Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Nürnberger de faaliyet gösteren Nürnberg Metropol Türk Toplumu (TGMN) bayramlaşma programı düzenledi.
Nürnberg Sumach restoranda düzenlenen programın açılış konuşmasını yapan TGMN Başkanı Bülent Bayraktar, 2007 senesinde Nürnberg’deki kamuoyu yararına çalışmalar yapan 26 derneğin birleşmesiyle kuruldu. TGMN’nin hedefleri arasında, üyelerin müşterek çıkarlarını kamuoyunda savunmak, toplumunun hukuki, sosyal ve siyasi alanlarda Alman toplumuyla eşitliği, Türkiye kökenli gençlerin okul eğitimi ve meslek edinme konusu hedeflerimiz arasındadır” dedi. “Birlikten, beraberlikten ve dayanışmadan güç doğar” cümlesini toplum karşısında söyleyip de, insanlar ve dernekler arasında ayrımcılık, yapanları, insanları ötekileştirenleri sert bir dille eleştiren Bayraktar, “Vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkedeki sorunların çözümü, birlikteliğe bağlıdır” diye konuştu.
‘TÜRKİYE-ALMANYA DOSTLUK KÖPRÜSÜ’
TGMN’nin pandemi döneminde çalışmalarını dijital ortamda devam ettirdiğini belirten Bayraktar, ‘‘Nürnberg Başkonsolosu Serdar Deniz, Bavyera İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, Bavyera milletvekili Arif Taşdelen, Nürnberg, Fürth ve Erlangen Belediye Başkanları, Belediye Meclis üyeleri, Baden Würtenberg eyaletinin Türk Toplum Başkanı Gökay Sofuoğlu, STK yöneticileri ve esnafların katıldığı canlı söyleşilerle Türk toplumunun sorunları ve çözüm yolları dile getirilerek Türkiye-Almanya dostluk köprüsü üstlenilmiştir” dedi. TGMN’nin daha aktif hale getirilmesi konusunda toplantıya katılanların düşünceleri alındı.
TGMN Başkanı Bayraktar’ın Bayramlaşma Davetine katılanlar:
Saadet Nürnberg Bölge Başkan Yardımcısı Musa Tamer, DİTİB Kuzey Bavyera Eyalet Yönetim Kurulu Üyesi aynı zamanda Fürth Mevlana Camii Başkanı Refet Avcı, Tük-Alman Özürlüler ve Entegrasyon Derneği Başkanı Kamile Erdemir, Global Dernek Kurucu Başkanı Celalettin Avcı, Kuzey Bavyera Türk-Alman Kadınlar Kulübü (DTFC) Onursal Başkanı Gülseren Suzan Menzel, DTFC Başkanı Avukat Sevtap Oygün, DTFC Yönetim Kurulu Üyesi Hava Özel, Nürnberg Metropol Bölgesi Türk-Alman İşadamları Dernek Başkanı Dr.Ali Aydın, Dr.Nurcan Ayrdın, Yönetim Kurulu Üyeleri Başkanı Dr. Ali Aydın ve Dr.Nurcan Aydın, SPD Nordostbahnhof Bölge Başkanı Abdurrahman Gümrükçü, FDP Nürnberg Belediye Meclisi Üyesi Ümit Sormaz, SPD Fürth Belediye Meclisi Üyesi Ayhan Yeşil, Hayat Gündüz Yaşlı Bakım Merkezi sahibi Mühübe Gürdoğan Serçe, Mevlana Restoran sahibi Ahmet Can, Sumach Restorant sahibi Muzaffer Gündoğdu ve iş insanları Mehmet Tozan, Hasan Karaali, Aydın Yüksel,Ceylan Aytugan ve Bayern Ses Gazetesi ile Euro İmaj Dergi sahibi Ali Boz katıldı.
Haber: ilhan Baba-Nürnberg
Der Haushaltsausschuss des Bundestages hat diese Woche das Denkmalschutz-Sonderprogramm XI mit 66 Millionen Euro für den Denkmalschutz in den Kommunen ausgestattet.
„Ich weiß, wie schwer es für Kommunen ist, die wunderschönen Denkmäler in unserer Region aus eigener Kraft zu erhalten. Dieses Programm ist daher eine tolle Chance“, freut sich der Schweinfurter Bundestagsabgeordnete Markus Hümpfer (SPD). Im Rahmen des Sonderprogramms beteiligt sich der Bund an der Sanierung bedeutsamer Kulturdenkmäler mit bis zu 50 Prozent der Kosten. Die Sanierung muss der Substanzerhaltung oder Restaurierung im Sinne der Denkmalpflege dienen.
Länder und Kommunen, Kirchen, Stiftungen, Vereine oder auch Privatpersonen können ab sofort Anträge über das Bayerische Landesamt für Denkmalpflege stellen, welches diese bis zum 9. September prüfen und weiterleiten muss. Eine frühe Einreichung der Unterlagen ist daher ratsam.
