Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

  1. Frankfurt Başkonsolosluğu Eğitim Ataşeliği ve Frankfurt Türk Cami Dernekleri Çalışma Birliği tarafından ortaklaşa düzenlenen “Türkiye’de ve Almanya’da Gençlik/Çocuk Koruma ve Koruyucu Aile” konulu 50’den fazla konuyla ilgilenen katılımcının takip ettiği panelde çocuk koruma ve koruyucu aile konusu ele alındı.
  2. Panelin moderatörlüğü eğitimci ve Hessen Eyaleti Eğitim Bakanlığı veli eğitim programı ELAN multiplikatörü Aygül Klein tarafından yapıldı. Aygül Klein, kısa giriş konuşmasında Türk toplumunun yıllardır adeta kanayan yarası olan Alman makamlarının Türk çocuklarına el koyması ve koruyucu aile konusundaki geçmiştede çeşitli etkinlikler yapıldığını söyleyerek bugünkü etkinliğe de çok sayıda katılımcı olmasına duyduğu memnuniyeti ve panelin hayırlara vesile olmasını diledi.

Programa İstanbul‘dan katılan Sosyal Hizmet Uzmanı Fatih Kılıçarslan yetim ve öksüz büyüdüğü kendi biyografisinde de konunun ayrı bir değeri olduğuna değinerek başladığı konuşmasında Osmanlı İmparatorluğu‘ndan günümüze kurumsal çocuk bakımı hakkında özet bilgi verdi. Çocuk Islahhanesi (Sanayi Mektebi), Darüşşafaka (Şefkat Evi), Darul Eytam (Yetimler Yurdu) Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulmuş çocuk yardım kurumlarıdır. Osmanlınının sön yıllarında kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti ise 1935 yılında Çocuk Esirgeme Kurumu adını almış ve günümüzde faliyetlerini Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın çatısı altında devam ettirmektedir. 

Sosyal hizmet uzmanı Fatih Kılıçarslan konuşmasında; Çocuğun öğrenmesi, taklit yoluyladır. Ailede anne, babasını taklit ederek öğrenir.  Çocuğun çevresinde sağlıklı rol ve modeller çocuğun bilgiyi kullanabilme, problem çözebilme ve davranışa dönüştürme becerisini geliştirir. Anne ve babanın çocuğa sevgisini dengeli, sürekli, tutarlı bir biçimde vermesi en az çocuğun beslenmesi kadar önemlidir. Bilimsel araştırmalarda kısa süreli de olsa anne-çocuk ayrılıklarının sonuçları ve etkileri incelenmiştir. Annesi vefat veya terk etse bile çocuğa bakım veren kişinin sık değişmediği ve çocuk ile iyi ilişkiler geliştirilmiş olması durumunda, çocukların bu ayrılıktan travmatize olmadığı ve en az düzeyde etkilendikleri hatta yeni deneyimler kazandıkları için gelişimlerine olumlu katkıda bulunduğunu göstermektedir. Koruyucu aile, kurum bakımına alınan çocuklarımıza, ebeveyn yoksunluğunu hissetmemeleri adına “yeni bir aile” sunan bir bakım modelidir. Koruyucu ailenin gelişim dönemlerinde çocuğa “sağlıklı ebeveyn” modeli ile sevgi ve güven verebilecek bir aile olduğunu söyledi.

Kılıçarslan devlet denetiminde kurumsal çocuk bakım merkezlerinin yanında gerekli şartları yerine getiren koruyucu ailelerde devlet/sosyal kurumlar denetiminde öz ailesince çeşitli nedenlerle[1] bakılamayan çocuklar koruyucu aile tarafından bakıldığını belirtti. Türkiyede 2002 yılında 500 koruyucu aile yanından 515 çocuk himaye edilirken 2023 yılında 7.817 ailenin yanında 9.335 çocuk himaye edilmekte ve bu yükseliş trendinin önümüzdeki yıllarda da devam edeceği tahmin edilmektedir.

Frankfurt Türk Cami Dernekleri Çalışma Birliği Koordinatörü ve Frankfurter Verband Göçmenler Danışmanı Dr. Hüseyin Kurt, Alman makamlarının Müslüman/Türk çocuklarına “el koyarak”, kendi yasalarına göre koruma altına almasının yıllardır iki ülke arasında ciddi polemik konusu olduğunu, belirterek, bu panelin amacının konunun polemikten uzak, çözüm amaçlı bir istişare olduğunu söyledi. Türk medyası Alman makamlarının çok çabuk Müslüman/Türk çocuklarına el koyarak daha çok Alman Hıristiyan koruyucu ailelere vererek adeta Türk çocuklarını “Hıristiyanlaştırmayı hedeflediğini ve zaman zaman bu tür haberler nedeniyle iki ülke arasındaki ilişkileri gerecek noktaya geldiğini belirten Dr. H. Kurt, Alman makamlarının da böyle bir amaçları olmadığı, mahalli gençlik dairelerinin tamamen haklı ve kanuni yükümlülükleri gereği çocukları koruma altına almak zorunda kaldıkları ve yeterli Türk/Müslüman bakıcı aile olmadığı için Alman/Hıristiyan ailelere vermek zorunda kaldıkları yönünde savunma yaptıklarını, hakikatın ise bu iki, kendini savunan görüşün ortasında bir yerde olduğunu söyledi.  

Dr. H. Kurt konuşmasının devamında konu ile ilgili aktuel istatistiklere değinerek Almanya’da Gençlik Dairelerinin refakatsiz gelen sığınmacı çoçuklar harici 37.880 çocuğun 12.541’i yani % 33’ü yabancı kökenli olduğu, 0-17 yaş arası çocukların % 73‘den fazlasının yabancı kökenli olduğu Frankfurt’ta gençlik dairesi 2022 yılında % 63’ü yabancı kökenli 535 çocuğu koruma altına aldığını, 2021 yılı verilerine göre Almanya gençlik ve çocuk desteği icin Almanya 32 milyar Avro bütce ayırmış olduğunu, bunun 41 milyona Avro‘ya yakını çocuk kreşleri 14 milyarı Avro‘su ise gençlik dairelerinin el koyduğu çocuklar için yaptığı hizmetlerinde içinde olduğu çocukları topluma kazandırma hizmetleri için yapılan harcamalar olduğu 2021 yılı verilerine göre 87.300 koruyucu ailede 122.700 çocuğun himaye edildiği bilgisini verdi.

