geçmişe dayanıyor. Doktrinde Ada isim olarak geçmese de Avrupa sömürgeciliğine karşı Kuzey toprakları genişletilmeli fikri ortaya atılıyor ve ilk satın alma girişimi de 1868’te Danimarka ile gerçekleşen fakat sonuç alınamayan 5,5 milyon dolarlık müzakereler ile başlıyor. 1910’da bu teklif yineleniyor. 1941’de ise 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Ada, Amerika’nın askerî varlığı haline dönüşüyor.
İlk olarak adanın ABD ile olan güvenlik merkezli ilişkisine bakalım.
1940’ta Danimarka’nın Almanya tarafından işgal edilmesi üzerine 1941’de ABD’nin askerî korumasına geçen Grönland, özellikle NATO’nun kuruluş yıllarında birçok ülkeye göre daha öncelikli hâle geldi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra devam eden Soğuk Savaş dönemi boyunca da adanın askerî güvenliği ABD tarafından sağlandı. Amerika’nın kuzey savunma hattı olarak kullanılan ada, özellikle Soğuk Savaş’ın en kritik dönemlerinde ABD askerleri için operasyon merkezi işlevi gördü. Fakat 2000’li yıllarla birlikte SSCB’nin dağılması sonucu ABD dış politikasının güneye odaklanması Kuzey’e olan ilgiyi de azalttı.
ABD’nin Grönland’a ve Arktik’e azalan ilgisinin tam tersi yönde dünyanın ekonomik gücü Çin’e ilgisi artmaya başladı. Hem Grönland’a hem de bölgedeki diğer ülkelere ekonomik yatırımlar uygulayan Çin, aynı zamanda kendisini Arktik’e komşu/yakın ülke olarak da tanımlayarak kuzeyin önemini çok erken fark eden ülkelerden birisi.
Çin’in Grönland’a yaptığı yatırımlardan öne çıkanlardan ilki Çinli inşaat devi olarak da bilinen China Communications Construction Company (CCCC) tarafından 2018 yılında üç yeni havaalanı ve toprak elementleri madencilik projesi başlatıldı. Fakat projeler ABD’nin baskısıyla bir yıl sonra durduruldu. CCCC tarafından üstlenilen iki yeni liman inşası ise hâlâ devam ediyor.
ABD’nin kuzeye olan ilginin tekrar arttığının ilk işareti 2019’da Trump’ın Grönland’ı satın almak istemesiyle oldu. Bunun ardından NATO Finlandiya ve İsveç’in katılımıyla bölgede genişleyerek Trump’ın kararının şaka ya da absürt olmadığını gösterdi. Fakat burada tek etken şüphesiz ki Amerika’nın ulusal güvenliği değil. Belirtildiği gibi ada dünyadaki nadir elementler ve enerji kaynakları bakımından eşsiz bir kaynak ve şimdiye kadar bu kaynaklar çıkarılmadı. Bu sebeple eğer Ada Amerika’ya katılırsa Amerika’nın Sibirya’sı olacağını düşünebiliriz.
Yaşam şartları zor, nüfus az, fakat yeraltı kaynakları olarak hazine niteliğindeler. Grönland’da 220’den fazla farklı yeraltı kaynağı olduğu tahmin ediliyor. Fakat teknoloji çağında nadir toprak elementleri ve uranyum ön plana çıkıyor. Bunlar elektrikle çalışan her şey ve çip üretimi için zorunlu madenler. Hatırlayacağınız üzere 2020’de pandemiyle birlikte üretimlerinin azalmasıyla dünya “çip krizi” yaşadı ve üretim etkilendi. Çip krizi aslında bitmedi ve devam ediyor. ABD üretim konusunda Çin’in gerisinde ikinci sırada ve eğer Grönland’ı topraklarına katması, bu alanda Çin’e karşı stratejik üstünlük sağlayabilir.
Grönland’ı önemli kılan bir diğer etken ise hiç şüphesiz bölgedeki yeni deniz yolları.
Artık herkes tarafından bilinen geleneksel deniz yollarının en önemli alternatifi Kuzey Deniz Yolu ve tamamı Rusya karasularından geçiyor. Bu da Kuzey Deniz Yolu’nu ABD’nin ya da müttefiki bir ülkenin kontrolünde olmayan dünyadaki tek deniz yolu yapıyor.
