Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

BERLİN (AA) - Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, "İsrail'in meşru müdafaa hakkının insanların yerlerinden edilmesini içermediğini" söyledi.

Baerbock ile Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el-Maliki, başkent Berlin'de yaptıkları görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi.

 

İsrail hükümetinin Refah'ta geniş çaplı kara operasyonu başlatacağını duyurmasından dolayı endişeli olduğunu ifade eden Baerbock, yüz binlerce kişinin İsrail'in talimatıyla Refah'a yöneldiğini belirtti.

"Bu insanlar orada bu korumayı bulabilmeli." diyen Baerbock, İsrail ordusunun burada koruma arayan insanların güvende olmaları için güvenlik koridorları oluşturma sorumluluğu bulunduğunu ifade etti.

Baerbock, bu insanların "buharlaşarak yok olmayacağını" ve başka yerlere de gidemeyeceklerini yineledi.

"İsrail’in meşru müdafaa" hakkının geçerli olduğunu ifade eden Baerbock, "Ancak bu insanların yerlerinden edilmesini içermiyor." şeklinde konuştu.

Bu insanlar için güvenli koridorlar oluşturulmasının bu günlerde çalıştığı en önemli konu olduğunu belirten Baerbock, bölgeye insani yardımın girmesi için çatışmalarda insani ara verilmesi gerektiğini de kaydetti.

 

- "Yerleşim birimlerinin inşası yasa dışıdır"

Almanya Dışişleri Bakanı, Batı Şeria'daki yaşamın da kötüleştiğine dikkati çekerek, "Yerleşim birimleri inşası yasa dışıdır." dedi.

Bunun iki devleti çözüm için engel teşkil ettiğini vurgulayan Baerbock, Avrupa Birliği (AB) olarak durumu yakından takip ettiklerini dile getirdi.

Baerbock, İsrail-Filistin sorununun askeri olarak çözülemeyeceğine işaret ederek, bu yüzden uzak olduğu görünse de iki devletli çözüm için çalıştıklarını söyledi.

Bakan Baerbock, yarın İsrail'de temaslarda bulunacağını ve Gazze'ye insani yardım girmesi konusunu da ele alacağını kaydetti.

 

- Maliki: "Gazze'de yaşananların Batı Şeria'da da yaşanmasına izin verilmemeli"

Filistin Dışişleri Bakanı Maliki de Baerbock’tan İsrail’e yapacağı ziyarette bu ülkenin uluslararası insancıl hukuka ve işgalci güç olarak Filistinli sivillere yönelik davranışlara ilişkin taahhütlerine uyma çağrısı yapmasını istedi.

Batı Şeria’daki yerleşimcilerin terörizminin son bulması gerektiğinin altını çizen Maliki, Batı Şeria’daki askeri müdahalelerin burada bir planın olduğunu gösterdiğini vurguladı.

Maliki, "Şu anda Gazze Şeridi’nde yaşananların Batı Şeria’da da yaşanmasına izin verilmemeli." dedi.

Bakan Maliki, Gazze’deki gelişmelerin çok tehlikeli olduğuna, çoğu masum çocuk ve kadın on binlerce kişinin öldürüldüğüne veya yaralandığına işaret ederek, "Gazze Şeridi'nde, üzerinde konuşacak bir şey kalmadı." dedi.

 

Baerbock’un bölgeye ziyaretinin önemli olduğunu kaydeden Maliki, "Her çabaya, elde edebileceğiniz her küçük başarıya müteşekkir olacağız." ifadesini kullandı.

Maliki, Refah'ta 1,5 milyon kişinin kuşatıldığına işaret ederek, İsrail ordusu gerçekten Refah’ta kara saldırısı yaptığında o zaman herkesin sivilleri korumasına yönelik çalışma yapması gerektiğini vurguladı.

Güvenlik koridorlarının saldırılara uğramayacağına yönelik garantiler istediklerini belirten Maliki, insanlara daha önce kaldıkları yerlere dönme imkanın verilmesi gerektiğini söyledi.

 

Maliki, Gazze’de salgın hastalık riskine dikkati çekerek, "Gazze Şeridi şu an salgın hastalık bölgesine dönüşüyor." dedi.

Filistin Dışişleri Bakanı Maliki, Gazze'nin sağlık açısından felaket bölgesi ilan edilerek, insanları korumak için uluslararası müdahalede bulunulması gerektiğini dile getirdi.

Engere Zusammenarbeit zwischen Bayern und Österreich: Bayerns Innenminister Joachim Herrmann und Österreichs Innenminister Gerhard Karner vereinbaren intensivere Bekämpfung des Rechtsextremismus und von Schlepperbanden - Österreich plant Bezahlkarte für Asylbewerber nach bayerischem Vorbild

 

Bayerns Innenminister Joachim Herrmann hat heute in Wien mit dem österreichischen Bundesinnenminister Gerhard Karner eine intensivere Zusammenarbeit bei der Bekämpfung des Rechtsextremismus vereinbart. "Zwischen bayerischen und österreichischen Rechtsextremen bestehen zahlreiche Kontakte und ein reger Austausch, unter anderem bei der Identitären Bewegung", erklärte Herrmann. Verbindende Elemente seien der Hass gegen Flüchtlinge und die Ablehnung der Europäischen Union. "Wir müssen deshalb den Rechtsextremismus auf allen Ebenen und auch grenzüberschreitend noch konsequenter bekämpfen", betonte Herrmann. Dabei geht es insbesondere um den Informationsaustausch. Herrmann: "Wir müssen unsere Erkenntnisse über die internationalen Kontakte von Rechtsextremisten unsererseits noch besser vernetzen." Das Erstarken rechtsextremistischer Kräfte in ganz Europa sei ein besorgniserregendes Alarmsignal. "Daher wird das Bayerische Landesamt für Verfassungsschutz die Zusammenarbeit mit seinen österreichischen Kollegen intensivieren", kündigte Herrmann an. Die Kooperation mit dem primär für Deutschland zuständigen Bundesamt für Verfassungsschutz bleibe davon unberührt.

