Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

BERLİN (AA) - Alman donanmasına ait iki geminin Çin'in itirazlarına rağmen Tayvan Boğazı'ndan geçeceği bildirildi.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Berlin'de Litvanyalı mevkidaşı Laurynas Kasciunas ile düzenlenen ortak basın toplantısında konuştu.

 

Pistorius, Alman donanmasına ait iki geminin Çin'in itirazlarına rağmen Tayvan Boğazı rotasından geçeceğini doğrulayarak, "Her zaman savunduğumuz ve benim de her zaman savunduğum çok basit bir şey var: Uluslararası sular, uluslararası sulardır. Bu, en kısa rota. Hava koşulları göz önüne alındığında en güvenli rota bu ve burası uluslararası sular, bu yüzden geçiyoruz." dedi.

Öte yandan, basın toplantısının ardından Almanya ile Litvanya arasında savunma işbirliği anlaşması imzalandı.

 

- Alman donanmasına ait gemiler, 22 yıl sonra ilk kez Tayvan Boğazı'ndan geçmiş olacak

Alman donanmasına ait "Baden-Württemberg" ve görev gücü ikmal gemisi "Frankfurt am Main"in Güney Kore'den Filipinler'e gerçekleştireceği yolculuk için Tayvan Boğazı'ndan geçiş yapması bekleniyor.

Alman donanmasına ait gemiler, 22 yıl sonra ilk kez Tayvan Boğazı'ndan geçmiş olacak.

Çin Dışişleri Bakanlığı, Tayvan Boğazı'ndan geçecek olası gemilere karşı uyarıda bulunarak, "seyrüsefer özgürlüğü" kisvesi altında ilgili devletler tarafından ülkenin egemenliğine ve güvenliğine yönelik provokasyon ve tehditleri reddettiğini açıklamıştı.

Danimarkalı DSV, Alman Schenker’i 14,3 milyar avroya satın alıyor
 
 

BERLİN (AA) - Alman Demir Yolları (Deutsche Bahn), lojistik birimi Schenker'i Danimarkalı taşımacılık şirketi DSV’ye 14,3 milyar avroya satmak için anlaşmaya varıldığını duyurdu.

Alman Demir Yollarıdan yapılan açıklamada, DSV'nin Schenker için 14,3 milyar avroluk teklifinin kabul edildiği belirtildi.

Satın almanın, gerekli izinlerin alınmasının ardından gelecek yılın ikinci çeyreğinde tamamlanması bekleniyor.

Alman Demir Yolları, satış tamamlanana kadar beklenen faiz geliri de dahil olmak üzere, anlaşmanın 14,8 milyar avro değerinde olduğunu da açıkladı.

33 milyar avro borcu olan Alman Demir Yolları, Almanya'da trenlerde gecikmelerinden artmasıyla eleştirilerin ardından ana demir yolu işine odaklanmak ve borcunu azaltmak için geçen yıl Schenker'i satışa çıkarmıştı.

Söz konusu satın alma, Danimarkalı bir şirket tarafından gerçekleştirilen en büyük satın alma olarak kayıtlara geçti.

DSV, dünya çapında yaklaşık 75 bin kişiyi istihdam ediyor. Danimarkalı şirket, Alman şirketi satın almasıyla Avrupa'daki faaliyetlerini daha da güçlendirmek istiyor.

Merkezi Essen’de olan Schenker'in ise 130’dan fazla ülkede 72 bin 700 çalışanı bulunuyor.

DSV, satın almanın yaklaşık 5 milyar avrosu hisse satışı ve borçlarla finanse edileceğini duyurdu.

Almanya Ulaştırma Bakanı Volker Wissing, yaptığı açıklamada, "Alman Demir Yollarının asıl işi olan Almanya'daki demir yolu taşımacılığına odaklanmasına” dikkati çekerek, “Schenker'in satışı bu yönde atılmış önemli bir adımdır.” ifadesini kullandı.

 

BERLİN (AA) - Alman hükümeti, durgun olan ülke ekonomisinde bu yılın sonuna kadar toparlanma beklemiyor.

