Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Bayerns Innenminister Joachim Herrmann lobt internationale Fachmesse "Enforce Tac" in Nürnberg: Hochspezialisiertes Angebot für Sicherheitsthemen wichtiger denn je - Verstärkung der Bayerischen Polizei

 

Bayerns Innenminister Joachim Herrmann hat sich heute bei einem Rundgang ein Bild von der „Enforce Tac“ gemacht, der Fachmesse für Behörden mit Sicherheitsaufgaben und Streitkräfte. Sie findet vom 26. bis zum 28. Februar in der Nürnberg Messe statt. „Angesichts der weltweiten Krisen und Bedrohungen ist die ,Enforce Tac‘ mit ihrem hochspezialisierten Angebot für Sicherheitsthemen wichtiger denn je“, lobte Herrmann. „Dass die ,Enforce Tac‘ dieses Jahr erstmalig dreitägig und mit mehr als 600 Ausstellern größer als sonst ist, verdeutlicht die wachsende Bedeutung.“ Entwickler und Hersteller leistungsfähiger Sicherheitstechnologie sind nach Herrmanns Worten für die innere und äußere Sicherheit unverzichtbar. 

Der Innenminister hob hervor, dass Bayern bereits seit vielen Jahren Spitzenreiter unter den Bundesländern bei der Inneren Sicherheit ist. Das sei insbesondere auch auf die erhebliche Verstärkung der Bayerischen Polizei zurückzuführen, personell und hinsichtlich der Ausstattung. „Von 2008 bis 2023 haben wir die Bayerische Polizei mit insgesamt 8.000 zusätzlichen Stellen verstärkt“, erklärte Herrmann. Das sei deutschlandweit einmalig. Aktuell verfüge die Bayerische Polizei über mehr als 45.000 Stellen, eine neue Höchstmarke im Stellenbestand. Bis 2028 soll die Bayerische Polizei laut Herrmann um weitere 2.000 Stellen auf dann insgesamt rund 47.000 Stellen ausgebaut werden.

Dazu kommen massive Investitionen im Sach- und Bauhaushalt, wie der Innenminister deutlich machte. Dafür standen vergangenes Jahr rund 609 Millionen Euro zur Verfügung, ebenfalls ein Rekordwert. Beispielsweise investierte der Freistaat in Polizeidrohnen sowie in die weitere Digitalisierung der Bayerischen Polizei, Stichwort „digitaler Streifenwagen“ mit hochmodernem Infotainment-System, das wichtige Einsatzmittel digital verknüpft.

Als „technologischen Quantensprung“ bezeichnete Herrmann die acht neuen Polizeihubschrauber des Herstellers Airbus Helicopters vom Typ H145 D3 in der modernsten Fünfblattversion für insgesamt rund 145 Millionen Euro. Die Lieferung der ersten Maschine mit kompletter Polizeiausstattung ist für Mitte 2024 geplant. Bis Mitte 2025 sollen alle acht neuen Hubschrauber der Hubschrauberstaffel zur Verfügung stehen. Die neuen Polizeihubschrauber können mit bis zu acht Personen doppelt so viele als bisher transportieren, beispielsweise Einsatzkräfte des Spezialeinsatzkommandos oder auch Verletzte. Neben einer größeren Kabine verdoppelt sich die mögliche Zuladung und es erhöht sich die Reichweite. „Wir werden auch in den kommenden Jahren kräftig in die Ausstattung der Bayerischen Polizei investieren“, kündigte Herrmann an.  

 

Die AOK setzt auf Entlastung von Versicherten: Seit Anfang dieses Jahres verzichtet die AOK in Würzburg auf die Genehmigung von Erst- und Folgeverordnungen im Bereich Rehasport und Funktionstraining. Künftig können Betroffene das Angebot direkt bei anerkannten Leistungserbringern in Anspruch nehmen. „Damit entlastet die AOK ihre Versicherten und trägt zudem ein Stück weit zum Bürokratieabbau im Gesundheitswesen bei“, sagt Martina Burkard, Beiratsvorsitzende bei der AOK in Würzburg. Zuletzt verzeichnete die AOK Bayern rund 30.000 Anträge für Rehasport und Funktionstraining.