Ein weiterer Schwerpunkt des Ministertreffens war die aktuelle Migrationslage. In Bayern wie in Österreich seien bereits viele Kommunen bei der Unterbringung und Integration von Flüchtlingen an der Belastungsgrenze. "Während die deutsche Bundesregierung bei der Eindämmung der illegalen Migration die völlig falschen Schwerpunkte setzt, bin ich der österreichischen Bundesregierung für die klare und stringente Migrationspolitik sehr dankbar", bilanzierte Herrmann. Einig sei man sich insbesondere, dass Grenzkontrollen innerhalb der Schengenstaaten solange notwendig sind, wie der EU-Außengrenzschutz noch nicht ausreichend funktioniere. "Vor allem menschenverachtenden Schleusern muss konsequent das Handwerk gelegt werden", forderte Herrmann. "Daher werden wir die Kooperation zwischen der Bayerischen Grenzpolizei und der österreichischen Polizei weiter intensivieren, insbesondere beim Austausch über aktuelle Lageentwicklungen und Vorgehensweisen von Schleusernetzwerken." Insgesamt haben 2022 die Bayerische Grenzpolizei, die Bundespolizei und die österreichische Polizei in Bayern und Österreich insgesamt rund 2.500 Schleuser festgenommen.

Der Bekämpfung krimineller Schleuserbanden dient laut Herrmann auch die Einführung einer Bezahlkarte für Asylbewerber: "Damit können wir verhindern, dass Gelder ins Ausland überwiesen und dort in weitere Schleusungen investiert werden." Es sei die richtige Entscheidung, dass die österreichische Bundesregierung ebenfalls eine solche Bezahlkarte nach bayerischem Vorbild einführen möchte. "Je mehr europäische Länder die Zuzugsanreize senken, desto weniger attraktiv wird es, sich außerhalb der legalen Migration auf den Weg nach Europa zu machen", ist sich Herrmann sicher. Mit den Vorbereitungen zur Einführung einer bayerischen Bezahlkarte sei Bayern bereits sehr weit. Derzeit laufe das Vergabeverfahren. Ziel sei es, den Zuschlag in der zweiten Hälfte des Februars zu erteilen. Ende März könne die bayerische Karte in vier Pilotkommunen im Einsatz sein. Im Laufe des zweiten Quartals solle die Bezahlkarte bayernweit ausgerollt werden.

 
Allah'tan geldik Allah'a döneceğiz.
Üstad, Şair- Yazar,  Ozan dava ve gönül adamı.  Gür sesiyle gönül telimizi titreten Ülkücü ve Milliyetçi camianın haykıran dili olan Ozan Arif'in vefat yıl dönümünde rahmetle anıyorum. Ozanımıza Mevla Rahmetiyle muamele eylesin!..
 
Ülkü Ocakları ve Almanya  Türk Fedarasyonu genel başkanlarımızdan  Dr.Ali Batman, yayınladığı taziye mesajında, Arif Kardeşim,
Kelimenin tam anlamıyla"Bir Çınar Daha Devrildi" dedi ve şöyle devam etti;
"Ozanlar;temelinde milletin değerleri olan bir dâvâyı halka en güzel işleyen sanatçılardan bir gruptur.Türk-İslâm Ülküsünü şahlandırdığımız yıllarda birçok ozanımız hizmet etti. Ama hakkı teslim etmek gerekirki Ozan Arif'in yeri apayrıdır. Onun içinde yıllar önce onun hakkında yazdığım bir yazıda "Ozanlar Ozanı"diye nitelendirmiştim.
 
Bilhassa 12 Eylül
Türkiye'ye vatanımıza gidemediğimiz yıllarda birlikte ağladık birlikte güldük. Dâvâ adına her acıyı,her çileyi ve mutluluğu anlık paylaşarak birlikte yaşadık.Türk-İslâm Dâvâsı Avrupa'dan,gurbetten Anavatana O'nun sesiyle de dalga dalga yayılmaya devam etti.
O zamanların her saniyesi ve her devirde yaptığı hizmetler asla unutulmayan derin birer hâtıra olarak hepimizin kalbinde yaşayacak.
Türk-İslâm Ülküsü dâvâsına verdiğin emekleriyin bizzat şahidiyim. Allah emeklerini zâyi etmesin. Onyıllar boyunca milyonlarca ülküdaşın seni hayırla anacak ve yad edecek 
İdeolojik, fikir hareketleri önder, fikir adamı, yazar ,şair ve diğer sanatçılarla...hayat bulur, yaşar ve ileriye taşınırlar. Ozan Arif de bir şair, sanatçı olarak bizim davamızda En Önemli Köşe Taşlarından biridir. Ne yazık ki; kişisel anmalarımız olsa bile - diğer tüm kaybettiğimiz Dâvâ Büyüklerimiz gibi- O' na da  yakışır kitlesel hatırlama ve hatırlatma toplantıları yapılmamaktadır. Bu topluca bir VEFASIZLIK örneğidir.Bundan hepimiz manen sorumluyuz diye düşünüyorum.Bu O' na karşı bir eksikliktir.Ama asıl kaybeden Davanın kendidir. Yeni nesiller Onu tanımalı, kendinden sonrakilere de taşımalıdır.
Kendini bu yönde sorumlu hissedenlerin hiç olmazsa bundan sonra, bulundukları mevki ve konuma göre, işin hakkını vererek üzerine düşeni yapmasını temenni ederim.Hayattayken , bazan görüş ayrılıkları yaşasak, incinsek de, 50 yıllık hizmetleri sebebiyle helalleşmek daha doğrudur.Ben öyle yapıyorum.
Ozanımızın Davamız yolunda harcanmış 50 yıllık çaba ve emeklerini Cenab- ı Allah sevaba tebdil eylesin diyor, Allah' tan gani gani  rahmet diliyorum. 
 