Ayrıca Süveyş ya da Panama Kanallarına kıyasla uygun buz koşullarında Çin ile Avrupa ticaretindeki en kısa mesafeyi sunuyor. Bölgede deniz korsanları ya da savaş tehdidinin olmaması da güzergahın artılarından birisi. ABD ise Rusya’nın ve özellikle Çin’in Avrupa ile olan deniz ticaretini Grönland’la kontrol etmek istiyor.
Arktik’te aktörleri kıyaslamak için başvurulan en kolay yöntem bölgedeki ulaşım ve ticaret için zorunlu olan buzkıran filolarının karşılaştırılmasıdır. Bu alanda Rusya 3 tanesi nükleer enerji ile çalışan toplam 44 buzkıranla tüm dünyanın lideri konumunda.
Amerika’nın ise çalışır vaziyette sadece bir buzkıranı bulunuyor. Rusya’nın ABD’nin açık ara önünde olduğu tek bölge olarak Arktik’te Kuzey Deniz Yolu’nun kullanımının da yaygınlaşmasıyla birlikte şüphesiz ki küresel jeopolitik keskin bir dönüşüm yaşayacak.
ABD her ne kadar NATO’nun bölgeye dahil olmasıyla güvenlik dengesi kurmaya çalışsa da Rusya’nın askerî olarak bölgedeki en önemli güç olduğunu unutmamak gerekiyor.
Trump’ın Grönland’ın ABD’ye katılması için gerekirse askerî güç dahi kullanılabileceği açıklaması üzerine Avrupa Birliği ve NATO üyesi ülkelerin tepkileri de merak konusu oldu. Danimarka başta olmak üzere Avrupa’dan çoğu lider Trump’ı eleştiren açıklamalar yaptı. Ama en sert tepki Fransa’dan geldi. Macron, “Biz (Avrupa) güçlü bir kıtayız. Sınırlardaki değişikliklere sessiz kalmayız” açıklamasını yaptı. Almanya Başbakanı Scholz ise “sınırların dokunulmazlığı ilkesi ister büyük olsun, ister küçük olsun her ülke için geçerlidir. NATO üyesi bir ülke diğerini tehdit edemez” sözleriyle tepkisini belirtti.
Öte yandan Trump’ın, “Gerekirse NATO’dan çıkarız” açıklaması da göz önünde bulundurulduğunda Grönland konusunun da ciddiyeti artıyor. Birçok uzman Trump’ın Rusya Ukrayna Savaşı yerine toprak genişletme ile ilgili açıklamalar yapmasını hem NATO hem de Avrupa için Rusya ya da Çin’den daha tehlikeli olabileceği konusunda liderleri uyarıyor.
Ada sakinleri Trump’ın açıklaması ve oğlu Donald Trump Jr’ın Ada’yı ziyaretiyle ikiye ayrılmış durumda. Ada halkıyla yapılan röportajlardan gördüğümüz kadarıyla çok ciddi oranda Grönlandlı uzun yıllardır sömürge oldukları için bağımsız bir ülke olmak istiyorlar. Özellikle Danimarka tarafından uzun yıllar ayrımcılığa uğradıkları, gerekli yatırımların yapılmadığı ve kültürlerini yok saydıklarıyla ilgili açıklama sayısı çok fazla.
Diğer taraftan adadaki zorlu yaşam koşulları ve işsizlik göz önünde bulundurulduğunda gençlerin büyük bir kısmı ABD’ye dahil olma fikrine sıcak bakıyor. “Make Greenland Great Again” sloganı Twitter’ın sahibi iş insanı Elon Musk’ın da desteğiyle sosyal medyada büyük ses getirdi. Bu sebeple eğer Ada’da ABD’ye katılma ya ile ilgili bir referandum yapılırsa sonucun ne çıkacağı belirsizliğini koruyor.