 

Unterschied zwischen Rehasport und Funktionstraining

Für Menschen mit chronischen Erkrankungen oder körperlichen Einschränkungen können Rehasport oder Funktionstraining ein wichtiger Baustein sein, um das Wohlbefinden zu stärken und aktiver am Leben teilzuhaben. Rehasport und Funktionstraining sind zwei Arten von unterstützendem Bewegungssport. Der wichtigste Unterschied zwischen beiden liegt darin, dass das Funktionstraining speziell darauf abzielt, die Fähigkeiten für Menschen mit chronischen Erkrankungen für den Alltag zu verbessern, während Rehasport sich auf die allgemeine körperliche Fitness konzentriert. Beim Rehasport steht der Sport im Mittelpunkt. Das Funktionstraining hingegen arbeitet mit Therapiemitteln auf physiotherapeutischer und ergotherapeutischer Ebene.

 

Ärztliche Verordnung notwendig

Sowohl der Rehasport als auch das Funktionstraining finden in Gruppen statt, gemeinsam mit anderen Betroffenen. Sie arbeiten mit unterschiedlichen Mitteln, doch einen Zweck haben beide gemeinsam: Sowohl beim Rehasport als auch beim Funktionstraining ist das langfristige Ziel stets, dass man das Erlernte weiterverfolgt, also nach der Maßnahme möglichst selbständig durchführt. Der gemeinsame Sport in der Gruppe und das Austauschen von Erfahrungen mit anderen Menschen mit Beeinträchtigungen kann dabei zusätzlich motivieren. Rehasport und Funktionstraining werden von der Ärztin oder vom Arzt verordnet. Die Verordnung geben Versicherte direkt bei der anerkannten Rehasport- bzw. Funktionstrainingsgruppe ab und können so umgehend mit den Übungseinheiten starten. 

 

İSTANBUL (AA) - İsrail’de Kadının Statüsünü Geliştirme Bakanı May Golan, ülkesinin zorla aç ve susuz bırakarak insanlık felaketine sürüklediği Gazze Şeridi’nde neden olduğu "yıkımdan gurur duyduğunu" belirtti.

Golan, İsrail Meclisinde yaptığı konuşmada, ülkesinin Gazze’deki saldırılarını savundu.

 

"Ben şahsen Gazze’nin yıkımından gurur duyuyorum." diyen Golan, "Bundan 80 yıl sonra bile her bebek torunlarına Yahudilerin yaptıklarını anlatacak." ifadelerini kullandı.

İsrail 7 Ekim 2023'ten beri yaklaşık 2,3 milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze Şeridi'ne hava, kara ve denizden saldırılarını sürdürüyor.

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda en az 12 bin 660’ı çocuk, 8 bin 570’i kadın olmak üzere 29 bin 313 Filistinli öldürüldü, 69 bin 333 kişi yaralandı.

Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

 

Hava, kara ve denizden düzenlenen saldırılar nedeniyle Gazze'de 1,9 milyon Filistinli de yerinden oldu.

İsrail'in engellemeleri nedeniyle bölgeye yeteri kadar yardım da ulaştırılamıyor. Filistinliler bir taraftan İsrail saldırıları diğer taraftan da her gün daha derinleşen açlıkla mücadele ediyor.

 

İSTANBUL (AA) - Türkiye'de geçen yıl güneş enerjisi kapasitesinin, hibrit santrallerin katkısıyla rüzgar enerjisi kapasitesini geride bıraktığı hesaplandı.

Uluslararası enerji düşünce kuruluşu Ember'in, Türkiye'deki hibrit güneş enerjisi santrali kurulu gücü, proje stoku ve tahsis edilen şebeke kapasitesini incelediği analizine göre, ülkenin enerji hedeflerini gerçekleştirmede güneş enerjisi önemli rol oynayacak.

Geçen yıl sonu itibarıyla güneş enerjisi, Türkiye'de üretim yapan ve planlama aşamasındaki 240 hibrit santralin tamamının yardımcı enerji kaynağı olarak öne çıktı.