Almanya Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanlığı, ülke ekonomisine yönelik aylık raporunu yayımladı.

 

Raporda, Alman ekonomisinde bu yılın üçüncü çeyreği başında da durgunluğun sürdüğü, azalan sipariş defterleri ve genel olarak zayıf sipariş durumunun ihracat odaklı sanayiyi zayıflattığı aktarıldı.

Düşen enflasyona ve reel ücretlerdeki artışla satın alma gücündeki önemli yükselişe karşın tüketici duyarlılığının kötüleştiği belirtilen raporda, "Yıl sonuna kadar ekonomik toparlanmanın gerçekleşmesi beklenmemektedir." denildi.

Raporda, Almanya'da 14 Haziran-14 Temmuz'da düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası'nın tüketime kayda değer bir ivme kazandırmadığı kaydedilerek, "Şampiyonanın tüketime kayda değer bir ivme kazandırmadığı görülürken, reel ücretlerdeki kayda değer artışların bile istihdamla ilgili artan endişeler karşısında tüketici duyarlılığını artıramadığı anlaşılıyor." ifadesi kullanıldı.

 

- Alman ekonomisi yeniden resesyona girme riskiyle karşı karşıya

Alman ekonomisi, artan faiz oranları ile konjonktürel rüzgarların ve yapısal değişikliklerin ortasında büyümede zorluk yaşıyor. Ekonomi, yılın ikinci çeyreğinde azalan yatırımlar nedeniyle yüzde 0,1 küçüldü.

Almanya Merkez Bankası, 3. çeyrekte daha düşük büyüme beklerken, Almanya'nın önde gelen ekonomik düşünce kuruluşlarından Ekonomi Araştırma Enstitüsü de (Ifo) 3. çeyrekte GSYH'de daha fazla düşüşün mümkün olduğunu değerlendiriyor.

Alman ekonomisi, 3. çeyrekte küçülme olması halinde teknik resesyona girmiş olacak. Teknik resesyon, "üst üste 2 çeyrek GSYH'de küçülme yaşanması" olarak ifade ediliyor. Almanya, 10 yıllık iyi bir ekonomik büyümeden sonra salgının ilk yılı olan 2020'de, 2009'dan beri ilk kez resesyon yaşamıştı.

 

Alman hükümeti, ekonomide bu yıl yüzde 0,3'lük büyüme bekliyor.

Ifo, 5 Eylül'de, ülkenin 2024 ve gelecek yıla ilişkin büyüme tahminini, zayıf yatırım ve sipariş durumu nedeniyle yüzde 0,4'den sıfıra düşürmüştü.

 
BERLİN (AA) - Almanya ile Kenya, göç anlaşmasına imza attı.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un, Kenya Devlet Başkanı William Ruto ile yaptığı görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenlendi.

Basın toplantısı öncesinde Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser ile Kenya Dışişleri Bakanı Musalia Mudavadi, iki ülke arasında uzlaşmaya varılan göç anlaşmasını imzaladı.

Başbakan Scholz, Almanya ile Kenya arasında iyi bağlantılar olduğunu ve birçok konuda işbirliği yaptıklarını, bunları geliştirmek istediklerini ifade etti.

İki ülke arsında imzalanan göç anlaşmasına işaret eden Scholz, bu önemli anlaşmanın Kenyalılar için yeni perspektifler açtığını söyledi.

 

Scholz, bununla kalifiye işçilerin ve meslek sahibi gençlerin Almanya'ya gelebileceğini belirterek "Bu, şu anda ilk etkilerini hissettiğimiz vasıflı işgücü eksikliğini telafi etmemize yardımcı olabilir." dedi.

Bu anlaşmanın ayrıca Kenya'dan Almanya'ya gelen ancak ülkede ikamet hakkı olmayanların geri gönderilmesini öngördüğü bilgisini de paylaşan Scholz, "Artık ülkelerine daha hızlı bir şekilde dönebilirler." ifadesini kullandı.

Scholz, Afrika'daki barış ve istikrarın gelecekte daha da önemli olacağına işaret ederek, Afrika'nın, uluslararası kurumlarda daha güçlü temsil edilmesi gerektiğini, bu bağlamda Afrika Birliği'nin G20 üyesi olduğunu kaydetti.