Aha Geldim Gidiyorum
 
Yalan dünya işte senden, 
Aha geldim, gidiyorum.
Kalanlara selam benden, 
Aha geldim, gidiyorum.
*
Var mı sana gelip kalan, 
Baştan başa murad alan, 
Varın yoğun hepsi yalan
Aha geldim, gidiyorum.
*
Dereyi aş, tepeyi aş, 
Sonu yoktur dolaş dolaş, 
Günden güne yavaş yavaş, 
Aha geldim, gidiyorum.
*
Yalan dünya sana böyle
Kimler konup göçtü söyle, 
Ben de işte aynen öyle
Aha geldim, gidiyorum.
*
Gülemedim şöyle bir gün, 
Senelerim geçti sürgün
Gönül sevdiğine dargın, 
Aha geldim, gidiyorum.
*
Arif der ki: bunca yıl ay
Geldi geçti vay dünya vay! 
Yaşamaksa yaşadım say, 
Aha geldim, gidiyorum.

Selçuk Üniversitesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanı Zorlu Töre’nin katılımıyla “Milli Davamız Kıbrıs ve Mavi Vatan” konferansı gerçekleştirildi.

 

Sultan Alparslan Kültür Merkezi 30 Ağustos Salonu’nda düzenlenen programa; Konya Valisi Vahdettin Özkan, AK Parti Konya Milletvekili Orhan Erdem, İl Jandarma Komutanı Tümgeneral Cemil Lütfi Özkul, Konya Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Mustafa Uzbaş,Cumhuriyet Başsavcısı Halil İnal, Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Aksoy, Konya Baro Başkanı Av. Oktay Unkur, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Ahmet Tuğrul Polat, Prof. Dr. Emrullah Eken, Prof. Dr. İlhan Çiftci,  Genel Sekreter Prof. Dr. Kamil Beşoluk, protokol üyeleri, gaziler, şehit yakınları, akademisyenler, idari personel ve öğrenciler katıldı.

 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanı Zorlu Töre'yi ağırlamaktan büyük memnuniyet duyduğunu ifade eden Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Aksoy, “Milli davamız Kıbrıs’ın Selçuk Üniversitesi bünyesinde anılıyor olmasından dolayı çok mutluyuz ve gururluyuz. Bizi biz yapan değerleri hiçbir zaman unutmayan Selçuk Üniversitesi ailesi var. Biz, bu davanın her zaman bu platformlarda anılmasına özel önem veriyoruz. Bunlar bize şunu gösteriyor: Yürüdüğümüz yol, sadece bizim yolumuz değil, bu yolun sonunda bizi bekleyen binlerce garip mazlum insan var.  Bu insanların umudu büyük Türkiye, büyük Türkiye’nin yürüyüş liderliğini yapan Cumhurbaşkanımızın göstermiş olduğu Türkiye Yüzyılı vizyonu için çalışıyor ve gayret ediyoruz. Gecemizi gündüzümüze katıyoruz. Gerçekten bu memleketin evlatlarını iyi yetişmesi ve uluslararası standartlarda bir eğitim alması için çaba gösteriyor, uluslararasılaşmayı sağlıyor, bu anlamda çalışmalara önem veriyoruz. Diğer taraftan bizi biz yapan değerlere de sahip çıkıyor ve hiçbir zaman unutmuyoruz. Biliyoruz ki Türkiye sadece Türkiye’den ibaret değildir. Bunun için çalışırken hiçbir şekilde göstermiş olduğumuz fedakarlıklardan da rahatsızlık duymuyoruz. Gururla ve örnekle gösterebileceğimiz birçok bölümümüz var, çalışanlarımız var. Bu çalışanlarımızın büyük gayreti, çabası tamamen bu şehre ve ülkeye yakışan üniversite olma düşüncesidir.” diye konuştu.

Büyük Selçuklu Devleti’nin başkenti olan Konya'da bulunmaktan mutlu olduğunu söyleyen KKTC Meclisi Başkanı Zorlu Töre, “Milli Davamız Kıbrıs ve Mavi Vatan” konferansı kapsamında Türkiye’nin, Kıbrıs’ta Türklerin uğradığı baskı ve zulmü ortadan kaldırmak için gerçekleştirdiği girişimleri ve harekatları detaylarıyla anlatarak Kıbrıs sorunu ve bölgedeki son gelişmeler hakkında da bilgiler verdi.

Dünyada insan hakları meselesinin büyük güçlerin kendi çıkarlarına göre değerlendirildiğine değinen Töre, Kıbrıs adasında yaşanan insanlık dramlarına bu güçlerin tıpkı bugün Gazze’de olduğu gibi sessiz kaldığını söyledi.

KKTC Meclisi Başkanı Töre konuşmasına şöyle devam etti: “Kimlere karşı istiklal mücadelesi verdiğinizi sakın unutmayınız. Avrupa'nın uzattığı havucun ucunda biliniz ki zehir vardır. Bugün değişmiş değillerdir. İşte Gazze, nasıl katliamlar yapıyorlar, nasıl soykırım uyguluyorlar. Nerede kaldı Birleşmiş Milletler, nerede Avrupa insan hakları, nerede Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Sözleşmesi? Katliamın ve soykırımın ortakları, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin ülkeleridir. Avrupa Birliği’nin lider ülkeleridir. Onlara en güzel cevabı, Cumhur Reisimiz verdi. Cumhur Reisimiz Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Dünya beşten büyüktür’ sözü tam da yerine oturdu. Bu söz, soykırım olmadan söylenmiştir. Ama Gazze'deki katliam ve soykırım bu sözün ne kadar gerçek olduğunu bir kere daha ortaya koydu. Ve dünyanın birçok mazlum ülkesi ve zayıf ülkeleri artık gözlerini açtılar, inşallah Gazze’de yaşanılanlardan sonra yeni bir dünya kurulur.” 