Alman Gençlik Dairelerinin Müslüman/Türk çocukları da dahil, çocuklara genelde haklı sebeplerden ve kendilerine verilen kanuni yükümlülüklerden el koyduğunu belirten Dr. H. Kurt, diğer sosyal, alanlarda olduğu gibi bu alandada Türk toplumu ve kendisini temsil eden STK’ların kendi üzerine düşeni yapmadığını, yapılmakta olan bu önemli panele STK’lar adına yok diyecek kadar az olmasının bunun bir göstergesi olduğunu söyledi. Dr. H. Kurt Almanya‘da sosyal hizmetlerin çok büyük bir bölümünün doğrudan devlet eliyle değil “Subsidiaritätsprinzip” denilen yerindelik prensibine göre taşıyıcı altı büyük (Caritas, Diakonie, AWO, DRK, Paritätischer Wohlfahrtsverband ve Jüdischer Wohlfahrtsveband) sosyal hizmet taşıyıcı kurum tarafından verildiğini belirterek, 1940-50’li yıllarda Federal Almanya’nın kuruluş döneminde kalma bu dönemde günümüze süre gelen migrasyon sonucu ülkenin demografig, sosyolojik ve dini mensubyet yapısında önemli değişiklikler olduğunu ve mevcut sosyal hizmet taşıyıcısı kurumların Hıristiyanlıktan sonra 5,5 Milyon nüfusla en yoğun ikinci dini cemaati temsil eden Müslümanları doğrudan temsil onların ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduklarını, Diakonie, Caritas veya Jüdischer Wohlfahrtsvreband benzeri Müslümanları temsilen bir sosyal hizmet taşıyıcı kurumun oluşturulmasının elzem olduğunu, geçtigimiz Federal Hükümetler döneminde Deutsche Islamkonferenz (DIK) Alman İslam Konferansı konuyu ana tema olarak gündemini aldığını, ancak başta Müslüman dini cemaatler olmak üzere Müslüman/Türk STK’larının bu konunun önemine halen kavramadıklarını tesbit etti ve bu konuda ilerleme kaydedilip Müslümanları temsilen sosyal hizmet taşıyıcı kurumlar kurulmadıkça, gençlik/çocuk koruma, koruyucu ailede dahil tüm sosyal hizmetlerinin her alanında Müslümanlarla ilgili sosyal hizmet alanlarındaki sorunların kökten çözülemiyeceğini söyledi.

Pedagog, Sosyal Hizmetler Uzmanı ve aynı zamanda Aile Danışmanı olan Haluk Kaya, Gençlik Dairelerinin Türk çocuklarını himayesine aldığı durumları örneklerle açıkladı. Kaya, Gençlik Dairelerinin, genellikle mevcut yasalar[2] ve kendilerine verilen görevler çerçevesinde, haklı nedenlerle bu çocukları koruma altına aldığını belirtti. Çocukları koruma altına alınan ebeveynlerin, durumu kabul etmeleri ve Gençlik Dairesi ile dürüst ve yapıcı bir diyalog kurmalarının önemine vurgu yaptı. Ayrıca, çocuğun ailesine geri dönme olasılığının yüksek olduğunu belirtti.

  1. Kaya, genellikle Müslüman/Türk koruyucu aile bulunamadığı durumlarda Türk çocuklarının Alman/Hırvat ailelere yerleştirilebildiğini ifade etti. Koruyucu aileye yerleştirme koşullarını ve devlet tarafından yapılan ödemeleri özetledi. Temel şartlar arasında, koruyucu kişinin 18 yaşını doldurmuş olması, bekar ya da evli olması, fiziksel ya da zihinsel bir hastalığının bulunmaması, çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir gelire sahip olması, çocuğun yaşaması için uygun bir ev ve dış koşullara sahip olması, çocuğun eğitimi ya da yetiştirilmesi konusunda deneyime sahip olması, ve Almanca bilmesi yer alıyor. Bunun yanı sıra, koruyucu bakıcının kişisel uygunluğu ve işbirliği yapma becerisi de önemli. Çocuğun yaşına bağlı olarak, ayda 700 ila 900 Avro arasında temel ihtiyaçlar için ödeme yapılırken, koruyucu aileye yerleştirme için 275 Avro ödenir. Eğer çocuk koruyucu ailede iki yıldan uzun kalırsa, koruyucu aileye yasal çocuk parası ödenir.

Koruyucu aile olan Beytullah Gelgeç, duygu yüklü konuşmasında koruyucu aile olmadan Afrika’da bir yetim çocuğa bir hayır kuruluşu adına maddi destek vererek velilik yaptığını, yine aynı hayır kuruluşu adına Afrika’da görev yaparken kendi öz evladı gibi sevdiği bu çocuğu görme ve şefkatle kucaklamanının manevi hazzını yaşadığını belirterek Almanya’da da bir çocuğa bakma imkanı araştırdığını ve bunun koruyucu aile olmakla mümkün olduğunu gördüğünü belirterek, eşinin de rızasını aldıktan gerekli müracat ve prosedürden sonra koruyucu aile statüsünü aldığını  söyledi. Koruyucu aile olmasından kısa bir süre sonra mahalli Gençlik Dairesi‘nin kendilerini arayarak süreli olarak Müslüman bir çocuğun kısa süreli bakımını teklif ettiğini ve bunu hemen kabul ettiğini ve takriben 8 yıldır severek ve manevi hazzını duyarak ailecek kendi çocuklarından hiç ayırmadan bu çocuğa bakmakta olduğunu anlattı ve panele katılanlara kanuni şartları yerine getirmeleri halinde mutlaka koruyucu aile olmak için gerekli müracati gerekli girişimde bulunmalarını tavsiye etti.

Panalistlerin konuşmalarından sonra katılımcıların görüşleri dinlendi soruları cevaplandırıldı.