 

Mevcut durumda, hibrit santrallerdeki toplam 510 megavatlık güneş enerjisi kapasitesi, Türkiye'nin toplam güneş kapasitesinin 12,2 gigavata ulaşmasını sağladı. Böylece, güneş enerji kapasitesi rüzgar enerjisini geride bıraktı.

Hibrit santrallerde ana kaynak olarak rüzgar enerjisi ön plana çıkarken, 14 rüzgar enerjisi santrali Türkiye'deki tüm hibrit santral kapasitesinin yüzde 63'ünü oluşturuyor.

Hidroelektrik, 80 megavatlık yardımcı kaynak güneş enerjisi santraliyle rüzgarın ardından ikinci sırada geliyor ve bu kapasitenin tamamı, ülkedeki tek hidroelektrik-güneş hibrit santrali olan Aşağı Kaleköy Hidroelektrik Santrali'nde bulunuyor; geriye kalan 110 megavatlık hibrit güneş kapasitesi ise diğer ana enerji kaynaklarına sahip santrallerde yer alıyor.

 

Rapora göre, Türkiye'nin 80 gigavatlık yüzer güneş enerjisi santrali potansiyeli olmasına rağmen, henüz herhangi bir yüzer güneş enerjisi santrali devreye alınmadı.

Barajlı santrallerde hali hazırda şebeke altyapısının bulunması ve uygun arazi gereksinimi olmadan rezervuar üzerine yüzer güneş enerjisi santrali kurulabilmesi, bu tesisler için büyük avantajlar olarak öne çıkıyor. Su yüzeyine kurulan paneller buharlaşmayı azalttığından, depolanan su hidroelektrik üretimi için daha verimli kullanılabiliyor ve suyun soğutucu etkisi ise panellerin üretim verimliliğini artırıyor.

Hibrit santralleri de göz önüne alan bir enerji stratejisinin Türkiye'nin 2035'e kadar 53 gigavat güneş enerjisi kapasitesi hedefine ulaşmayı kolaylaştıracağı öngörülüyor.

 

Ember Bölge Lideri Ufuk Alparslan, rapora ilişkin değerlendirmesinde, hibrit santrallerin güneş enerjisi kapasitesinde önemli bir paya ulaştığını belirterek, "Bu nedenle, söz konusu santrallerin artık resmi istatistiklerde de yer almaları gerekiyor. Bunun yanında, devlete ait çok sayıda barajlı hidroelektrik santrali güneş enerjisi potansiyeli yüksek illerimizde bulunuyor. Yalnızca Atatürk Barajı'nın yüzde 3'lük bir kısmına panel kurulması halinde bile 2 gigavatlık yüzer güneş enerjisi santrali potansiyeli ortaya çıkıyor. Dünyanın en büyük yüzer güneş enerjisi santrali Türkiye’de kurulabilir. Özellikle devlete ait barajlı hidroelektrik santrallerde büyük ölçekli yüzer güneş santrallerinin kurulabilmesi için Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları benzeri ihalelerin düzenlenmesi gerekiyor." ifadelerini kullandı.

 

ANKARA (AA) - Avrupa Parlamentosu (AP) Güvenlik ve Savunma Alt Komitesinin (SEDE) 2 üyesinin kişisel telefonlarında casus yazılım tespit edildi.

AP Sözcü Vekili Delphine Colard, AA muhabirine yaptığı yazılı açıklamada, Komite üyelerinin siber güvenliğini sağlamak için gerçekleştirilen taramalarda SEDE'nin 2 üyesinin kişisel telefonlarında casus yazılım bulunduğunu teyit etti.

 

Colard, "Söz konusu jeopolitik bağlamda ve SEDE tarafından takip edilen dosyaların niteliği göz önüne alındığında, bu alt komite üyelerinin ve çalışmalarını destekleyen personelin cihazlarına özel bir dikkat gösterilmektedir." ifadesini kullandı.

Casus yazılım saldırılarının arkasında kimin olduğuna dair bilgi vermeyen Colard, "Faaliyetin doğası gereği AP'nin güvenliği, siber güvenlik konuları veya bu özel prosedürde kullanılan araçlar hakkında daha fazla yorum yapmıyoruz." açıklamasında bulundu.