Başbakan Scholz, ABD'nin iki Afrika ülkesinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) daimi üye olarak katılmasına ilişkin önerisini destekleyip desteklemediği sorusuna, Afrika ülkelerinin Güvenlik Konseyi'nde önemli bir rol oynamalarını sağlamanın kendilerinin de talebi olduğunu cevabını verdi.

 

 

 

 Ukrayna'ya uzun menzilli silahlara izin verilip verilmemesi

ABD Başkanı ile İngiltere Başbakanı'nın bugün Washington'da, (Ukrayna'ya) uzun menzilli silahların Rus topraklarında kullanmasına izin verilip verilmemesini görüşeceğini, Almanya'nın bunu destekleyip desteklemeyeceği sorusuna da Scholz, "Almanya ne yapıp yapmayacağına ilişkin net bir karar verdi. Bu karar değişmeyecek. Dost ülkelerin liderleri arasına henüz gerçekleşmemiş olan görüşmeler hakkında önceden yorum yapmayacağımı anlayışla karşılayın." yanıtını verdi.

Alman donanmasına ait iki geminin Tayvan Boğazı'ndan geçmesinden dolayı Çin ile ilişkilerin kötüleşeceği endişesi taşıyıp taşımadığı yönündeki soru üzerine Scholz, "Gemilerin geçişiyle ilgili söylenecek çok fazla bir şey yok. Burası uluslararası bir su yolu." değerlendirmesinde bulundu.

Kenya Devlet Başkanı Ruto da iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin geliştiğini ve bugün iki ülke arasında yakın ilişkiler olduğunu söyledi.

 

Bugün imzalanan göç anlaşmasının ilişkilerin daha da gelişmesine imkan sağlayacağını ifade eden Ruto, "Şimdi, Almanya'daki potansiyeli ve çok çalışan büyük bir genç nüfusu olan Kenya'da sahip olduğumuz insan kaynağını gerçekten kullanma fırsatına sahibiz." diye konuştu.

Ruto, anlaşmayı "kazan-kazan" durumu olarak niteleyerek, Kenya'daki gençlere Almanya'da çalışabilmeleri için yeni fırsatlar sunan bu anlaşmanın imzalanmasından memnuniyet duyduğunu belirtti.

"Almanya'da kalamayanlara da evlerine dönme şansı sunmak istiyoruz." diyen Ruto, hiçbir Kenyalının evine dönme konusunu sorun etmeyeceğini kaydetti.

Genç nüfusun ülkeden ayrılmasının Kenya'daki iş piyasası için sorun teşkil edeceğinden endişe duymadığını ifade eden Ruto, ülkesinin büyük bir genç nüfusa sahip olduğunu ve riskler görmediğini dile getirdi.

Almanya'da yaklaşık 90 gazeteci, Filistin'deki meslektaşlarının korunması çağrısında bulundu
 
"İsrail ordusu, yelek ve miğferlerin üzerindeki yazılardan basın mensubu oldukları açıkça belirlenen meslektaşlarımızı öldürüyor"
 

BERLİN (AA) - Almanya'da yaklaşık 90 gazeteci, Filistin'deki meslektaşlarının korunması ve uluslararası medya mensuplarına Gazze'ye erişim izni verilmesi için çağrı yaptı.

"Gazze'deki gazetecileri koruyun" isimli internet sitesi kuran gazeteciler, yazılı açıklama yayımladı.

Açıklamada, Filistin'deki gazetecilerin korunması ve uluslararası medya mensuplarına Gazze'ye erişim izni verilmesi istendi.

Haberlerde tarafların yaptığı açıklamaların kontrolsüz şekilde benimsenmemesi gerektiğinin altı çizilen açıklamada, bunun yerine kaynak çeşitliliği sağlanmasının ve Filistinli gazetecilerle eşit düzeyde işbirliği yapılmasının elzem olduğu vurgulandı.