Weitere Informationen hat der Abgeordnete auf www.markus-huempfer.de/foerderprogramme/ zusammengestellt.
Türk Toplumunun sosyo-kültürel meselelerinde uzun yillardan bu yana Almanya’dan bakış açısı ile sorunlara getirdiği çözüm önerileri ile Türk Toplumunun sesi olmaya çalışıyoruz. Ne kadar dinleniyor ve ya anlaşılıyoruz bilemiyorum ama özellikle sıla yolu öncesi yetkilileri olası problemler ile ilgili şimdiden uyarmaya çalışıyoruz. Kapıkule, Pazarkule, İpsala karayolu geçiş noktaları ve sınır gümrüklerinde yığılma olursa, Avrupalı Türklerin bu sefer sesini yükselterek “yapamayan geri çekilsin” tepkisine yöneleceğini tahmin edebiliyorum. Çünkü korona döneminde insanların mecbur kalmadıkça uçak yerine otomobil ile yola düşeceğini tahmin edebilliyorum. Sıcak havada, uzun yolda ve tam vatana girecek iken basit sorunlarda bile insanların sinirli olacağı şimdiden kabul edilmelidir.
İzin öncesi uyarıların önemini bir kere daha hatirlatalım. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki Haziran, Temmuz ve Ağustos ayları Türkiye’nin kara yolu geçiş noktaları olarak milyonların akın ettiği kapılardır. Bunun hazırlığı ise Şubat, Mart aylarında yapılmalıdır. Bizim insanımız Bulgaristan’da bir saat fazla kalmadan Türkiye’ye girerek bayrağının dalgalanmasını bir kaç dakikada görebilmelidir. Benim devletim bunu başarmalı ve Avrupa gurbetinde yıllarını geçiren insanımızın vatan hasretini yaşamayan bilemez. Ama onların vatan sevgisine saygı duymayan memur herşeyden önce görevini yapmalı ve vatandaşın zorunu kolaylaştırmalıdır. Bu düzenlemeleri yapamayan birinin özellikle bu aylarda bu önemli noktalarda görev yapmamalıdır. Binlerce kilometre yolculuktan sonra insanın kendi vatanına girebilmek için çile çekmesini kimse bize izah edemez.
THY biletlerinin de son derece pahalı olmasının sebebini bir türlü anlayabilmiş değilim. Dünyanın en büyük havalimanı bizde, ama uçak eksikliği olmalı. Fiyatlar yeniden gözden geçirilerek Sıla-i Rahim yolculuğu vatandaşımız için çekici hala gelmelidir. Avrupa’da yaşayan milyonlarca GöçTürk’ün önündeki tüm seyahat engelleri kaldırılmalıdır. Onlar Türkiye’nin en sadık turistleri en iyi yatırımcıları gerekerse savunucularıdır. Türkiye GöçTürkleri sakın ola kırmadan ve onları küstürmeden ülkesini ziyaret etmelidir. İnanın ülkesine sırf destek olsun diye bir yerine üç defa gelecek, hatta krediler çekip ülkesine yatırım olarak geri getirecektir. Türkiye Göçtürklerin değerini iyi bilmelidir. Çünkü dünyada onlar kadar ülkesine bağlı başka bir göçmen grup yoktur. Türkiye insanına sahip çıkmalı bir konuda yapılabilecek herşeyi yapmalıdır. Avrupali Türkler ülkelerine sadece rahat bir giriş yaparak bir bayram tatilininin sonunda huzurla işinin başına dönmek istiyor. Bunu istemek en tabi hakkimiz; Ülkemizin sınır kapıları sevgi kapısına dönüşmeli…
Sevgili okuyucular, bu hafta ki yazımızı otomobil dünyasındaki son dönem lerin en büyük haberi ile açmak istiyorum. Avrupa Parlamentosu, dizel ve benzinli araç satışı yasağını onayladı. Bunun sonucu bizler için ne olacak?
2035 için hazırlanan adım
Dediğimiz gibi, AP, 2035 yılından itibaren dizel ve benzinli binek otomobillerin ve hafif ticari araçların satışının yasaklanmasına dair öneriyi onayladı.
Avrupa Parlamentosu (AP), Avrupa Komisyonu’nun önerisini oyalayarak AB’nin sıfır emisyon politikası çerçevesinde 2035 yılından itibaren dizel ve benzinli yeni binek otomobillerin ve hafif ticari araçların satışını yasaklayan bir öneriyi onayladı. Alınan karar ile 2035 yılından itibaren içten yanmalı motorlu araçlar yerine sadece elektrikli ya da hidrojenli yeni araç-ların satışına izin verilecek. Avrupa Konseyi’nin de yıl sonuna kadar kararı onaylaması ile yürürlüğe girmesi bekleniyor.