Colard, 2 komite üyesinin telefonlarında casus yazılım izlerinin tespit edilmesinin ardından tüm üyelere teknolojik cihazlarını taramadan geçirmeleri çağrısında bulunulduğunu aktardı.

 

- Nisan 2022'den beri 250'den fazla milletvekilinin cihazı tarandı

AP Başkanı Roberta Metsola, Mart 2022'de ilk kez bazı milletvekillerinin cihazlarında casus yazılım bulunmasının ardından tüm AP üyelerine kişisel telefon ve bilgisayarlarında casus yazılım taraması yapma imkanı sundu.

Bu kapsamda ilk kontroller, Nisan 2022'de başlarken şimdiye kadar 250'den fazla AP üyesinin cihazlarına yönelik 500'den fazla tarama yapıldı.

 

Prosedüre göre kişisel cihazında olası tehlike unsuru tespit edilen AP milletvekilinin rızasıyla siber güvenlik servisleri tarafından derinlemesine analiz gerçekleştiriliyor ve ardından milletvekili süreçle ilgili bilgilendiriliyor.

Casus yazılım saldırısıyla karşı karşıya kalan SEDE üyeleri, Aralık 2023'te Hindistan, İsrail ve işgal altındaki Filistin topraklarını ziyaret etmişti.

 

KÖLN (AA) - Almanya Silahlı Kuvvetlerinin askeri eğitim alanları üzerinde geçen yıl casusluk yaptığından şüphelenilen 446 dron tespit edildiği bildirildi.

Alman kamu yayıncı kuruluşları WDR ve NDR'nin haberinde, dronların güvenlik riski oluşturduğunu düşünen yetkililerin, bunların Ukraynalı askerlerin eğitimi konusunda Rusya adına casusluk yaptığından endişe duydukları ifade edildi.

 

Haberde ayrıca, Rusya ile Ukrayna arasında 2022 yılında başlayan savaşın ardından o dönem Alman Silahlı Kuvvetleri Genel Müfettişi Carsten Breuer'in "kışlaların üzerinde insansız hava araçlarının keşif uçuşlarına" karşı uyarıda bulunduğuna işaret edilerek, ertesi yıl Silahlı Kuvvetlerin kendi insansız hava araçlarından oluşan görev gücünü kurduğu ve daha fazlasının Savunma Bakanlığınca "gizlilik" gerekçesiyle açıklanmadığı belirtildi.

Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı savaşın ardından rakamların keskin bir şekilde arttığı belirtilen haberde, Eylül-Aralık 2021 döneminde 9, 2022'de 172 ve 2023'te ise 446 insansız hava aracının askeri eğitim sahaları üzerinde gözlendiğinin rapor edildiği aktarıldı.

 

Haberde ayrıca, Almanya Savunma Bakanlığının, kolay şekilde temin edilebilen ve yabancı istihbarat örgütlerince kullanılabilen küçük insansız hava araçlarına karşı koruma ve önlemleri arttırdığı ifade edildi.

12 Eylül 1980 MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası bundan 44 yıl önce başlamış aylar yıllar süren süreç sonrası binlerce mağdur olan ülkücüler ve aileleri seneler sonra suçsuzlukları anlaşılıp ispatlanınca salıverildiler. Kayıp yılların hesabı sorulmadan.
 
12 Eylül 1980 askeri müdahalenin üzerinden 44 yıl geçti. Bu tarihten 44 yıl önce meydana gelen olaylar ve ihtilalin uygulamaları günümüzde sıkça tartışılır hale geldi. O günlere ait sinema filmleri veya televizyon dizileri yapıldı romanlar yazıldı. Cezaevi hatıraları veya günlükler kitaplar halinde vitrinleri doldurdu.
 
 
HAİNLERE KAPAK OLSUN.
 
Muhsin YAZICIOĞLU : " Devlet bizim babamız. Şimdi biz babamızı bizi dövdü diye komşuya şikayet mi edelim ? Komşuyla bir olup babamızı mı dövelim ?
 