Birlik ve beraberlik duygusuna vurgu yapan KKTC Meclisi Başkanı Töre, “İngilizler, Fransızlar Doğu Akdeniz’e geliyorlar, petrol araştırması yapacaklar. Orta Doğu'da asker bulunduruyorlar, bölücü terör örgütlerini besliyorlar, eğitiyorlar ama Türkiye’ye diyorlar ki: Kıbrıs’tan çekil, Doğu Akdeniz’de sondaj araştırma gemilerini geri çek. Türkiye olarak ve Türkiye’nin yanındaki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak bu coğrafyanın en büyük ülkesiyiz. Kendimizi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak Türkiye Cumhuriyeti’nden ve Türk milletinden Kıbrıslı Türk diye ayırmıyorum. Biz hepimiz biriz, tek milletiz ve hep birlikte Türk milletiyiz. Ve birlikte var olacağız. Birlikte yola devam edeceğiz. Onlar Doğu Akdeniz’de uçak gemileri bulunduracaklar, onlar Orta Doğu'da asker bulunduracaklar, onlar denizaltı gemileri bulunduracaklar. Ama Türkiye, Türk ordusu bu bölgeden geri çekilsin. İskenderun’dan, Mersin körfezinden ve Antalya’dan dışarı çıkmasın. Akdeniz'i böyle seyretsin sadece. Yağma yok. Bizim hakkımız, onlardan çok daha fazladır. Onlar okyanusların, denizlerin ötesinden geliyorlar ama biz bu coğrafyanın içerisindeyiz. Bu coğrafyada bizlerin canı var, kanı var. Bizim aziz şehitlerimize, kahraman gazilerimize, ecdadımıza ve bizden sonraki nesillere borcumuz var. Gençler, sizler bayraksınız. Bayrağa leke sürdürmeyeceksiniz. Onu daima en yüce temsiliyet olarak kabul edeceksiniz ve rehberiniz, tarihimiz ve ecdadımız olacak. Milli ve manevi değerlerden asla vazgeçmeyeceksiniz.” dedi.

Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Aksoy, KKTC Meclisi Başkanı Zorlu Töre’ye “Dostluk Payesi Beratı” ve hediye takdiminde bulundu.

 

 

 

 

 

Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de, Uluslararası Türk Dünyası Sosyal, Beşeri, İdari ve Eğitim Bilimleri Kongresi düzenlendi. Açılışta Azerbaycan ve Türkiye'den farklı üniversitelerin yöneticileri ve akademisyenler yer aldı. Kongrede Türk birliğinin önemi vurgulandı ve Türk devletleri arasındaki işbirliği örnek gösterildi. Kongre, 74'ü Türkiye'den olmak üzere 21 ülkeden 165 akademisyenin katılımıyla 3 gün sürecek.

 

Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de, Uluslararası Türk Dünyası Sosyal, Beşeri, İdari ve Eğitim Bilimleri Kongresi düzenlendi.

Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi Türk Dünyası İktisat Fakültesi (TÜDİFAK) tarafından düzenlenen kongrenin açılışına Azerbaycan ve Türkiye'den farklı üniversitelerin yöneticileri ve çok sayıda akademisyen katıldı.

 

Vatan için canlarını feda eden şehitlerin saygı duruşuyla anıldığı kongrede İstiklal Marşı ve Azerbaycan Milli Marşı okundu.

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı (TDAV) Başkanı Közhan Yazgan, etkinlikte yaptığı konuşmada, TDAV olarak Türk milletinin daha müreffeh, özgür ve alnı ak yaşamasını amaçladıklarını söyledi.

Yazgan, bunun eğitimden geçtiğine inandıklarını belirterek Türk milletinin birlik içerisinde ve müreffeh yaşamasının yolunun İsmail Gaspıralı tarafından "dilde, fikirde, işte birlik" şeklinde özetlendiğini kaydetti.

Türk birliğinin hala tam gerçekleşemediğini ifade eden Yazgan, "Yılmadan Türk birliğini gerçekleştirmek için çalışmalıyız. Vakfımızın kurucusu Turan Yazgan, Türk birliğinin eğitim yoluyla gerçekleşeceğine inanmıştı. Bizim daha çok çalışmamız, daha çok mücadele etmemiz, daha çok okul açmamız ve daha çok genç yetiştirmemiz lazım. Bu gibi kongrelerden çıkan sonuçları da muhakkak siyasilere sunmamız lazım." dedi.

TÜDİFAK Dekanı Prof. Dr. Mehmet Yüce, Türk dünyasının Orta Asya'da kök salıp Kafkaslar'dan Anadolu'ya, Avrupa'ya, diaspora yoluyla tüm dünyanın dört bir yanına yayılarak gücünü ortak tarih ve medeniyetinden alan büyük bir kuvveti temsil ettiğini anlattı.

Yüce, Türk dünyasının 300 milyonu aşan nüfusuna, yaklaşık 4 trilyon dolar ekonomik büyüklüğe, 1,6 trilyon dolar gayrisafi yurt içi hasılaya, 1,2 trilyon dolarlık dış ticaret hacmine sahip olduğunu belirtti.