Avrupa Birliği’nin (AB) 2050 yılına kadar karbon nötrlüğü elde edebilmesi için 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını önemli ölçüde azaltmayı hedefleyen iklim paketi nin bir parçası olarak alınan karar ile otomobil üreticileri, yeni otomobillerinin karbon emisyonlarını 2030'dan itibaren binek otomobiller için yüzde 55 ticari araçlar için %50 azaltmaları gerekecek.
2022 İlk Çeyreğinde görülen araba satış sayıları
Türkiye otomotiv sanayisine yön veren Otomotiv Sanayii Derneği (OSD), 2022 yılı Ocak-Mart dönemine ait üretim, ihracat adetleri ile pazar verilerini açıkladı. Bu kapsamda ilk çeyrekte toplam taşıt araçları üretimi, bir önceki yılın aynı dönemine göre %12,4 azaldı. Otomobil üretimi ise %21,5 azalarak 166 bin 363 adet oldu.
Almanya piyasasında da bir azalma görüyoruz. Ocak ve şubat ayları 2021 seviyesinde giderken, Marttaki düşüş göze çarptı. Ûlk 3 ayda piyasaya sürülen araç sayısı geçen senenin aynı dönemine göre %4,6 civarı geriledi. Bunun sebebi sadece talep azlığı değil, aynı zamanda üreticilerin Cip, kablo donanımı gibi eksikliklerden dolayı sata madığı araçlar da olduğu bildirildi.
Elektrikli otomobil satışları da göze çarpıyor. geçen senenin ilk 3 ayına göre elektrikli otomobil satışları %10 civarı artmış bulunuyor. BMW geçen yılın son çeyreğine göre elektrikli otomobil satışlarını %150 civarı artırırken, Mercedes Benz % 210 arttırdı.
KARARA İKİNCİ EL ARAÇLAR DAHİL DEĞİL
Söz konusu karara ikinci el araçların dahil olmadığı belirtilirken, ikinci el araçların fiyatının artması bekleniyor. AP milletvekili Ale-xandr Vondra yaptığı açıklamada, “Yeni karar ile 2035 yılından itibaren sadece elektrikli ve hidrojenli otomobiller satılacak. Elbette elektrikli otomobillerin fiyatları batar yaları ile orantılıdır ve fiyatlar içten yanmalı motorlu otomobil fiyatlarına göre pahalıdır. İkinci el otomobillerin satışına ise bir engel getirilmediğinden piyasada geçici de olsa bir belirsizlik olacaktır. Bu nedenle fiyatlar orada da artışa geçecektir” dedi.
Yayınlanan raporlara göre günümüzde, dünyada bir milyardan fazla fosil yakıtlı araç bulunmakta ve dünyanın karbondioksit emisyonlarının yüzde 30'undan fazlasını üretmektedirler. Araç emisyon kurallarının sıkılaştırılması, AB'nin 1990 yılına kıyasla 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında yüzde 55'lik bir azalma elde etmek istediği “Fit for 55” iklim paketinin bir parçası olarak yer alıyor.
Avrupa Birliği'nin "yanmalı" yasasına Mercedes ve VW'den destek
Almanya ve Fransa, planın çok iddialı ve maliyetli olduğunu, bunun yanında planın sektör üzerinde oldukça ciddi derece olumsuz bir etkisi olacağını söyledi. Buna rağmen Avrupa'nın en büyük otomobil üreticilerinden olan Mercedes-Benz ve Volkswagen, planın gerçekleştirilebilir olduğuna inandıklarını duyurdu.
Wolfsburg merkezli üretici Volkswagen, önümüzdeki on yılın ortasından itibaren içten yanmalı motor yasağına desteğini ifade eden ilk marka oldu. Avrupa Birliği'nin karbondan arındırma stratejisinin "iddialı ama ulaşılabilir" olduğunu belirten Volkswagen, elektrikli mobiliteye geçişin geri döndürülemez olduğunun da altını çizdi. Automotive News tarafından aktarılan bilgilere göre, VW ayrıca, "yanmalı motorları mümkün olan en kısa sürede değiştirmenin ekolojik, teknolojik ve ekonomik olarak tek mantıklı yol" olacağını iddia ediyor.
Mercedes'in genel merkezi nin bulunduğu Stuttgart'tan da destek sesleri yükseliyor. Otomobil üreticisi, Avrupa Birliği'nin koyduğu bu hedefe yeni yasanın gerektirdiğinden daha önce gelebileceğini bile söylüyor. Mercedes'in dış ilişkiler başkanı Eckart von Klaeden, Alman Basın Ajansı'na (DPA) yaptığı açıklamada, "2030 yılına kadar, piyasa koşullarının izin verdiği her yerde tamamen elektrikli olmaya hazırız. Karar, gerekli altyapının oluş turulmasını sağlamak üzere politikacılara sorumluluk yüklüyor" ifadelerini kullandı.