Sonuç olarak, Trump’ın “Grönland, ulusal güvenliğimiz için kritik bir öneme sahip” açıklaması, ABD’nin Arktik Bölgesi’nde yıllarca süren ihmallerinin ardından yeniden güç kazanma çabasını gözler önüne seriyor. Kuzey Deniz Yolu gibi stratejik güzergâhlar ve bölgedeki yer altı kaynakları, ABD’nin küresel güç mücadelesinde üstünlük sağlama planlarının temel taşları. Ancak bölgedeki Rusya ve Çin varlığı, ABD için ciddi bir rekabet ortamı yaratıyor. Grönland’ın ABD’ye katılımı yönünde yapılacak olası bir referandumun sonucu ise belirsizliğini koruyor. Bu koşullarda, Arktik Bölgesi’ndeki rekabetin küresel dengeler üzerindeki etkisi önümüzdeki yıllarda daha da belirgin hale gelecek.
Ayşe Gülsüm Çalık, İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını Brunel University of London’da güvenlik alanında yazdığı tezle tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Rusya’nın Arktika Dış Politikası” başlıklı doktora tezini tamamlamıştır.
Yurt içi ve yurt dışında çeşitli konferans ve seminerlere katılan Dr. Çalık, Almanya merkezli Aytürk Online ve ALP Medya Yayın Grubu ile Migrantenstämmige Medien in Deutschland adlı medya topluluğunda Uluslararası İlişkiler Yorumcusu olarak değerlendirmelerde bulunmaktadır.
In der Innenstadt ist es schon deutlich erkennbar: Würzburg ist ins Zeitalter der digitalen Außenwerbung eingestiegen! Ströer hat die Außenwerberechte in der Stadt Würzburg übernommen. Das Unternehmen hatte nach europaweiter Ausschreibung den Zuschlag für die Werberechte im öffentlichen Raum der Stadt erhalten. Damit hat die Stadt nunmehr einen erfahrenen und renommierten Außenwerber mit deutschlandweit rund 300.000 Out-of-Home-Medienflächen im Stadtbild gewonnen.
„Professionelle Außenwerbung in einem dezenten und eleganten Rahmen - was man auch im direkten Wortsinn verstehen kann – passt schön in das Stadtbild. Wir haben mit Ströer eine Win-win-Situation erreicht: verlässliche Einnahmen im städtischen Haushalt, großstädtische Stadtmöblierung und gleichzeitig ansprechende Werbeanlagen im öffentlichen Raum unserer schönen Stadt“, würdigte Oberbürgermeister Christian Schuchardt das neue Erscheinungsbild der Außenwerbung.
Aktuell wurden die digitalen Werbetafel in der Innenstadt in Betrieb genommen, sie ermöglichen neben ihrer eigentlichen Aufgabe auch schnelle Informationen zu Wetter, Nachrichten, Warnmeldungen etc. Aufgabe von Ströer ist aber unter anderem auch der Neuaufbau und die Bewirtschaftung von Medienträgern im analogen Bereich, so werden Großflächen und Litfaßsäulen gleichermaßen erneuert und betrieben. Besondere Synergien ergeben sich mit der Tatsache, dass Ströer nunmehr auch für den Betrieb der Haltestellenunterstände der Würzburger Verkehrsbetriebe zuständig ist.
„Wir freuen uns, dass wir in Zusammenarbeit mit der Stadt Würzburg nun mit einem digitalen, kommunalen Informationsangebot für die Stadt starten können und mit der Ausspielung von Themen aus der Region den Bürgerinnen und Bürgern einen zusätzlichen Informationskanal anbieten können“, sagt Alexander Stotz, CEO der Ströer Media Deutschland GmbH. „Als langjähriger Partner der Städte tragen wir mit unseren digitalen Medienträgern einen Teil zu einer urbanen Kommunikationsinfrastruktur bei.“
"Mit der neuen Feuerwehr-Zuwendungsrichtlinie haben wir die Feuerwehrförderung nochmals massiv aufgestockt." Das gab Bayerns Innenminister Joachim Herrmann heute bekannt. "Insgesamt haben wir ein umfassendes Maßnahmenpaket mit einem jährlichen Volumen von mehr als 22 Millionen Euro geschnürt, mit dem wir unsere Gemeinden und ihre Feuerwehren zukunftsweisend unterstützen." Die Feuerwehr-Zuwendungsrichtlinie (FwZR) wurde um weitere drei Jahre bis 31. Dezember 2027 verlängert und in diesem Zusammenhang inhaltlich überarbeitet. +++
Zu den Verbesserungen zählen laut Herrmann, unter anderem neue Fördertatbestände beim Feuerwehrhausneubau: "Künftig sind auch Förderungen für Generalsanierungen möglich und dies zu gleichen Förderfestbeträgen wie für einen Neubau. Hiermit setzen wir einen deutlichen Anreiz, Bestandsbauten weiter zu nutzen, leisten einen Beitrag zur Nachhaltigkeit und tragen dazu bei, dass weniger Flächen versiegelt werden." Weiterhin ist auch erstmals eine Förderung für geschlechtergetrennte Sanitärräume in bestehenden Feuerwehrhäusern möglich. "Dies ist wichtig, um auch Frauen für den Feuerwehrdienst gewinnen zu können ", erläuterte Herrmann.