 

- İsrail'in saldırılarında 140 medya çalışanı öldürüldü

Açıklamada, Gazze'deki gazetecilerin durumunun dünyanın diğer bölgelerinden daha tehlikeli olduğuna ve İsrail'in saldırılarında bugüne kadar 140 medya çalışanının öldürüldüğüne işaret edildi.

Basın mensuplarına yönelik saldırıların savaş suçu oluşturduğu vurgulanan açıklamada, "Buna rağmen İsrail ordusu, yelek ve miğferlerin üzerindeki yazılardan basın mensubu oldukları açıkça belirlenen meslektaşlarımızı öldürüyor." ifadesi yer aldı.

Açıklamada, şimdiye kadar hiçbir savaş bölgesinin Gazze kadar uzun süre habercilere kapatılmadığı kaydedildi.

Ana akım medya kuruluşlarına haberlerinde ölçülü olmaları çağrısında bulunulan açıklamada, Alman medya kuruluşlarının İsrail yanlısı haberler yapmaları ve yalnızca İsrailli yetkililerden gelen bilgilere güvenmeleri eleştirildi.

 

Ansbach şehrinin Rügland köyüne gelen Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolosu Fatma Taşan Cebeci, kasabanın belediye başkanı Wolfgang Schicktanz'a teşekkür ederek, “Asırlar Rügland'a önce esir olarak gelen Osmanlı Sipahisi’nin hatıralarının günümüze kadar devam etmesini sağlayan sizlere teşekkür ediyorum. Esir Osmanlı Askeri’nin günümüze kadar devam eden hikayesi, örnek bir dostluk işaretidir,” şeklinde konuştu.

 

Kültür tarihine olan merakı ile bilinen Nürnberg Başkonsolosu Fatma Taşan Cebeci, Ansbach’ın Rügland kasabasında yaptığı ziyarette Osmanlı esiri Carl Osman’ın mezarını ziyaret etti. Kasabanın eski ve yeni belediye başkanları ile birlikte mezarlığa gelen başkonsolos, burada Alman tarihçi belediye başkanı ile Türk tarihçi Dr. Latif Çelik’ten bilgi aldı. Carl Osman’ın mezarının başında açıklamalarda bulunan Başkonsolos, “Osmanlı esirinin mezarı başında çok duygulandım. İnsan bir şekilde tarihin derinliklerinde buluyor kendini. 350 yıl öncesini konuşurken o dönemin şartlarını hatırlıyorsunuz ister istemez. İşte bu açıdan tarihin ne kadar önemli olduğu bir defa daha ortaya çıkıyor. Osmanlı Sipahisi Carl Osman artık iki milletin ortak dostluk bahçesinin vazgeçilmez bir gülüdür. Carl Osman, günümüzde dostluk ve bir arada yaşama kültürünün sembolü haline gelmiştir. Rügland mezarlığındaki Carl Osman’a ebedi alemde dualar gönderiyoruz,” şeklinde konuştu.

Rügland Belediye Başkanı Wolfgang Schicktanz ise yaptığı açıklamada, “Kasabamızda tarihe meraklı bir Türk başkonsolosu görmek bizi çok mutlu etti. İki milletin kültür ve tarih alanında birbirine ne kadar yakın olduğunu hissettiğimi sevinçle belirtmek isterim. Carl Osman üzerinden kasabamız ile ilgili sorularınızdan çok memnun oldum,” şeklinde konuştu.

Kültür Tarihçisi Dr. Latif Çelik ise yaptığı açıklamada, “1683 yılında Viyana önlerinde başlayan çözülme, Macaristan başta olmak üzere Orta Avrupa’nın tamamen elimizden çıkmasına yol açtı. Sipahi Osman, Belgrad önlerindeki savaşlarda esir alınarak Almanya coğrafyasına getirilen Türk esirlerden biridir. Sipahi Osman’ın hikayesi, aynı zamanda 1699 yılında Karlofça’da yapılan barışta bütün esirlerin tamamen ülkelerine dönemediğini de ortaya koymaktadır. Rügland kasabası halkına dostluğu biz tarihçiler için de önemli bir anekdottur” şeklinde konuştu. 