Yasağı destekleyen tek otomobil üreticileri ise Volkswagen ve Mercedes değil. Ford, Stellantis ve Jaguar da 2035'ten itibaren Avrupa'da içten yanmalı motorun sonunu genel minvalde destek-leyen şirketler arasında yer alıyor. Yeni yasanın kesinleşmeden ve onaylanmadan önce 27 AB ülkesinin tamamı tarafından imzalanması gerektiğini hatırlatmak isteriz. Almanya, Fransa ve İtalya gibi büyük ekonomiler şayet bu yasaya olumsuz yaklaşırlarsa, 2035 yılında içten yanmalı motorların sonunu görmek çok da mümkün olmayacaktır.
Size hep öğrencilik yıllarımın okul hatıralarını anlattım daha çok. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki insanların arasında çok derin ve uzun yıllara dayanan ilişkiler vardır. Hele bunlar Türkler ve Almanlar ise asırlar öncesine uzanan köklü ilişkiler vardır.
Bunu nasıl farkettiğimi siz sormadan ben söylemek isterim. Hepimiz biliyoruz 1933 yılından itibaren Almanya üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başlamıştı. Ûlerleyen dönemde ülkedeki Yahudi azınlığa karşı uygulanan politika giderek sertleşti ve ülkemizde çok kötü olaylar oldu. Komşularımız olan insanlara haksızlık yapılıyor ve biz Alman halkı onlara yardımda bulunamıyorduk. Size uzun uzun anlatmak istemiyorum, neyi anlatmak istediğimi çok iyi anlıyorsunuz. Çünkü ülkemizdeki baskılar Almanya’yı yaşanmaz hale getirdi ve insanlığın en büyük enerjisi olan insanlar artık mutsuz olma ya başlamıştı. Milyonlarca entelektüel Almanya’yı terkediyordu.
Ülkeden giden beyin göçü önemli ölçüde Okyanus ötesine, yani uzaklardaki Amerika’ya gidiyordu. Yani başımızdaki bir ülke ise bu akademisyenlere sahip çıkarak onlara vatan olarak kullanabilecekleri bir ülke ve çalışabilecekleri imkanlar sunuyordu. Bu ülke Türkiye idi. Türk lider Atatürk Alman akademis yenlere verdiği imkan ve özgürlük dönemin fakir Türkiyesi’nde çok büyük bir jest idi. 1930‘ların başından itibaren Türkiye’deki tüm üniversite, fakülte ve enstitülerde çok sayıdaAlman akademisyen çalışmaya başladı. Tercüman yardımı ile de olsa derslerini verebiliyorlardı. Atatürk’ün tek şartı vardı onlar için; En kısa zamanda Türkçe’yi öğrenerek derslerini Türkçe verebilmeleri idi. Duydum ki en başarılısı Ernst Reuter imiş ve daha birinci yılı dolmadan derslerini Türkçe vermeye başlamış. Atatürk’ün bu politikası önünde saygı ile eğiliyor, bilim insanlarına olan desteğini takdir ediyorum.
Esas konu detaylar değil, Atatürk’ün politikası ile Türkiye, yeni yüksek öğretim kurumları, enstitüler ve fakülteler kazanmış. Alman akademisyenler de ciddi anlamda çalışmalarına ara vermeden devam ederek öğrenciler yetiştirip insanlığa hizmet etmişlerdi. Ûki tarafın da zor yılları kendi imkanları ile kolaya çevirmeyi başardığını farkediyoruz. Bunları geçen akşam Münih’de Altes Rathaus’da Türk Tarih Kurumu ile IKG Enstitüsü tarafından düzenlenen “Alman akademisyenlerin Modern Türkiye’ye Katkıları” adlı çalıştayda öğrendim. Hep derim Türkler ve Almanlar tarihlerini okurlarsa birbirlerini daha iyi tanırlar. Bu bağlamda arkadaşım Latif Çelik’e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Ukrayna konusu Alman dış siyasetinin bir numaralı konusu olmaya devam ediyor. Almanya sınırlarından birkaç yüz kilometre uzaklıktaki kriz şu an için direkt olmasa bile dolaylı olarak çok sayıda tedarik zincirinde hasar oluşmasına sebep olmuş durumda. Almanya Başbakanı Olaf Scholz geçtiği-miz fhafta mecliste yaptığı ko-nuşmanın nerde ise tamamını Ukrayna-Rusya arasındaki krize ayırarak, Rusya bu savaşta kesinlikle başarılı olmamalı” şeklinde mesaj vererek yeni dönemdeki Alman dışiç politikasının yönünü belirlemiş oldu. Başbakanın her ne olursa olsun Rusyanın kazanmasını engellemeliyiz sözleri ise, kararlılık vurgusunun dışa yansıması idi. Başbakanın, Ukrayna’nın kazanmasını AB ülkeleri ile birlikte sağlayacaklarını belirtmeleri ise topluluk için ayrı bir mesaj olarak kaydedildi.