Darüber hinaus sollen nach den Worten des Ministers besonders kleinere Feuerwehren und der ländliche Raum Unterstützung finden. "Wir haben dazu den Festbetrag für den ersten und zweiten Stellplatz bei einem Neubau oder einer Generalsanierung eines Feuerwehrhauses von bisher jeweils 121.000 Euro auf 160.000 Euro angehoben." Von dieser deutlichen Anhebung um etwa ein Drittel profitieren gerade kleinere Gemeinden im ländlichen Raum, ebenso wie von dem Plus von 25 Prozent bei den Förderfestbeträgen für vier Standardfahrzeugtypen. Auch für die besonders belasteten Feuerwehren mit einem Autobahnabschnitt oder einer mehrspurig ausgebauten Schnellstraße hat der Freistaat kräftig nachgelegt: “Sie können sich über die Erhöhung der Festbeträge für die erforderlichen Spezial-Fahrzeuge um jeweils 25 Prozent freuen."
Schließlich solle auch die Ausbildung in den Landkreisen stärker unterstützt werden. "Daher ist künftig eine Förderung von 250.000 Euro für die Errichtung eines Übungshauses möglich. Hierzu entwerfen die Staatlichen Feuerwehrschulen derzeit eine modulare Musterplanung, die die praktischen Übungs- und Ausbildungsmöglichkeiten vor Ort deutlich verbessert", erläuterte der Minister.
Bereits zum 1. Juni 2023 hatte das Bayerische Innenministerium die Feuerwehrförderung deutlich aufgestockt: die Festbeträge für die Feuerwehrhausförderung wurden verdoppelt, die Festbeträge für die Beschaffungen von Feuerwehrfahrzeugen und -geräten um 30 Prozent erhöht.
BERLİN (AA) - Almanya'da Bakanlar Kurulu, Alman ordusuna kritik altyapıyı tehdit eden şüpheli insansız hava araçlarını (İHA) düşürme yetkisi verecek yasa tasarını kabul etti.
Yasa tasarısını hazırlayan Almanya İçişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Bakanlar Kurulu'nda kabul edilen yasa tasarısıyla Alman ordusuna ciddi bir durumda İHA'ları düşürme yetkisi verileceği belirtildi.
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, casusluk ve sabotaj aracı olarak İHA'ların özellikle ülkenin kritik altyapısı için ciddi bir tehdit oluşturabileceğini ifade etti.
Faeser, polis teşkilatının İHA'ları tespit etme ve bunlara karşı savunma kabiliyetlerini sürekli olarak geliştirildiğini ancak özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı'nın başlamasından bu yana polis ve mevcut teknolojileri için giderek artan bir zorluk teşkil eden İHA'ların daha fazla kullanıldığını gördüklerini belirtti.
"Bu nedenle, Hava Güvenliği Yasası'nda, Alman ordusuna, ciddi tehditler durumunda müdahale etmesine izin ve son çare olarak korsan uçan insansız hava araçlarını vurmak için de yetkiyi vermemiz gerekiyor." diyen Faeser, bunun kritik altyapının korunmasını arttıracağını ve mevcut tehditlere karşı kararlı bir duruş sergilendiğini göstereceğini kaydetti.
Yasa tasarısıyla polis imkanlarının yetersiz kaldığı ve destek talep edildiği durumlarda Alman ordusuna İHA'lara karşı "güç kullanma" yetkisi verilmesi öngörülüyor.