 

 

 

 

 

Herrmann: Innenministerinnen und -minister der Länder Baden-Württemberg, Bayern, Brandenburg, Hessen, Nordrhein-Westfalen, Sachsen, Sachsen-Anhalt und Schleswig-Holstein fordern umfassende Zurückweisungen an den deutschen Grenzen 

Bayerns Innenminister Joachim Herrmann: Innenministerinnen und -minister der Länder Baden-Württemberg, Bayern, Brandenburg, Hessen, Nordrhein-Westfalen, Sachsen, Sachsen-Anhalt und Schleswig-Holstein fordern umfassende Zurückweisungen an den deutschen Grenzen - Vorschlag des Bundes für beschleunigte Dublin-Verfahren an den Grenzen ungeeignet

 

Die Innenministerinnen und -minister der Länder Baden-Württemberg, Bayern, Brandenburg, Hessen, Nordrhein-Westfalen, Sachsen, Sachsen-Anhalt und Schleswig-Holstein haben in einer gemeinsamen Erklärung konsequente Zurückweisungen auch von Asylsuchenden an den deutschen Grenzen gefordert, um die illegale Migration nach Deutschland wirksam zu begrenzen. Das hat Bayerns Innenminister Joachim Herrmann als Sprecher der von CDU und CSU geführten Innenministerien (B-IMK) mitgeteilt. Die Erklärung der B-Innenministerkonferenz hat folgenden Wortlaut:   

„Umfassende Zurückweisungen an den deutschen Grenzen jetzt erforderlich!

Die Innenministerinnen und -minister der Länder Baden-Württemberg, Bayern, Brandenburg, Hessen, Nordrhein-Westfalen, Sachsen, Sachsen-Anhalt und Schleswig-Holstein sind sich einig: Wir brauchen jetzt vor allem konsequente Zurückweisungen auch von Asylsuchenden an den deutschen Grenzen, um die illegale Migration nach Deutschland wirksam zu begrenzen. Der Vorschlag des Bundes für beschleunigte Dublin-Verfahren an den Grenzen ist ungeeignet, um zu einer raschen und spürbaren Reduzierung der Migration zu führen. Deshalb unterstützen die Innenministerinnen und -minister die Entscheidung der Unionsseite, die Gespräche mit der Bundesregierung auf dieser Basis nicht fortzusetzen. Die Vorschläge der Bundesregierung sind nicht ausreichend, solange sie umfassende Zurückweisungen an den Bundesgrenzen ablehnt.

Deutschland befindet sich in einer anhaltenden, schweren Migrationskrise. Bereits zum zweiten Mal innerhalb nur eines Jahrzehnts sieht sich unser Land mit der größten Zahl von Asylbewerbern und Migranten seit dem Ende des Zweiten Weltkrieges konfrontiert. Seit Anfang 2022 sind zusätzlich zu knapp 1,2 Millionen Kriegsflüchtlingen aus der Ukraine mehr als 700.000 Asylbewerber nach Deutschland gekommen. Auch im laufenden Jahr wurden bis Ende August bereits wieder rund 160.000 Asylerstanträge gestellt. Die Folgen sind bundesweit vor Ort in den Kommunen unübersehbar: Deutschlands Aufnahme- und Integrationskapazitäten sind erschöpft. Schulen und Kindergärten, Arztpraxen und Krankenhäuser, öffentlicher Nahverkehr – tagtäglich wird deutlich, dass die Belastungsgrenzen überschritten sind. Die Terrortaten von Mannheim und Solingen, Forderungen auf offener Straße nach Errichtung eines Kalifats, die massive Zunahme von Messerangriffen und antisemitischer, islamistischer Gewalt – all das sind Kampfansagen an unsere freiheitlich-demokratische Grundordnung und die Innere Sicherheit.

Die Begrenzung der irregulären Migration ist entscheidend für eine echte Asyl- und Sicherheitswende. Dazu bedarf es umfassender Zurückweisungen an den deutschen Grenzen. Solche Zurückweisungen sind möglich und nötig. Wir haben die Möglichkeit, Zurückweisungen national vorzunehmen, wenn die innere Sicherheit und die öffentliche Ordnung gefährdet sind, und diese Möglichkeit müssen wir wahrnehmen, wenn die Voraussetzungen gegeben sind. Auch das Grundprinzip des „Dublin-Systems“ würde wiederhergestellt: Der Ersteinreisestaat ist für die Prüfung des Asylgesuchs zuständig.