Panele katılan Muavin Konsolos Büşra Sarı yaptığı kısa kapanış konuşmasında katılımcı ve panelistlere teşekkür etti. TC Frankfurt Başkonsolosluğunun Gençlik Dairelerinin Türk Çocuklarını koruma altına alması ve koruyucu aile konularına önem verdiğini, konu ile ilgili geçmişte de benzeri toplantılar düzenlendiğini TC Frankfurt Başkonsolosluğu’nun konu ile ilgili danışmanlık hizmeti veren uzman istihdam ettiği bilgisini veren B. Sarı  TC Düsseldorf Başkonsolosluğu Aile ve Sosyal Politikalar Ataşeliği ilede konusu üzerine yakın istişare içerisinde olduklarını söyledi.

Etkinlik ile ilgili kısa bir değerlendirme yapan Frankfurt Türk Cami Dernekleri Çalışma Birliği Koordinatörü Dr. Hüseyin Kurt, TC Frankfurt Başkonsolosluğu Eğitim Ataşeliği ile ortaklaşa planlanan ve gerçekleştirilen panelin son derece verimli geçtiğini belirterek Hessen Eyaleti’ndeki Türk toplumunu ilgilendiren diğer konular ile ilgili aynı formatta etkinlikler düzenlemeyi sürdürmeyi amaçladıklarını belirtti ve sağlık nedeni ile panele teşrif edemeyen Eğitim Ataşesi Dr. Muhammet Fatih Kılıç’a panelin planlama safhasındaki katkıları için teşekkür etti.

 

[1] https://aile.gov.tr/koruyucuaile/koruyucu-aile

[2]   § 8a SGB VIII

https://www.bundestag.de/resource/blob/592414/3f4f67da21dfd0d94aa0969ff00d3fe4/WD-9-088-18-pdf.pdf

 

 

ANKARA (AA) - Birleşmiş Milletler (BM) Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese, İsrail'in Uluslararası Adalet Divanının (UAD) Gazze'ye yönelik kararlarını ihlal ediyor gibi göründüğünü bildirdi.

Albanese, İngiliz The Guardian gazetesine yaptığı açıklamada, İsrail'in, UAD'nin 26 Ocak'ta açıkladığı Filistinlilerin haklarını korumak ve soykırım suçu oluşturabilecek tüm eylemlerden kaçınılması için gerekli adımları atmasına dair kararları ihlal ediyor gibi göründüğünü belirtti.

 

Hukukçuların ve İsrail'in, UAD'nin açıkladığı tedbir kararlarını, "zikredilen eylemlerin, İsrail onları soykırım niyeti olmadan yaptığı sürece yasaklanmadığı" şeklinde yorumlamasına katılmadığını ifade eden Albanese, UAD'nin İsrail'in soykırım suçu oluşturabilecek tüm eylemlerden kaçınması yönünde karar verdiğini savundu.

BM Raportörü, UAD'nin kararına rağmen şiddet ve sivil altyapıya yönelik yıkımın devam ettiğini ve bunun Gazze'de yaşam koşullarını daha da zorlaştırdığına dikkati çekerek, "Ölümler, sadece bombardıman ve keskin nişancı saldırılarının sonucu değil. Tıbbi malzeme ve tedavi yetersizliği ve en acıklısı gıdaya ve içme suyuna yetersiz erişimin kirli ve pis su tüketimine mecbur bırakması sonucu da." ifadelerini kullandı.

Albanese, Guardian'a verdiği demecin haberini X hesabından paylaşarak, İsrail'in UAD'nin tedbir kararlarına uymadığını söyledi.

İsrail'in Gazze'de yüzlerce ölüme, daha fazla yıkıma ve yerinden etmeye neden olduğunu vurgulayan Albanese, "İsrail, Divan'ın kararlarına saygı göstermekle mükelleftir ve devletler daha fazla zulmü engellemek için kararlı davranmak zorundadır." değerlendirmesinde bulundu.

 

- UAD'de İsrail aleyhine açılan soykırım davası

Güney Afrika Cumhuriyeti, 29 Aralık 2023’te, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail aleyhine UAD'de dava açtı.

Güney Afrika, Gazze'deki durumun aciliyet teşkil etmesi sebebiyle UAD'den ihtiyati tedbirlere hükmetmesini istedi ve tedbir talebine ilişkin duruşmalar, 11-12 Ocak'ta Lahey'deki Barış Sarayı’nda yapıldı.

Divan, 26 Ocak’ta açıkladığı tedbir kararlarında, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinde tanımlanan fiillerin işlenmemesi için elinden gelen tüm önlemleri almasına, İsrail ordusunun Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesindeki fiilleri işlemesini engelleyecek önlemleri ivedilikle almasına, Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırım çağrısı yapanları önlemek, engellemek ve cezalandırmak için gereken tüm adımları atmasına, Gazze’deki Filistinlilerin karşılaştığı olumsuz yaşam koşullarını ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyulan temel hizmetlere ve insani yardımın sağlanmasını mümkün kılan acil ve etkili önlemleri almasına, Gazze’deki Filistinlilere karşı Soykırım Sözleşmesi'nin ihlalini gösteren delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler almasına, kararın yürürlüğe girmesinden itibaren 1 ayda alınan tüm tedbirler hakkında Mahkemeye bir rapor sunmasına hükmetti.

 

BERLİN (AA) - Almanya'nın başkent Berlin'de, 26 Eylül 2021'de Federal Meclis için yapılan genel seçimlerde yaşanan aksaklıklar ve hatalar nedeniyle seçimler kısmen tekrarlandı.

 

Anayasa Mahkemesi'nin Berlin'in bazı bölgelerinde kanıtlanan aksaklıklar ve hatalar nedeniyle genel seçimlerin bu bölgelerde tekrarlanması kararının ardından 2 bin 256 oy kullanma merkezinden 455'inde seçimler tekrar yapıldı.

Seçimlere katılması beklenen yaklaşık 500 bin seçmenden yaklaşık yüzde 40'ının sandığa gittiği tahmin ediliyor.

Seçimlerin muhtemel sonuçlarının Federal Meclis'teki sandalye dağılımına ve böylelikle meclisteki güç dengelerinde çok fazla etkisi olmayacağı öngörülüyor.