Tasarının yasalaşması durumunda, insan hayatının tehlikede olması ya da önemli enerji veya telekomünikasyon tesisleri gibi kritik altyapıya yönelik tehdit bulunması halinde İHA'ların düşürülmesine izin verilecek.
Tasarının yasalaşması için Federal Meclis'ten de geçmesi gerekiyor ancak yasa tasarısının, meclisten geçip geçmeyeceği henüz belli değil.
Almanya'da Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Partiden (FDP) oluşan hükümetin kasımda dağılmasının ardından mevcut SPD-Yeşiller azınlık koalisyonunun mecliste çoğunluğu bulunmuyor. Ana muhalefetteki Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partileri ise tasarıya olumlu bakmıyor.
Die Geburt rückt näher – und damit die Entscheidung, wo und wie das Baby zur Welt kommen soll. Ge- rade beim ersten Kind ist dies für die werdenden Eltern eine große Herausforderung. Soll es eine speziali- sierte und vergleichsweise große Kinderklinik sein, das Krankenhaus in Wohnortnähe, das mit einer fami- liären Atmosphäre punktet? Oder vielleicht gar eine Hausgeburt? Woran man eine gute Geburtsklinik erkennt und welche Möglichkeiten für die Gebärenden im Krankenhaus Lauf zur Verfügung stehen, das verrät Dr. Valentin Klant, Chefarzt der Abteilung für Gynäkologie und Geburtshilfe am Krankenhaus Lauf.
Was raten Sie werdenden Eltern, die sich für eine Geburtsklinik entscheiden müssen?
Dr. Valentin Klant: Das ist eine individuelle Entscheidung, die wir den werdenden Eltern nicht abnehmen können. Bei einer hochspezialisierten Geburtsklinik sind alle Eventualitäten abgesichert. Dafür sind solche Häuser in der Regel sehr groß und die Frauen werden weniger individuell betreut als im kleineren Kranken- haus am Wohnort. Wenn sich im Lauf der Schwangerschaft keine Auffälligkeiten abzeichnen, ist es in mei- nen Augen nicht nötig, in ein großes Krankenhaus mit allen medizinischen Fachrichtungen zu gehen. Da wäre auch eine hebammengeleitete Geburt eine Option. Aber wie gesagt: Das müssen die werdenden El- tern selbst entscheiden.
Warum fällt dem Krankenhaus Lauf in Sachen Geburtshilfe eine besondere Rolle zu?
Dr. Valentin Klant: Bei uns im Krankenhaus Lauf kommen im Jahr rund 650 Babys zur Welt. Wir sind sowohl technisch als auch personell sehr gut aufgestellt. Mit vier Kreißsälen und einem hochqualifizierten Team aus zehn Ärztinnen und Ärzten, 20 Krankenschwestern (davon überwiegend Kinderkrankenschwestern und auch zwei Stillberaterinnen) sowie 16 Hebammen können wir eine bestmögliche Versorgung während der gesamten Schwangerschaft und Geburt garantieren. Hinzu kommt die enge Kooperation mit dem Klinikum Nürnberg Süd – einem Maximalversorger mit einem anerkannten Perinatalzentrum der höchsten Stufe (Level 1). Wenn man so will, steht das Krankenhaus Lauf für eine familiäre Geburtshilfe mit gleichzeitig höchster Qualität für die Neugeborenen.
Heißt das: Auch im Notfall sind werdende Eltern im Krankenhaus Lauf gut aufgehoben?
Dr. Valentin Klant: Auf jeden Fall. Wir haben einen sehr hohen Standard aufgebaut. So führen wir regelmä- ßig ein abteilungsübergreifendes Notfalltraining in Kooperation mit der Neonatologie des Klinikums Nürn- berg durch. Zudem haben wir die gleichen Geräte bei uns im Haus, die auch in der Kinderklinik verwendet werden, vor allem hochmoderne Reanimationseinheiten für Säuglinge. Und falls eine längere Therapie er- forderlich ist, bringen wir die Kleinen im Babynotarztwagen umgehend ins Klinikum Nürnberg Süd.
Zukünftig möchten Sie im Krankenhaus Lauf auch die hebammengeleitete Geburt anbieten. Wie läuft das konkret ab?