Türk devletlerinin birbirleriyle ticaret hacminin potansiyelden düşük olduğunu ifade eden Yüce, "Birlikte olduğumuzda yapamayacağımız şey yoktur. Azerbaycan ile Türkiye'nin işbirliği diğer Türk devletlerine de örnek oldu. Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyesi ülkeler 2040 Vizyon Belgesi'ni kabul etti. 'Türk dünyası' kavramı bu belge ile ilk kez resmi kayıtlara geçti. Biz akademisyenlere düşen TDT 2040 Vizyon Belgesi'nde ortaya koyulan hedefleri gerçekleştirmeye katkı sunacak çalışmalar yapmaktır." diye konuştu.

74'ü Türkiye'den, 21 ülkeden 165 akademisyenin sunum yapacağı kongre 3 gün sürecek.

Kaynak: AA

 

 

 

 

 

 

 

Almanya’da staj, gençlerin kariyerlerine güçlü bir başlangıç yapmaları için önemli bir süreçtir. Staj, teorik bilgiyi pratik deneyimle birleştirerek gençlere sektörel anlayış kazandırma amacını taşır. Stajın aynı zamanda dil becerilerini güçlendirmek ve kültürel anlayışı artırmak için bir platform sağladığı da unutulmamalıdır. Staj, gençlere hem mesleki hem de kişisel gelişim açısından benzersiz bir deneyim sunar. Bir siyasetçinin bürosunda staj yapmak ise, genç bireylerin demokrasiye katkı sunmaları ve siyasetin karmaşık dünyasını anlamaları için eşsiz bir fırsattır. Bu staj, gençlere siyasetin işleyişini keşfetme, toplumsal sorunları anlama ve demokratik süreçlere katılma imkanı sunar. Siyasetçinin bürosunda staj yapmak, gençlerin siyasi sistemde etkili bir şekilde çalışma becerilerini geliştirmelerine de yardımcı olur. Bu deneyim, stajyerlere halkla iletişim, politika analizi ve stratejik planlama gibi temel siyasi yetenekleri kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda liderlik ve takım çalışması gibi genel becerileri de güçlendirir. Milletvekili bürosunda staj yapmak, gençlerin siyasi sistemde aktif rol alarak toplumlarına hizmet etme sorumluluğunu anlamalarına da yardımcı olur.

 

Billstedt semtindeki milletvekili bürosunda sık sık farklı etnik kökenlerden gençlere staj imkanı sunan Hamburg Eyalet Parlamentosu Milletvekili Barış Öneş (SPD), stajın önemini şu cümleleriyle vurguluyor.

Almanya’ya işgücü olarak gelen göçmen kökenli bir ailenin çocuğuyum ve bugün bir hukukçu ve milletvekiliyim. Okul ve üniversite eğitimim döneminde tavsiye alabileceğim, örnek olarak görebileceğim akademisyenler tanımadığım için büyük zorluklar yaşadım. O dönemlerdeki yaşadığım sıkıntılardan sonra gençlere kapılar açmak, onlara destek olmak için kendime söz verdim ve bugün, bunu başarmış olmanın onurunu yaşıyorum.

Çıkmış olduğum yolda çok şey yaşadım, öğrendim, tecrübe kazandım ve bu bilgileri gençlerimizle paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce onları motive etmek ve istenir, emek harcanırsa her şeyin başarılabileceğini onlara anlatmak istiyorum. Bünyemizde staj yapmak isteyen gençler bana E-Posta (Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!), Whatsapp (0157 545 000 49), Facebook (Barisoenes) veya Instagram (BarisOenes) üzerinden başvurularını gönderebilir.”

 

Barış Öneş’in milletvekili bürosunda staj yapan gençler ne diyor?

 

  • Gökdeniz Taşdelen (16) Çorumlu ailenin çocuğu

Barış Öneş’in milletvekili bürosundaki staj benim için çok keyifli geçti. Hamburg’da siyasetin nasıl işlediğini, siyasetçilerin nasıl çalıştıklarını, işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenme, görme fırsatı buldum. Ekip çalışması da çok güzeldi ve ben de hemen o ekibin bir parçası oldum. Kendimi çok değerli ve ekibe ait hissetmek harika bir duygu. Milletvekili bürosunda çalışmalar çok yönlüydü ve staj o kadar hoşuma gitti ki; ben de artık siyasete angaje olmaya başladım.”

 

  • Mercy Nwankwo (17) Hamburg doğumlu, kökeni Nijerya, Bosna, Hırvatistan’dan geliyor. Sank-Ansgar-Gymnasium 11. Sınıf öğrencisi

Barış ve ekibi, öğrencilere çok yönlü staj imkanları sunuyorlar. Broşürlerin hazırlanmasından meclis oturumuna katılmaya kadar geniş bir alanda çalıştık. Barış’la, ekipteki arkadaşlarla ve diğer stajyerlerle fikir alışverişinde bulunmak beni zenginleştirdi. Politika ve Hamburg toplumunu daha iyi anlama, Rathaus’un etkileyici mimarisi ve tarihçesini öğrenme fırsatı buldum. Siyasetin organize yapısı, meclis ve milletvekillerinin görevlerini, vatandaşla nasıl diyaloğa girileceği, nasıl ikna edici ve etkili konuşulabileceğini, konuşma hazırlanabileceğini, önergelerin nasıl ortaya çıktığını ve parlamentonun karar alma sürecini öğrendim. Stajımdan sonra bile Barış’la düzenli görüşmelerim devam ediyor. Barış, stajdan etkinlik, kitap, kişisel iletişimler formunda daha uzun süreli yararlanabilmemiz için stajyerleriyle iletişimin devam etmesine özen gösteriyor. Şu an JUSOS Billstedt’in başkanı seçildim. Yaptığım staj sayesinde Annkathrin Kammeyer’in (SPD-Billstedt’te Barış Öneş’le birlikte yönetimde) milletvekili bürosunda Minijob imkanı kazandım. ”

 

  • Hawau Tchamouza (17) Gymanasium Marienthal, Almanya doğumlu, Ganalı ailenin çocuğu

Barış’ın bürosundaki staj benim için oldukça eğiticiydi. Çok farklı kültür merkezlerinde tecrübeler edinme imkanı buldum. Staj genel olarak çok yönlü, enteresan ve etkileyiciydi. Yaptığım her işte, her yerde yeni bir şey öğrendim, meslek hayatı hakkında bilgi sahibi olmama da çok yardımcı oldu.”