Kesin seçim sonuçları ve katılım oranının sabah saatlerine doğru açıklanması bekleniyor.

 

- Seçimler neden tekrarlandı?

26 Eylül 2021'de genel seçimlerin yanı sıra Berlin Eyalet Meclisi ve ilçe belediye meclislerinin seçimleri ile konutların kamulaştırılmasına ilişkin halk oylaması yapılmıştı.

Berlin Eyalet Meclisi ve belediye meclislerinde ilişkin seçimler, Berlin Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla 12 Şubat'ta yenilenmişti.

Seçim günü oy kullanma merkezlerine eksik oy pusulası gönderildiği, bu nedenle tekrar pusula bastırılmak zorunda kalındığı belirtilmiş, bazı seçim merkezlerinde uzun kuyrukların oluştuğu gözlenmişti.

 

Aynı gün koşulan maraton nedeniyle özellikle şehir içindeki bazı caddelerin kapalı olması dolayısıyla oy pusulalarının seçim merkezlerine ulaştırılamadığı, birçok seçim merkezinin de sandıkların kapandığı saat 18.00'den sonra uzun süre açık kaldığı ifade edilmişti.​​​​​​​​​​​​​​

Anayasa Mahkemesi de 19 Aralık 2023'te aldığı karar ile yaşanan aksaklıklar ve hatalar nedeniyle Berlin'deki seçimlerin kısmen tekrarlanmasına karar vermişti.

Almanya'da bir sonraki genel seçimlerin 2025 yılının eylül ayında yapılması planlanıyor.

 

BERLİN (AA) - Almanya Genelkurmay Başkanı Carsten Breuer, ülkesinin 5 yıl içinde "savaşa hazır hale gelmesi" gerektiğini söyledi.

 

Breuer, Welt am Sonntag gazetesine verdiği röportajda, "savaşa hazır hale gelmenin" bir süreç olduğunu belirterek, "Ancak sonsuz zamanımız yok çünkü Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ilk kez olası bir savaş dışarıdan bize dikte ediliyor. Analistleri takip ettiğimde ve Rusya'dan kaynaklanan askeri tehdit potansiyelini gördüğümde bu bizim için 5 ila 8 yıl hazırlık zamanı anlamına geliyor." dedi.

Bunun o zaman savaşın çıkacağı anlamına gelmediğini vurgulayan Breuer, "Ancak bu mümkün ve ben bir asker olduğum için 5 yıl içinde savaşa hazır hale gelmemiz gerektiğini söylüyorum." ifadelerini kullandı.

 

Almanya Genelkurmay Başkanı Breuer, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna'nın ötesine uzanma olasılığını ne kadar yüksek gördüğüne" ilişkin soru üzerine de "Öncelikle buna niyet de dahildir. Bunu Putin’in yazdıklarında ve söylediklerinde görüyorum ve Ukrayna’daki eylemlerinden. Buna askeri potansiyel de dahil. Rusya’nın Duma kararıyla savaş ekonomisine geçtiğini gördük. Şu anda olasılık artıyor." değerlendirmesinde bulundu.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius'un ilk kez savaşa hazır hale gelmekten söz ettiğinde bunun insanları uyandırdığını aktaran Breuer, sonuçta meselenin kendini savunma ve rakibin saldırıda bulunma kararı almaması olduğunu ifade etti.

"Bu da caydırıcılıktır" diyen Breuer, savaşa hazır olmanın zihniyet değişimini gerektirdiğini söyledi.

 

Breuer, "Savaşa hazır olmanın içinde çok şey var. Personel ve malzemenin göreve hazır olmasının yanı sıra zihniyet değişiminden de geçmemiz gerekiyor. Hem toplumda hem de özellikle Alman ordusunda akıl dönüşümüne ihtiyaç var." ifadelerini kullandı.

Almanya'nın (NATO'da) taahhüt ettiği ancak bunları vaatte bulunduğundan daha geç yerine getireceği katkıları olup olmadığına ilişkin bir soruyu da Breuer, "Evet var ancak onları söylemeyeceğim. Bu iyi sebeplerden dolayı gizli. Düşman bilgileri tüm mümkün olan kaynaklardan alır, gazetelerden de." şeklinde yanıtladı.

Breuer, Alman Silahlı Kuvvetlerinin NATO gibi bir değişimin içinde olduğunu kaydetti.

 

- Almanya savunma harcamalarını büyük ölçüde artırma kararı almıştı

Almanya, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın ardından savunma harcamalarını büyük ölçüde artırma kararı almış ve gelişmiş silah sistemleri satın almak, ülkenin silahlı kuvvetlerini modernize etmek için 100 milyar avroluk özel bir fon oluşturmuştu.

Hükümet, ABD yapımı F-35 savaş uçakları, Chinook nakliye helikopterleri ve İsrail yapımı Arrow-3 füze savunma sistemi alımı da dahil olmak üzere çok sayıda sözleşme imzalamıştı.

 

Bizim kuşağın severek okuduğu Türk tefekkür dünyasının mümtaz şahsiyetlerinden, milli düşüncemizin önemli köprülerinden, bir neslin yoğrulmasında büyük emeği olan eğitimci yazarlarımızdan “Şeyhülmuharririn” idi Ahmet Kabaklı Hoca.
ünvanlı Türk Edebiyatı Vakfı’nın kurucu başkanı Ahmet Kabaklı yazılarıyla gönüllerimize girmiş rularımızı kültür birikimiyle doyuran hocamız Kabaklı yazı yazdığı gazete Tercümanda muhabir olarak çalıştım. Yazdığı yazıları ilk okuyanlardan oldum. Aynı künyede isimlerimiz yayınlandı. 
 