Das von der Bundesregierung vorgeschlagene beschleunigte Dublin-Verfahren ist von vornherein zum Scheitern verurteilt. Die Bundesregierung spricht bei ihrem Vorschlag von Zurückweisungen, will aber niemanden zurückweisen. Im Gegenteil: das Verfahren soll nur für Personen gelten, die in EURODAC erfasst sind oder bei denen Anhaltspunkte vorliegen, dass andere Mitgliedstaaten zuständig sind. Und auch diese Personengruppe soll nach Deutschland einreisen dürfen und hier das reguläre Dublin-Verfahren mit Asylantrag, BAMF-Bescheid, ggf. Gerichtsverfahren und Abschiebung durchlaufen – genau wie bisher, nur angeblich schneller. Und der Vorschlag ist auch deshalb unbrauchbar, weil solche Verfahren nur funktionieren, wenn die als zuständig bestimmten Mitgliedstaaten die Betroffenen auch tatsächlich zurücknehmen. An der Rücknahmebereitschaft einer Reihe anderer Mitgliedstaaten mangelt es momentan bekanntlich in erheblichem Maße. Dass sich am Verhalten dieser Mitgliedstaaten in Kürze etwas ändern wird und damit Dublin-Rücküberstellungen durch das vorgeschlagene Verfahren erheblich ausgeweitet werden, ist daher eine Wunschvorstellung und eine Verzerrung der politischen Realitäten. Ferner bestehen auch bezüglich dieses Verfahrens erhebliche europarechtliche Zweifel: Das beabsichtigte Festhalten dieser Personen in Einrichtungen verstößt mutmaßlich gegen die Rückführungsrichtlinie, die Abschiebehaft nur in Ausnahmefällen gestattet.

Unabhängig davon ist die vorgeschlagene Lösung auch nicht praxistauglich. Es ist völlig ungeklärt, wie dieses Verfahren auch innerhalb Deutschlands ablaufen soll. So ist beispielsweise nicht geklärt, wo sich die offensichtlich benötigten Hafteinrichtungen befinden sollen, wer Transport und Unterbringung der Flüchtlinge organisiert und wer die Verfahren vor den Verwaltungsgerichten betreibt. Es kann aus Ländersicht jedenfalls nicht der Ansatz sein, dass der Bund seine Defizite im Grenzschutz zu Lasten der Länder löst.  

Die Innenministerinnen und -minister der Union unterstützen deshalb ausdrücklich die Entscheidung der Unionsseite, die Gespräche mit der Bundesregierung auf der Basis der aktuellen Vorschläge der Bundesregierung nicht fortzusetzen.

 

 

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) tarafından düzenlenen Balkan Gençlik Okulu’nun bu yılki kapanış programı ve program kapsamındaki Balkan Gençlik Zirvesi Bursa’da gerçekleştirildi. Programda konuşan YTB Başkanı Abdullah Eren, “Zihin dünyalarımızı birbirine yakınlaştırmaya çalışıyoruz. 'Balkan Gençlik Okulu'nu bana iki cümleyle özetle derseniz ben 'Balkanlar'daki gençlerin anlam dünyalarını birbirlerine yakınlaştırmak' derim” şeklinde konuştu. 

 

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) Balkan ülkelerinde yaşayan gençlerin kültürel ve sosyal yönden gelişmeleri için her yıl düzenlediği Balkan Gençlik Okulunun beşincisi tamamlandı. Balkan Gençlik Okulunun 5'incisinin kapanış programı ve program kapsamında Balkan Gençlik Zirvesi 2022 Bursa'da bir otelde yapıldı. Bu yıl Balkan Gençlik Okulunda 594 genç, tarih kültür ve uluslararası ilişkiler gibi alanlarda eğitimler aldı. 