Dr. Valentin Klant: Ja, wir planen den Aufbau des sogenannten Hebammen-Kreißsaals, damit wir auch hier der hohen Nachfrage gerecht werden können. Bei einer hebammengeleiteten Geburt werden die Frauen von unseren erfahrenen Hebammen durch die Geburt begleitet; ein Arzt schaut nur vorbei, wenn das Baby auf der Welt ist. Voraussetzung ist natürlich, dass es keine Komplikationen in der Schwangerschaft gibt.
Viele Frauen wünschen sich eine natürliche Geburt, auch Homöopathie wird nachgefragt. Was sagen Sie dazu?
Dr. Valentin Klant: Im Krankenhaus Lauf bieten wir den werdenden Eltern alles an, was möglich ist – vor al- lem aber Sicherheit. Unsere Philosophie lautet: so sanft und sicher wie möglich. Das Spektrum reicht von Homöopathie über Wassergeburt, Akupunktur, Schmerz- und Aromatherapie bis zu Hypnobirthing. Unsere Kreißsäle sind hell und freundlich eingerichtet, und die Frauen können, wenn sie möchten, auch ihre Lieb- lingsmusik hören. Es gibt Einbett- und Familienzimmer auf der Wochenstation, sodass die Väter auch rund um die Uhr an der Seite ihrer Frau sein können. Eine Geburt ist eine sehr persönliche Angelegenheit und dementsprechend unterschiedlich sind die Wünsche der Frauen. Auch darüber reden wir intensiv in den Vorgesprächen, und wir richten uns immer nach den Bedürfnissen der Schwangeren. Was ich in jedem Fall empfehle, ist Bonding. Das Baby wird direkt nach der Geburt auf den nackten Oberkörper der Mutter oder auch des Vaters gelegt. Das schafft eine intensive und enge Bindung zwischen dem Baby und den Eltern.
Viele Kliniken bieten die sogenannte Kolostrum-Gewinnung an. Dabei wird besonders nahrhafte Mutter- milch schon vor der Geburt gewonnen und eingefroren. Gibt es das auch im Krankenhaus Lauf?
Dr. Valentin Klant: Ja, auch das ist bei uns möglich. Kolostrum ist die erste Milch, die dem Baby nach der Geburt zur Verfügung steht. Es hat eine hohe Konzentration an Beta-Carotin und unterstützt den Aufbau des Immunsystems beim Neugeborenen. In manchen Fällen ist es ratsam, vor der Geburt Kolostrum auszu- streichen und aufzubewahren. Das gilt zum Beispiel für Babys von Müttern mit Diabetes – das Risiko einer temporären Unterzuckerung des Säuglings kann so gemindert werden.
Auch über Nabelschnurblut wird viel gesprochen im Zusammenhang mit Geburten. Wie geht das Kran- kenhaus Lauf damit um?
Dr. Valentin Klant: Hier sind zwei Dinge zu unterscheiden. Einmal geht es um das sogenannte Auspulsieren nach der Geburt, zum anderen um die Spende von Nabelschnurblut zum Beispiel für Leukämiepatienten. Das Auspulsieren der Nabelschnur, also ein verzögertes Abklemmen der Plazenta, wird von der Weltge- sundheitsorganisation (WHO) empfohlen. Die Versorgung des Neugeborenen mit Nabelschnurblut ist wich- tig, denn sie gleicht mögliche Blutverluste aus und mindert das Risiko einer Anämie. Das Auspulsieren ist bei uns Standard, auch bei einem Kaiserschnitt. Wir ermöglichen den Frauen aber auch, Nabelschnurblut zu spenden oder einzulagern für das eigene Kind. Das regelt ein externer Dienstleister, ein Transportdienst holt die Spenden ab.
Thema Wunschkaiserschnitt: Wie stehen Sie dazu?
Dr. Valentin Klant: Ob natürliche Geburt oder Kaiserschnitt – das ist allein die Entscheidung der werdenden Mutter, es sei denn, es handelt sich um einen medizinisch notwendigen Kaiserschnitt. Bei uns kommen etwa 30 Prozent der Babys per Kaiserschnitt zur Welt, überwiegend im sogenannten sanften Kaiserschnitt- Verfahren. Dabei werden weniger Schnitte gesetzt und die Frauen sind in der Regel schneller wieder fit.