Tercüman Türkiye’de olduğu gibi Avrupada da okul gibi hizmet etti. 1980 li yıllarda Almanya ve Avrupa’nın şehirlerinde işçi kurultayları düzenlendi. “Nerede bir Türk varsa Tercüman orada” sloganıyla  büyük bir boşluğu doldurdu.
Gazetemiz Tercüman’ın ikinci sayfasında Gün Işığı başlıklı köşe yazılarıyla milli kültür ve tarihi edebi yazılarıyla okuyucularının ufkunu açıyordu. Tercüman gazetesi 1991 yılı itibariyle baskısına son vermesiyle aynı yıl Türkiye gazetesinde Gün Işığı köşe yazısı günümüzü ışıtmaya ukumuzu aydınlatmaya açmaya devam etti. Musa Serdar Çelebi başkanımın kurucusu olduğu benimde yönetimde bulunduğum Avrupa Türk İslam Kültür Dernekleri Birliğinin davetlisi olarak  Almanya geldi. Cami ve kültür derneklerimizde konferanslar verdi. Yakinende tanımış sohbetini dinleyenlerden oldum. Ahmet Kabaklı büyüğümüz 8 Şubat 2001 yılında İstanbul’da vefat etti. 
 
“Şeyh’ül Muharririn”  gazeteci-yazar Ahmet KABAKLI’ hocamızın vefatının yıl dönümünde rahmetle, minnetle yâd ediyorum. Aziz ruhu şâd mekânı cennet olsun.
 
 
HAYATI VE ESERLERİ:
 
Ahmet Kabaklı; 1924 yılında Harput'ta doğdu. 1931 yılında Elazığ Numune mektebine girdi,ilk ve orta öğrenimini tamamladı. Elazığ Lisesi'nden 1944 yılında mezun oldu ve Edebiyat Fakültesine kayıt yaptırdı. 20 Kasım 1946 tarihinde "Yunus Emre mi Yalan Söylüyor, Gölpınarlı mı? " başlıklı yazısının Son Saat Gazetesinde yayınlanması ile yazı hayatı başladı. "Hareket" Dergisinde "Ayın Hercümerci" başlığı ile yazılar yazmaya devam etti. 1948 yılında İstanbul Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünü bitirdi ve Diyarbakır'da öğretmenlik hayatına başladı, 2 yıl öğretmenlik yaptı ve aynı zamanda "Karacadağ" dergisini yönetti.
 
Askerliğini yapmak üzere görevinden ayrılıp Manisa'ya gitti; askerlik görevini tamamladıktan sonra 1951 yılında Aydın Ticaret Lisesi'nde yeni öğretmenlik görevine başladı. Aynı lisede öğretmenlik yapan arkadaşı Meşkure Hanım ile 1952 yılında evlendi. 1955 yılında Ankara Hukuk Fakültesine kayıt oldu.
 
1956 yılında Tercüman Gazetesi'nin düzenlediği fıkra yarışmasında "Üniversitede Münazaralar" yazısı birinci seçildi. Eğitim stajını yapmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir yıllığına Paris'e gönderildi. Yazılarına "Uzaktan uzağa", "Paris'ten Paris notları", "Paris Mektupları" başlıkları altında Paris'ten devam etti.
 
1958 yılında Türkiye'ye dönünce İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsüne öğretmen olarak atandı. İstanbul Hukuk Fakültesindeki eğitimini 1959 yılında tamamlayıp 1961 yılında İstanbul Barosu Avukatlarına katılarak kısa bir süre avukatlık yaptı.
 
1961 yılında Tercüman Gazetesinde "Gün Işığında" adlı köşesinde yazmaya başladı. Çapa Eğitim Ensitüsünde 1969 yılına kadar öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda öğretim görevlisi olarak çalışmaya devam etti. 1974 yılında emekli oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda edebiyat dersleri verdi.
 
1978 yılında Meşkure Kabaklı, Rıfat İzzet Çokum, Sevinç Çokum, İskender Öksüz, Cahit Dodanlı, Emine Işınsu Öksüz, Tahir Kutsi Makal, Süha Burçkin, İrfan Atagün, Halis Akaydın, İsmail Gerçeksöz ile beraber Türk Edebiyatı Vakfı'nı kurdu ve ölünceye dek başkanlığını yaptı.
 
"Gün Işığında" köşesine 1991 yılından itibaren Türkiye Gazetesi'nde devam etti.
 
1995 yılından itibaren Türk Dil Kurumu asil üyeliğini görevini de sürdürdü.
 
14 Aralık 1996 tarihinde Aydınlar Ocağı ve 55 gönüllü kuruluşun desteği ile düzenlenen törende, Atatürk Kültür Merkezi'nde kendisine "Şeyhülmuharririn" unvanı verildi.
 
17 Kasım 2000 tarihinde geçirdiği kalp rahatsızlığı sonucu hastanede tedavi görmeye başladı, 23 Aralık 2000 tarihinde hayat arkadaşı Meşkure Kabaklı'nın vefatinden 47 gün sonra 8 Şubat 2001 tarihinde vefat etti.
 
Ahmet Kabaklı'nın Eserleri
 
Ansiklopedi:
 
Türk Edebiyatı (5 cilt, 1991)
 
Fikrî Eserleri:
 
Müslüman Türkiye (1970);Mâbet ve Millet (1970);Kültür Emperyalizmi (1970);Bürokrasi ve Biz (1976, fikir dalında Türkiye Millî Kültür Vakfı armağanı);Bizim Alkibiyades (siyasî hicivler, 1977);Temellerin Duruşması (1989; fikir dalında Türkiye Yazarlar Birliği ödülü).
 
Deneme-Eleştiri:
 
Şiir İncelemeleri (1992).
 
Monografi:
 
Mehmet Âkif (1971);Yunus Emre (1971);Mevlânâ (1972. Selçuk Üniversitesi ve Konya Turizm Derneği ödülü);Sultanü'ş-Şuara Necip Fazıl (1995).
 
Roman, Hikâye, Senaryo:
 
Ejderha Taşı (yazarın çocukluk hâtıralarına dayalı hikâyeler, 1978);Ecurufya (mizahî roman, 1980);Şair-i Cihan Nedim (senaryo, 1996).
 
Röportaj:
 
Sohbetler I (Mevlânâ, Yûnus Emre, Fuzûlî, Erzurumlu İbrâhim Hakkı ile, 1987); Sohbetler II (Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Necip Fazıl ile, 1987). İlk defa Tercüman'da yayımlandığı 1983 yılında edebî röportaj dalında Türkiye Yazarlar Birliği'nin ödülüne lâyık görülmüştür.
 