 

BİRBİRİMİZİ İYİ TANIMALIYIZ

 

Programda konuşan YTB Başkanı Abdullah Eren, beraber bir gelecek kurma noktasında aynı coğrafyanın çocuklarının birbirlerini iyi tanıması gerektiğine dikkat çekti.

“Boşnak, Makedon, Arnavut kardeşlerimizle yaptığımız programlarda, birbirimize baktığımızda birbirimizi çok tanımadığımızı müşahede ettik” diyen Eren şunları kaydetti: “Her ne kadar Türkiye bu konuda büyük adımlar atmış olsa da son 15 yılda atılan adımlar tabii öncekilerden çok daha büyük oldu. Ne zaman bizleri ziyaret etseler veya görüşsek diyorum ki Türkiye'de çok Balkan Derneği var, sayısının artması lazım ama bizim Balkanlar'da, Balkan derneklerine de ihtiyacımız var. Çünkü Batı Trakyalı bir kardeşimizle Sofya'daki Filibe'deki bir kardeşimiz, Üsküp'teki bir kardeşimizle Prizren'deki kardeşimiz, Saraybosna'daki bir kardeşimizle Tiran'daki bir kardeşimiz birbirini tam tanımayabiliyor.”

 

ZİHİN DÜNYALARIMIZI BİRBİRİNE YAKINLAŞTIRMAYA ÇALIŞIYORUZ

 

Eren, Balkanlar'da yaşayan Türkler arasında dil farkının olmadığını, konuşmaları ve giyimlerinin aynı olduğunu belirtti. Balkan gençlik okulu ile gençlerin zihin dünyalarını birbirine yakınlaştırmaya çalıştıklarını kaydeden Eren, “Zihin dünyalarımızı birbirine yakınlaştırmaya çalışıyoruz. 'Balkan Gençlik Okulu'nu bana iki cümleyle özetle derseniz ben 'Balkanlar'daki gençlerin anlam dünyalarını birbirlerine yakınlaştırmak' derim. İşte o yüzden biz 7 ülkede 14 dernekle 594 kardeşimizle Balkan Gençlik Okulunu yaptık. Balkan Gençlik Zirvesi'ni gelecek yıl Balkanlar'da düzenlemeyi planlıyoruz. Sadece Bursa'da bugüne kadar 4 binden fazla Balkanlar'dan Türkiye burslusu öğrenciyi 10 yılda biz ağırladık” diye konuştu.

 

10 yılda YTB olarak Balkanlar'da 10 binden fazla öğrenciye burs sağladıklarını kaydeden Eren, “Şu an Bursa'da da 800'den fazla Balkanlar’dan öğrencimiz eğitim alıyor. Bursa'daki üniversitelere de bu yıl 250'den fazla öğrencimizi burslu olarak yerleştirdik. Balkan Gençlik Okulunda bu sene 5'inci yılımız. 5 yılda Balkanlar'da 3 binden fazla gencimizi bu akademilere dahil ettik. Bu akademiler çerçevesinde alınan eğitimlerle yüksek lisans ya da doktoraya da bu kardeşlerimizin içinden başarılı arkadaşlarımızı Türkiye'ye getireceğiz.” dedi.

 

BALKANLAR'DA SİZİN AYAĞINIZA BİR ÇÖP BATSA BİZİM KALBİMİZE HANÇER SAPLANIR

 

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve AK Parti Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu ise 20 yıl öncesine kadar Balkanlar deyince zihinlerde belirlenen fotoğrafta hep bir çatışma, hep bir çekişme, hep kan ve gözyaşı olduğunu söyledi. Çavuşoğlu, bugün gelinen noktada ise 7 ayrı ülkeden genç insanın bir araya gelerek zirve vesilesiyle buluşmasının ve geleceğe dönük tasavvurlarını, hayallerini ortaklaştırmasının çok önemli olduğunu aktardı.