Wie können sich werdende Eltern über die Geburtshilfe im Krankenhaus Lauf informieren?
Dr. Valentin Klant: Am besten persönlich bei uns vor Ort. Einmal im Monat, immer am letzten Montag um 18.30 Uhr, laden wir zu Informationsabenden rund um die Geburt ein. Die Termine finden Sie auf unserer Internetseite. Hierbei wird auch eine Führung durch den Kreißsaal und über die Wochenstation angeboten. Zudem gibt es alle zwei Wochen einen Stilltreff, wo sich junge Eltern mit unserer Stillberatung austauschen können. Und wir sind in den sozialen Medien aktiv. Gerne mal Kreißsaal Lauf und Krankenhäuser Nürnber- ger Land auf Facebook und Instagram abonnieren!
Bild 1: Sie bringen mit ihrem Team kleine Lauferinnen und Laufer auf die Welt: Chefarzt Dr. Valentin Klant und Sibylla Schwarz-Sow, Leitende Hebamme am Krankenhaus Lauf. Die Abteilung hat kürzlich ein zusätzliches Entbindungsbett angeschafft. Im vergangenen Jahr wurden 609 Babys in der Simons- hofer Straße geboren. Foto: Krankenhäuser Nürnberger Land
Bild 2: Das Krankenhaus Lauf hat aktuell vier Kreißsäle, die hell und freundlich eingerichtet sind. Auch eine Gebärwanne steht zur Verfügung.
Foto: Rudi Ott / Krankenhäuser Nürnberger Land
Bild 3: Die Schwangeren werden im Krankenhaus Lauf sehr individuell betreut. Gleichzeitig ist dank regelmäßiger Trainings, einer entsprechenden technischen Ausstattung sowie der engen Koopera- tion mit dem Nürnberger Perinatalzentrum (Level 1) eine bestmögliche Versorgung auch im Notfall sichergestellt.
Foto: Rudi Ott / Krankenhäuser Nürnberger Land
Bild 4: Dr. Valentin Klant, Chefarzt der Abteilung für Gynäkologie und Geburtshilfe am Krankenhaus Lauf.
Foto: Rudi Ott / Krankenhäuser Nürnberger Land
Die Blauzungenkrankheit ist eine Virusinfektion, die durch kleine Stechmücken übertragen wird und für die insbesondere Wiederkäuer wie Schafe, Ziegen und Rinder empfänglich sind. Im September 2023 waren erstmals Infektionen mit dem Virus der Blauzungenkrankheit des Serotyps 3 (BTV-3) bei Schafen in den Niederlanden festgestellt worden. Im Sommer 2024 nahmen die Nachweis deutlich zu, im September sind die ersten amtlich bestätigten Fälle in Mittelfranken aufgetreten. In Deutschland und Europa hatten im Jahr 2024 viele Schafhalter Verluste bei ihren Tieren zu beklagen.
Tierärztin Dr. Katrin Baumgartner beschäftigt sich seit vielen Jahren mit dem Umgang mit Tierseuchen. Da Zoos über internationale Erhaltungszuchtprogramme häufig Tiere untereinander tauschen, ist es entscheidend, dass sich Seuchen nicht ausbreiten. Dies gilt auch für die von der Blauzungenkrankheit bedrohten Schafrassen. Im Tiergarten wurden deshalb alle Schafe frühzeitig gegen das Virus geimpft und mit einer Wiederholungsimpfung versorgt. Außerdem arbeitet der Tiergarten mit dem Friedrich-Loeffler-Institut zusammen, um die Entwicklung des Immunsystems unter Berücksichtigung der Impfungen zu erforschen.