Şubat ayında başlayan Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın ortaya çıkaracağı risklere işaret eden Scholz, bu savaşın kuşkusuz bu zorlukların en büyüğü olduğunu ifade ederek, AB'nin burada kararlı ve birlik içinde hareket ettiğini, hatta savaşın hızının kesilmesi ve Ukrayna savunmasının güçlenmesine olumlu etki yaptığını ifade etti. Alman başbakan Ukrayna'ya silah yardımı yapılmasını savunarak, "Vahşice saldırıya uğra yan bir ülkeye kendisini savunmak için yardım etmek gerilimi tırmandırmaz. Ancak bu saldırıyı püskürtmeye ve böylelikle mümkün olan en kısa zamanda şiddeti sona erdirmeye katkı sağlar" değerlendirmesinde bulundu.
Almanya başbakanı burada ciddi anlamda NATO’yu da arkasına almaya çalışarak Transatlantik ittifakının önemine değindikten sonra "Hepimizin tek hedefi var. Rusya bu savaşı kazanmamalı, Kiev yönetimi kesinlikle başarılı olmalı ve hür Ukrayna kendisine saldıranları ülkesinden çıkarabilmelidir" ifadesini kullandı.
Şansölye Scholz, Alman hükümetinin NATO'nun bu savaşın bir tarafı olmasına izin verecek hiçbir şey yapmayacağını yinelerken, NATO’nun güçlü kalmasına vurgu yapararak, Finlandiya ve İsveç’in NATO'ya yaptıkları üyelik başvurularını memnuniyetle karşıladığını, iki ülkenin NATO'ya üyeliğiyle ittifakın ve Avrupa'nın daha güçlü ve güvenli olacağını söyledi. Ancak iki ülkenin üyelik başvurularına Ankara’dan gelen olası vetoya hiç değinmeyerek deyim yerinde ise es giçmeye çalıştı. Oysa Ankara’nın iki ülke için ortaya koyduğu argümanlara askeri ittifakın genel sekreteri tarafından da haklı bulunmaktadır. Yakın gelecekte konunun nereye evrileceğini hep beraber görecek ve iki ülkenin üyelikleri ile ilgili söylenecek sözleri daha net duyacağız.
Almanya’nın savunmaya yönelik yatırım ve harcamaları için önemli açıklamalarda bulunan Başbakan Olaf Scholz, Rusya'nın Ukrayna'ya açtığı savaşın diğer ülkeleri de güvenliklerini düşünmeye sevk ettiğini ifade ederek, birçok devletin savunmasına daha fazla yatırım yaptığını anımsattı. Almanya'nın da savunmasına önümüzdeki dönemde ciddi anlamda yatırımlarını artıracağını belirten Scholz, "Bir şeye dikkat edeceğiz. Savunma sistemlerimizin ve yatırımlarımızın Avrupa genelinde çok daha iyi koordine edilmesi lazım. Ülkemizin savunmasının şimdi daha iyi koordine edilerek teknolojik imkanların bir arada kullanılması ve Avrupa savunma sanayisinin birbirine daha da yakın olması" diye konuştu. Savaş sonrası Ukrayna'nın yeniden inşa edilmesinin milyarca avroya mal olacağını ifade eden başbakan, şimdiden "dayanışma fonu" kurulması için AB'de ön çalışmaların başlatılmasını ve bu yönde adımlar atılmasını istedi.
Savaş öncesinde Ukrayna' nın üyelik için başvurduğunu anımsatan Scholz, AB Komisyonunun bu konuda değerlendirmesini muhtemelen haziran sonunda açıklayacağını ifade ederek, “Emmaneul Macron'un üyelik sürecinin birkaç ay ve birkaç yılın meselesi olmadığına işaret ederken haklı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu yüzden şimdi Ukrayna'yı hızlı ve pragmatik bir şekilde desteklemeye konsantre olmak istiyoruz" dedi.
Olaf Scholz sessizliği ile suçlansa da, geçmişteki Maliye Bakanı içgüdüsü ile şimdiden ileride ortaya çıkabilecek şans ve fırsatları kollayarak şimdiden savaş sonrası fırsatlara hazırlanıyor.
Almanya, Fransa ve İtalya’nın Başbakanları Kiev’e bir moral ziyareti yaptılar. Elbette Rusyayı da kızdırmama ya dikkat ederek açıklamalarda bulundular. Ancak somut olarak Ukrayna’ya “AB üyeliği” verilmesi için çalışacaklarını açıklayarak döndüler. Her üç lider "adaylık" statüsü verilmesini destekledik-lerini açıkladı. Almanya Başbakanı Scholz, Ukrayna’nın Avrupa ailesine ait olduğuna ilişkin net mesaj vermek için mevkidaşlarıyla Kiev’de bulunduğunu söyledi. Hatta Ukrayna ve Moldova’ ya AB üyeliği için adaylık statüsü verilmesini savunan Scholz, “Almanya, Ukrayna lehine olumlu bir karardan yana. Bu aynı zamanda Moldova için de geçerlidir” dedi.