Tercüme:
 
Pikwik'in Maceraları (Charles Dickens'tan, 1962).
 
Metin Neşri:
 
Şehir Mektupları (Ahmed Râsim'den, I, 1971);Muhayyelât-ı Aziz Efendi (sadeleştirilmiş metin, 1973)
 
 
 
 

Kıbrıs Rumları, müzakereler Crans Montana’da koptuğu yerden başlasın diye büyük mesai harcamaya başladı. Akıllarına gelen her kapıyı çalıp, “Aman ne olur Türklere baskı yapın, gelip müzakere masasına otursunlar” diye yalvaran komşularımız adanın mutlak sahibi ve yönetici olma hezeyanı ile Crans Montana’da neleri kaybettiklerini yeni yeni fark ettiler ve bundan dolayı ağlıyorlar.

 

Rum lider Hristodulidis Ocak ayı sonunda güya Kıbrıs Türklerine yönelik, uluslararası hukuka aykırı olarak 1964 ve 1975 yıllarında gasp ettikleri haklarımızın bir kısmını iade eden bir açılım yaptı. Sırf gözümüzü boyasın ve masaya oturalım diye. 

 

Rum lider Hristodulis’in, 2017’de Crans Montana’da müzakerelere Dışişleri Bakanı olarak katılan ve Helen milliyetçiliğinden dolayı da Kıbrıs Türklerine herhangi bir hak vermeme çabası içinde müzakerelerin çökmesine neden olan kişi olduğunun unutulması mümkün değil. Aynı kafadaki Rum yöneticiler son 50 yıldır egemenliği paylaşmamak ve Kıbrıs Türklerini devlete ortak etmemek için müzakereleri ucu açık sürdürerek sonuçsuz bıraktılar. Bu uğurda da her tür siyasi hatayı yaptılar.

 

Şimdi de 14 maddelik, başı-sonu olmayan, ciddi ve elle tutulur bir içeriği bulunmayan bu paket ile Kıbrıs Türk'ünü kandırmaya ve masaya çekmeye çalışıyorlar. 1964'de ve 1975’de el koydukları, kasten kaybettirdikleri gömleğimizi şimdi güya buldurup, Kıbrıs Türklerini yanlarına çekmeye çalışıyorlar.

 

Paketin içinde yer “Vatandaşlık başvurularını inceleyeceğiz” cümlesinin içi boş, ucu açık.  Müzakereleri son 50 yıldır sonuç alınmayacak şekilde sürdürdükleri gibi, vatandaşlık başvurularını da binbir bahane ile 50 yıl daha sürdürecekler ve sonunda sonuçsuz kalacak bu başvurular.

 

Bu başvuruların hakça verilebilmesi için öncelikle Hristodulidis’in Tassos Papadopulos döneminde 2007 yılında alınan Rum Yönetimi Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesi gerekiyor. Halen geçerliliğini koruyan bu karar içeriğince özellikle “Kıbrıs Türk’ü bir kişi ile evlenmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir kişinin” bu evlilikten doğmuş olan çocuklarının kimlik sorununun çözülmesinin mümkün olmadığı açık ve net. Rum Bakanlar kurulunun bu kararı “karma evlilikler” değil, sadece ve sadece Kıbrıs Türkleri ile evlilik yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çocuklarına yönelik. İnsanlığın yüz karası tam bir insanlık dışı karar.

 

Rumların bu içi boş, sahte 14 maddelik bir paketi açıklamaları yukarıda da söylediğim gibi tam bir göz boyama ve imaj tazeleme operasyonu.  Crans Montana’da müzakere masasını yıktıklarının unutulmasını ve gözlerden silinmesini istiyorlar. Buna ilaveten Kıbrıs Türklerinin AB’ye karma evliliklerden doğan çocukların hakları ile ilgili yaptıkları hukuksal başvuruları durdurmayı ve de Birleşmiş Milletler’e de Kıbrıs adasında “Çözümü yıkan değil isteyen tarafız” mesajını vermeye çalışıyorlar. Ataları olmasa da Bizans’ın kirli ve çıkarcı politikalarını benimsemişler. Her yerde, her konuda bu çirkin politikalarını sürdürüyorlar.

 

Bu arada, BM Genel Sekreteri'nin Kişisel Temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar’ın müzakerelerde ortak bir zemin olup olmadığını tespit edebilmesi için 5.5 ayı kaldı. Günler ve haftalar su gibi akıp gidecek. Atlantik ittifakının Kıbrıs Türklerine ve Türkiye’ye yapacakları tüm baskılara rağmen günün sonunda Kişisel Temsilci Maria Cuellar “Ortak bir zemin” bulamadığını açıklayıp, “kişisel Temsilci şapkasını” çıkarıp, memleketine geri dönecek.

Büyük bir olasılıkla BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Sekreteri de Federasyon içerikli müzakereleri başlatmak için yeni bir girişim yapmayacak ve Rumlar ve AB istese de istemese de müzakerelerin kulvarı/içeriği değişecek... 

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

 

Kıbrıs Rumları, müzakereler Crans Montana’da koptuğu yerden başlasın diye büyük mesai harcamaya başladı. Akıllarına gelen her kapıyı çalıp, “Aman ne olur Türklere baskı yapın, gelip müzakere masasına otursunlar” diye yalvaran komşularımız adanın mutlak sahibi ve yönetici olma hezeyanı ile Crans Montana’da neleri kaybettiklerini yeni yeni fark ettiler ve bundan dolayı ağlıyorlar.

 

Rum lider Hristodulidis Ocak ayı sonunda güya Kıbrıs Türklerine yönelik, uluslararası hukuka aykırı olarak 1964 ve 1975 yıllarında gasp ettikleri haklarımızın bir kısmını iade eden bir açılım yaptı. Sırf gözümüzü boyasın ve masaya oturalım diye. 

 

Rum lider Hristodulis’in, 2017’de Crans Montana’da müzakerelere Dışişleri Bakanı olarak katılan ve Helen milliyetçiliğinden dolayı da Kıbrıs Türklerine herhangi bir hak vermeme çabası içinde müzakerelerin çökmesine neden olan kişi olduğunun unutulması mümkün değil. Aynı kafadaki Rum yöneticiler son 50 yıldır egemenliği paylaşmamak ve Kıbrıs Türklerini devlete ortak etmemek için müzakereleri ucu açık sürdürerek sonuçsuz bıraktılar. Bu uğurda da her tür siyasi hatayı yaptılar.