„Der aktuelle Serotyp der Blauzungenkrankheit führt vor allem bei kleinen Wiederkäuern wie Schafen und Ziegen häufig zum Tod. Für die ohnehin schon bedrohten Rotkopfschafe stellt das Virus also eine große Gefahr dar“, sagt Dr. Katrin Baumgartner, die im Tiergarten auch zuständig ist für die Zucht seltener und bedrohter Haustierrassen. „Jeder Verlust eines Tieres kann sich empfindlich auf die Population auswirken. Impfungen sind deshalb das wichtigste Instrument zur Bekämpfung des Virus und zum Schutz der Tiere.“
Neben den Rotkopfschafen wurden im Tiergarten auch Zwergzebus, Hochlandrinder, Wisente, Bisons, Afrikanische Büffel, Elenantilopen, Mendesantilopen, Alpakas, Guanakos, Trampeltiere, Kamerunschafe, Ouessantschafe und Zwergziegen gegen BTV-3 geimpft.
Weitere Halter gesucht
Entscheidend für eine gesunde und genetisch vielfältige Population ist eine koordinierte Zucht der Rotkopfschafe. Der Tiergarten übernimmt diese Koordination und ist derzeit dabei, ein Zuchtmanagement aufzubauen. Momentan gibt es 16 bekannte Halter der Rasse in Deutschland. „Um die Zucht auch künftig erfolgreich fortführen zu können, brauchen wir engagierte und verlässliche Partner. Wir sind deshalb immer auf der Suche nach Haltern, die Tiere bei sich aufnehmen möchten“, sagt Dr. Baumgartner. Die Tiere gelten als sehr robust, zutraulich und leistungsfähig auch bei hohen Temperaturen. Sie stellen keine hohen Ansprüche an Haltung und Futter, allerdings brauchen sie viel Platz. Rotkopfschafe sind leicht zu scheren und zeichnen sich durch eine gute Wollqualität aus. Interessierte Halter können sich beim Tiergarten melden.
Charakteristisch für Rotkopfschafe ist die rotbraune Färbung von Kopf und Beinen, die vor allem in den ersten Monaten gut sichtbar ist. Auf der Roten Liste der Gesellschaft zur Erhaltung alter und gefährdeter Haustierrassen steht die alte Schafrasse als bedroht. Rotkopfschafe waren ursprünglich in den Pyrenäen beheimatet. Die letzte größere Herde Frankreichs sollte geschlachtet werden, ging aber in letzter Minute in andere Haltungen – darunter auch nach Nürnberg. Der Verein der Tiergartenfreunde Nürnberg e. V. hatte 1981 14 Tiere übernommen. Sie bildeten den Grundstock für den Aufbau einer aus zwölf Mutterlinien hergeleiteten Kleinherde. Derzeit lebt eine Zuchtgruppe im Tiergarten auf einer Anlage am Kinderzoo. Auf dem Gelände der noris inklusion und auf Gut Mittelbüg, der Außenstelle des Tiergartens in Schwaig, leben zwei Gruppen männlicher Rotkopfschafe.
Die Rotkopfschaftagung findet einmal jährlich und an wechselnden Orten statt. Sie dient dem Austausch und der Vernetzung der Halter. Neben der Blauzungenkrankheit waren auch andere Tierseuchen wie das Ovine Herpesvirus Thema der Tagung. Außerdem ging es darum, wie Rotkopfschafe und andere Wolllieferanten einen Beitrag zur außerschulischen Bildung in Zoos leisten können. Nach mehreren Vorträgen im Tiergarten besichtigten die Teilnehmenden auch einen Bio-Archehof in Mittelfranken, der Rotkopfschafe hält und somit zum Erhalt dieser Rasse beiträgt. tom
Bildnachweis: Merlin Karbe / Tiergarten Stadt Nürnberg
5 Ocak 2025'te 18. Röttinger Kanapeegespräch, Burghalle Brattenstein'de gerçekleşti.
Toplantıya, Würzburg Şehri Sosyal İşler Sorumlusu ve Bundestag Adayı Dr. Hülya Düber, Paul Lehrieder (MdB), Björn Jungbauer (MdL) ve diğerleriyle birlikte göç ve entegrasyon temaları üzerine tartıştım.
Toplantıya katılan çok sayıda dinleyici, CSU Bayern'in entegrasyon politikalarını ve partinin yeni dönemdeki federal politikalarını dinleme fırsatı buldu.
Bavyera Entegrasyon Sorumlusu Karl Straubb ise toplantının sonunda, “Bu başarılı etkinlik ve yoğun tartışmalar için Sayın Jungbauer'e davet için teşekkür ediyorum!” şeklinde konuştu.