 

  • Alham, 18 yaşında ve 2 yıl önce mülteci olarak gelen Ezidi bir genç

Sosyal hayatımızın çerçevesini seçilmiş temsilcilerimiz belirlediği için hepimizin siyasetle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle, özellikle kadın siyasetçilerin günlük yaşamda neler yaptıklarını birinci elden öğrenmek arzusuyla stajımı bir milletvekili bürosunda yapmak istedim. Ben de bu toplumun bir parçasıyım ve sadece içinde bu toplumun içinde yer almak değil, aynı zamanda şekillenmesinde de rol almak istiyorum. Barış Öneş’in bürosunda geçirdiğim zaman, beni siyasi olayları yakından takip etmem konusunda oldukça cesaretlendirdi ve motive etti. Zira politikacıların kararları hepimizi birçok açıdan etkiliyor.”

 

  • Daniel Schneider, 18 yaşında, Billstedt’ten Rus-Alman genç

“Politika her zaman ilgimi çekmiştir ama politikacılarla pek temasım olmamıştı. Genel olarak her şey o kadar ulaşılmaz görünüyordu, ta ki Barış’ta staj yapmaya başlayıncaya kadar. Orada çok şey öğrendim ve bir sürü yeni insanla tanıştım ve sonuçta SPD’ye katıldım. Staj sonrasında bile Barış’la iletişimimiz kopmadı ve bu sayede ilginç, öğretici deneyimler yaşadım. Şimdi ise Hamburg-Mitte Belediye Meclisi için adayım. Tüm bu başarılarımı da Barış’ın bürosunda yaptığım staja borçluyum.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Milliyet gazetesi Avrupa baskılarında muhabir olarak tanıdığım, daha sonra dergimiz Aktüel’de ve rahmetle andığım Kırım Türkleri Almanya genel başkanı Rafet Karanlık (ALLAH rahmet eylesin) üstadın yazı işleri müdürü olduğu Birlik gazetesinde birlikte  köşe yazarlığı yaptık. Uzun yıllar  beraber çalıştığım gazeteci yazar Sabriye Cemboluk ablamla Avrupa Türklüğünün dününü ve geleceğini söyleştik. Ayrıca  Röportajımızda  Avrupa'ya Türk Göçü de konuştuk.
 
 
"Sevgili Doğan Tufan bu arada beni de hatırladığın için teşekkür ederim. Tabii ben  her zaman Türk dilinin yaşadığımız topraklarda da yaşaması için savaş verdim. Kitaplarımı türkce yazıyor okullarda okuma günleri proğramları düzenliyorum"
 
-   Sabriye  Cemboluk gazetecilikde benim hocam, ablam. Size abla diyebilir miyim?
Elbette diyebilirsiniz ben sizlerin ablası sayılırım.
 
 -   Göçün değerlendirmesini yapar mısınız ?
 Efendim bugün geldiğimiz noktada artık göçün beşinci kuşakları yaşıyor. Onlar kendilerini göçmen saymayan, buralarda doğup büyümüş, ailesinden aldığı kültürü ve yaşadığı ülkenin katkılarını kendi yaşamlarında daha iyi düzenleyebilen bir kuşak var. Göçmen gibi hissetmiyorlar ama geldikleri yerleri, köklerini unutmuyor bu gençler. Burada en büyük pay elbette yıllarca en zor şartlarda çalışıp, her şeye rağmen memleketi ve aileleri ile bağlarını koparmayan eski kuşaklardır. Bunun en canlı örneği, izin mevsiminde bir yolunu, bir kolayını bulup, hala akın akın Türkiye'ye koşan insanlarımızdır.
Yeni kuşaklar artık neredeyse hepsi en azından bir meslek öğrenen gençlerimizden oluşuyor. Bildiğim kadarı ile siyasetten, ticarete artık her yerde varız. Sadece sanat alanını biraz boş görüyorum. Umarım gelecek yıllarda sanatın her dalında, daha fazla kendimizi gösterme fırsatımız olur. Çünkü hayatta ne kadar başarılı olursak olalım, hepimiz bir gün bu dünyayı terk edeceğiz. Geriye bizi hatırlatacak sadece sanat eserleri kalabilir. Bu arada sporcularımızı da tebrik etmeliyim.  Galiba en çok varlık ve popülerlik gösterilen alanların başında spor geliyor.
 