 

Şimdi de 14 maddelik, başı-sonu olmayan, ciddi ve elle tutulur bir içeriği bulunmayan bu paket ile Kıbrıs Türk'ünü kandırmaya ve masaya çekmeye çalışıyorlar. 1964'de ve 1975’de el koydukları, kasten kaybettirdikleri gömleğimizi şimdi güya buldurup, Kıbrıs Türklerini yanlarına çekmeye çalışıyorlar.

 

Paketin içinde yer “Vatandaşlık başvurularını inceleyeceğiz” cümlesinin içi boş, ucu açık.  Müzakereleri son 50 yıldır sonuç alınmayacak şekilde sürdürdükleri gibi, vatandaşlık başvurularını da binbir bahane ile 50 yıl daha sürdürecekler ve sonunda sonuçsuz kalacak bu başvurular.

 

Bu başvuruların hakça verilebilmesi için öncelikle Hristodulidis’in Tassos Papadopulos döneminde 2007 yılında alınan Rum Yönetimi Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesi gerekiyor. Halen geçerliliğini koruyan bu karar içeriğince özellikle “Kıbrıs Türk’ü bir kişi ile evlenmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir kişinin” bu evlilikten doğmuş olan çocuklarının kimlik sorununun çözülmesinin mümkün olmadığı açık ve net. Rum Bakanlar kurulunun bu kararı “karma evlilikler” değil, sadece ve sadece Kıbrıs Türkleri ile evlilik yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çocuklarına yönelik. İnsanlığın yüz karası tam bir insanlık dışı karar.

 

Rumların bu içi boş, sahte 14 maddelik bir paketi açıklamaları yukarıda da söylediğim gibi tam bir göz boyama ve imaj tazeleme operasyonu.  Crans Montana’da müzakere masasını yıktıklarının unutulmasını ve gözlerden silinmesini istiyorlar. Buna ilaveten Kıbrıs Türklerinin AB’ye karma evliliklerden doğan çocukların hakları ile ilgili yaptıkları hukuksal başvuruları durdurmayı ve de Birleşmiş Milletler’e de Kıbrıs adasında “Çözümü yıkan değil isteyen tarafız” mesajını vermeye çalışıyorlar. Ataları olmasa da Bizans’ın kirli ve çıkarcı politikalarını benimsemişler. Her yerde, her konuda bu çirkin politikalarını sürdürüyorlar.

 

Bu arada, BM Genel Sekreteri'nin Kişisel Temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar’ın müzakerelerde ortak bir zemin olup olmadığını tespit edebilmesi için 5.5 ayı kaldı. Günler ve haftalar su gibi akıp gidecek. Atlantik ittifakının Kıbrıs Türklerine ve Türkiye’ye yapacakları tüm baskılara rağmen günün sonunda Kişisel Temsilci Maria Cuellar “Ortak bir zemin” bulamadığını açıklayıp, “kişisel Temsilci şapkasını” çıkarıp, memleketine geri dönecek.

Büyük bir olasılıkla BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Sekreteri de Federasyon içerikli müzakereleri başlatmak için yeni bir girişim yapmayacak ve Rumlar ve AB istese de istemese de müzakerelerin kulvarı/içeriği değişecek... 

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

Modern Vatandaşlık Yasası’nın Federal Meclis’ten sonra Eyaletler Meclisi’nde de kabul edilmesinden mutluluk duyduklarını belirten Seçim Hakkı Girişimi Başkanı Bahattin Gemici yurttaşlarımıza seslendi: “Alman partilerine üye olalım, siyasete ağırlığımızı koyalım.”

   Çifte vatandaşlık sözünü yerine getiren Almanya Şansölyesi Olaf Scholz ile koalisyonu oluşturan Sosyal Demokrat Parti SPD, Yeşiller ve Hür Demokrat Parti FDP’ye teşekkür eden Kuzey Ren Vestfalya (KRV) - Seçim Hakkı Girişimi Başkanı- yazar Bahattin Gemici, “Yurttaşlarımız yapılacak olan seçimlerde bu partilere destek vererek onları ödüllendirecektir.” dedi.

   Yurttaşları demokratik Alman partilerine üye olmaya, aktif siyasete katılmaya çağıran Gemici şunları söyledi: “Ancak bu şekilde ülke siyasetine ağırlık koyabilir; sesimizi duyurabilir, sorunlarımıza çözüm bulabiliriz. Belediyelerde, eyalet meclislerinde ve Federal Meclis’te daha çok göçmen kökenli insanın temsil edilmesini, seçilenlerin ise geldikleri toplumu unutmamalarını istiyoruz.”

 

ETNİK KÖKENLİ PARTİLERİN ŞANSI YOK

   Bahattin Gemici, etnik kökene dayalı partilerin daha önceleri görüldüğü gibi beklenen başarıya ulaşamayacağını, bu tür partilerin toplumdaki kutuplaşmaları ve göçmen karşıtlığını körükleyeceğine dikkat çekti. Gemici; “Almanya’da ırkçı partilerin önünü kesmek, sorunlarımıza çözüm bulmak istiyorsak bunun yolu Alman partilerinde ve kurumlarında aktif görev almaktan geçer.” dedi.

   Almanya’daki Türk toplumunun oy hakkı olmadığı için Alman siyasetinin dışında kaldığını; bu yüzden Türkiye siyasetine yöneldiğini, ancak bunun yurttaşlarımız arasında birlik beraberlik ruhunun azalmasına ve kutuplaşmaya neden olduğunu belirten Bahattin Gemici, “İçinde yaşadığımız ülkenin bütün sorunları ile yakından ilgilenmeli, toplumsal yaşamın içinde yer almalıyız.” ifadesini kullandı

   Alman partilerine, göçmen kökenlilere kapılarını açmalarını, farklı görüşlere saygılı olmaları çağrısı yapan Gemici, “Siyaset kurumlarında başarılı göçmenlerin önü açılmalı, hak ettiklere yerlere gelmelidir. Bu yapılmazsa insanların etnik kökenli partilere yönelmesi kaçınılmaz olur.” görüşünü savundu.