Muhabir Muhsin YAZICIOĞLU'na sorar ;
"Başkanım sucsuzca uzun Yıllar sekiz seneye yakın,cezaevinde yattınız, iskenceler gördünüz,üstelik ceza almadan tahliye oldunuz. Yapılan haksızlık için Avrupa İnsan Hakları mahkemesine başvuracak mısınız ?
Muhsin YAZICIOĞLU : " Devlet bizim babamız. Şimdi biz babamızı bizi dövdü diye komşuya şikayet mi edelim ? Komşuyla bir olup babamızı mı dövelim ?
Sana tuzak kuranlara  rabbim daha büyük tuzaklar kursun.
 
Kitaptan bir alıntıyı paylaşıyorum
 
Aşağıdaki alıntıyı 60 yaşın altındakilerin anlamasını pek beklemiyorum. 12 Eylül 1980 Darbesin den 1 gün, 1 ay, 3 ay önce her gün neredeyse 50- 100 kişi öldürülürken, katledilirken; darbeden bir gün sonra bıçakla kesilmiş gibi her şey dururken ve bir kişinin burnu bile kanamıyorken; karalar ak, aklar kara olurken, 19 Ağustos 1981’de 587 kişinin yargılanmaya başladığı, 220 kişi hakkında da idam istenilen “MHP VE ÜLKÜCÜ KURULUŞLAR DAVASINDA” Sanıklar zihinlerinden ister istemez muhatapları olan ve kendilerini yargılayan Devlete:
       “Devlet Sen Neredeydin?” “Emperyalizmin karanlık elleri her tarafı karıştırırken sen neredeydin?” “Halk kurtuluş orduları kurulurken sen neredeydin?” “Bölücüler cirit atarken sen neredeydin?” “Mezhep çatışmaları çıkartılırken sen neredeydin?” “Türk Bayrağı gönderden indirilip kızıl bayrak çekilirken sen neredeydin?” “Salonlarında enternasyonal marşları söylenirken sen neredeydin?” “Askerine polisine kurşun sıkılırken sen neredeydin?” “Okuluma giremiyorken sen neredeydin?” “Sınırların kevgire dönerken sen neredeydin?” “ İlçelerine, illerine güvenlik kuvvetleri giremezken sen neredeydin?” “Kurtarılmış bölgelerde devrimci yönetimler oluşturulurken sen neredeydin?” “Senin maaş verdiğin polisler, faşist devletin değil halkın(!) polisi olacağız derken sen neredeydin?”…
​Ya şimdi? Beni İstiklal Marşı’ndan nefret ettirmeye çalışan sen kimin devletisin? Atatürk’ten, Gençliğe Hitabeden, Kurtuluş savaşından nefret ettiren sen Türk Devleti misin? Ceza evlerini Türk devletinden nef​ret ettirme kampları yapan sen misin? Yoksa… Yine birilerinin elleri kuklaları mı oynatıyor? Sorular, sorular, sorular… Muhatabını ve cevaplarını bir türlü bulamayan sorular…
                             (DAVA’NIN DAVASI)
“Kurgulanmış Bir Davanın Arka Planı”
Dr. Ismet Aydemir hakkın rahmetine göçeli  iki yıl oldu. Seneyi devriyesinde rahmetle anıyorum. Ruhu şad mekanı cennet olsun.
 
Almanyanın Göppingen şehr merkezinde 30 yıldır muayenehanesinde hastalarına ev hekimliği yapıyordu. Dr. Aydemir 72 yaşında bundan iki yıl evvel Şubat ayı içerisinde gece rahatsızlanınca Göppingen hastahanesine yatırılıyor. Daha sonra  bir Cumarrtesi günü hayata gözlerini yumduğu haberi veriliyor. Ani ölümü Göppingenli Türkleri çok üzdü. Göppingen şehir mezarlığında toprağa verildi. Cenaze merasimine Kovit 19 çerçevesinde kısıtlı katılım neticesinde  50'ye yakın davetli dostlarıyla birlikte, Kendisinin İzmir Tıp Fakültesinden dönem arkadaşı Schwabisch Gmünd'de ev hekimi olarak hizmet veren aslen Konyalı Dr. Med. Halil Tuncer, Gazeteci ve yayıncı, yazar Yunus Coşkuner gelenler arasındaydı. Cenaze saat 12'de Mezarlık kilise kappallesinde bir tören düzenlendi. Burada tasavvuf müziği eşliğinde Dr. Ismet Aydemir'in Almanca olarak hayat biyografisi ve Almanyadaki hizmetleri okundu. Kız kardeşinin oğlu Mustafa bey de Türkce olarak yaptığı konuşmasında,dayısının 12 Eylül 1980'de Ordu ili sağlık il müdürü iken, Can güvenliği için baba ocağından yurt dışına çıkmak zorunda kaldığını,12 Eylülün mağduru olduğunu vurguladı.
 