 -   Geleceğimiz olan gençliğimizin bugününü ve yarınını nasıl görüyorsunuz?
Geleceğimiz derken, ben kendi açımdan bakıyorum. Gelecek, aynı zamanda bir tercih meselesidir. Göçmen ve yabancı olarak bir burada ömrümüzü tüketirken, bir de baktık ki, Türkiye'deki vatandaşlarımız bizi ayırıp, başka bir yere koymuşlar. Alamancı damgası ile çarşıda, pazarda, bir çok yerde ya kandırılmaya ya da itilip kakılmaya başlamışız. Bunu sadece eski kuşaklara değil ne yazık gençlerimize de yapıyorlar. O durumda ben kendime bir soru soruyorum. Hangi ülkede daha çok yabancıyım? Hangi ülkede daha çok güvendeyim? Hangi ülkede bir sağlık sorunum olsa, daha iyi tedavi görürüm? Bu soruların cevabı ben de şu anda yaşadığım ülke oluyor. Üstelik çocuklar buralarda büyüyüp evlendiler. Torunlar da burada doğup büyümek teler. Ya Türkiye'de kimimiz kaldı? Geldiğimiz yıllarda hayatta olan bütün büyüklerimiz, hatta akrabalarımız, konu komşumuz bu dünyadan ayrıldılar. Evim, yerim, köyüm diye gitsek, bizi oralara bağlayan eski anılardan başka bir şey kalmamış. Erkekler kahveye çıksa, akranları yok olmuş, kadınlar konu komşu arasa, eskilerden kimse kalmamış. Oysa yeni yurt edindiğimiz yerlerde, hiç farkında olmadan kendimize yeni dostlar, komşular hatta hısım akrabalar edinmişiz. Bu durumda benim hissettiğim duygu, özünü muhafaza ederek, mutlu ve güvenli olduğun yerde yaşama kararıdır. Elbet de başta yazdığım  gibi bu ancak kişisel verilecek bir karar. Nasıl devam edeceğini en iyi önümüzdeki 10 yılda görebileceğiz.
Gençler için her dönemde bir takım endişelerimiz olmuştur. Onlar artık bizlere göre daha özgür büyümüz, dünya gençliği ile teknolojinin aynı nimetlerinden faydalanarak yetişmiş insanlardır. yeni kuşakların ana babalarının çoğu da yaşadıkları yabancı ülkelerde doğup büyümüş orta yaş kulağından oluşuyor. Onlar artık bu günleri ve gelecekleri için daha az endişe ediyorlar. Çünkü korktuğumuz bir çok olumsuzluk arık tüm dünyanın ortak sorunu oldu. Dünya büyük bir köye dönüştü. İşsizlik sorunu her ülkede, ekonomik zorluklar her ülkede, geçim sıkıntısı, azalan gelir kaynakları gene her ülkede yaşanmakta. Bu durumda yaşadığımız ülkede kalıp, bildiğimiz yollardan mücadele etmek bence en doğrusu olacak. Çünkü gençlerimiz bu ülkelerin kaliteli okullarında eğitim gördüler. Hiç meslek öğrenmemiş olanlar bile en azından iki yabancı dil  biliyor. Ben gençlerden ve onların geleceklerinden  çok umutluyum. Benim çocuklarım da bu ülkede okuyup, çok şükür iyi yerlere geldiler. Şimdi de torunlarımı  daha bilinçli bir şekilde yetiştirmeye devam ediyorlar. Sanıyorum yeni bir dünya savaşı çıkmazsa, gençlerimizin geleceğinden kaygı duymamız için çok fazla sebep olmamalı. Ama önce ana babalara çok iş düşüyor. Bilinçli ve örnek derecede çalışkan olmalılar.
 
-   Gurbetteki ailelere ve gençlere gazeteci gözüyle neler tavsiye edersiniz?
 Gazeteci gözü ile tavsiyelerim  yukarıda söylestigimiz gibi. Ama tekrar bazı konulara üstüne basarak değinmek isterim. Bizim güzel bir atasözümüz vardır. "Kuş yuvada gördüğünü yapar." Deriz. Gençler bizim yavru kuşlarımızdır. Hangi ülkede olursak olalım, kurduğumuz yuvalarda, gençlerimize örnek olacak ana babalar olmaya mecburuz. Bir kere düzenli bir gelirimiz olması için, hangi iş olursa olsun çalışmaya mecburuz. Sosyal yardım haktır ama bu ebedi olmamalı. Sosyal yardım yetişkinlere kolaylık ve rahatlık salarken, ilerleyen zamanlara, çocuklar ve gençler için kötü örnek teşkil ediyor. Gelir seviyesinin en alt grubunda yer alan bu kesim, gençleri ve çocukları ile birlikte toplumun dışına itiliyor. İtildikleri yerlerde onları kriminal olaylar ve ister istemez karanlık girdaplar bekliyor. Maalesef gençlerimiz arasında yıllardır son bulmayan  suçlar var. Toplumun dışına, kenarına itilmek, suça yaklaşmaktır. Cezaevlerindeki gençlerimizin aile yapısına bakınca, ortak noktalarda hep bu az gelirli  çalışmadan yaşanan hayatlar ve ana babalar görüyoruz. Tek tavsiyem çocuklu aileler lütfen istikrarlı bir şekilde çalışıp, evlatlarının da bir meslek sahibi olmasını sağlasınlar.  Eğer yaşadığımız yabancı ülkelerde, geleceği olmayan kesim kimlerdir diye düşürsek, ben sürekli sosyal yardım ile geçinenler, çalışmayanlar ve kriminal olaylara karışanlar derim. Yasalar her zaman değişir. Hiç bir ülke kendisine sadece yük olan, sorun çıkaran insanları memleketinde istemez. Ben şu andaki yasaların ebediyen böyle kalacağına pek inanmıyorum. İnandığım tek şey, yaşadığımız yabancı ülkeler, kendilerine yük olan yabancılardan kurtulmanın bir yolunu bulacaklardır. Çalışma yaşında olanlar çalışsınlar ve çocuklarına da bu konuda örnek olsunlar.
Öneri olarak  yukarda anlattığım gibi sanatsal faaliyetlerimizi arttırmalıyız. Ben bir yazar olarak her zaman bu topraklarda ana dilimin yazılan ve okunan bir dil olması için çalıştım. Kitaplarımı ve bütün eserlerimi Türkçe yazıyorum. Ama benim genç kuşaklardan bir  beklentim var. Türk edebiyatımızı yaşadığımız ülkelerde tanınması ve anlaşılması için bir "Profesyonel çeviri kurumuna ihtiyaç var." Çünkü artık yaşadığımız ülkedeki kuşaklar da değişti. Yeni kuşaklar kendileri ile birlikte yaşayan, işlerini, yaşam alanlarını , binalarını paylaşan   Yabancıların sanat ve kültürlerini tanımak istiyorlar. Türkçe tiyatrolar, Türkçe'nin okunup yazılan bir dil olarak yaşamasına ve yaygınlaşmasına, genç kuşaklar tarafından sevilmesine imkan tanır. Gönlüm bu konuda da gençlerimizin yeni atılımlar yapmasını istiyor.
 