AB’ye üye olmak isteyen Batı Balkan ülkelerini işaret eden Scholz, “Batı Balkan ülkelerine verdiğimiz sözü yerine getirmemiz Avrupa'nın inandırıcılık meselesidir” değerlendirmesinde bulunurken, aslında AB’nin söz verdiklerinden istediklerini yerine getirip istemediklerini tozlu raflara kaldırabileceğini ortaya koyuyor. Aynı AB’nin, hatta Almanya’nın ve dahi SPD’li Íansölye Gerhard Schröder’in Türkiye için verdiği sözler şimdiki Alman yönetimini anlaşılan pek ilgilendirmiyor.
Şansölye Scholz, AB’ye katılım için tüm adayların yerine getirmesi gereken net kriterlerin bulunduğunu anımsatsa da, Putin bastırınca AB’nin siyasi değerler borsası da alt üst oldu. Birçok ülkeye artık AB üyeliği AB liderleri tarafından teklif veya tavsiye edilmeye başladı. AB’nin lider ülkeleri Brexit sonrası üye sayısını artırarak güç olabilmenin pek de kolay olmadığını artık görmeye başladı-lar. Uluslararası siyasetin bilinen gerçekle- rinden olan askeri gücün kadar sözün olur gerçeği AB’nin sanayi ülkelerinin de bu krizde anladıkları bir gerçek olarak ortaya çıktı.
AB ülkeleri uzunca bir süre daha ABD’nin kontrolündeki NATO şemsiyesi altında yaşamaya devam edecekler. Güvenlik ile zenginliğin tek elde toplanması halinde siyasi ağırlığın olabileceğini AB liderliği farkederken, hızlı bir şekilde Ukrayna’ya “bize gel” teklifi götürdüler. Brüksel ile Kiev arasında her ne kadar çok önceleri böyle bir görüşmeler olduysa da, Rus saldırısı sonrası herkes duvarını yeniden tahkim edip savunma bütçelerini yeniden hesaplamaya koyuldu. AB üyeliği için herkesin önüne değişik kriterler koyan Almanya-Fransa ikilisi, bu sefer hızlı bir şekilde çok sayıda Avrupa ülkesine teklif etmeye başladıar.
Ukrayna - Rusya krizi Avrupa’nın yeniden yapılanması için milat görüntüsü verse de, yeni dönemde Ûngilteresiz bir Avrupa’nın kendi içinde ABD hegomanyasına boyun eğmelerinin yolunu açmış görünüyor. Bundan sonra paranın ve gücün babası ABD yeni dönemde dikte edecek ve diğer ülkelerden isteyecektir. Türkiye gibi sistemin dışında oynamak isteyen, sizden şu silahlar dışında birşey almam ve etrafımdaki kurulu düzenleri değiştirmek isterken bana da sorulması gerek diyen ülkeler, yeni dönemin yeni sisteminde kara kedi ilan edileceklerdir. Türkiye’nin oynadığı rolü hangi Avrupa ülkesi izlese aynı muameleye maruz kalacak ve demokrasi suçlusu ilan edilecektir.
AB liderliğini elinde bulunduran Almanya - Fransa ikilisi Ukrayna’yı yanına almak için adeta rica ederken Chirac - Schröder ikilisinin “Türkiye Avrupa’nın en önemli parçasıdır” sözlerini unutmuş görünüyorlar. Geçmiş 10 yılda adeta mülteci deposuna dönen ve 100 milyar Euro civarında harcama yapan Türkiye’ye balkan ülkeleri kadar değer verilmediğini farkediyoruz. Türkiye frenleyerek Avrupa’ya mülteci akınını durdurmasa, en az 10 ülkede iktidarlar değişirdi diyen Angela Merkel’in vizyonu şu anki AB liderliğinde maalesef yoktur. Ûkinci sınıf bir üyelik almak için kapı önünde 60 yıldır bekletilen Türkiye’den önce Moldavya, hatta Gürcistan üye olursa bu yazıdaki öngörü ve eleştiriler daha iyi anlaşılacaktır. Sürekli Türkiye’ye “Komşuların ile sorunlarını hallette gel” diyenler sorunlu Hırvatistan, Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan ve benzeri ülkeleri üye yaparak kendilerini siyasi anlamda hep yalanlayarak geldiler. Demekki söz verilse bile Avrupa’nın bunu tutmayacağını her zaman düşünmek gerek. AB Üyeliği ve Avrupa’nın siyaseti böyle birşey.