Daha sonra Cenaze burdan alınarak toprağa verilecek yere getirildi. Burada toplu olarak  benimde kurucusu ve iki dönemde başkanlığını yaptığım Türk Kültür Merkezi camisinin imamı Mustafa Fidan tarafından cenaze namazını kıldık. DITIB Göppingen Merkez Cami-i başkanı Selahattin Saral ve imam Mustafa Fidan Yasin'i Şerif ve dualar okudular. Helâllık istediler. Cenazeye katılan Dr Ismet Aydemir'in sevenleri toplu olarak "Helâl olsun" dediler.    Göppingen'de sevilen Dr. Aydemir, dualar ve göz yaşları eşliğinde toprağa verilmişti. Dr. Ismet Aydemir’ in 2. ölüm yıldönümünde sevenleri onu mezarı başında dualarla andılar. Kendisini iyi tanıyan Göppingenli Türkler, “Dr.İsmet Aydemir’i çok arıyoruz. Yeri doldurulamayan bir değerimizdi. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Biz Türklerin dert babasıydı. Hastalarının ayağına gider, gidemezse telefonla konuşur morel verirdi.Sağlık konusunda çok hizmetleri oldu. Onun yokluğunda daha iyi anlıyoruz” diye konuştular. 
 
Haber ve Resim: Doğan Tufan

Bayerns Innenstaatssekretär Sandro Kirchner: Zuschlag für Bezahlkarte erteilt - Landesweite Ausschreibung erfolgreich abgeschlossen - Test-Start in vier Pilot-Kommunen im März.

 

"Wir haben heute den Zuschlag für die Bezahlkarte für Asylbewerber erteilt, die Ausschreibung ist abgeschlossen.“ Das hat Bayerns Innen- und Integrationsstaatssekretär Sandro Kirchner dem Ministerrat heute mitgeteilt. Nach einer europaweiten Ausschreibung des Bayerischen Innenministeriums konnte sich das Unternehmen Paycenter aus Freising mit seinem Angebot durchsetzen. "Nachdem das Vergabeverfahren so erfolgreich innerhalb kurzer Fristen durchgeführt werden konnte, wollen wir nun im März die Bezahlkarte in den vier ausgewählten Pilot-Kommunen, den Landkreisen Fürstenfeldbruck, Traunstein, Günzburg und der kreisfreien Stadt Straubing testen", so Kirchner. „Wir sind damit voll im Zeitplan.“ 

Um die Testphase rasch starten zu können, habe das Innenministerium die vier Testkommunen aber auch die beteiligten Kommunalen Spitzenverbände parallel zum Vergabeverfahren eng beteiligt. Staatssekretär Kirchner sieht Bayern damit weiterhin in der Poleposition. „Die Hamburger Bezahlkarte, die letzte Woche für Schlagzeilen sorgte, ist nicht die Karte, die wir wollen.“ Die Hamburger Karte ermöglicht nämlich in Gemeinschaftsunterkünften untergebrachten Asylbewerbern eine hundertprozentige Barabhebung. Im Übrigen zeigt sich, dass die 14 Bundesländer, die auf den Bund warten, deutlich später dran sein werden, da die bundesweite Ausschreibung immer noch nicht gestartet ist. „Hier zeigt sich, dass der teils kritisierte Start Bayerns unmittelbar nach dem Beschluss der Ministerpräsidentenkonferenz richtig war“, so Kirchner.