 

ŞİMDİDEN HAZIRLIK YAPILMALI

   Modern Vatandaşlık Yasası’nın Cumhurbaşkanı Frank- Walter Steinmeier’in imzasından sonra yürürlüğe gireceğini ifade eden Gemici, “Vatandaşlık için başvurmak isteyen yurttaşlarımız şimdiden gerekli evrakları hazırlamaya başlayabilir. Göçmen daireleri başvuru yoğunluğuna karşı şimdiden önlem almalı, yeni personel alımına gitmelidir.” çağrısında bulundu.

   Alman vatandaşı olan yaklaşık 800 bin yurttaşımızın rahatlayacağını ve büyük bir çoğunluğun Türk vatandaşlığına geçmek için başvuru yapacağına dikkat çeken Gemici, olabilecek yığılmaları önlemek için Almanya’daki konsolosluklarımızın da hazırlıklı olmalarını istedi.

 

VATANDAŞ OLAMAYANLAR YEREL SEÇİMLERE KATILSIN

   Bahattin Gemici, istenen koşulları yerine getiremeyen göçmenlerin Alman vatandaşı olamayacağını, durumu uygun olanların bir kısmının da çeşitli nedenlerden dolayı vatandaşlık için başvurmayacağını belirtti. “Sayıları milyonları bulan bu göçmenler toplumsal yaşamın, siyasetin dışında tutulamaz. Demokrasiler, halkın demokratik sürece katılımı ve desteğiyle ayakta kalır. Bu nedenle Almanya’da beş yıldır yaşayan tüm göçmenlere yerel seçimlere katılma hakkı verilmesini ısrarla talep ediyoruz. KRV- Seçim Hakkı Girişimi olarak bu konudaki girişimlerimizi sürdürmeye devam edeceğiz.” diyen Gemici, yurttaşlarımızı yerel seçim hakkı için mücadele etmeye çağırdı.

 

 

BERLİN (AA) - Almanya’nın başkenti Berlin'de Filistin’e destek gösterisi yapıldı.

Mitte ilçesindeki Invaliden Parkı’nda "Bu savaşı dünya çapında durdurun" sloganıyla toplanan göstericiler, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını protesto etti.

Daha sonra şehir merkezinde yürüyüş düzenleyen göstericiler, "Dünya neden sessiz, İsrail insanları öldürüyor", "Netanyahu soykırım işliyor, dünya seyrediyor", "Filistin’e özgürlük" ve "Şimdi ateşkes" sloganları attı.

 

Göstericiler, aralarında Filistin, Türkiye ve Güney Afrika bayrakları ile üzerinde "İnsan hakları Filistin sınırlarında bitmiyor", "Filistinli çocuklar büyümeyi hak ediyor" ve "Gazze'deki soykırımı durdurun" yazan dövizler taşıdı.

Gösteriye katılan Isabell Jaeger, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İsrail’in işlediği savaş suçlarına karşı durmak için gösteriye katıldığını belirterek, "İsrail'in Filistin'de, Gazze'de savaş suçu işlemeye devam etmesine açıkça karşı durdurduğumu özellikle beyaz bir Alman olarak göstermek istediğim için buraya geldim." dedi.

 

Elbette antisemitizm ve ırkçılığa karşı da durulması gerektiğini ifade eden Jaeger, "Birinin diğerine mazeret olarak gösterilmeyeceğine inanıyorum." şeklinde konuştu.

Peter Colban da Almanya’nın uyanması gerektiğini belirterek, "Benim açımdan Almanya yanlış bir görüşe sahip. Savaş olarak nitelenen konuda ve silah tedarikinde İsrail'i desteklemesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. İsrail’e karşı net bir tutum sergilemiyor." ifadelerini kullandı.

Colban, Almanya'nın İsrail'e yanlış yaptığını söylemesi gerektiğini aktararak, "İsrail'in dostu olduğunuzu söylediğinizde, dostlarınıza da hata yapıyorlarsa, 'siz hata yapıyorsunuz' diye söylemek lazım. Burada İsraillilere ‘yaptığınız yanlış' demek lazım. Masum insanları öldürüyorlar ve bu doğru değil." şeklinde konuştu.

Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı gösteriye 3 binin üzerinde kişi katıldı.

 

 

 

 
Almanya Türkleri’nin nostaljik yıllarını anlatan Dogan Tufan’ın satırları büyük beğeni topladı.
 
Türk federasyon genel merkezimiz,
Dr. Ali Batman genel başkanımız,
Gelirdi yıllık faaliyet proğramımız,
Devam ederdi kültürel hizmetlerimiz.
*
Cemiyetler, kültürel hizmetde yarışırdı,
Kıymet değer kardeşlik ruhu yaşardı,
Yayın organımız Yeni gün anayurt, vatana hasreti
Dernekler arası yarışmaları manşetlere taşırdı.
*
Ocaklar'da,Genclerimiz milli kimliğini bulurdu,
Türkce,söyleşir,Türkce dertleşir,folklör oynardı.
Büyüğe Saygıı,kücüğe sevgi bu ocaklarda vardı,
Cemiyetler arasında muhammedi sevgi yumağı
*
Cemiyetlerimiz adeta okul gibi faaldi,
Milli kültür  tarih ve islamiyet öğretilirdi,
Örf ve an anelerimiz kültürümüz, yaşanırdı
Cemiyetlerimizde kültür ziyafeti verilirdi.
*
Başımız genel başkanımız hizmetde öncümüz
Türk Islam davasının yılmaz,timsali kardeşimiz
Başkanları için sevgi seli olurdu,ülküdaşlarımız 
Onu dinlemek için uzaklardan uzaklardan akın akın koşarlardı.
*
O günleri bilen yaşayanlardanım,ben
Milli kültür davasının sevdalısı başkanım
Dr.Ali Batman başkanımla gurur duyarım
 Milli Dirilişe ülküdaşlarımı davet ederim.
 
Dogan Tufan / Stuttgart