Çarlık ihtirasına, komünist pratiğine ve istihbaratçı komploculuğuna sahip Rusya lideri Vladimir Putin’in ateşlediği fitilin sadece bölgeyi değil tüm dünyayı etkileyeceği aslında daha başından biliniyordu. Soğukkanlılık tavsiye edenlerin tek umudu, sağduyunun son anda da olsa galip geleceği yolundaki romantik temennileriydi. Ama ne yazık ki katı gerçek galip geldi ve bölgemizi sonu belli olmayan yeni bir savaşın içine attı. Savaşın bölgeleri aşarak dünyayı etkileyen bir karakterde oluşu ilgiyi arttırsa bile, çatışmaların sonlandırılıp barışın hakim olması için gerekli ortamı oluşturamıyor.
Dünyanın hakim güçleri bu savaşın çıkmaması için fazla kıllarını kıpırdatmadılar. Aksine başta ABD ve İngiltere adeta yangının çıkması için körük vazifesini üstlendiler. Kısa ve uzun vadeli fayda hesapları yapan Çin, Rusya’yı adeta savaşın içine itti. ABD baskısı altındaki Avrupa, bağımsız bir politika izlemeyi beceremediği gibi, iki arada bir derede kalmanın, enerji ve hammaddede Rusya’ya bağlı olmanın vereceği zararları nasıl telafi edebileceğinin telaşına girdi. Türkiye gibi savaşmadığı halde krizden en çok zarar göreceği bilinen ülkelerin barış için çırpınışları, savaş tamtamlarının arasında fazla bir tesir gösteremedi.
Ukrayna’yı ABD baskısına boyun eğip Avrupa’nın kuru vaadlerine inanarak askeri anlamda kendisinden kat kat güçlü bir ülkeyle savaşmamak için gerektiği kadar gayret göstermediğini söylemek mümkündür. Ancak nihayetinde savaşı başlatan taraf Rusya olduğu gibi şehirleri bombalanan, yakılıp yıkılan ve işgal edilen, asker ve sivil insanları öldürülen, yaralanan, sakat bırakılan tarafın da Ukrayna olduğu açıktır. Sebebi ne olursa olsun bir ülkenin sınırlarını, topraklarını ve insanlarını korumasını yargılama konusu yapamayız.
Putin’in başlangıçtaki birkaç gün içerisinde harekatı tamamlama, Ukrayna hükümetini yıkarak kendine bağlı bir iktidar oluşturma, üzerinde hak iddia ettiği bölgeleri kısa sürede Rusya’ya bağlayacak şekilde bağımsızlaştırma niyetlerinin Ukrayna’nın gösterdiği kararlı direniş karşısında yıkıldığı görüldü. Çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu milyonlarca sivil selameti ülkeyi terk etmekte görürken, Ukrayna devlet ve ordusuyla ülkelerini savunma azmini ortaya koydu. Belki de Ukraynalılar tarihte ilk defa kader birliği çerçevesinde milletleşme yolunda mühim bir adım atmış oldular.
Türkiye, hem savaşın bir an önce nihayete ermesi hem de savaşın menfi tesirlerinden korunmak için çok yönlü ve temelde doğru bir çizgi takip etti. Bilhassa ateşkes ve barış sağlanması yolundaki çabaları henüz sonuç vermediyse de en azından savaş kışkırtıcısı koroya katılmama ve iki tarafla da sahip olduğu iyi ilişkilere halel getirmeme konusunda başarılı oldu. Umarız ateşkes ve barış çabaları da kısa sürede sonuç verir.
Hem Avrupa Birliği’nin öncüsü hem de Rusya ile derin ilişkilere sahip olması, Almanya’yı savaşın başlamasıyla birlikte çok kritik bir pozisyona soktu. Willy Brandt ve Helmut Kohl ile başlayan, Angela Merkel’in de devam ettirdiği ‘Rusya ile çatışmama’ üzerine kurulu klasik Alman politikası, çiçeği burnunda başbakan Olaf Scholz’un önüne çözülmesi zor bir denklem şeklinde çıktı. Politika sahnesine barışın sağlanması konusunda barışçıl tez ve sloganlarla giren hükümet ortağı Yeşiller partisinin takındığı aşırı savaşçı tutum bir yana, hangi tarafı ne kadar desteklediğinde Alman-ya’nın ne elde edip ne kaybedileceği hesaplarının içinden çıkılmazlığı, Olaf Scholz’un gecelerinin uykusuz geçmesi için yetip de artıyor.