Kritik übte Kirchner am „Rumgeeiere der Ampel“, die wegen des Widerstands der Grünen nicht in der Lage ist, für die bundesweite Einführung einer restriktiven Bezahlkarte das Asylbewerberleistungsgesetz zu ändern. Das Versprechen hierzu hatte der Bundeskanzler bereits im November 2023 in der Ministerpräsidentenkonferenz gegeben. Kirchner: „Diese Änderung muss der Bund nun auch endlich anstoßen und damit den rechtlichen Rahmen klar darstellen. Die Grünen fallen mit ihrer Unverlässlichkeit dem Bundeskanzler, allen anderen Ländern und vor allem den Kommunen, die dringend auf die Einführung warten, in den Rücken.“ Wir haben deshalb bereits im Dezember eine Bundesratsinitiative hierzu auf den Weg gebracht. Diese wurde zwar in den beratenden Ausschüssen bis zum Wiederaufruf vertagt, wir werden aber nun – nachdem auch die Änderung durch die Bundesregierung ins Stocken gerät – die Wiederaufsetzung zur Beratung beantragen.“

Yunanistan  Din İşleri ve Eğitim Bakanlığı’nın raporuna ABTTF’den paralel rapor

 

Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF), Yunanistan Eğitim, Din İşleri ve Spor Bakanlığı’nın 28 Aralık 2023’te yayımladığı “Yunanistan’da Dini Öneme Sahip Alanlarda Yaşanan Olaylar-2022” raporunda Batı Trakya Türk toplumu ile ilgili hususlara yanıt niteliğinde paralel bir rapor hazırlayarak ülkemizin yetkili makamlarına iletti.

 

ABTTF paralel raporunda, ikili ve uluslararası antlaşmalar uyarınca dini özerkliğe sahip Batı Trakya Türk toplumunun dini konularda yaşadığı sorunları ayrıntılarıyla aktardı, görüş ve taleplerini dile getirdi. Paralel raporunda Batı Trakya’daki camiler ve ibadet yerlerinin durumunun yanı sıra Rodos ve İstanköy’deki Türk toplumunun dini alandaki sorunlarını dile getiren ABTTF, ülkedeki Osmanlı döneminden miras tarihi, mimari ve kültürel eserlerin korunmasında yaşanan sorunlar ile dini açıdan kutsal mekanlara yapılan saldırıları not etti.

 

Bakanlığın raporunun Batı Trakya Türk toplumu ile ilgili eksik, muğlak ve kimi zaman yanlış ifadeler içermesini eleştiren ABTTF, raporda Türk toplumunun dini alanda yaşadığı sorunlara değinilmediğini ve dini özerkliğinin yok sayıldığını kaydetti.

 

Bakanlığın raporunda Batı Trakya Türk toplumunun dini alandaki statüsü ve haklarını belirleyen 1830 Protokolü, 1881 Antlaşması, 1913 Atina Antlaşması ile 1923 Lozan Barış Antlaşması’ndan yine hiç bahsedilmediğine dikkat çeken ABTTF, 1991 yılında kabul edilen yasa ile Gümülcine, İskeçe ve Dimetoka’da müftülerin devlet tarafından atandığını, bugün cemaat kabul görmeyen tayinli müftüler ile cemaatin seçtiği müftüler olmak üzere ikili bir yapının olduğunu dile getirdi. ABTTF, bakanlığın raporunda ülkemizin Batı Trakya Türk toplumunun din özgürlüğünü ihlal etmesi nedeniyle mahkum edildiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ilgili kararlarından da hiç bahsedilmediğini not etti.

 

4964/2022 sayı ve tarihli “Trakya’daki Müftülüklerin Modernleştirilmesi” başlıklı yasanın Batı Trakya Türk toplumunun tüm itirazlarına rağmen Yunan Meclisi’nde kabul edildiğini belirten ABTTF, yasa ile Türk toplumuna ait müftülüklerin tümüyle Eğitim, Din İşleri ve Spor Bakanlığı’na bağlanarak özerk yapılarının tasfiye edilmeye çalışıldığının altını çizdi.  