 

Balkanlar'da istikrar, barış, huzur söz konusu olduğunda küresel huzurun da barışın da sağlanmış olunacağını sözlerine ekleyen Çavuşoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kısa süre önce Balkan coğrafyasını ziyaret ettiğini hatırlattı. Çavuşoğlu, Balkanlar'ın Türkiye için önemine vurgu yaparak, “Balkanlar'da sizin ayağınıza bir çöp batsa bizim kalbimize hançer saplanır. Türkiye'nin Balkanlar'a bakış açısı budur. Türkiye'nin geçmiş uzun yıllar kültürel birlikteliği, ortaklığı Balkanlar'a bu bakış açısıyla devam etmektedir. Biz biliyoruz ki Balkanlar'daki huzur ve barış iklimi tüm coğrafyaya ve küresel olarak bütün her yere sirayet edecek bir potansiyele sahiptir.” değerlendirmesinde bulundu.

 

 

 

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş ve Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar'ın da katılımcılara hitap ettiği etkinlikte, programlarda emeği geçen dernek temsilcilerine plaket takdim edildi.

Während erwachsene Morgenmuffel schon einmal ohne Essen aus dem Haus gehen können, brauchen Kinder morgens das Frühstück als Energienachschub. Denn ihr Körper kann noch weniger gut Reserven aufbauen und mobilisieren. Ein ausreichendes Frühstück fördert Konzentration und Lernfähigkeit von Schülerinnen und Schülern. Fitmacher für Frühstück und Pausenbrot sind Vollkornbrote oder Getreideflocken. „Belegte Brote oder Müsli mit einem hohem Vollkorn- und damit Ballaststoffanteil garantieren, dass die Energie langsam und gleichmäßig vom Körper aufgenommen wird“, so Ulrike Jaques, Ernährungsexpertin bei der AOK-Direktion in Würzburg. So halten Frühstück und Pausenbrot lange vor und fördern das Lernen. Ulrike Jaques schlägt vor, zu jeder Mahlzeit Obst oder Gemüse zu essen: „Gemäß der Empfehlung ‚5 am Tag‘ dürfen es dreimal täglich je eine Handvoll Gemüse und dazu zwei Portionen frisches Obst sein.“ So verfeinern Bananen, Äpfel, Birnen oder Weintrauben mit ihrer natürlichen Süße und schnell verwertbaren Kohlenhydraten das Müsli. Gurken und Tomatenscheiben, Karotten- oder Paprikastreifen können mit aufs Brot und liefern reichlich Vitamine fürs Immunsystem. „Milch im Müsli oder Frischkäse auf dem Vollkornbrot enthalten zudem hochwertiges Eiweiß, das Sättigung und Wachstum unterstützt“, erläutert Ulrike Jaques.

 

Frühstück und Pausenbrot ergänzen sich

Besonders wichtig ist, dass Kinder morgens etwas trinken, etwa ein kleines Glas Wasser oder eine Tasse ungesüßten Tee. „Wer gar nichts essen kann, trinkt am besten etwas Gehaltvolles wie Milch oder einen frisch zubereiteten Smoothie“, sagt Ulrike Jaques. Sie rät Eltern, die Kinder mit auswählen zu lassen, damit ein guter Start in den Tag gelingt. Auch Abwechslung hilft dabei, dass die morgendlichen Gerichte gut ankommen oder – bei Frühstücksmuffeln – wenigstens akzeptiert werden. Wer morgens keinen oder wenig Appetit hat, braucht ein gehaltvolleres Pausenbrot als Ausgleich. Wenn jemand schon reichlich gefrühstückt hat, genügen in der Pause vielleicht ein Apfel oder Gemüsesticks. Ansonsten gilt: Das Pausenbrot sollte wie das Frühstück möglichst vielseitig sein. Auch hier lassen sich Obst und Gemüse gut mit Vollkornprodukten kombinieren. Zudem halten Gemüsescheiben oder Obstschnitze das Pausenbrot in der Brotzeitbox länger frisch und saftig. „Das Auge isst mit – je bunter, desto mehr wird erfahrungsgemäß der Appetit der Kinder angeregt“, ergänzt Ulrike Jaques und erinnert daran, den Schulkindern immer auch – möglichst zuckerfreie – Getränke in die Schule mitzugeben.

 

Internet-Tipp: Gesunde Ernährung für Kinder: Die Mischung macht’s! (aok.de).