Sanayiye ve iş dünyasına Korona salgınının verdiği tahribatın yaraları sarılmadan, enerji, hammadde ve gıdada bağımlı olduğu ülkelerin birbirleriyle savaşı, en ufak bir hesap hatasında Almanya’yı telafi edilemeyecek gelişmelerin kurbanı yapabilir. Almanya’nın doğrudan savaşın kurbanları arasına girmesi, ABD ve Çin gibi dünya pazarlarındaki rakip ülkeleri sevindirse de, Avrupa’da zincirleme bir felaketin habercisi de olabilir. Elbette bu zincirde Almanya’da yaşayan insanlarımız gibi Türkiye de mühim bir yer işgal etmektedir. Bu ve benzer birçok sebep, bu savaşın bir an önce bitmesinin, sadece savaşın fiilen sürdüğü bölgede doğrudan sıkıntısını çekenler için değil, bizler için de hayati önemde olduğunu göstermektedir. Bunun için de ya Putin bir gün muhteris kumarcı tutumundan vaz geçerek makul çizgiye gelecek veya Dünya onu zorla böyle bir çizgiye getirecektir.
Avrupa Saadet Partisinin çok geniş bir alana yayılan çalışmaları ile ilgili açıklamalarda bulunan Saadet Avrupa Tanıtım ve Medya Başkanı Murat Gürbüz, “Partimiz alanında yetkin insanlar ile siyaseti en iyi okuyan grupları hayata geçirerek, iktidarı yakından takip etmektedir” dedi.
Bu bağlamda yanlışları çok iyi görüyor ve uyarları anında yapıyoruz diyen Gürbüz, Türk milletinin Saadete ihtiyacı olduğu için, Saadeti bekler hale geldiğini belirterek, ”Ancak kendi bildiğini okuyan iktidar, her siyasi görüşü küçümseyerek, hiç bir fikri kabul etmeyerek yanlış üzerine yanlış yapmaya devam etmektedir. Türkiye genelinde ve Avrupalı Türkler arasında şunu açıkça görüyoruz ki, Türkiye’de iktidar değişmeli ve aziz Türk milleti Saadet ile kucaklaşmalı. Türkiye adım adım ne yaptığını bilmeyen iktidardan kurtulacağı günlere doğru koşmaktadır. Burada Avrupalı Türklerin bilgi, ekonomik ve siyasi anlamda büyük önemi olduğunu ve oylarına sahip çıkarak Türkiye’nin aydınlık günlere kavuşmasına olan ihtiyaç daha da artmıştır. Bu vesile ile mübarek kurban bayramınızı en içten dileklerim ile kutluyorum“ dedi. önemi olduğunu ve oylarına sahip çıkarak Türkiye’nin aydınlık günlere kavuşmasına olan ihtiyaç daha da artmıştır. Bu vesile ile mübarek kurban bayramınızı en içten dileklerim ile kutluyorum“ dedi.
Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça Almanya Türkleri arasında heyecan daha da yükseliyor. Saadet Avrupa Başkanı Samet Sami Temel bütün Avrupa’yı gezerek en ücra noktalara kadar ulaşmaya çalışıyor. “Bize ümitsizlik yakışmaz, Çünkü Saadet Geliyor” sloganı ile yola çıktıklarını belirten Temel, “İnsanımızın ekonmik zorluklar için beli büküldü, enflasyon rakamları doğru açıklanmadı, dış politikada yanlış üzerine yanlış yapıldı.
Ülkenin her gün daha kötüye gittiğini sanırım artık iktidar da kabul ediyor. Biraz daha yönetimde kalmak ülkeye hiç bir şey kazandırmayacağı gibi, artık zarar vermeye başlamıştır. Türk milleti bu yönetimin bu yaptıklarını haketmiyor. 50 yıllık siyasi tecrübemiz ile ve şanlı tarihimize yakışan politikacılarımız ile merhum Erbakan hocamızın talebesi olan bizler, adım adım iktidara yürüyoruz. Bütün bunlar gösteriyor ki, 1970`li yıllarda başladığımız ağır sanayi hamlesi, Kıbrısı işgalden kurtarmak, Refah yol dönemindeki gelir artışı ve dış politikadaki D-8 birliği sadece ülkemizi değil, insanlığa da faydalı olacak bir uluslararı politika başlangıcı idi. Adım adım bütün Avrupa’yı gezerek insanımıza doğruyu göstermeyi, doğruyu söylemeyi ve doğru insanları seçmeyi en sade dil ile anlatmaya çalışıyoruz” şeklinde açıklamalarda bulundu.
Milli meselelerdeki duyarlılığı ve toplumsal belleğin merkezine hitap eden Saadet Avrupa Yöneticilerinin sahada olduğunu, ve toplumun nabzını tutmaya çalıştıklarını belirten Samet Sami Temel devamla, “Uzun yıllardan bu yana Avrupa’nın seçim bölgesi olması ve mecliste daha iyi temsil edilebilmemiz için çalışmalarımız devam ediyor, sıla yolunda insanımızı yalnız bırakmamaya çalışıyoruz. Saadet iktidarında Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan insanlarımızın sorunları çözülecek, milli devletin adil düzeni herkese hakettiğini vererek gençlerimizin geleceğine vizyon katacaktır. Bu vesile ile mübarek kurban bayramınızı kutluyorum.