 

Tayinli müftülerin himayesi altında Batı Trakya’daki ilk ve orta dereceli devlet okulları ile camilerde Türk toplumuma mensup çocuklara İslam’ı Yunanca dilinde öğretmek üzere 240 Müslüman din hocasının atanmasını öngören ve Türk toplumunun ilk günden beri karşı çıktığı 4115/2013 sayı ve tarihli yasayı eleştiren ABTTF, hükümet tarafından olumlu olarak lanse edilen bu uygulamanın Türk toplumunun dini özerkliğine çok açık bir müdahale olduğunu, din üzerinde devlet kontrolüne izin verdiğini kaydetti. 

 

Eğitim, Din İşleri ve Spor Bakanlığı’nın Batı Trakya’daki eski camilerin tamir ve tadilat ile yeni camilerin yapımı taleplerinin hepsini karşıladığı iddiasının gerçeği yansıtmadığını belirten ABTTF, bugün Batı Trakya’da yeni cami inşaatının bulunmadığını, inşaat izni için onay bekleyen başvuruların olduğunu, yangında hasar gören Dimetoka Çelebi Sultan Mehmet Camisinin restorasyonunda ilerleme sağlanamadığını dile getirdi.  

 

ABTTF, Rodos’taki müftülük makamının 1974’ten beri kapalı olduğunu, Batı Trakya’da olduğu üzere Rodos ve İstanköy’deki Türk toplumuna ait vakıfların yönetimlerinin atama yoluyla belirlendiğini kaydederek, adalarda Osmanlı döneminden miras cami ve diğer tarihi mimari eserlerin restorasyon ve muhafazasında ciddi sorunlar yaşandığını ifade etti. 

 

Dini açıdan kutsal alanlara yapılan saldırılarla ilgili olarak ABTTF, 15 ve 16 Mart 2022’de İskeçe’nin Horozlu köyündeki Osmanlı döneminden kalma Müslüman Türk mezarlığının üzerine futbol ve basketbol sahaları, çocuk parkı ve sosyal tesis yapılmak istenmesi dolayısıyla Bulustra (Avdira) Belediye’sine ait iş makineleri tarafından tahrip edildiğini belirterek, mezarlığın hala ihya edilmemesini eleştirdi.

 

ABTTF paralel raporunda, Batı Trakya Türk toplumunun eğitim ve dini özerkliğinin iade edilmesini, seçtiği müftülerin hükümet tarafından tanınmasını ve ülkemizdeki Osmanlı’dan miras tarihi camilerin aslına uygun restore edilmesini ve bulundukları bölgelerdeki Türk ve Müslüman nüfusun ihtiyaçları göz önünde bulundurularak ibadete açılmasını talep etti.

 

Konuyla ilgili olarak ABTTF Başkanı Halit Habip Oğlu, “Eğitim, Din İşleri ve Spor Bakanlığı’nın bu yılki raporunun hazırlık aşamasında toplumumuzu ilgilendiren konularda ne yazık ki yine toplumumuza danışılmamış, tek taraflı ve ayrımcı bir yaklaşım ile resmi devlet tezi tekrar edilmiştir. Toplumumuzun dini özerkliğini tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan ‘Trakya’daki Müftülüklerin Modernleştirilmesi’ ve ‘240 İmam’ yasaları olumlu adımlar olarak göstermesini kesin bir dille reddediyoruz. Ülkemizdeki diğer tanınmış dinlere ait cemaatlerin yapısına ve iç işleyişine müdahale edilmezken hükümetin her fırsatta toplumumuzun dini özerklik ve özgürlüğünü hedef alan müdahaleleri kabule edilemez. Ülkemizin yetkili makamlarına sunduğumuz bu paralel raporumuzla hükümetten, toplumumuzu ilgilendiren konu ve sorunlarda ‘toplumumuz için, toplumumuza rağmen’ anlayışı ile değil ‘toplumumuz için, toplumumuz ile birlikte’ anlayışı ile hareket ederek samimiyete dayalı gerçek bir azınlık politikası uygulamasını talep ediyoruz.” açıklamasında bulundu.