-   Yayınlanmış ve yayınlanacak eserlerinizden bahseder misiniz?
2016 yılından beri kitaplarım Edirne Türkiyede Ceren yayınevi tarafından yayınlamaya başladı. Her yil bir kitap cıkarıyoruz. On binlerce okuyucu ile buluştum. İçlerinde rastgele bir kaç tanesini sectim. Türkiyemizin Edirnemizde bazı liselere de davet diliyorum. Okuyucularım 14 yaşından başlıyor. Her yaşta okuyucum var.
Şu anda EDİRNE KIRMIZISI kitabımı yaziyorum. Sonbahar da çıkacak Inşaallah. 
 
 -   Bize ayırdığınız bu kıymetli vakitlerinizden dolayı çok teşekkürler Sabrie Cemboluk ablam.
Röportaj  sorularına verdiğim cevaplar ile topluma bir ışık tuttuysam eğer mutlu olurum. ben de size çok teşekkür ediyorum. Dostluk ve selamlarımla
 
 
Haber ve resimler: Doğan Tufan 
 
 
 
 
 
 
 

Avrupa Türk basını bir duayen gazeteciyi kaybetti

 

45 yıldan bu yana Avrupa Türk basının hemen her kademesinde emek veren Mehmet Canbolat’ın hayatını kaybetmesi Avrupalı Türkler arasında büyük üzüntüye yol açtı.

Merhum Mehmet Canbolat’ın vefatı ile ilgili ilk açıklama KONAD Başkanı Sait Özcan’dan geldi.

Tarsus – Langen kardeşliğinin mimari ve Toplum Gazetesi’nin kurucu Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Canbolat milli duruşu yanında ve eylemlemi ile söylemi arasındaki tutarlığı ile tanınıyordu.

 

Mehmet Canbolat‘ın yakın arkadaşı ve uzun yıllardır abi – kardeş muhabbeti ilişkileri olan KONAD Başkanı Sait Özcan yaptığı açıklmada, “Hepimiz derin bir üzüntü içindeyiz. Emir hak vaki olunca hepimizin gideceğini biliyoruz ama, daha bir kaç gün öncesi görüştügüm değerli abimizi kaybetmeyi tarif debilecek durumda değilim. Gerçekten çok üzgünüm, şu an ortak dostlarımız ile biraraya gelerek merhumun ailesinin geride kalan fertleri ile dayanışma göstermek istiyoruz. Merhumun ailesine, dostlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum” şeklinde konuştu.

 

 

Mit einem Abschlussfest zur Aushändigung der Seepferdchen-Urkunden endete der Schwimmkurs für Familien und männliche Jugendliche und Männer mit und ohne Migrationshintergrund, der von zwei städtischen Mitarbeiterinnen, der Bildungskoordinatorin Zeynep Sen und der Integrationslotsin Sandra Bürger, organisiert worden war. Etwa 70 Personen nahmen an dem Fest teil. Darunter auch geladene Gäste wie die Regionalkoordinatorin vom Bundesamt für Migration und Flüchtlinge, Gabriele Wiedamann, Thomas Kram, Bildungsreferent vom Bundesprogramm „Integration durch Sport“ im BLSV, wie auch Serpil Güclü Adolph und Jules Masuku Ayikaba vom Ausländer- und Integrationsbeirat.

Bürgermeister Martin Heilig dankte den 12 ehrenamtlichen Helfern, ohne die es nicht möglich gewesen wäre, die Kurse zu halten: „Die bunte Vielfalt der Herkunftsländer der Teilnehmenden – von Syrien über Afghanistan, Ukraine und Polen, bis hin nach China, Korea, Ägypten, Iran, Deutschland und Indien – spiegelt die kulturelle Bandbreite unserer Stadt wieder. Durch die gemeinsame Teilnahme an den Schwimmkursen haben Sie nicht nur das Schwimmen erlernt, sondern auch eine Brücke der Verständigung und Integration gebaut.“ Heilig betonte die gesundheitsfördernde Wirkung von Schwimmen, das Beweglichkeit, Koordination und Kraft fördere und als gelenkschonender Sport für Menschen jeden Alters geeignet sei. Auch für die Ehrenamtlichen war es eine tolle Erfahrung und sie freuten sich sehr über die große Dankbarkeit und Herzlichkeit ihrer Schützlinge.

Anlass für das Angebot der drei Schwimmkurse, die jeweils zehn Kursabende beinhalten, ist der hohe Anteil an geflüchteten Männern, die nicht schwimmen können, denn Schwimmen gehört in vielen Ländern nicht zum Kulturgut. Zudem hatten viele Kinder während der Pandemie keine Gelegenheit, Schwimmkurse zu besuchen. Die Kurse haben nicht nur die lebensrettende Zielsetzung, Ertrinkungsunfälle zu vermeiden und Angst vor dem Wasser zu nehmen, sondern fördern auch die Möglichkeit der gesellschaftlichen Teilhabe an einer der beliebtesten Freizeitaktivitäten. Die Wartelisten für die kommenden Kurse sind bereits ausgebucht. „Wir freuen uns sehr über das große Interesse und den Erfolg der Schwimmkurse, einige der Teilnehmenden möchten sogar noch eine Ausbildung zum Rettungsschwimmer anschließen“, zeigen sich die Organisatorinnen Zeynep Sen und Sandra Bürger zufrieden.